Ekonomi kamuoyu 31 Mart 2024 seçimlerinin ardından ekonomide yaşanacakları tahmin etmeye çalışıyor. Ama bunu yaparken, iktidarın bugüne kadar yaptıklarından (yani deneyimlerinden ve gördüklerinden) kopuk bir şekilde ekonomi yönetiminde radikal bir dönüşümün olacağını bekliyorlar.
Sanki ekonominin bu hale gelmesinin sorumlusu bu iktidarı değilmiş gibi, her şeyin üstüne sünger çekip, farklı bir siyaset tarzının benimseneceğine inanıyorlar.
Bu gerçekten samimi bir inanma ve beklenti mi, yoksa olması gerekenlere “inanma arzusu” mu, pek emin değilim. Zira AKP iktidarının geçmişte yaptıkları böyle samimi bir beklenti oluşturulmasına olanak vermiyor.
Böyle bir beklentinin kamuoyunda oluşması için iktidarın ve ekonomi yönetiminin özel gayret gösterdiğini belirtmek isterim. Dile getirmeden ekonomi kamuoyunun seçim bitene kadar bu seçim ekonomisine, ekonomik sorunların ihmal edilmesine tolerans gösterilmesini istiyorlar.
Piyasa da veriyor bu beklentiyi doğrusu. Sanki “seçimdir; olur” diyorlar. Kimsecikler sorgulamıyor. Sanki sorsalar, duymak istemedikleri sözler ortaya dökülecek diye endişe ediyorlar.
Her zaman olduğu gibi ve AKP iktidarının her zaman yaptığı gibi, “iyi polis”, “kötü polis” taktiği izleniyor. Seçim ekonomisini izleyip, ekonomik dengeleri bozan “kötü” olan siyasetçilerken, bu durumu düzeltecek olan ve seçim biter bitmez devreye sokulacak olan Mehmet Şimşek “iyi adam” olarak pazarlanıyor.
Ama bu yapılırken, AKP’nin ve Türk siyasetinin seçim sonrası nasıl bir görünümle karşı karşıya kalacağı dikkate bile alınmıyor. Ortaya çıkacak olan siyasi ve ekonomik durumun o günlerde siyasetçiler üzerinde oluşturacağı baskılar dikkate bile alınmıyor.
Hatta bu yeni siyasi gerçeklerin (ekonomik koşulların değil) iktidarın ekonomi politikaları üzerinde nasıl bir etki yapacağı düşünülmüyor. Son derecede “siyasallaşmış” ekonomi yönetiminin, birden bire ve siyasi endişelerden uzak bir şekilde ekonomik koşulların zorlamalarına uygun davranabileceği bekleniyor. Bunu da bu seçimlerin ardından 2028 yıla kadar herhangi bir seçimin olmamasına dayandırıyorlar.
Sanırım hâlâ da böyle sanılıyor.
Buna göre ülkemizdeki ekonomistler, eğer faizler olması gerektiği gibi bugün artırılmıyorsa, seçim sonrası daha “rasyonel” politikalar izleneceği için, bugün yapılacak olan “irrasyonel” kararları pek sorun etmemeyi tercih ediyorlar. Beklenti seçimlerden sonra faizlerin rahatlıkla ve herhangi bir siyasi kısıtlama olmadan arttırılabileceği yönündedir. Ama bu beklentilere rağmen, seçim sonrası dönemde TCMB’nin faiz arttırma isteklerine siyasetin göstereceği her bir direncin ve/veya isteksizliğin ekonomide yaratabileceği tahribatları görmüyorlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yine, eğer bugün para politikası yeteri kadar sıkılaştırılamıyorsa, seçim sonrası iktidarın üzerindeki siyasi baskılar kalktığında onun da gerektiği kadar sıkılaşabileceğine inanabilirsiniz.
Ayrıca kamu kesiminin bugün göremediğimiz tasarruflarını da, seçimlerin ardından görmeye başlayacağımıza da inanırsınız.
Bunlar bizlerin görmeyi arzuladıklarımız.
Ama ülkemizin siyasi gerçekleri bu beklentileri boşa çıkarabilme potansiyeline sahip. Özellikle uygulanacak olan politikalara yönelik geniş kapsamlı bir “toplumsal mutabakatın” olmadığı bir ortamda…
Şu anda ekonomi kamuoyunda hâkim olan hava budur. Böyle bir havanın oluşmasında, bu sorunları başımıza açanların hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranıyor herkes. Sanki ekonominin bu noktaya gelmesinde iktidarın “iyi niyetler” yaptığı hataların rolü varmış gibi davranıyor. O her bir hatanın bilinçli ve iktidarın ikbali için yapıldığından habersizmiş gibi davranıyor kamuoyunun bir kısmı. Bugünkü siyasi iktidar ekonomi yönetimini siyasi amaçları için araçsallaştırmıştır. Ekonomideki asıl sorunda budur kanaatimce. Peki, AKP iktidarı bu amaçlarından ve uygulamalarından neden vazgeçsin?
Eğer seçim sonrası her şey beklediğiniz şekilde gelişirse, ekonomi yönetimi de bugün yapmayı ima ettiklerini zamanı geldiğinde tereddüt göstermeden yaparsa, yabancılar da Türkiye’ye sermaye getirmeye başlarlar. Böylece bugün AKP iktidarını zorlayan finansman sorunu çözülür. Kurlar üzerindeki baskı azalır ve ekonomideki maliyet yönlü enflasyonist baskılar ortadan kalkmış olur.
Ama yine de, bu iyimser arkadaşlar yabancılardan gelecek paraların (eğer gelirse) bu iktidar tarafından nerelerde kullanılacağını sorgulamıyorlar.
Ya da o paraların kullanım tercihlerinde radikal bir değişim yaratacak siyasi ve yönetsel kırılmanın yaşanıp yaşanmadığına bakmadan böyle bir beklenti içine girebiliyorlar.
Huylu huyundan vazgeçebilir mi? Dahası, ya tek bildiği kaynak harcama yolu daha önce yaptığıysa?
Böyle bir para gelse bile, bu paranın büyük bölümü kamunun açıklarının finansmanında, cari açıkları kapamada, TCMB rezervlerini arttırmada, KKM’nin daha kolay tasfiyesi ve esnekliğini yitirmiş olan kamu maliyesinde KÖİ ve Şehir Hastaneleri gibi projelere garanti olarak verilmiş ödemelerde kullanılacak. 500 milyar dolara ulaşmış dış borcun faiz ödemeleri de bu mali imkânlardan payını alacaktır. Kalanı da inşaata…
Bu paraların çok azı ülke ekonomisindeki verimliliği arttıracak sabit sermaye birikimine gidecek. Verimlilik artışı olmayacağı için de, dar gelirlerin gelirlerinde kalıcı bir artışın yaşanması son derecede güç olacaktır.
Bana göre iktidarın Türkiye’ye ve ekonomiye bakışı, sadece rant üretimi ve bunun istikrarlı bir şekilde sürdürülmesi şeklindedir.
Bugün kamuoyunda seçim sonrası uygulamalarına yönelik oluşan iyimserliği katılmamamın bir diğer önemli nedeni de, yarın yapılacak seçimler neticesinde Türkiye siyasetinin ciddi manada değişeceğine yönelik duyduğum inançtır.
Bu değişim ile 20 yıldır AKP’nin yapa geldiği kutuplaştırıcı, dini ve manevi değerleri kullanarak kutuplaştırmaya dayanan beka söylemi işlevsiz hale gelecektir. Seçmen bu söylem kullanılarak kutuplaştırılamayacaktır artık.
Bunun yerine siyasi söylemlerde kullanılacak olan kutuplaşma araçları ekonomik sorunlar olacak. Gelir dağılımı eşitsizliklerinin yarattığı dengesizliklere, yoksulluk ve ekonomide sağlanmasında zorluk çekilecek olan istikrarsızlıklara gündemde daha çok yer verilecektir. Bu da söylem bakımından iktidarı, bugüne kadar hiç de alışık olmadığı bir şekilde savunmaya itecektir.
İktidarın bugün İBB’nin geliştirdiği seçim söyleminin karşısına çıkarabildiği “hizmet”, “proje” ve “yeniden inşa” gibi siyasi söylemlerin işlemediği görüldü. Toplumun ve seçmenin öncelikleri de ekonomik gelişmelerle paralel olarak değişti.
Zaten bugün İBB ve ABB’nin vaatlerinin çoğunun merkezi iktidarın yapması gereken alanlarda yapılan hizmetler olduğu görülüyor. Merkezi iktidar, yerelde ve hatta ülke genelinde ihtiyacı duyulan bu yardımları yapamadığı için, biraz da zaruretten, yerel düzeyde karşılanmaya çalışılıyorlar.
Bu durum ülkemizdeki yerel siyasetin önemini arttırırken, gündelik sorunlarının arttığı bir dönemde vatandaşın yüzünü ve umudunu yerel yöneticilere dönmesine neden oluyor. Ama çok daha önemlisi bu durum merkezi iktidarın halktan kopmasına yol açıyor.