Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Sosyal mobilite meselemiz ve orta sınıfın krizi

Sosyal mobilite meselesi sadece Türkiye’nin değil, son yıllarda tüm dünyanın sorunu haline gelmiş bir meseledir. Hatta bazı ülkelerde liberal demokrasinin kan kaybedip, popülizmin yükselişini bile sosyal mobilitenin azalmasına ve buna müteakip orta sınıfın çöküşüne bağlayanlar olmuştur.

Durum bizde de farklı değil aslında.

Çok uzun zamandır ülkemizdeki sosyal mobilite aracı “eğitimdi” ve beraberinde elde edilen “liyakatti”. Kamu eğitiminin çökmesi, üniversite seçme ve yerleştirme sınavlarında yaşanılan skandallar ve nihayet yükseköğretimde düşen kalite, eğitimi bir sosyal mobilite aracı olarak rolünün azalmasına neden oldu. İşte tam da bu noktada “liyakatsizliğin” yükselişi ile birlikte “vasatın iktidarı” bir sosyal mobilite aracı olarak “kayırmacılık” ve “siyasi yakınlık” öne çıktı.

Örnekleri bu şekilde çoğalmak mümkün.

Ama bu durumun ekonomide yarattığı etkiler bunlarla sınırlı değil. Sosyal mobilite araçlarında yaşanan radikal dönüşümün ve liyakatsizliğin ekonomiye ilk yansıması sınıfsal dinamiklere, özellikle de ekonomi ve siyasetin taşıyıcı direği olan orta sınıfın alışılmış niteliği üzerine yaptığı etkiyle görünür olmuştur.

Orta sınıf” aslında toplumsal katmanlar bakımından hem geliri hem de temsil ettiği kültürel özellikler bakımından ekonomiye hâkim olan üretim modelinin temel dayanağı olan iktisadi faaliyetler bakımından ortalamaları temsil eden grubu ifade etmektedir. Sadece gelir düzeyleri bakımından bir ortalama değildir bu. Aynı zamanda gelirlerinin kaynakları ve o geliri elde etmek için gerekli sahip oldukları vasıflar bakımından ekonomideki hâkim iktisadi faaliyetlere bağımlılıklara bağlı bir ortalamayı temsil ederler. Orta sınıf sadece bağlı bulunduğu gelir kaynaklarındaki değişimden dolayı değil, aynı zamanda çok uzun zamandır görmeye alışık olduğumuz niteliklerindeki değişim ile de kamuoyunda dikkat çekmeye başlamıştır.

Gelir düzeyini toplumu katmanlara ayırmada bir referans olarak kullandığımızda, her zaman ortada yer alan gelirlerde bir takım hanehalkları yer alacaktır. Bu yüzden orta gelir grubunun ve buna bağlı tanımlanan “orta sınıfın” ortadan kalkması söz konusu değildir. Değişen o sınıfın genel karakteristik özellikleridir. Bu sınıf içine dâhil olanlar ve onların sahip oldukları yeni “değerlerdir”. Krizi yaratanda bu değerlerdeki farklılaşmadır.

Orta sınıf krizi” aynı zamanda bu ortalamaları temsil eden grubun gelirlerinin kaynağı olan iktisadi faaliyetlerin giderek ekonomide önemini yitirmesi ve bu sınıfın sahip olduğu değerlerin toplumun ve ekonominin taşıyıcı değerleri olabilme niteliğini kaybetmesiyle ortaya çıkmaktadır.

Ülkelerin toplumsal ve ekonomik farklılıklarına bağlı olarak hem orta sınıfın özellikleri, hem de onları ortaya çıkaran iktisadi faaliyetlerin niteliği farklılaşabilir. Ayrıca değişimin sonucu olarak ortaya çıkan yeni sınıfsal özellikler de ülkelere göre son derecede özgün nitelikler taşıyabilir.

İktisadi kalkınma genel olarak toplumsal refahı arttıracak olanakların ve bunlara aracılık edecek sermaye birikiminin artışı ile ifade edilebilir. Ama bunlar kadar önemli bir özelliği de, iktisadi kalkınmanın beraberinde sınıfsal haraketliliğe neden olmasıdır. Genelde bu hareketliliğin yukarı doğru olması beklenir. Yani düşük gelirlilerin gelirlerinin artması, ya da bireysel refah sağlayan olanaklara erişim olanaklarına kavuşması şeklinde düşünülür.

Orta sınıfın büyüklüğü ve alt gelir gruplarından orta sınıfa doğru hareketlilik aynı zamanda başarılı bir iktisadi kalkınma pratiğinin de göstergesidir. İktisadi kalkınmanın amacı da zaman içinde daha fazla kimseyi alttan alıp, orta gelir gruplarına taşıyabilmek ve böylece onları daha fazla bir refaha erişebilir kılmaktır. Aynı zamanda bu mobilite ile birlikte orta sınıfı temsil etmekte olan değerlerin de toplumda daha fazla yaygınlaşmasını sağlayabilmektir. Zira bu yaygın değerlerin toplumsal hâkimiyeti ülkedeki siyasi rejimin de temel dayanağı olacaktır.

Sosyal mobiliteyi sağlayan mekanizmaların oluşturulması her toplum için gereklidir. Ama bu mekanizmalar oluşturulurken, sosyal mobiliteyi aracılık edecek olan ekonomideki gelir kaynaklarındaki değişim ve o kaynaklara erişimin nasıl sağlanacağıdır.

Günümüzde sosyal ve ekonomik mobiliteyi sağlayacak iktisadi faaliyetlerdeki değişim, küreselleşmenin ve teknolojik gelişmelerin etkisiyle ve bunun bazı ülkelere sağladığı tekelleşmeyle radikal bir şekilde değişti. Belli iktisadi faaliyet alanlarında uluslararası rekabet edilebilirlik kısıtı ülkelerin bu faaliyet alanlarında hareket kabiliyetini sınırlayıcı etki yarattı. İster istemez onları böyle bir rekabet kısıdının olmadığı iktisadi faaliyetlere yönelmelerine yol açtı. Sonuç olarak bu ülkelerdeki gelirlerin ana kaynağı bu tarz iktisadi faaliyetler olmaya başladı.

Ekonomilerin göreli olarak kapalı ve ekonomik zenginliğin kaynağı olarak sanayileşmenin görüldüğü dönemlerde orta sınıfların gelirlerine kaynaklık eden iktisadi faaliyetler sanayi ve onunla ilişkili faaliyetlerdi. Aslında bu II. Dünya Savaşı dünyasında bizim gibi gelişmekte olan ülke toplumlarında oluşturulmaya çalışılan orta sınıfın geleneksel gelir kaynaklarıydı. Ancak küreselleşme bu ülkelerdeki orta sınıfları geleneksel iktisadi faaliyetler üzerinden gelir elde edebilme olanağını kısıtladı. Gelir olarak ortaya çıkan grupların gelir kaynakları farklılaşmaya başladı ve hizmet-ticaret-ve-inşaat gibi faaliyetler ön plana çıktı. Bunlar yeni orta sınıfın dayandığı gelir kaynakları oldu. Bu kaynaklar bazen de piyasa dışında kaynak aktarım mekanizmalarına konu oldu. Zira uluslararası rekabetin bu alanlarda olmaması ve/veya çok düşük olması, özellikle kamunun bu alanlardaki piyasalara doğrudan müdahalelerine olanak sağladı. Bu da siyasilerin kendi iktidarlarının sürekliliğini sağlayacak değerlere yeni değerlerin önünü açarken, aynı zamanda bu değerleri sahiplenecek orta sınıf yaratabilmelerine olanak sağladı. Böylece bu yeni orta sınıf piyasanın güdümünden kurtularak, siyasi otoritenin güdümüne girmiş oldu.

Yirminci yüzyıl Amerikan orta sınıfının yüzyılıydı ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınma pratikleri böyle bir orta sınıfı oluşturulma gayreti idi. Sanayileşme ise bu orta sınıfın gelir kaynaklarının başında gelmekteydi. Öyleyse gelişmekte olan ülkelerinde demokrasiye geçiş ve modern ekonomik kurumlarının inşası için sanayileşmeye ihtiyaçları vardı. Ancak bu sanayileşmenin önündeki en önemli engel sermaye birikiminin yeterli olmamasıydı ve devlet tam da bu noktada devre sokuldu. Bu sanayileşme pratiği bizde “devletçilik” ilkesi ile temsil edilerek kamunun doğrudan sermaye birikiminde aktif rol oynaması ile sonuçlandı. Bu rol sadece sermaye birikimiyle sınırlı kalmadı. Aynı zamanda bu devletin kontrolünde olan sanayileşme faaliyetleri toplumdaki orta sınıfın da gelir kaynağını oluşturdu.

Bunu değiştiren küreselleşme oldu. Maalesef gelişmekte olan ülkelerde bu gelişmelerden muaf kalamadı. Ama bu dönüşümün etkilerini gelişmiş ekonomilerden çok daha fazla yaşadılar. Sanayisizleşme Uzak Doğu Asya dışındaki ülkeler dışında kalan ülkeler için ciddi bir sorun olmaya başladı. Bu sorunların başında da, bu ülkelerde inşa edilmeye çalışılan liberal demokrasinin güvencesi olacak ve sanayiden beslenen orta sınıfların gelir geleneksel kaynaklarından mahrum kalmasıydı. Bu da onların ve temsil ettikleri değerlerin toplumda geri plana düşmesine yol açtı. Bundan dolayı da bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde “sanayisizleşme” orta sınıf krizine yol açan bir neden olarak görülmeye başlandı.

Doğal olarak sanayileşmesini tamamlayıp, sanayiden gelir ede eden güçlü bir orta sınıf yaratamamış olan Türkiye gibi ülkelerde istihdamın ağırlıklı olarak hizmet-ticaret-ve-inşaat gibi faaliyetlere kayması da ülkemizdeki orta sınıfın niteliğinde bir değişime yol açtı. Ülkemizde ortaya çıkan yeni orta sınıfın gelir kaynakları bu şekilde değişirken, aynı zamanda yeni gelirler kaynaklarını oluşturan sektörler üzerinden siyasi müdahalelere de bağımlı hale geldiler.

Orta sınıfın gelirlerine ve değerlerinin oluşumuna siyasilerin yaptığı etki bizim için yeni bir durum değil. Geçmişte de bunun benzerleri yaşandı ülkemizde.

Ülkemizdeki orta sınıfın geliri ve refahına kaynağı olarak çok uzun yıllar sanayi faaliyetlerinden ziyade kamu istihdamı ve kamuda hizmet üzerimi oldu. Sonradan devreye sokulan devletçilik de benzer şekilde ekonomide bir kamu bürokrasisi eliyle yürütüldü. Bu yüzden II. Dünya Savaşı sonraki dönemde ülkemizdeki ortaya çıkan orta sınıf daha çok kamu eliyle üretilmiş ve kamuya bağımlı bürokratik bir orta sınıftır. Elbette bu sınıfı değerleri de devletçiliği öne çıkartan değerlerdir. Çok uzun yıllar Türkiye’de bu orta sınıf ve onun temsil ettiği devletçi değerler işlevsel olmuş, toplumda yaygınlık kazanmıştır.

Bu şekilde kamu destekli ve bir o kadar da kamu güdümünde olan bir orta sınıfımız oldu. Kamu bürokrasisinde yer almanın koşulları o görevlerde yer almak için gerekli liyakat düzeylerinin belirlenmesinde rol oynadı. Özel sektörün de devlete olan hiç bitmeyen bağımlılığı, ister istemez kamuda geçerli normların özel sektör tarafından ithal edilmesine yol açtı.

Her şey bir yana ülkemizdeki orta sınıfın devlete bağımlı hali başka ülkelerde liberal demokrasi için güvence teşkil eden bu sınıfın bizim ülkemizdeki siyasi rejimden beklentisi, “devletçiliğin” ve “kamu menfaatlerinin” öne çıkaran bir siyasi rejim arayışı oldu. Bir bakıma bu da ülkenin demokratik gelişimine bir engel teşkil etti.

Dahası sanayi ve özel sektörün iktisadi faaliyetlerinin düzeyi ve ekonominin geneline hâkim güç olamayışı, bürokratik orta sınıfın ekonomideki ağırlığını azaltacak düzeyde “sivil” bir orta sınıf üretmeye yetmedi. Bu yüzden de, ülkemizde “elitist bürokratik bir orta sınıfın” toplumsal değerlerimiz üzerindeki hâkimiyeti devam etti. Buradaki “elitistlik”, belli gelir ve refah düzeyine erişmek biçin devletle kurulan ilişki ve buna karşılık elde edilen imtiyazlara karşılık olarak karşımıza çıktı.

Hatta böyle imtiyazlarla donatılmış bir ora sınıfın varlığı ülkemizin siyaseten yönetiminde bir “vesayet sisteminin” oluşmasına vesile oldu.

AKP döneminde devletin orta sınıf üzerindeki hâkimiyeti azalmadı, aksine şekil değiştirerek arttı. Hem onun gelir kaynaklarını hem de temsil ettiği değerleri değiştirdi.

AKP döneminde ekonomide yaşanan en önemli gelişme ekonomik büyümenin motoru olarak gördüğü hizmet-ticaret-ve-inşaat faaliyetlerini ekonomideki en önemli gelir kaynağı yaptı. Bu sektörlerin göreli olarak dış rekabete kapalı olmaları ve iktidarın kontrolünde olan iç talepten beslenmeleri siyasi iktidarın bu faaliyetlerden gelir elde edenler üzerinde kolayca hâkimiyet kurabilmesini olanak verdi. Devletin ekonomide ve toplumsal kesimleri üzerinde hâkim olduğu kontrol, gelirin değişen kaynaklarına bağlı olarak yeniden tanımlandı. Alışık olduğumuz devletçi, demokrasiye bağlı, evrensel insani değerlere sahipler yerine, doğrudan veya dolaylı yolda piyasa üzerinden kamunun kaynak aktardığı, siyasi iktidarın benimsediği değerlere bağlı olan, ama daha da önemlisi evrensel değerleri eskisi gibi kabullenmeyen yeni değerler sistemi toplumda hâkim kılınmaya çalışıldı.

İç talepten ve bu talebi destekleyecek olan kamu kaynaklarına bağımlı olan yeni orta sınıfın temsil ettikleri değerler buna göre yapılan siyasi tercihleri de yönlendirmeye başlamıştır. İşte Türkiye’nin liberal demokrasi arayışlarının yerine otoriterlersem ve beraberinde muhafazakârlığı esas alan bir yönetim tarzına da meşruiyet temeli sağlamıştır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.