Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Çantada keklik” olmak

Ruşen Çakır, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinin ardından başlayan fotoğraf tartışmasını ele aldı. İmamoğlu’nun kendisini seven ve destekleyenlerin bir kısmında neden kırgınlık ve hayal kırıklığı yaşattığını sorgulayan Çakır, İmamoğlu’nun bu durumu telafi etmesinin mümkün olup olmadığını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Ekrem İmamoğlu’nun Doğu Karadeniz gezisine Nagehan Alçı başta olmak üzere bâzı gazetecileri dâvet etmesi, sonra da o fotoğrafı vermesi, kendisini sevenlerde bir şaşkınlık ve belli ölçülerde bir hayal kırıklığı yarattı. Bunu dile getirenlere verilen cevaplar –önce sözcüsü Murat Ongun’dan geldiği söylenen, daha sonra Ekrem İmamoğlu’nun bizzat kendisinin söylediği şeyler– bu hayal kırıklığını daha da derinleştirdi. Her ne kadar Ekrem İmamoğlu, söylediği sözlerden “Vız gelir, tırıs gider” kısmı konusunda özür dilediyse de, bir kırgınlık hâlâ var.

Burada, temel kavramın “çantada keklik” olduğunu düşündüm, başlığa da bunu çıkarttım zâten. Neden “çantada keklik”? Ekrem İmamoğlu’na dün destek veren, bugün de destekliyor olan ve onu belki de yarının cumhurbaşkanı ya da yeni sistemle Başkan’ı olarak görmek isteyen, ama bu son olayda rahatsız olan insanlar, daha sonra gelen tepkilerden, Ekrem İmamoğlu tarafından kendilerinin “çantada keklik” olarak görüldüğü zannına kapıldı — hepsi olmasa bile bir kısmı. Bunu açık açık da aynı bu kavramla da dile getirdiler, “Biz çantada keklik değiliz” yani: “Birilerini kazanacağım diye” –her kimse onlar– “bizi gözden çıkaramazsın, bir adım atacağın zaman bizi de düşünmelisin” diye bir yaklaşım. Bu aslında çok yaşanan bir olay. Daha önceki “endîşeli muhâfazakârlar” tartışmalarında da bu oldu ve burada Dimyat’a pirince gitme kavramının gündeme geldiğini biliyoruz. Yani “Bir pirince gidiyorsun, ama biz bulgurları unutuyorsun, geldiğinde bulgurları da bulamazsın” diye bir şikâyet hâli olduğunu düşünüyorum.

Burada çok ince bir denge var. Buradaki çok ince dengeyi, biz daha önce Muharrem İnce olayında yaşadık. Muharrem İnce, kendisinin cumhurbaşkanlığı seçiminde –ilk turunda tabii, ikinci tura kalamadı mâlûm–, ilk turunda aldığı oyun CHP’den fazla olmasını, partisinden fazla olmasını, kendi başarısı olarak gördü ve böyle lanse etti. Halbuki orada, ilk turda, yani milletvekili seçiminde HDP’ye, İYİ Parti’ye ya da herhangi bir başka partiye oy vermiş seçmenin bir kısmının sırf Erdoğan’dan kurtulmak için onun karşısındaki adaya, en güçlü adaya –o da Muharrem İnce’ydi– verdiğini hepimiz görebiliyorduk; ama o, bunu başka türlü bir şekilde okudu ve ondan sonra hızlı bir şekilde CHP’den koptu, kendi partisini kurdu ve kendi partisinin gücü ortada. Eğer gerçekten orada aradaki fark Muharrem İnce’ye verilmiş olsaydı, bu parti, Memleket Partisi çok daha güçlü bir yerde olabilirdi, ama olamadı.

Aynı şekilde, bir başka hayal kırıklığını da zâten seçim gecesi kendisine destek veren insanların karşısına çıkmayarak yarattı. Büyük bir hayal kırıklığı yarattı orada Muharrem İnce ve ertesi gün yaptığı basın toplantısından îtibâren birçok insan o hayal kırıklığını çok sert ifâdelerle dile getirdi. Şu aşamada Ekrem İmamoğlu için böyle bir şeyin henüz söz konusu olduğu kanısında değilim; ama belli ki yaşanan olaylardan yeterince ders çıkaramamış. Dâvet ettiği gazeteciler, şunlar bunlar… bunlarda ısrarlı olabilir, yaptığının doğru olduğunu düşünebilir; ama eleştiriler ve hayal kırıklığı ifâdeleri karşısında verdiği tepkiler, insanların kırgınlığını daha da artırdı. 

Şöyle bir gözlemim var, bilmiyorum katılır mısınız? Şu anda en çok öne çıkan iki isim var: birisi Mansur Yavaş, birisi Ekrem İmamoğlu. Bunlardan ikisinin de ayrı ayrı destekleyeni var. Kamuoyu yoklamaları genellikle Mansur Yavaş’ı önde gösteriyor, Ekrem İmamoğlu’nun da Erdoğan’la yarışması durumunda kazanma ihtimâlinin çok güçlü olduğunu düşünüyorlar — ki ben de aynı kanıdayım. Burada, Mansur Yavaş’la Ekrem İmamoğlu arasında bence şöyle büyük bir fark var: Mansur Yavaş’ı insanlar beğeniyorlar, takdir ediyorlar, ona destek veriyorlar, ama mesâfeli bir ilişki var. Ekrem İmamoğlu’nda bence durum biraz daha farklı. Ekrem İmamoğlu aynı zamanda insanların kalplerine hitap ediyor. İnsanlar, Ekrem İmamoğlu’nu sevdiler — hepsi olmasa bile. Kimileri sevmeden oy vermiş olabilir, ama çok sayıda insan Ekrem İmamoğlu’nu seviyor, sevdi. “Birbirimize kalbimiz geçti” diye, yerel seçim öncesi kullanılan bir slogan vardı. “Her şey çok güzel olacak” sloganı da aslında çok ciddî bir şekilde insanların kalbine hitap eden bir slogandı ve çok da etkili oldu.

Yani orada, insanların hem beynine, zihnine hitap eden, ama daha çok kalbine hitap eden bir siyâsetçi profili çizdi ve gerek seçimleri kazanması gerekse de daha sonra bütün engellere rağmen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki (İBB) başkanlığındaki desteğini azaltmaması, hattâ koruması ve artırmasında da hep bu perspektif var. Çok sayıda fotoğrafa baktığımız zaman, Erdoğan’ın ilk yıllarında halkın ona gösterdiği sevginin bugün Ekrem İmamoğlu’na gösterilmekte olduğunu görüyoruz — ya da ben öyle görüyorum. 

İşte burada, bu sevgi karşılıklı olmak zorunda. İnsanlar, Ekrem İmamoğlu’na her gerektiğinde sevgilerini alenen gösterdiler ve aynı şekilde de Ekrem İmamoğlu’ndan ve diğer siyâsetçilerden de tabii ki, destek verdikleri siyâsetçilerden kendilerini sevmesini istiyorlar; kendilerini gözetmesini, gerekiyorsa nazını çekmesini istiyorlar; birtakım endîşelerini, kaygılarını gözetmesini istiyorlar. Bu, tabanın, destekçilerin ona çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmesi anlamına gelmiyor tabii ki. Siyâsetçi risk alır, kimi zaman kendi tabanını da rahatsız eder, “Ya, bir dakika, ne oluyoruz?” dedirtir; ama bir yerde de destek veren insanlar: “Ya, bu benim aklıma yatmadı ama; var herhalde bir bildiği, bakalım” deyip bir kredi verirler. Ama burada, son yaşanan bu olayda insanlar çok açık şekilde rahatsız oldular. Çünkü söz konusu olan kişiler alenen ortada. Yani şöyle bir yaklaşım, “Buradan ne bekliyor olabilir? Bizi rahatsız edeceğini bile bile bu insanlarla bu fotoğraf niye veriliyor?” diye bir duygu oldu. Yani burada, meselâ Ekrem İmamoğlu’nun dinle kurduğu ilişki, belediyede Yasin indirtmesi vs., kendisinin okuması, şu bu… Bunlardan rahatsız olanlar oldu, dile getirenler oldu. Laiklikte bunlar var mıdır yok mudur diye soranlar oldu; ama dediler ki, “Bunun herhalde bir bildiği var”. “Adam, bir kere her şeyden önce kendisi dindar birisi ve dini böyle kullanıyor olmasının, gösteriyor olmasının zarârından çok yararı olabilir” diye bir akıl yürütme de oldu, ki ben, açıkçası kişisel olarak o yaptığı şeylerin çok da yanlış olduğu kanısında değilim. Tam tersine, bence isâbetli, ama birçok tanıdığım insan tam tersini düşünüyor. Bu tartışma verimli bir tartışma fakat bu son olayda hiçbir getirisi olmayacak olan, gelse gelse kendisi gelecek olan insanlarla, o çok ciddî, çalışılmış, hazırlanmış ve başarılı geçen, demin söylediğim “sevgi gösterileriyle” geçen, yani Trabzon, Rize, Hopa, Artvin, Kemalpaşa… bütün buralarda, gidilen yerlerde genellikle Ekrem İmamoğlu sevgiyle karşılandı. Böyle bir yerde, böyle bir olayı, ne getireceği belli olmayan, öte yandan ülkesini seven insanları rahatsız edeceği de belli olan bir şeyle çöpe atması, bir anlamda insanlarda rahatsızlık yarattı ve şimdi, artık ne denmeye başlandı, “Bir dakika! Biz çantada keklik değiliz. Bizi gözet, sevgimiz karşılıklı olsun”. Ama bu olayla berâber, olayın kendisi tek başına değil, olayın ardından yapılan “Akıllı olun” söylemlerinde insanlar bir kibir gördüler — hepsi olmasa bile. Nitekim, Ekrem İmamoğlu da en son yaptığı açıklamada, “Ben çiftçi çocuğuyum, bende kibir olmaz” dedi. Belli ki o yaklaşımı, o eleştiriyi algılamış ve ona cevap veriyor. Umarım bu konuda insanları iknâ eder.

Bir diğer husus da şu: Ekrem İmamoğlu’nun çok rakibi var, partisinin içinde, partisinin dışında çok rakibi var. Kimisi yanı başında duruyor da olabilir, kimisi uzakta olabilir, şu olabilir, bu olabilir. Böyle bir hatâda –ki bence hatâ–, birçok kişi fırsattan istifâde ederek olayı bir linçe dönüştürmek istediler ya da dönüşmesini sevdiler, hoşlarını gitti ve buna katkıda bulundular. Belli ki Ekrem İmamoğlu bu tür kişilerden de rahatsız olmuş, bu tür çevrelerden de rahatsız olmuş ve anladığım kadarıyla sıradan insanın, kendisini seven insanların duyduğu hayal kırıklığı ve bunu ifâde etmelerinden ziyâde, onlarla bir hesaplaşma derdine girmiş; ama tabii ki bunu böyle ifâde etmediği için de onun “Akıllı olun” sözü, Ekrem İmamoğlu’na destek vermiş olan, ama Nagehan Alçı’yla birlikte fotoğraf vermesinden samîmî bir şekilde rahatsız olan sıradan insanlara, kendilerine yönelik bir cevap, hattâ aşağılama olarak geldi. İşte burada, çok ciddî iletişim kazaları olduğu kanısındayım. 

Ekrem İmamoğlu, başından îtibâren risk aldı. Olmadık yerlere seçim kampanyasına gitti, oralarda birçok kişi Ekrem İmamoğlu’na saldırmaya kalktı. Onların hepsinin videoları var, hepsini kullandık; ama bunların hepsinin altından serinkanlılıkla çıkmayı bildi, çünkü bu kişiler onun düşmanıydı, yani onu istemiyorlardı, onu sevmiyorlardı. Bunlara nasıl davranacağını bilen birisi –ki siyâsette bu çok önemli bir husus–, ama sorun şurada: Kendisini sevmeyen, nefret edenlerle ne yapacağını bilen birinin, kendisini seven, kendisine destek veren insanlara da ne yapacağını bilebilmesi gerekiyor. İşte burada film biraz kopar gibi oldu. Bundan sonra nasıl telâfî edecek? Edebilecek mi? Açıkçası çok emin değilim. Çok zor, zîra dünkü yazımda da söylediğim gibi, durduk yere çıkmış bir kriz bu ve çözülememiş, yönetilememiş bir kriz. Eğer bu kriz belli bir yerden, belli bir nedenle çıkmış olsaydı; çok somut olarak, diyelim ki belediyenin bir faaliyeti olup da burada bir yanlış yapmış olsaydı, bu faaliyeti daha sonra onararak, belediyenin bir hizmet işini diyelim ki daha düzgün yapmanın yollarına bakar ve telâfî edebilirdi; ama bu, hakîkaten durduk yere çıkmış bir şey. İnsanların unutmak, görmek istemedikleri insanları, Ekrem İmamoğlu’nun bir sürprizmiş gibi, ama çok acı ve kötü bir sürpriz olarak dayatması olayı.

Bunu nasıl telâfî eder? Şimdi, onlar yerine, kendisine kızan, eleştiren insanların sevdiği yazarların hepsiyle fotoğraf verse, bu sefer ne diyecekler? “İşte, onu çıkarttı, bunu yanına aldı; şimdi bunlarla kendisini affettirmeye çalışıyor” diyecekler. Böyle garip bir zincirleme olay söz konusu. İşi çok zor, ama burada tekrar görüyoruz ki siyâsetçilerin, insanların desteğini, sevgilerini cepte, çantada, torbada olarak görmekten vazgeçmeleri gerekiyor. Öyle düşünmüyor olabilirler. Öyle düşünmediklerini sürekli olarak gösterebilmeleri gerekiyor, yani kendisine destek veren insanlara, “Bakın, ben sizin desteğinizi kazandım ve bunu hak ettiğimi göstereceğim size ve bu desteğinizi daha da artıracak şeyler yapacağım, sizin beklentilerinizi karşılayacağım” diyebilmesi gerekiyor.

Şimdi, önümüzde 19 Mayıs var. Herhalde Ekrem İmamoğlu bu 19 Mayıs’ı kendisine kırgın olan, burukluk yaşayan insanların bir kısmının gönlünü almak için bir fırsat olarak düşünecektir. Bakalım ne yapacak? Ama burada gereksiz yere –onun açısından tabii–, gereksiz yere bir şeyi çatlattı. Bakalım telâfî edebilecek mi? Bunu giderebilecek mi? Hâlâ önü çok açık; ama onu istemeyenler, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, bu son yaşananlardan hayli mutlu ve memnunlar. Onu anlamak herhalde hiç zor değil. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.