Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan iktidarının kültürel bilançosu: Fiyaskodan da öte

Ruşen Çakır, AKP’li Derince Belediyesi’nin Aynur Doğan‘ın konserini iptal etmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği “Başkent Kültür Yolu Festivali“nde ise Güney Koreli Mirae K-Pop grubunun vereceği konserin iptal edilmesi üzerinden yaşam tarzına müdahale tartışmalarını ve “Erdoğan iktidarının kültürel bilançosu”nu ele aldı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bu konuda yaptığım en son yayınlardan birisinde, “Kültürel çölleşme devam ediyor” başlığını atmıştım. Bu konu benim sıklıkla ele aldığım bir konu — AKP ve Erdoğan iktidârı döneminde kültürel alanda yaşananlar. Bu çoktan kaybedilmiş bir savaş – ki iktidârın Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik saldırısında da bu başlığı kullanmıştım. “Yerli ve millî” bir kültür politikası hayâta geçiremediklerini, geçirmelerinin mümkün olmadığını söylemiştim. İlk yaptığım yayın 31 Mayıs 2017’de: “AKP neden sosyal ve kültürel alanda iktidar olamadı?” başlığıyla. O yayına neden olan husus, Fahrettin Altun’un Beyoğlu’nda kitapçılarda gördüğü kitaplara duyduğu öfke üzerine yaptığı sosyal medya paylaşımlarıydı. “Buralarda gerçekten halkın, milletin değerlerine sâhip çıkan eserler yer almalı” diye bir şeyler söylemişti — meâlen. O zamandan bu zamâna değişen pek bir şey yok. Zâten her vesîleyle Erdoğan da bunu îtiraf ediyor.

Hiçbir şey yapamadılar. Taş üzerine taş koyamadılar. Ama en önemlisi, ama daha vahimi, kurulmuş olan taşları yıkmaya çalıştılar, çalışıyorlar. Bunun önde gelen yolu da yasaklar. Ne yasaklanıyor meselâ? Anadolu Festivali. Eskişehir’de yapılan Anadolu Festivali yasaklanıyor. Daha sonra yapılacağı söylendi; ama hâlâ muallakta. Ya da Mülkiyeliler Birliği’nin meşhur İnek Bayramı’na üniversitenin rektörü soruşturma açıyor. Büyük bir mârifetmiş gibi de bunu söylüyor. Yasaklayamadığı yerde, cezâlandırma yoluna gidiyorlar. Zâten biliyorsunuz, gece canlı müzik yasağı var; sözüm ona “salgınla mücâdele” adı altında. Önce 24.00’e kadardı, lûtfedip 1.00’e kadar çıkarttılar gibi ve en son, dünya çapında ünlü Kürt müzisyen Aynur Doğan’ın Kocaeli Derince’de yapacağı konseri –ki bir Türkiye turu kapsamındaki konseri–, belediye başkanlığı uygun görmedikleri için iptal ettiler. İzin vermediler, iptal ettiler. Bunun tabii birçok boyutu var. Birincisi: Sanata yönelik bir düşmanlık. İkincisi: Kürt diline yönelik bir düşmanlık. Üçüncüsü: Kadın bir sanatçıya yönelik… nasıl söyleyeyim? Düşmanlık demeyelim de, hadi yumuşatalım: Kabullenememe. Bir de tabii bunun yerel yönetim eliyle yapılması. Bakıyoruz, üç ayrı kanaldan giden bir “İstemezük” furyası var. Bir yanda devlet var. Devlet, Cumhurbaşkanlığı kararnâmeleriyle, şunlarla bunlarla kültürel alanda birçok şeyi yasaklıyor, engelliyor, önünü kesiyor ya da vermesi gereken destekleri onlara vermiyor, az veriyor vs. — bir yanda bu var. Aynı devlet yapısı, kendi “sanatçıları”nın, “kültür insanları”nın her istediğini fazlasıyla karşılıyor. Devâsâ bütçelerle filmler çekiliyor, kimse izlemiyor. Devâsâ bütçelerle bir yığın faaliyet yapılıyor, kültürel faaliyet yapılıyor; ama karşılık bulamıyor. Ne Türkiye içerisinde ne Türkiye dışarısında, kendilerinin fonladıkları, sponsoru oldukları, teşvik ettikleri faaliyetlerin büyük bir kısmı, aslında bir tür geçim faaliyeti oluyor; ama kültürel faaliyet olamıyor. Buna karşılık binbir güçlükle insanlar kültürel olarak ayakta durmaya çalışıyorlar. Tiyatrolar, sinemacılar, müzisyenler vs. önlerine çıkan bütün engellere rağmen –çünkü Türkiye’de bir damar var, tüm dünyada olduğu gibi– kültür ve sanat, her türlü baskı ve imkânsızlığa rağmen, akacak kanallarını bir şekilde bulabiliyor. Böyle ilginç bir durum var. Bir tarafta engellenmeye çalışılanlar, bir tarafta teşvik edilmeye çalışılanlar. Engellenmeye çalışılanlar, hâlâ teşvik edilmeye çalışılanların fersah fersah ötesinde. 

İkinci ayakta, yerel yönetimler var, merkezî yönetim dışında — en son Derince’de gördüğümüz gibi. AKP’li belediyeler birçok yerde kültür-sanat faaliyetlerinin gelişmesine imkân sağlamıyor ya da kendilerinin tercih ettiği birtakım şeyleri insanlara sunmaya çalışıyorlar ve tam bir başarısızlık yaşıyorlar. Özellikle Güneydoğu’da kayyum belediyelerinde çok daha dramatik ve hazin durumlara tanık oluyoruz. Oralarda buna tanık oluyoruz.

Üçüncü ayaksa, sivil birtakım kişi ve kurumların yaptıkları. Meselâ üniversitelerde, Mülkiye’de olduğu gibi, kendilerine bir grup adı veren insanlar şikâyet ediyorlar. Eskişehir’de Anadolu Festivali’ni engellemeye çalışıyorlar. Yapılmasın diye başvuruyorlar. Yapıldıktan sonra hakkında soruşturma açılsın diye başvuruyorlar, böyle gidiyor. Yani üç ayaklı bir olay. Merhum Prof. Şerif Mardin’in dile getirdiği “mahalle baskısı”nın, üç ayaktan birden yürüdüğünü görüyoruz. Devlet, yerel yönetimler ve de onlarla aynı dalga boyunda olan birtakım sivil kişi ve kuruluşlar.

Bütün bunların sonucunda ne oluyor? Bütün bunların sonucunda, kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan insanların yaşam tarzlarına doğrudan müdâhale oluyor. Resmî müdâhale, yerel yönetim müdâhaleleri –ki yerel yönetimleri de bir anlamda resmî sayabiliriz–, bir de sivil müdâhale. Bütün bu kıskacın arasında, Türkiye’de hâlâ insanlar istedikleri gibi yaşamak, özgürce yaşamak, istedikleri gibi eğlenmek, istedikleri gibi kültür-sanat üretimlerinde ve tüketimlerinde bulunmayı sonuna kadar zorluyorlar. Ama bu artık bıkkınlık verecek bir hal aldı. Yasaklarla, engellerle, bir de birtakım değerlere saygısızlık ediliyor gibi bahânelerle –ki kültür ve sanatın en büyük ilacı, en çok beslendiği yer özgürlüklerdir– özgürlükleri birtakım hassâsiyetler bahânesiyle kısıtlamak, özellikle Türkiye gibi otoriter yönetimlerde fazlasıyla kolaydır. Buradaki engellerin hepsine çıkartılan birtakım bahâneler var, gerekçeler var. Ben bu gerekçelerin bir yerden sonra hiç anlamı olmadığını, esas olarak yaşananın bir kıskanma, imrenme, yani haset olduğunu düşünüyorum.

Ne yapıyorlar? Bunu siyâseten söylediğimiz zaman, “Bükemediği bileği kırmaya çalışmak” olarak söylüyordum. Burada da bunu yapmaya çalışıyorlar. Târih boyunca da bu hep böyle oldu. Ama hiçbir zaman özgür düşünceye karşı bu tür baskıcı yapılar galip gelemediler. Tabii ki çok acı çektirdiler. İnsanları mağdur ettiler. Kültür ve sanat alanındaki çalışmaları, yaratıcı çalışmaları geciktirdiler belki. Ama bâzı durumlarda da şunu gördük: Özellikle bu tür baskı ortamlarında, kültür ve sanat alanında çok daha yaratıcı olabiliyor sanatçılar, kültür insanları. Hep verilen bir örnektir: İran sineması, özellikle İslâmî rejim altındaki İran sineması bunun ilk akla gelen örneklerinden. Türkiye henüz İran’daki gibi bir yerde değil; olacağını da sanmıyorum. Fakat bütün bu 20 yıla baktığımız zaman, özellikle son 6-7 yılında, her şeyi yasakla halletmeye çalışan, engellemeye çalışan bir iktidar ve ona destek veren vasat ve vasat-altı kişiler eliyle, Türkiye kültürel anlamda bir çöle çevrilmek istendi. Kendi bulundukları yerin çöl olması nedeniyle başka taraflardaki yeşillikleri de çölleştirmek isteyebiliyorlar.

Ama her şeye rağmen Türkiye’de kültür ve sanat alanında çok iyi işler yapılıyor ve yapılmaya da devam edecek ve bütün bu yaşananlar, aslında Türkiye’de İslâmî hareketin o büyük “yeni bir Türkiye”, “yeni bir dünya” kurma iddiasının içinin ne kadar boş olduğunu bize gösteriyor. En güçlü oldukları varsayılan, güçlü olacakları varsayılan bu alanda, düşünce alanında, kültür alanında, sanat alanında tek kelimeyle fiyaskodan da öte –başlıkta da dediğim gibi– bir durumla karşı karşıyayız. Bir de buna ekonomide yaşanan fiyaskodan da öte durum eklenince, Türkiye’nin enerjisinin, potansiyellerinin nasıl hebâ edildiğini ve edilmekte olduğunu görüyoruz. Ama bereket Türkiye’de sivil toplum her şeye rağmen ayakta durmaya çalışıyor. Ayakta durmaya devam ediyor ve bu konuda kültür ve sanat insanları da sivil toplumla berâber ellerinden geleni, her türlü olumsuzluğa, engele rağmen yapmaya çalışıyorlar, yapıyorlar ve yapmaya da devam edecekler. Nâfile bir durum. Kültürel anlamda iktidar olamayanın, kültürel alandaki iktidâra hak edilmiş bir şekilde sâhip olanları yok etmeye çalışmalarının da nâfile bir şekilde seyrettiğini görüyoruz. Ama tekrar söylüyorum; bu süreç içerisinde çok sayıda kültür ve sanat insanına kötülük yapıyorlar, onları mağdur ediyorlar. Ama kazanamayacaklarını bildikleri bir savaşa girmiş oldukları için de yarattıkları mağduriyetler o kadar ağır oluyor. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.