Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Muhalifin muhalife muhalefeti

Ruşen Çakır, Atatürk Havalimanı tartışması üzerinden Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasında başlayan polemiği değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. İlginç günler yaşıyoruz; daha da ilginçleşeceğe benziyor. Türkiye’de seçimlere bir yıldan biraz fazla bir zaman var. Tabii erken yapılırsa daha erken de olabilir ve burada biliyoruz ki Erdoğan’ın, daha doğrusu iktidârın, Cumhur İttifakı’nın temel stratejisi, karşısındaki muhâlefetin blok hâline gelmesini engellemek, yan yana duranları ayırmak, tek tek her birini de kendi içerisinde mümkün olduğu kadar bölmek — yani parçala-yönet. Çünkü iktidârın, Erdoğan’ın, özellikle ekonomik nedenlerle –ama sâdece o değil– artık sunabileceği hiçbir şey yok, bunu biliyoruz. Yapabileceği tek şey, karşısında bir blokun oluşmasını engellemek; mümkünse oradan bâzılarını yanına çekmek — geçici de olsa. Çünkü Erdoğan alışık buna; ittifak kurduğu kişilerle daha sonra yollarını kolaylıkla ayırabiliyor. Genellikle de kullanıp atıyor müttefiklerini. Henüz Bahçeli’yle bunu yapmadı; yapmayacağının garantisi yok, ama en uzun ittifaklarından birisini herhalde Bahçeli’yle yapıyor.

Böyle bir ortamda muhâlefet partilerinin bir araya gelmesi, gelip gelmedikleri, gelip gelemeyecekleri, o “Altılı Masa”nın yola devam edip etmeyeceği konusunda çok ciddî soru işâretleri var. Hâlâ durum tam net değil. Başlı başına HDP’nin durumu da apayrı bir konu. HDP de muhâlefetin içerisinde; ama ittifâkın içerisinde değil. İşte böyle bir ortamda, muhâlefetin işi çok zor. Zîra birbirinden farklı motivasyonlarla mağlup olan partiler var, çevreler var. Örneğin Gelecek ve DEVA partileri, AKP’den kopmuş partiler; onların gündemi biraz daha farklı olabiliyor. Saadet Partisi, Millî Görüş’ün devâmı olarak farklı oluyor. İYİ Parti, MHP’den kopmuş ama merkez sağa yerleşmeye çalışan bir parti olarak farklı. CHP zâten Türkiye’de sağın en önemli hedeflerinden birisi –geleneksel olarak önde gelen hedefi diyelim–, sağ partilerle bir ittifak oluşturmaya çalışıyor CHP ve bunun lokomotifi olma yolunda çok ciddî adımlar atıyor. İşte böyle bir ortamda, birden Zafer Partisi ortaya çıktı. “Birden ortaya çıktı” diyorum ama, İYİ Parti içerisindeki bir tartışmanın sonucunda Ümit Özdağ ayrılıp partisini kurdu ve sığınmacılar sorunu üzerinden dikkat çekici bir şekilde popülerleşti. Bir yerde Ümit Özdağ’dan ibâret bir parti gibi gözüküyor Zafer Partisi; Ümit Özdağ ise olabildiğince medya ve sosyal medya üzerinden, partisini ve tabii ki kendisini gündeme taşımaya çalışıyor ve bunu yaparken ilginç bir şekilde muhâlefete meydan okuyor. Muhâlefeti hedef alıyor. Değişik örneklerini görmüştük. İlk sığınmacılar meselesinde başladı; ama adım adım bunları, muhâlefete muhâlefetini geliştiriyor.

Bu “muhâlefete muhâlefet” meselesi, biz gazetecilerin başına çok gelen bir şey. Özellikle Kemal Can’la yaptığımız yayınlarda hep bunu şaka yollu dile getiriyoruz. Muhâlefeti eleştirmek, daha doğrusu herkesi eleştirmek gazetecilerin belki de temel görevlerinden birisi — öyle diyelim. Kimseye angaje olmadan, olabildiğince serinkanlı ve objektif bir şekilde olayları ele almaya çalışıyoruz; çünkü biz gazeteciyiz. Ama siyâsetçinin durumu daha farklı ve burada bir muhâlif siyâsî partinin, daha doğrusu muhâlefet iddiasındaki bir siyâsî partinin, başka muhâlefet iddiasındaki partilere ve onların yöneticilerine yönelik çıkışlarını ayrı bir şekilde değerlendirmek gerekiyor. Bu daha önce olmadı değil. İlk başta Memleket Partisi’nin kuruluş sürecinde Muharrem İnce bunu biraz yaptı; ama son dönemde çok yapmıyor — hakkını yememek lâzım. Ama yine de kendisi hakkında, çok öfkelenmesine yol açan –“Cumhur İttifâkı’na katılacak” yolundaki– spekülasyonların önüne geçemiyor. Mustafa Sarıgül’ün Değişim Partisi için de ilk başta, “Acaba muhâlefetin önünü kesmek için mi kuruluyor?” dendi; ama çok etkili olabildiği söylenemez. Çok çalışıyor Sarıgül; ama fazla etkili olduğu söylemez. Bir diğer husus, İYİ Parti’nin içinden birtakım isimler, HDP’ye yönelik birtakım eleştirilerini, saldırılarını gündemde tuttular. Ama daha sonra Meral Akşener’in parti içerisinde yaptığı birtakım görev değişiklikleriyle bunun önüne sanki geçilmiş gibi duruyor. İYİ Parti’nin bâzı önde gelen kadrolarının HDP’yle arada sırada, hattâ kimi zaman sık sık uğraşıyor olmaları, ilk başta anlaşılır gibi; çünkü HDP, Millet İttifakı’nın içerisinde değil. Fakat Millet İttifakı’nın başarılı olabilmesi için, HDP’yle arasının bir ölçüde iyi olması gerekiyor ve dolayısıyla İYİ Partililer’in bu saldırıları, aslında Millet İttifakı’nı da, Millet İttifakı’nın seçimlerdeki başarısını da –özellikle cumhurbaşkanı seçimlerinde– bayağı riske atıyordu. Şimdi Ümit Özdağ, sığınmacılar üzerinden başladığı muhâlefeti, muhâlefete muhâlefeti, Atatürk Havalimanı meselesiyle iyice zirveye çıkardı. Çünkü bu olay bayağı ilginç — çok yeni bir konu. “Millet Bahçesi’ne dönüştürülüyor ve hafriyat çalışmaları başladı” denirken, İYİ Parti, Zafer Partisi ve CHP bu konuda çok aktif bir şekilde ses çıkarmaya başladılar. Ama Ümit Özdağ, CHP’nin özellikle aktif olmasını ve bu sabah, İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile birlikte partililerin Atatürk Havalimanı’na gitmelerini protesto için çok sert bir şekilde eleştirdi sosyal medyada. Ona göre, aslında CHP de orayı bir tür park yapmak istiyordu. Dolayısıyla AKP’den bir farkı yok. Bunu “ikiyüzlü, utanmaz siyâset” olarak tanımladı Ümit Özdağ ve ondan sonra, “Canınız cehenneme Atatürk düşmanı kadrolar!” dedi — çok ağır bir lâf aslında. “Canınız cehenneme Atatürk düşmanı kadrolar. Kandırmayın vatanseverleri” diye bir çıkış yaptı ve buna cevap Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Kemal Kılıçdaroğlu, Ümit Özdağ’ın adını vermedi; ama herkes anlıyor ki bu sözleri Ümit Özdağ’ı hedef alıyor. Kendisine yönelik algıların bir parçası olduğunu söyledi. “Ancak yurttaşlarımıza önerim, sûreti muhâlif görünen ama psikolojik harp dâhilinde kurulmuş yapılara dikkat etmeleridir. Sarayın troll içeriklerini yayanlara bakmak yeterli olacaktır kanımca.” “Psikolojik harp dahilinde kurulmuş yapılar”… bu da çok sert, ağır bir suçlama. Tabii isim yok; ama neyi kastettiğini anlıyoruz. Daha sonra grup toplantısında da bir şekilde, “Saray yalakaları” diyerek, muhâlefetteki bâzı kişileri de hedef aldığını gördük. Yine aynı şekilde yaklaştığını görüyoruz.

Bunlar çok sert kapışmalar. Bir gündem var: Atatürk Havalimanı gündemi. Kamuoyunun belli ölçülerde ilgisini çeken bir konu. Ama burada iktidârın bu hamlesine karşı, muhâlefet güçleri birlikte hareket etmek yerine, “Sen daha önce benzer bir şeyler söylemiştin. Burada yerin yok” diyerek Zafer Partisi’nin olaya el koymaya çalışmasına tanık oluyoruz. Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının ardından, Ümit Özdağ sosyal medyada tekrar birtakım paylaşımlar yaptı ve AKP’yle CHP arasındaki farkın aslında bir fark olmadığını, aralarındaki farkın, “Pepsi Cola ile Coca-Cola arasındaki farktan daha az” olduğunu söyledi. Böyle ilginç bir lâf etti ve dedi ki: “Türkiye Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu aşacak”. İlginç bir şey; Ümit Özdağ, Süleyman Soylu’yla olan polemiklerinde kullandığı dili, Devlet Bahçeli’nin kendisine yönelik çok sert açıklamalarından sonra kullanmadı. Bir şekilde ona, doğrudan adını anmadan cevap verdi; ama olabildiğince sâkin bir şekilde cevap verdi –kibar bir şekilde diyelim– ve burada da Kılıçdaroğlu’nun “psikolojik harp” göndermesi var — gönderme değil, açık açık söyleniyor. Psikolojik harp nedir? Tamâmen şaşırtma için yapılan bir şey ve NATO dönemine, yani Soğuk Savaş dönemine gönderme — ki Ümit Özdağ kendisinin devlet için birtakım operasyonlarda bulunduğunu da zâten bizzat geçtiğimiz günlerde söylemişti. Böyle bir suçlama karşısında, “Sarayın troll içeriklerini paylaşma, muhâlif görülen ama olmayan” vs. sözlerine karşı söylediğinin daha yumuşak olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu ilginç bir durum. Neden böyle yapıyor açıkçası bilmiyorum; ama ilginç bir strateji. Ürktü mü yoksa başka bir düşünceyle mi böyle yapıyor, bilmiyorum.

Sonuçta bundan kim mutlu oluyor? Tabii ki iktidar mutlu oluyor. Ümit Özdağ bunu yaparak, CHP’ye vurarak, Kılıçdaroğlu’na vurarak kendi gücünü artırmak istiyor — tamam, bunu anlıyoruz. Ama burada ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Muhâlefetin ezici bir çoğunluğu –HDP dâhil diyelim– şu anda AKP ve Erdoğan iktidârından, Cumhur İttifakı iktidârından kurtulmanın yolları üzerine kafa yoruyor ve bunun için de olabildiğince geniş bir şekilde bir araya gelmeyi, aralarındaki farkları ve anlaşmazlıkları geri plana itip ortak bir perspektifte birleşmeyi öne alıyorlar — doğrudan ya da dolaylı birlikteliklerle. Belki son seçim yasası değişikliği nedeniyle, bütün partiler tek bir ittifak içerisine girmeyebilir. Üçüncü bir ittifak da çıkabilir. Her neyse; ama sonuçta özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birlikte hareket edeceklerine dâir –ilk turda ya da ikinci turda– çok güçlü mesajlar vermeye çalışıyorlar ve bu ortamda Zafer Partisi, sığınmacılar konusu üzerinden kendine belli bir popülarite yakalamış olan Zafer Partisi, gündemi bambaşka bir yerden kuruyor, muhâlefetin içerisinde öne çıkmak istiyor. Ümit Özdağ, gerçek ana muhâlefetin kendileri olduğu iddiasında. Ama ilginçtir, şu hâliyle bakıldığı zaman, onun muhâlefete yönelik eleştirilerinin daha üst perdeden olduğunu görüyoruz. Süleyman Soylu istisnâsını saymazsak, iktidârın ana aktörleri olan Erdoğan ve Devlet Bahçeli’ye karşı daha sâkin hareket ettiğini görüyoruz. Meselâ bu “Canınız cehenneme Atatürk düşmanı kadrolar!” lâfının bir muâdilinin Erdoğan’a ya da Bahçeli’ye karşı kullanıldığını ben hatırlamıyorum. Yanlışım varsa izleyiciler düzeltebilir. Doğru olanın bu olduğunu da sanmıyorum. Yani, “Onlara böyle diyorsun, Erdoğan’a niye böyle demiyorsun?” dediğim yok — yanlış anlaşılmasın. Bu, muhâlefet olma iddiasındaki bir partinin liderinin bir başka muhâlefet partisine edeceği lâflar mıdır? Açıkçası takdirini sizlere bırakmak isterim; ama bence değil. Burada bir gariplik var. Gerçekten bir gariplik var. Bunun psikolojik harple, şununla bununla ilişkisi olduğu konusunda emin değilim açıkçası. Kılıçdaroğlu’nun da orada çıtayı çok yukarıya çektiğini düşünüyorum. Ümit Özdağ bir şey yakaladı. Bu yakaladığı şeyi kendince değerlendiriyor ve buradan kendine birtakım strateji ve taktikler geliştiriyor. Ama anladığım kadarıyla, yakaladığıyla yapmaya çalıştığı, ilerlettiği stratejiler arasında bir uyumsuzluk var ve bu uyumsuzluk da çok zaman geçmeden herhalde bununla karşı karşıya kalacaktır. Şu hâliyle sığınmacılar konusunda yakaladığı popülariteyi kullanarak, muhâlefete bu kadar –argo tâbiriyle– “çakması”nın, aslında kendisinin daha önce kazandıklarını kaybetme riskini berâberinde getirdiğini düşünüyorum. Sonuçta kendisi bilir. Ama bu hâliyle bakıldığı zaman, “Bir Atatürk Havalimanı meselesinde bile birlikte hareket edemeyen muhâlefet partileri, Erdoğan’ı ya da Cumhur İttifakı’nı nasıl yenecek? Yendikten sonra ülkenin sorunlarını nasıl çözecek?” sorularını ortaya atmayı meşrû kılıyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.