Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (187): Seçim anketleri ne gösteriyor, ne göstermiyor?

Kemal Can, 5 Soru 10 Cevap’ta bu hafta şu sorulara yanıt aradı:

  • Anketler, her şeyi gösteren hakikat aynaları mı?
  • Son günlerde anketlere ilgi neden arttı?
  • Muhalefet adayı saptamada anket ağırlığı nedir?
  • Sayıların anlatmadığı, aksine, gizlediği şeyler var mı?
  • Sorulacak sorular ve alınacak cevaplar bize ne söyler?

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Merhaba, iyi haftalar. Bu hafta “5 Soru 10 Cevap”ta anket okuryazarlığı hakkında konuşmak istiyorum. Anketler uzunca bir süredir Türkiye’de siyâsî gündemin en önemli faktörleri hâline dönüşmüş durumda; çünkü sürekli, seçimler, yaşanmış seçimler, gelecek seçimler, bitmiş seçimlerin sonuçları ve sürekli yeniden gündeme gelecek ve her biri kritik eşik sayılan seçimlerin belirlediği bir zeminde siyâset konuşuluyor, tartışılıyor. Dolayısıyla sayısal veriler ve bu sayısal verileri okumanın en önemli aracı olan anketler de çok önemli hâle geliyor. Seçim siyâsetin ana meselesi olunca, onunla ilgili fikir edinmenin ana malzemesi de anket olduğu için, gündemde çok sık anketlerden bahsedildiğini, onlar üzerine konuşulduğunu görüyoruz. Tabii aslında çok güçlü bir medya işleyişi, kamuoyunun siyâseti çeşitli veçheleriyle tâkip edebileceği alanların olmaması da çok belirleyici bir şey. Onun için çok çarpıcı, ancak sayılarla tâkip edilen bir süreç hâline geliyor siyâset. Ama anketlerle kamuoyunun, seçmenin ve aslında siyâsetçilerin de biraz sorunlu bir ilişkisi var; çünkü anketler, tıpkı yorumculardan beklendiği gibi, bir bilgi edinmek, olanı anlamak için bir araç olmaktan ziyâde, kendi hissiyâtını tatmin edecek bir unsur olarak değerlendiriliyor. Yani iyi çıkmış anketlerle moral bulmak ya da hevese kapılmak ya da kötü anketlere kızarak öfkesini sivriltmek ve anketlerin aslında istenen cevaplara karşılık gelecek bir şey hâline dönüşmesi beklentisi ve ihtiyâcı anketlerle ilişkiyi bozan bir şey — tıpkı bütün siyâsî yorumcularla kurulan ilişkide olduğu gibi. Yani yorumculardan da anketlerden de, beklenen şeyi söylemesi talep ediliyor. Ama onun söylediklerinden ya da ondan çıkacak sonuçlardan bir şey öğrenmek ve onun üzerine yeni sorular üreterek bir gelişme sağlamak genellikle mümkün olmuyor. Anketlerin böyle bir problemi var. Açıkçası siyâsî aktörler de anketleri kendi tezlerinin ya da politik önceliklerinin ya da taktik niyetlerinin aracı olarak kullanıyorlar ya da onun gerekçesi, ya da vesîlesi ya da destekleyicisi olarak kullanmak için başvuruyorlar. Yani anketlerin pek çok diğer sayısal veri gibi, sosyal bilimlerde kullanılan çeşitli yöntembilim araçları gibi, bir şey öğrenmek, bir şeyin derinliğine vâkıf olmakla ilgili kısmı biraz geride kalıyor. Peki son günlerde neden anketler biraz güncel hâle geldi? Neredeyse her gün yeni anketler açıklanıyor. Her zaman bu anketler açıklanıyordu, ama bu anketlerin siyâsî gündemde çok belirleyici bir ağırlığı oldu, yeniden bu gündeme geldi. Bunun iki nedeni var: Birincisi, iktidârın seçim yoluyla değişebilirliği ihtimâli hiç olmadığı kadar yüksek — çeşitli anketler bunu doğruluyor. Kamuoyunda hem bu konuda yüksek bir beklenti var, hem de aslında bu ihtimâle yapılan önemli bir yatırım var. Ama aynı şekilde bu, yüksek bir endîşeyi de, “Acaba?” endîşesini, “Olmazsa” endîşesini de berâberinde getiriyor. Dolayısıyla bu endîşe sarmalı, ölçümleri şu andaki durumu anlamak ve bundan sonuç çıkartmada önemli hâle getiriyor. Yani henüz netleşmedi, târihi en azından netleşmedi, bir erken seçim olasılığı hâlâ yürürlükte, ama zamânında olsa bile zâten bir yıl kaldığı için, bu bütün kamuoyunun ve aktif muhâlefet seçmeninin çok önemsediği bir mesele. Bu yüzden de anketler çokça konuşuluyor çokça gündeme geliyor. 

İkinci olarak biraz güncel tarafı ise, henüz muhâlefetin hem kazanma stratejisi hem aday tespiti konusunda netleşmemiş olmasından kaynaklanan, o konudaki sayısal verilerin ve o konudaki anketlerin muhâlefet gündemini –aslında iktidar gündemini de– belirli ölçüde belirlediğini görüyoruz. Bu iki nedenden dolayı anketler daha çok dikkat çekmeye başladı. Bunlar üzerinde daha çok konuşulmaya başlandı. Çünkü aslında sayısal veriler dışında siyâseti heyecanlandıran birtakım hamleler var; bâzı siyâsî aktörler, meselâ Kılıçdaroğlu daha aktif gündem başlıkları ortaya koyuyor, ama henüz muhâlefetin bir bütün olarak motivasyon ürettiği kampanyalar başlamış değil. Dolayısıyla heyecan büyük ihtimaller üzerinde oluşuyor — oluşan dalganın henüz ortaya çıkmaması yüzünden. Ve sürekli, her gün iktidarın keyfini kaçıracak anket ya da kazanmayı garanti eden aday başlıkları ile çeşitli anketler önümüze geliyor.

Peki, şimdi işin bu seçim sonucunu etkileme tarafına bakarsak, henüz iktidar seçmeninin önemli ölçüde eridiğini, yani yaklaşık 2-2,5 yılda bunun açık bir şekilde ölçülebildiğini görüyoruz. Ama hâlâ bütün anketlerde seçmenin neredeyse üçte biri kadar bir kitlenin iktidârın arkasında durması; o beklenen kopmanın, “kesin kaybediyor” görüntüsünün hâlâ oluşmaması çok önemli bir mesele olarak önümüzde duruyor. Zaman zaman buradaki dalgalanmalar ve artık orada bir erime devam etse bile bir kilitlenme oluştuğu endîşesini yükseltiyor. Bir de tabii ki o gri alanda, kimi zaman kararsız, kimi zaman endîşeli, kimi zaman protestocu olarak târif edilen; zaman zaman derinliği ve büyüklüğü değişen bir blokun hâlâ varlığını devam ettirmesi de önemli bir unsur. Öbür tarafta, anketleri câzip hâle getiren muhâlefet adayı meselesine bakarsak. Şimdi henüz açıkça kimse adaylığını ilân etmemiş olsa da, muhâlefet tarafında bazı potansiyel adaylar üzerine tartışmalar yürüyor. Elbette anketler de yapılıyor. İşte, Mansur Yavaş,  Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener gibi olası muhâlefet adayları konusunda kimin daha fazla kazanma şansı olduğu, kimin daha fazla destek aldığı, kimin hangi kesimlerden destek alabileceği ya da alamayacağı üzerine varsayımsal bâzı sorularla bâzı sayısal veriler ortaya konuyor. Peki bunların ortaya koyduğu resim, her şeyi açıklayacak ve kolayca karar vermeyi sağlayacak bir zemin oluşturuyor mu? Buna iyi bakmak lâzım. Çünkü şöyle bir yaklaşım var: “Ya, düşünecek ne var ki? Adaya nasıl karar verilecek? Öncelikle kazanması en güçlü olan adayı seçmeli muhâlefet.” Buraya kadar tamam. Kazanması en güçlü adayı nasıl tespit edeceğiz? “Anketlere bakacağız, anketlerde kim öndeyse onu koyarsınız ve kazanmayı böylece garantilersiniz” şeklinde bir düz matematik kuruluyor. Peki anket sonuçları tam da böyle düz matematikle yorumlanabilir mi? Bunu böyle bir örnek olsun diye yakın bir târihten bir deneyimle anlatmaya çalışayım. Meselâ 2018 seçimleri öncesinde, altı ay, hattâ üç ay öncesine kadar pek çok anket Meral Akşener’in %20 ile 30 arasında oy alabileceğini, ikinci tur için yüksek şanslı olduğunu ve ikinci tura kalması durumunda kazanma şansı en yüksek aday olduğunu işâret eden anketler vardı. Bu anketler manipülatif anketler değildi. Bu anketler çarpıtılmış, yönlendirilmiş anketler değildi. Hattâ uluslararası basında bu anketlere ve gözlemlere dayanarak bu konuda haberler de çıkmıştı. Ama daha sonra seçim gerçekleştiğinde, bahse konu oy oranının neredeyse üçte birinde kaldığını gördük Meral Akşener’in. Bu Meral Akşener’in alabileceği oy potansiyelinin oralara kadar çıkmış olduğu gerçeğini değiştirmez. Ya da o anketlere verilen cevaplar onu şâibeli yapmaz. Ya da o anketlerin kendisini de güvenilmez yapmaz. Orada sâdece problem, o anketlere cevap verirken insanların neye cevap verdiğini doğru anlamamasından kaynaklanan bir şey. Yani o zamanki verilere bakarak, muhâlefetin adayının Akşener olması gerektiğine karar kılabilirdiniz. Çünkü “Sayısal veriler ikinci turda onun kazanma şansının daha fazla olduğunu söylüyor, anketler de bunu gösteriyor” diyebilirdiniz. Ama realitede, orada bu kanaati oluşturan şeyin desteklerden çok bu ihtimâlin daha güçlü görülmesiyle ilgili olduğunu anlamak gerek. Dolayısıyla verilen cevapları sâdece bir skor olarak görüp, bundan sâdece böyle bir bakışla sonuç çıkarmak yanıltıcı noktalara vardırabilir. Çünkü siyâsette pek çok başka parametre işliyor. Belirli bir anda seçmendeki kanaat, kampanya süreci, diğer adayların yürüteceği strateji ve söz konusu adayın daha önce aldığı destek ile kampanyasını ortaya koyduğunda sağlayabileceği destek, pek çok faktörle berâber değerlendirilmek zorunda.

Peki, bu yüzden şöyle düşünelim: Acaba, bâzen anketlerin ortaya koyduğu resim –ya da hani kabaca futbol tâbiriyle: “Tabelaya bak”– neden yetersiz oluyor? Bâzen bâzı sayısal veriler, bir hakîkati göstermek kadar, önemli bir neden-sonuç ilişkisini gizleyen ya da onu gölgede bırakan bir etki yaratıyor mu? Bunun en çok farkında olan, aslında çok uzun bir süredir seçim mühendisliği üzerine çok fazla kafa yormuş, çok fazla operasyon yapmış, çok fazla taktik hamle geliştirmiş olan iktidârın reflekslerinden anlayabiliyoruz. Bugün iktidar, bildiği gibi kendi seçmenini konsolide etme üzerine birtakım şeyler yapıyor olmak yanında, asıl olarak mevcut gri alanı geniş tutmaya, asıl olarak da o gri alanın kendisinden kopanlar ve henüz muhâlefete geçmemiş olanlardan oluşan gri alanın seçime kadar korunmasını ve asıl olarak onun mümkün olursa konsolide edilmesi yönünde bir strateji yürüttüğünü ve doğrudan iktidârın bir parçası olmayan bâzı aktörlerin, muhâlefet içerisinde yer aldığı iddiasındaki daha küçük ölçekli partilerin de bu alanın bu şekilde konsolide edilmesine –bâzılarının bilerek, bâzılarının bilmeyerek– büyük katkı verdiğini de unutmamak gerekir. Dolayısıyla bugün ortaya çıkan sayısal tablolar, çok kuvvetli bir alan gibi görünen o gri alanın ya da her şeyin ona göre biçimlenmesi inancının çok da geçerli olmadığını, o alana atfedilen önemin sayısal verilerle biraz oransız bir ilişkisi olduğunu, biraz eşitsiz bir ağırlık kazandığını düşünebiliriz. Ve asıl olarak şimdi muhâlefet stratejilerinde öne çıkan iki unsur var: Bir, hâlâ iktidar seçmeninin bir kısmının aklını çelmek ya da bir kısmını iknâ etmek ya da onlara rahatsız edici gelmemek iddiası; ikincisi de, kararsızları iknâ etme baskısı. Ama şu anda artık sayısal tabloda şunu görüyoruz ki Türkiye’de toplam seçmenin önemli bir kısmında –kimi araştırmalara göre üçte ikisinde, ama çoğu araştırmada %50’nin üzerinde– artık değişim talebinin kuvvetli bir şekilde oluştuğu bir sayısal zemin var. Şimdi bu gerçeği dikkate alarak politika üretmenin daha isâbetli olacağını da düşünebiliriz. Yani hâlâ olmayan oy kaymaları hesabı ile yürürken, yaşanmış, verilmiş kararların yeterince güçlü bir biçimde motive olmasının geciktiğini düşünebiliriz. Yani bâzen sayısal verileri okurken önümüze koyduğumuz, dikkate aldığımız şeyler asıl önemli olan bâzı şeyleri kaçırmaya neden olabilir. Bâzen siyâsî aktörler bu yanlışa düşebilirler, bâzen seçmenin motivasyonu ve psikolojisi bu savrulmalardan etkilenebilir. Meselâ Demirtaş’ın yeni bir mektubu yayınlandı; onda bir biçimde buna biraz temas ediyor Demirtaş. Yani muhâlefetin, asıl, artık harekete geçmiş ve kararını vermiş olanları motive etmek konusundaki eksiğine biraz ironik dokunmalarla dikkat çekiyor. Dolayısıyla anketleri okurken, skorun sorunlu tarafını görmek elbette önemli; ama pozitif tarafı bâzen skor endişesiyle gözden kaçabiliyor. Ve büyük ölçüde de iktidar bu gri alanın baskın olması, yani muhâlefetin ne kadar güç kazandığı değil, kendisinin ne kadar güç kaybettiği değil, belirsiz alanda ne kadar çok seçmenin biriktirilebilirliği üzerine stratejiler konuluyor ve genellikle son düdükte taktik manevralarla, büyük ölçüde duygu siyâseti enstrümanlarıyla, baskı ve başka yöntemlerle kolaylıkla bu alanı daha manipüle edebileceğine inanıyor — bunu gözden kaçırmamak lâzım. Ve bütün bunları söyledikten sonra, bu anket meselesine nasıl yaklaşmak gerektiğine ve bu sayısal verileri nasıl okumak gerektiğine ilişkin bir kaç şey söyleyeyim: Sorulacak sorular ve alınacak cevaplar bize ne söyler? Yani anket okuryazarlığında, aslında ne sorduğumuz, alacağımız cevap için önemlidir. Ama aldığımız cevâbı doğru anlamak da üretebileceğimiz sonuç için önemlidir. Bu, siyâsî ölçümlerde de böyle, gündelik hayâtımızda da böyle. Birine çok açık bir cevâbı kışkırtarak bir soru sorabilirsiniz. “Ne yani? Beni sevmiyor musun?” diye sorduğunuz birinden, “Olur mu canım? Tabii ki seviyorum” cevâbını alma olasılığınız çok yüksektir. Dolayısıyla soruyu nasıl sorduğunuz ve o sorunun cevâbından ne öğrenmek istediğiniz, soruyu sorma biçiminden başlayan bir şeydir. Aynı şekilde verilen cevâbın aslında ne söylediğini, ne söylemeye çalıştığını, neyi ne kadar söyleyip neyi ne kadar sakladığını, onun arkasındaki nedensellik bağını düşünerek ele almayınca, aldığınız cevaptan çıkardığınız sonuç da çok doğru olmayabilir. Siz istediğiniz cevâbı almışsınızdır, ama istediğiniz cevap aslında ihtiyâcınız olan cevap değildir. Çünkü ihtiyâcınız olan gerçekten öğrenmek ve bu öğrendiğiniz şeye bağlı olarak bir şey yapmaksa, sâhiden söyleneni anlamaya çalışmak ve mümkünse sorularınızla o cevâbı üretmeye gayret etmektir. Yani en baştaki şeye dönersem: Anketleri kendi hâlet-i rûhiyenizin tamamlayıcısı olarak ya da kendi siyâsî projeksiyonlarınızın kanıtlayıcısı ya da destekleyicisi olarak kullanmaya çalışırsanız, bunun hem öğretici bir tarafı kalmaz, hem de aslında öğrendiğinizi zannettiğiniz şeyle tamâmen yanlış adımlara imzâ atabilirsiniz. Çünkü asıl mesele, alınan cevaplar ya da o çıkan sayısal sonuç değil neden böyle olduğu ile ilgili bize sağlanan veriler. Dolayısıyla anketlerin, araştırmaların, özellikle sosyal bilimlerde ampirik çalışmaların çok katı sayısal veriler olarak önümüze konması, onları mutlak gerçekler olarak algılamamızı mümkün kılmıyor. Onları sâdece arkadaki nedenselliği anlamak için bir araç olarak kullanmalıyız. Tek ve mutlak referans aldığımızda, bunlar genellikle doğru sonuçlar vermiyor.

Dolayısıyla soruyu doğru sormak, cevâbı doğru anlamak ve mümkünse bu anladığımızın neden böyle olduğu ile ilgili yeni sorular sormak ya da mevcut araştırmanın içerisindeki kıvrımlardan bunu çıkarmak; bir de bunların anlık olmayıp bir süreklilik arz edip etmediğine, bir devamlılığı olup olmadığına bakmak bence çok daha yararlı. Siyâsî aktörler açısından da bu böyle. Anketlerden heyecan duyup, anketlerden demoralize olan, anketlerden kesin böylesinin doğru olduğuna inanan herkes için de geçerli. O yüzden bu konuyu sanıyorum ki önümüzdeki günlerde artık çok daha belirleyici bir gündem hâlinde konuşacağız, tartışacağız. Pek çok tartışmada, yazıda anket referansları görerek kendilerinin ne kadar haklı olduğunu ileri sürenler olacak; ama bunların hepsini dinlerken de, tartışırken de, kullanırken de bu çerçeveye dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum. O yüzden biraz erkenden bu anketler meselesine bir değinmek istedim. Çünkü yaklaşık iki buçuk yıl önce de bu anketler üzerinden yine “5 soru 10 cevap”la bir değerlendirme yapmıştım. Yine onu bir tür tâzeleme anlamı da taşıyor. Şimdilik bu kadar diyorum, hepinize tekrar iyi haftalar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.