Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Geliyor gelmekte olan

Bugün Türkiye ekonomisinin ihtiyacı olan “makroiktisadi istikrar”. Kontrolden çıkmış ve yüzde 70’lere varmış bir enflasyon, 16 TL’yi aşmış ve yine yılbaşından beri yüzde 15’lere varmış TL’nin değer kaybı böyle bir istikrar arayışını elzem kılıyor.

İstikrarın sağlanması ise makroiktisadi dengelerin tekrar kurulması, ekonomideki harcama ve gelirlerin ortaya çıkan yeni koşullarla uyumlu hale getirilmesiyle mümkün. Doğal olarak böyle bir “uyum” arayışı hanehalklarının refahının da aşağıya doğru ayarlamasını gerekli kılacaktır.

İktidar böyle bir uyum çabasının doğuracağı siyasi maliyetlerden kaçınmak için makroiktisadi istikrarsızlık yaratma pahasına uyum sürecini geciktirmektedir. Bunu önceleri fiyatları baskı altına alarak, bu yetmediğinde çok uzun süre borçlanma imkânlarını kullanarak, borç biriktirerek ve nihayetinde gün geldiğinde stoklardan (özellikle döviz rezervlerinden) yiyerek gerçekleştirmiştir.

Elbette böyle müdahaleler uzun süre sürdürülebilir değil. Hatta ekonomide kalıcı istikrarın oluşturulması bu tarz müdahalelerle sağlanamaz. Er ya da geç ekonomide yapılması gerekenler yapılacak, oluşan yeni şartlarla uyum sağlanmak zorunda kalınacak ve refah ayarlamaları zaruri olarak gerçekleşecektir. Bu ihtiyaç ekonomi yönetiminin başında kimin olduğundan bağımsızdır. Kimse bunun doğuracağı maliyetlerden uzun süre kaçınamaz.

Tekrar etmekte fayda gördüğüm bir konuya bu aşamada tekrar değinmekte yarar görüyorum. Böyle toplumsal maliyetleri olan “ekonomik uyum” ihtiyaçları ülkenin imkânlarının ötesinde büyüyüp, refaha ulaştıkları dönemlerin sonunda kaçınılmaz hale gelirler. Siyasiler doğal olarak ellerindeki tüm aygıtları kullanarak yüksek refah düzeylerini korumaya çabalarlar. Ama sahip oldukları kaynakların miktarı bu çabalarının sonucunu belirler. Dahası çevresel ekonomik koşulların değişmesine rağmen, aynı refah politikalarında ısrar edip, geçmişteki refah düzeylerine erişmeyi amaçlamak bir bakıma ülkenin geleceğini bugünden tüketmek anlamına gelir.

Türkiye ekonomisinin mevcut hali sorunlara “hamasetle” yaklaşacak noktayı çoktan aşmış durumda. Ciddi manada bir “aklıselime” ihtiyacı var. Bu ekonomik sorunlara çözüm ararken hem iktidarda, hem de muhalefette aranan bir özelliktir.

Şu anda ekonomide her şeyin normal olduğunu kim söyleyebilir? Öncelikle “hasta bir ekonomiye” sahip olduğumuzun ve “iyileşmek” için ciddi bir tedaviye ihtiyacımızın olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Sorunlarımızın inkârının veya küçümsenmesinin kimseye yararı yok. Zira böyle bir beklentiye sahip insanların sonradan yaşayacakları hayal kırıklıklarının yüksek olması kaçınılmaz. Bu hayal kırıklıklarının ister istemez siyasi yansımaları olacak, ülkenin siyasi geleceğini belirleyecektir.

Türkiye ekonomisinin sorunlarına vakıf, sorumlu siyasetçilerden kamuoyu olarak ne beklemeliyiz?

Bol bol vaat mi? Yoksa hamaset dolu siyasi söylemler mi?

Öncelikle ülkemizin yirmi yıldır duymaya alıştığı hamasetten uzak, akılcı bir yaklaşıma ihtiyacı var. Gerçeklerle yüzleşmeye de… Siyasetçiler açısından çok fazla seçenek yok aslında. Belki tam da seçim öncesinde, o yüzden yeteri kadar açık olamıyorlar ekonomi yönetimi konusundaki görüşlerinde.

İktidarın bugün uyguladığı “baskıcı” yöntemleri ekonomi yönetiminde daha uzun süre uygulaması, hatta bu baskıların bir “ekonomi politikası” olarak benimsemesi imkânsız görünmektedir. Makroiktisadi istikrarın temini zaruri bir hal ise o zaman herkes için ekonominin yeni koşullara uyumunun sağlanması da zaruri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Bu amaçla hem harcama ve gelirleri, hem de refahı tüm kesimler için tekrar tanımlamak, seviyelerini tekrar belirlemek gerekecektir.

Elimizde makroiktisadi istikrarı sağlayacak yeni “uyum politikası” seçenekleri de çok yok doğrusu. Eldeki seçeneklerden biri dışarıdan hiçbir yeni kaynak girişini içermeyen, en kötü senaryo durumudur. Böyle bir durumda ekonominin yeni koşullara uyumu için elimizde “fiyat mekanizması” ve bu şekilde yapılacak “fiyatları ayarlamaları” vardır. Örneğin; nominal faizlerin yeni duruma uyumu için en az enflasyon oranı kadar arttırılması gerekecektir. Mevcut enflasyon düzeyi düşünüldüğünde bu çok radikal bir artış olacak ve ekonominin hızla yavaşlamasına veya durmasına yol açabilecektir.

Keza, aynı şekilde kurların serbestçe artışına izin verilmesi, şu ana kadar ekonominin gerçek durumu ile uyumunu yitirmiş seviyelerde tutmak için harcanan kaynaklardan tasarruf yapılmasına olanak sağlayacaktır. Bugün kur istikrarı adına piyasadaki dalgalanmaların oluşturduğu tüm risklerin hazineye ve TCMB’ye yüklenmesi yerine, özel kesimin bu riskleri yüklenmesi sağlanmalıdır. Ancak bunun herkesi aynı oranda memnun etmesini beklemek mümkün değildir.

Tüm bunların neticesinde harcama ve gelirlerde ciddi miktarda azalmaların yaşanması kaçınılmazdır. Refah düzeyinde ortaya çıkacak düşüşler toplumun tahammül sınırlarını zorlayabilecek koşullara yol açabilir. Eğer tüm bunlar muhalefetin ekonomi yönetimi altında meydana geliyorsa, siyasi suistimallerin de önü açılmış olacaktır. Böylece ekonomik maliyetlere rıza göstermek istemeyenler sonrasında ülkede baş gösterecek siyasi istikrarsızlığın nedeni olacaklardır.

Elbette uyum sürecinin bu denli katı gerçekleşmesinden ve gelirlerde bu denli büyük düşüşlere yol açmasından kaçınabilmek mümkündür. Bunun yolu ise ülkedeki nispi fiyatların yeni koşullara göre yeniden tanımlanması, bir şekilde ülkeye sermaye girişinin temin edilmesidir. Bu önümüzdeki dönemde iktidara gelecek ekonomik kadroların en önemli hedeflerinden biri olacaktır. Böyle bir durumda ne sadece faizlere, ne de sadece kurlardaki artışlara güvenmek gerekecektir. Aynı zamanda ülkeye giren sermaye ile miktar üzerinden de müdahaleler yapılarak, nispi fiyatlardaki değişiminin doğuracağı sosyal ve ekonomik maliyetler daha kolay kontrol edilebilecektir. Ancak bunun için uluslararası sermayenin güven duyacağı siyasi ve iktisadi iklimin oluşturulmasına gerekmektedir.

Kanımca yeni dönemde ekonomi yönetimi ve politikalarında ortodoks iktisadi anlayışın benimsenmesi böyle bir güveni kolayca oluşturabilecektir. Korkarım bunun siyasi manada yaratacağı sorunlara rağmen uygulanacak uyum politikalarının, ister IMF’den para alınsın isterse alınmasın, IMF gibi uluslararası finansal kurumların onayından geçecek nitelikte bir program olması yabancı sermayenin teşviki için gerekli bir koşul olacaktır. Bu şekilde ekonomide oluşturulacak olan “çıpa” Türkiye’ye sermaye sağlayacak uluslararası yatırımcıların beklentilerinin de daha kolay yönetilebilmesine olanak sağlayacaktır. Elbette bu tercih siyasi bir tercihtir ve seçimden sonra iktidara gelecek olan kadrolar, ne boyutta bir ekonomik maliyet ve tahribatla karşı karşıya kalacağımıza bağlı olarak bir tercih yapılacaktır.

Yukarıda da açıkça açıklandığı gibi, bu ikinci yöntemin tercih edilmemesi durumunda uygulanacak ekonomi politikalarının da IMF tarzı uyum politikalarından çok farklı olmasını beklemek mümkün değildir. Tek fark bu politikaların IMF olmaksızın ve IMF’nin bize sağlayacağı çıpalardan mahrum kalarak uygulanmasıdır. Sonuç ise siyasi manada son derecede hamasi söylemlerde bulunmaya olanak sağlamasıdır.

İçinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntıların aşılabilmesi ve makroiktisadi istikrarın sağlanabilmesi ekonominin değişen çevresel koşullara ciddi manada uyum sağlamasıyla mümkündür. Bunun için nispi fiyatların değişmesi ve bu yönde bazı fiyatların artması gerekli olacaktır. Uyumun toplumsal maliyetlerinin düşük tutulması ise bu fiyat ayarlamalarının düzeyine bağlı olacak ve ülkeye dış kaynak girişi sağlanması da bu artışları düzeyine belirlemede etkili olacaktır. Bu uyum sürecinin her hâlükârda düşük gelirliler aleyhine oluşturacağı olumsuz etkilerin telafisi ise yine güçlü, yeteri kadar kurumsallaşmış, hak temelli bir “sosyal koruma ağı” ile sağlanabilecektir. Kritik bir seçim arifesinde hem iktidarın, hem de muhalefetin gündeminde yer alması gereken konu artık bunlar olmalıdır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.