Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını | İktidar Öcalan’ı seçimler için yine devreye sokmak ister mi?

AKP’ye yakın isimlerden Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, PKK lideri Abdullah Öcalan’a görüş izni verileceğini ve kardeşi Mehmet Öcalan veya yeğeni Ömer Öcalan’la görüştürüleceğini iddia etti.

Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, vasisi Mazlum Dinç ile İmralı’daki diğer tutukluların yakınları 17 Haziran’da görüşme talebiyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulundu.

Ruşen Çakır, İktidar, Öcalan’ı seçimler için yine devreye sokmak ister mi?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir 

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. “Abdullah Öcalan, siyâsî iktidar tarafından bu seçimler öncesinde de devreye sokulur mu? Sokulmak istenir mi?” bunu konuşacağız, sizlerin yorum ve sorunlarınızla. Yorum ve sorularınızı, Medyascope’un ya da benim YouTube sayfamızdan chat bölümünden yollayabilirsiniz.

Burada, dün Medyascope’ta çıkan, “On soruda Öcalan devreye girer mi?” yazımı bir anlamda tekrar edip onu sizlerle tartışmak istiyorum. Öncelikle, “Bu olay nereden çıktı?” diye sorulacak olursa, daha önce yaşanmıştı zâten, biliyorsunuz. Yerel seçimler öncesinde, gerek Abdullah Öcalan’ın, gerekse şu anda yaşamayan, daha sonra koronavirüsten hayâtını kaybeden kardeşi Osman Öcalan’ın mesajlarıyla, HDP tabanının muhâlefetin belediye başkan adaylarına oy vermesi engellenmek istendi; ama başarılı olamadı. Bir fiyaskoyla sonuçlandı. Osman Öcalan’ın röportajı TRT Kurdî’de yayınlandı. Abdullah Öcalan’ın mesajı da bir akademisyen aracılığıyla duyurulmak istendi; ama başarılamadı. Daha sonra Ocak ayında bir grup toplantısında Erdoğan, Selahattin Demirtaş’ı kastederek –Selahattin Demirtaş’ın yattığı cezâevinden hareketle “Edirne” dedi–, “Edirne’nin hesâbını İmralı soracak” dedi — İmralı’dan kastı da Abdullah Öcalan. O andan îtibâren de bir şeyler çıkacak diye bekledik; Öcalan’dan, Selahattin Demirtaş’ı zor durumda bırakacak bir şeyler çıkacak diye. Ama olmadı. Neden Selahattin Demirtaş? Çünkü Selahattin Demirtaş şu aşamada bakıldığı zaman, Erdoğan’ın herhalde bu hareket içerisinde en sevmediği kişi. Zâten o yüzden de yıllardır cezâevinde tutuluyor Selahattin Demirtaş. Dolayısıyla bunu bekledik, olmadı. Sonra geçen hafta, önce Karar gazetesinde Yıldıray Oğur bir yazı yazdı ve bu yazıda, Erdoğan’ın pozitif bir kampanya yapabileceğini ve kampanyanın temelinde de Kürt sorununun olabileceğini ve Kürt sorunu olayında da Abdullah Öcalan’ı tekrar devreye sokabileceğini söyledi. Ondan iki gün sonra da Abdülkadir Selvi, her ne kadar kendisi bu yaklaşımın yanlış olduğunu düşünse de –onu vurgulayarak söyleyeyim– ve yerel seçimde Öcalan kartı kullanma çabasını eleştirse de, iktidardan aldığı duyuma göre Abdullah Öcalan’ın akrabalarıyla görüştürülebileceğini yazdı. Demek ki iktidar Öcalan’ın konuşmasını istiyor, bir şeyler söylemesini istiyor. Tabii seçime en fazla bir yıl kalmışken, bu ne olacaktır? İktidârın lehine, muhâlefetin aleyhine birtakım mesajlar verecek Öcalan. Böyle bir beklenti yarattı ve dolayısıyla soru buradan çıktı.

Şimdi burada iç içe geçmiş çok sayıda soru var. Bu arada sorularınızı ve yorumlarınızı, Medyascope ve Ruşen Çakır YouTube sayfasından yazabileceğinizi tekrar vurgulayayım, chat bölümünden bunu yapabilirsiniz. Evet, burada birinci soru çok açık; İktidar böyle bir şey yapar mı? Ben açıkçası böyle bir şeyi yapabileceğini düşünürüm. Daha önce yaptığı için, yine yapabileceğini düşünüyorum. Normal şartlarda şöyle denecektir: “Daha önce yaptı, başarısız oldu. Bu sefer de onun için başvurmaz.” Ama ellerinde seçimi kazanabilecek çok da fazla bir imkân yok. En önemli hususlardan birisi de şu: Çok açık konuşmak gerekirse, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminde, hiçbir adayın şu hâliyle bakıldığı zaman %50+1 oyu alma imkânı gözükmüyor ve dolayısıyla ikinci tura kalma ihtimâli çok yüksek. İkinci turda seçimin kaderini kimler belirleyecek? Tabii ki ilk turda üçüncü, dördüncü şahıslara, adaylara oy vermiş kişiler belirleyecek. Yani şöyle söyleyelim; Cumhur İttifakı’nın adayı diyelim ki Erdoğan; Millet İttifakı’nın adayı diyelim ki Kılıçdaroğlu, bu arada HDP’nin bir adayı var ve ayrıca başka birtakım adaylar var. İlk turda hiç kimse %50+1 oyu alamıyor. İkinci tura Erdoğan ve Kılıçdaroğlu kalıyor. Dolayısıyla seçimin kaderini bu ikisine de vermemiş olanlar, özellikle de HDP’nin adayına vermiş olanlar belirleyecek. Bu kadar net bir fotoğrafı şimdiden görebiliyoruz. Dolayısıyla bunları kim nasıl kazanabilecek? Açıkçası Erdoğan’ın böyle bir şeyi, bu oyları yanına çekme ihtimâlinin çok yüksek olduğunu sanmıyorum. Bugün saat 15.00’te Levent Gültekin’le yaptığımız yayında Levent de bunu vurguladı: Erdoğan’ın isteyeceği şey daha çok, bu seçmenin sandığa gitmemesi. Yani kendisine karşı oy vermelerinin yerine, rakip adaya oy vermek yerine, hiç sandığa gitmemelerini tercih edecektir ve bunun için de aslında bu, Öcalan için ve Kandil için, hattâ HDP için daha kolay olacaktır. Seçimleri bir tür boykot etmek… Bunu sağlamaya yönelik bir çalışma olduğunu düşünüyoruz.

Eray Kırksalan isimli bir izleyicimiz diyor ki: “Sence bu Öcalan’la olası ikinci çözüm süreci, Demirtaş’ın o beklenen çıkışı yapmasına vesîle olur mu?” Bir kere Öcalan’ı bir şekilde kullanacak olmaları ya da kullanmayı düşünmeleri, ikinci bir çözüm süreci anlamına gelmez. Bunu ikinci bir çözüm süreci olarak da söyleyenler var; ama bunun hiçbir inandırıcılığı olmaz. Seçime bir yıl kala, MHP’yle ittifak hâlindeki AKP’nin, Erdoğan’ın, “Geçen sefer olmadı, bu sefer çözüm sürecini yapacağız” demesi gibi bir şey olacağını sanmıyorum. Burada her halükârda Öcalanlı bir şeyleri deneyecek olmaları hâlinde, Demirtaş bir çıkış yapar mı, o beklenen çıkışı? O beklenen çıkıştan kastı nedir? “Artık bırakın eski şeyleri, önümüze bakalım” deyip, bir tür Kürt siyâsî hareketinin liderliğine tâlip olmak. Böyle bir şey yapacağını sanmıyorum. Fakat oradan ne tür açıklamalar gelirse gelsin, hele bu açıklamalar dolaylı olursa, yani doğrudan Öcalan’ın kamuoyuna bir mesaj vermesi yerine, diyelim ki bir avukat ya da bir akademisyen, bir gazeteci aracılığıyla, “Öcalan’ı ziyâret ettim. Bana dedi ki…” dediği bir açıklamaya, Selahattin Demirtaş çok daha fazla kayıtsız kalabilir. Çünkü bu açıklamanın sâhiciliğini sorgulayabilir. Diyebilir ki: “Öcalan’a atfen birtakım şeyler dolaşıyor; ama ben bunu söylediğini sanmıyorum” deyip, kendisi bambaşka bir şeyi önerebilir. Ama Öcalan’ın doğrudan, tartışmasız bir şekilde çıkıp da muhâlefete oy vermeme çağrısı yapması –bakın, iktidâra oy verme çağrısı yapması demiyorum, muhâlefete oy vermeme çağrısı yapması, ki bence pek mümkün değil, ama diyelim ki mümkün– böyle bir şey yapması durumunda, Selahattin Demirtaş’ın işi zor olacaktır. Ama bir yanıyla da kolay olacaktır. Çok ikircikli bir durum. Öcalan bu kadar alenî bir şey söylemişken, onun üstüne, ona karşı bir söz söylemekte zorlanacaktır. Ama bu kritik anda o sözü söylerse de önü sonuna kadar açılmış olacaktır.

Kıymet Şimşek demiş ki: “Cumhurbaşkanlığı için ilk turda HDP aday çıkarmazsa ne olur? Bu ihtimal yok mu?” Var. Bu da konuşuluyor. Eğer baştan HDP’yle koordineli bir şekilde gidilirse, HDP’nin de râzı olacağı bir aday çıkarılması durumunda HDP’nin aday göstermeyebileceği söyleniyor. Fakat açıkçası bunu Millet İttifâkı çok tercih eder mi emin değilim. Çünkü bu sefer iktidar ne diye propaganda yapacak? “İşte, bunlar teröristlerle anlaştı. HDP aday çıkarmıyor” diyecek. Dolayısıyla Millet İttifakı’nın adayı her kimse, kim olursa olsun; ama meselâ bir Mansur Yavaş ya da Meral Akşener olursa, olmayacağını biliyoruz — HDP çevrelerinden gelen açıklamalardan. Ama diyelim ki Kılıçdaroğlu aday oldu ve HDP, “Tamam, biz Kılıçdaroğlu varken aday çıkarma ihtiyâcı hissetmiyoruz” dediği zaman, hem bir yandan Kılıçdaroğlu’nun eli güçlenirken; ama diğer yandan da iktidârın onun aleyhine yapacağı propagandalar artabilir. Zâten bu olayın hepsinde artılar ve eksiler var, her taraf için, “Şunu yaparsa şunu elde eder, ama şunu kaybeder” gibi. Buradaki kâr/zarar hesâbını iyi yapabilmekle ilgili bir husus. Ama şu hâliyle HDP’nin ilk turda aday çıkarmaması, muhâlefetin çok işine gelir mi? Açıkçası çok emin değilim. Nasıl olsa ikinci turda verirler, düşüncesiyle ilk turda aday çıkarmasını tercih edebilirler.

Yakup Sözeri demiş ki: “HDP seçmeninin kaçı AKP’ye pozitif bakıyor? Oy verme potansiyeli kaçtır?” Çok yüksek olduğunu sanmıyorum. Değişik kamuoyu araştırmalarında bu soru soruluyor. Ama buradaki sorun şu; AKP’ye pozitif bakmıyorlar; ama muhâlefete de pek pozitif bakmıyorlar. Yani muhâlefet kendilerini tatmin edecek, oraya bir umut bağlayabilecekleri çıkış yapmaktan da çekiniyor. Böyle garip bir durum var; yine artılar eksiler olayına giriyoruz. Dolayısıyla soruyu şöyle sormak daha mümkün: Kime daha yakın duruyor? Benim gördüğüm kadarıyla, ezici bir çoğunluğu muhâlefete daha yakın duruyor. Ama muhâlefetle ilgili de özellikle muhâlefetin bâzı bileşenleri hakkında çok ciddî soru işâretleri var. “Muhâlefet gelsin, herhalde bundan daha kötüsü olmaz” diyen çok var. Ama o meşhur sözle, “Her şey çok güzel olacak” diyen HDP seçmeninin de çok olduğunu sanmıyorum. Bir anlamda kötünün iyisi olarak bakacaklardır ve özellikle AKP iktidârının, çözüm süreci bittikten sonraki döneminde yaptığı uygulamalardan duyulan rahatsızlık nedeniyle Erdoğan’a oy vermeme eğilimi bence daha baskın.

Lagagun: “Selvi’nin pozitif propaganda iddiası…” Bu pozitif propaganda iddiası Selvi’nin değil. Yıldıray Oğur’un, onu söyleyeyim. “Kürtlerin seçimi boykot etmesini sağlamaya çalışma fikriyle çelişmiyor mu?” Yani zâten bu iddiaların hepsinin çok tutarlı olduğunu söylemek mümkün değil. Ama şöyle bir akıl yürütülüyor: “Ya, Erdoğan bir şey yapar. Bir tavşan çıkartır şapkadan.” Bence şapka yok, tavşan da yok. Ama yapsa yapsa ne yapar? Ekonomiyi düzeltemeyeceğine göre… ki bâzıları, “şöyle para dağıtacak, böyle para dağıtacak” diye akıl yürütüyorlar; ama ortada para olmadığı için dağıtılamıyor, o ayrı. Burada akıllarına bu geliyor. Sanki en kolay buymuş gibi bunu dillendiriyorlar. Tabii ki bunu anlamak mümkün; ama bence Erdoğan’ın şu saatten sonra yapabileceği bir şey değil. Pozitif propaganda, Kürt meselesinde bu saatten sonra, seçime en fazla bir yıl kala dilini değiştirse kimi nasıl iknâ eder? Büyük bir ihtimalle kendi tabanında, MHP tabanında da, “Ya, seçimi kazanmak için böyle konuşuyor. Onun için çok da kızmamak lâzım” diyeceklerdir. Ama öteki tarafta Kürtler de aynı şeyi söyleyecektir: “Seçimi kazanmak için bize şirin gözükmeye çalışıyor” diyeceklerdir. Böyle ikili bir durum yine burada karşımıza çıkıyor.

Bayram Erkul: “Sizce Kürt gazetecilerin tutuklanması, sanatçıların ve siyâsetçilerin engellenmesi gibi uygulamalar devam ederken, nasıl bir stratejiyle Kürtleri iknâ edebilirler?” Edemezler zâten. Ama bu yazıları yazanlar da genellikle şöyle diyorlar: “Bunlar Erdoğan’a rağmen yapılıyor. Birileri yapıyor” vs.. Özellikle sanatçıların, Kürtçe konserlerin engellenmesi, zâten AKP’nin şu âna kadarki en büyük iddialarından vazgeçmesi anlamına geliyor. Tam bir fiyasko. O konuda böyle ummak istiyor birileri; ama zâten iknâ diye bir strateji pek yok. Başta da söylediğim gibi; “Yeter ki muhâlefete oy vermesinler” yaklaşımı var. Buna kendileri iknâ edemeyecekleri için de, onlara yakın olan Öcalan gibi, belki Kandil gibi, Kandil’in sözcüleri gibi ve mümkünse HDP’nin birtakım sözcüleri gibi isimler aracılığıyla bunu yaptırmaya, onları iknâ ettirmeye çalışabilirler. Ama bu kişilerin bunu kabul etmesinin de çok kolay olacağını sanmıyorum. Kabul eder gibi yapsalar bile, açık bir şekilde bunu dile getirmekten çekineceklerini düşünüyorum. Açık bir şekilde dile getirseler de, tabanda, “Demek ki böyleymiş. Biz de o zaman öyle oy kullanalım” eğilimi ya da “Sandığa gitmeyelim” eğilimi olacağını açıkçası sanmıyorum.

Devran Akar: “Öcalan Erdoğan’ı destekleyen bir mesaj yayınlarsa ve Demirtaş da Öcalan’a posta koyarsa, HDP’nin kendini aklaması açısından bir fırsat olmaz mı? Demirtaş bunu yapar mı sizce?” Bir kere Öcalan, Erdoğan’ı destekleyen bir mesaj yayınlamaz. Sanmıyorum. Bunca zaman yapmadı, bundan sonra da yapmaz. Ama daha önceki akademisyenin söylemeye çalıştığı gibi; Erdoğan’ı desteklemeden, muhâlefete de çok fazla önem atfetmediğini söyleyen bir şeyler söyleyebilir. Demin bir ölçüde cevap vermeye çalıştım; Demirtaş, olabildiğince Öcalan’ı karşısına almadan; ama ona atfedilen sözlere aykırı birtakım çıkışlar yapabilir. Sonunda da, “Bence Öcalan bunları dememiştir” der. HDP’nin kendini aklaması diye bir olay söz konusu değil. Şimdi bakın çok ilginç bir şey yaşanıyor. “HDP, terörle arasına mesâfe koysun” deniyor. HDP, terörle arasına mesâfe koysun denirken kastedilen, bir İmralı, bir Kandil. Bunlarla araya mesâfe konulsun deniyor. Böyle bir şey yapılıyor ve mesâfe koymadığı için de kapatılmak isteniyor. Ama aynı HDP’ye de bu sefer işleri düştüğünde; Öcalan’ın, yani İmralı’nın ve hattâ belki de Kandil’in dedikleri sınırlar içerisinde siyâset yapsın diye bir başka baskı geliyor. Yani sonuçta çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Bu, Çözüm Süreci’nde de böyle oldu: HDP’liler Ankara’da devlet yetkilileriyle konuştu, İmralı’ya gitti, İmralı’dan Ankara’ya geldi, Ankara’da devletle tekrar görüşüp bu sefer Kandil’e gittiler, Kandil’den Ankara’ya geldiler, Ankara’dan tekrar İmralı’ya gittiler ve devlet bu süreç içerisinde, HDP’nin hem İmralı’yla hem Kandil’le mesâfeli olmamasını tercih etti. Normal şartlarda –ki Kandil’deki isimler bunu istiyordu– doğrudan İmralı ile temas kurmak istediler. Hattâ bu konuda yazılar yazmışlığım da var. Benim yaptığım röportajlarda, Cemil Bayık bunu bana söylemişti, başka yerlere de söylemişti; “Doğrudan konuşmak istiyoruz” demişlerdi. Devlet bunu istemedi, araya HDP’yi koydular. Ama sonra, HDP’yi Kandil ve İmralı ile arasına mesâfe koymamakla eleştirdiler. Eleştirmenin ötesinde suçladılar. Şimdi de tekrar devreye Öcalan’ı ve Kandil’i sokmaları söz konusu olursa, bu sefer HDP’ye diyecekler ki: “Hadi, siz de onlara uyun”. HDP, burada gerçekten böyle bir şey olursa çok zor bir sınava girecek. Sanmıyorum ki bütün HDP yönetimi, “Yok, biz onu dinlemiyoruz” diyebilsin. Orada işler karışabilir. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, HDP’yi karıştırmadan doğrudan Öcalan’a bir şeyler söyletme arayışının daha fazla öne çıktığını görüyoruz.

Turgut Demir sormuş ki: “Erdoğan bu kadar zayıflamış ve tâviz vermeye uygunken, Kürtler bunu fırsata çevirmek istemez mi?” Tabii ki herkes ister; ama bunun bir garantisi yok. Meselâ Çözüm Süreci tam önemli bir aşamaya geldi, 28 Şubat’ta o meşhur Dolmabahçe buluşması oldu. Tam bir nitelik sıçraması yaşayacakken masa dağıldı. Dolayısıyla o kadar emek verilmiş bir süreç, birdenbire berhava oluyorsa, seçime bir yıl kala verilecek olan sözlere ne derece güvenirler, açıkçası hiç emin değilim. Ama buradaki sorun şu: Muhâlefet bu konuda, “Onlar bu işi çözmez, biz çözeriz” gibi çok ciddî bir çıkış yapmadığı için, orada zâten iktidârın en büyük avantajı bu. Yani iktidâr, muhâlefetin bu konuda hiç ağzını açmamasını fırsat bilerek burada bir şeyler söyleyebilir ya da kendisi söylemese bile, birilerine söyletmeye çalışabilir.

Rabia Kılıç: “Erdoğan, İslâmî söylemlerini ön plana çıkararak oylarını artırmaya çalışabilir mi?” Zâten daha ne kadar ön plana çıkarsın? Kürtler’de normalde muhâfazakârlık çok güçlüdür ve Millî Görüş hareketinin de zâten Kürtler’de geleneksel olarak güçlü olmasında bunun çok büyük bir payı vardır. Ama artık dînî söylemlerle iknâ olacak, yani Erdoğan’a oy vermeyi düşünmeyip de dînî söylemler nedeniyle Erdoğan’a oy vermeye yönelecek bir Kürt seçmen olacağını açıkçası hiç sanmıyorum. O devir çoktan kapandı.

Cem Bilici: “Suriye operasyonunun ciddî şekilde gündeme alınması Öcalan’ı devreye sokmak kapsamında düşünülebilir mi? Pazarlık için kullanılır mı?” Evet, önemli, iyi bir soru. Gerçekten böyle bir şey olabilir. Çünkü PKK’nın son dönemdeki en büyük kazanımı Suriye’de oldu. Bunlardan bâzı yerleri Ankara’nın müdâhâlesiyle kaybetti; ama hâlâ orada kontrol ettiği önemli bir coğrafya var ve bunları muhâfaza etmek isteyecek. Irak’taki varlığı daha çok lojistik bir varlık; ama Suriye’de bir tür otonomi ya da özerk yönetim –artık her ne derseniz deyin–, devlet yapılanması gibi bir şeye gitti. Yıllardır orada var ve bunu korumak isteyecek. Bu anlamda, operasyondan ciddî bir şekilde endişelendikleri muhakkak. Dolayısıyla operasyon tehdidinin, iktidârın elinde Öcalan’a ve özellikle Kandil’e yönelik olarak çok güçlü bir kart olduğu muhakkak. Bunu kullanmak isteyecektir; ama şu âna kadarki yaşananlara baktığımız zaman, operasyon konusunda hem Amerika Birleşik Devletleri’nin hem de Rusya’nın îtirazları çok güçlü. Yani onları iknâ edebilmiş, iknâ ettiği net bir Ankara olsaydı, eli çok daha güçlü olabilirdi. Ama zâten ABD ve Rusya buna izin vermeyecek düşüncesi nedeniyle, bu şu anda çok güçlü bir kart gibi durmuyor. Ama şurası muhakkak ki yapılacak olan pazarlıklarda Suriye bir şekilde gündeme gelecektir, çok ciddî bir şekilde.

Ali Rıza sormuş: “Öcalan kozu, MHP seçmenini İYİ Parti’ye kaydırır mı?” Şimdi bu öyle bir mesele ki hakîkaten, her an elde patlayabilecek olan bir silâh. Şimdi ne zamân birisi, “Öcalan Öcalan” dese, hemen insanlar ne diyorlar? “Siz Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkarttınız kardeşim. Daha ne konuşuyorsunuz?” diyebiliyorlar. Dolayısıyla bir kere bunu kullanmaya kalktığınız zaman, zâten o âna kadar kullandığınız birçok şeyden ferâgat etmiş oluyorsunuz. Başlı başına bu meseleyi öncelikle vurgulayalım. İkinci olarak da, “İktidarda kalabilmek için her şeyi yapabiliyor” imajı yaratılırsa –ki böyle bir şey yapılırsa yaratılacaktır– o zaman bâzı insanların kopmasına yol açabilir. Bugün Levent Gültekin’le bunu tartıştık, izleyenler görmüştür. O, hiç kimsenin fikrinden vazgeçmeyeceğini, “Devlet yapıyorsa bir bildiği vardır” diyeceğini söylüyor. Ben bu kadar emin değilim. Çünkü artık zâten — şöyle söyleyelim: Tarafsız seçmen vs. kopmayı düşünüyor, ama nereye gideceğini bilmiyor. Bunların büyük bir kısmı da iktidar yanlısı seçmen. Yani daha önce AKP’ye ve belki MHP’ye oy vermiş seçmen, deniyor. Şimdi diyelim ki tarafsızlar ne yapacaklarını bilmiyorlar ve alenî bir şekilde Erdoğan’ın Öcalan’ı masaya sürdüğünü görüyorlar. Bunların önemli bir kısmı, “Ya, bunlar seçimi kazanmak için her şeyi yapıyorlar” deyip pekâlâ kopabilir.

Hatice Yıldız: “DEVA Partisi’nin doğuda ciddî bir oy potansiyeli olduğu doğru mu? Öyleyse neden?” Açıkçası başlarda böyleydi. Daha parti kurulmadan böyleydi — DEVA’nın ve kısmen de Gelecek Partisi’nin. Ama sonra ne olduysa oldu, belli bir yerden sonra çok büyük bir dinamizm göremedik. Oraya çok gittiler; gerek Babacan, gerek Ahmet Davutoğlu. Özellikle Güneydoğu’daki İslâmcı kadroların önemli bir kısmı Gelecek Partisi’ne bayağı angaje oldu. Ama bir yerden sonra çok da fazla yükselişte gözükmediler. Ama hâlâ şöyle bir akıl yürütülüyor: “Anketlerde insanlar söylemekten çekiniyorlar. Sandık kurulduğu zaman işin rengi değişecek” diye. Benim bildiğim, Güneydoğu’daki seçmen çok politik bir seçmen — hangi partiye oy verirse versin. Dolayısıyla son âna kadar, DEVA’nın, Gelecek’in oylarını kestirmek çok fazla mümkün değil. Bunlar nereden geliyor? Demin de söyledim: Millî Görüş hareketi çok öteden beri –özel olarak Millî Görüş hareketi, genel olarak İslâmcılık– sâdece Türkiye’de değil, tüm bölgede, ama Türkiye’de de hep güçlüydü zâten. Dolayısıyla bundan AKP bayağı bir istifâde etti. Şimdi AKP’nin, özellikle Çözüm Süreci’nin iptalinden sonra AKP’den kopuşların olduğunu biliyoruz ve bu kopuşlar, bu partilerden herhangi birisine pekâlâ yönelebilir. Saadet Partisi’ne de yönelebilir, ama bilemiyorum.

Pınar Hanım’ın şöyle bir mesajı var: “Bıktım vallahi, bıktım bu spekülasyonlardan. Seçim olsa da bitse, artık sıkıldım, bunaldım artık. Bir yanda muhâlefete muhâlefet edenler; bir yanda söylentiler şöyle olacak, böyle olacak diye…” Ya, bıkarsanız biz nereden ekmek yiyeceğiz? Yani ne yapalım? Seçimi yarın yapsınlar, yarın seçim sonrasını yorumlayalım. Önemli değil; ama işimiz bu.

Ahmet Mirza: “Ahmet Nesin, Bülent Arınç’ın çıkışı için ‘RTE’yle danışıklı dövüş’ yorumunu yaptılar. Bülent Arınç’ı aday gösterebilir yorumuna ne diyorsunuz?” Vallahi ne diyeyim? Bülent Arınç’ı kimsenin aday göstereceğini sanmıyorum. Gösterirse kendisinin de kabul edeceğini sanmıyorum. Danışıklı dövüş olduğunu da sanmıyorum. Bunu söyleyenler neye istinâden bunu söylüyorlar bilmiyorum. Şimdi bunu “Sanmıyorum” diye söylüyorum, ama eminim yani. Ama tabii bir yerde birisi bir şey söylediği zaman, diğer yerde siz “Eminim” dediğiniz zaman, elinizde bir kanıt yok. Ama benim yıllardan beri bildiğim bir Bülent Arınç ve Tayyip Erdoğan var. Bu olayın danışıklı dövüş olmasını gerektirecek hiçbir şey yok.

İsmail Çatalkaya: “Seçime 6-8 ay kala, Öcalan’ı konuşturup Demirtaş’a tam bir tecrit uygulanırsa seçmen tercihlerinde nasıl bir sonuç olur?” Yani böyle bir şey olmaz, sanmıyorum. Yine sanmıyorum dedim. Böyle bir şey olmaz. Ama diyelim ki oldu; buradan Demirtaş açık ara önde çıkar. Erdoğan, Demirtaş’a böyle bir kıyak yapar mı? Yine o sihirli cümle: “Eminim yapmaz” diyeyim.

Yakup Sözeri diyor ki: “İYİ Parti HDP’yi daha ne kadar görmezden gelir?” Şimdi, gördüğü zaman ârıza çıkıyor. Genellikle İYİ Partililer, HDP hakkında konuştukları zaman kötü şeyler söylüyorlar. Bu da bayağı bir rahatsızlık yarattı ve biliyorsunuz, Meral Akşener bu konuda bir düzenlemeye gitti. Parti içerisinde bâzılarının yetkileri alındı, bâzıları kızağa çekildi filan. Bunun esas nedeni de buydu anladığım kadarıyla. Şimdi ne olur? Yine konuşmayacaklardır, böyle bir şey yokmuş gibi yapacaklardır diye düşünüyorum. Söyleyebileceği çok fazla bir şey yok. Belki şu olur: Daha olayın ekonomik boyutu, kalkınma boyutu üzerine birtakım şeyler söylemeye yönelik konuşabilir — ki bu da öteden beri Türkiye’de merkez partilerinin, özellikle merkez sağ partilerinin izlediği bir yoldur. Yani bunların en büyük nedeninin ekonomik meseleler olduğu söylenip, onlarla ilgili bir şeyler dile getirme yoluna gidebilirler. Aksi takdirde Kürt meselesi üzerine bir şeyler söylemeleri ve çözüm önerileri geliştirmeleri gibi bir beklenti içerisinde olan varsa boşuna bekler. Ama en azından şu hâliyle, bu konuda sessiz kalmaları bile HDP’lileri muhtemelen memnun ediyordur.

“Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’da, ‘Sizleri dinlemedik. Bundan sonra dinleyeceğiz’ demesi, zâten bu konuyla ilgilendiğini ve Kürt sorununu çözmek için çabalayacağını göstermiyor mu?” Yani tabii ki hiçbir şey söylememekten iyi; ama çabalayacağını gösteriyor mu? Çabalayacağını gösteriyor olabilir. Nasıl çabalayacak? Ne yapacak? Altılı Masa’yla birlikte bu nasıl olacak? Bunlar zor şeyler. Tabii ki hiç yoktan iyidir. Fakat şu hâliyle bakıldığı zaman, muhâlefetin de Kürt sorunu konusunda kapsamlı –aslında birçok konuda böyle de…– Kürt sorunu konusunda kapsamlı böyle birtakım şeyler hazırladıklarını görmüyoruz. Genellikle şöyle bir şey deniyor: “Ya, yaparız. Hele bir iktidârı alalım. Bana güvenin. Bize güvenin” gibi bir hava yaratılmak isteniyor. Kendilerini bağlayıcı birtakım çıkışlar yapacaklarını düşünmüyorum. Daha genelgeçer, demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti gibi, zâten olması gereken kavramların altını çizmekle yetineceklerdir.

Sezgin sormuş: “Millet İttifakı sonuna kadar gider mi, yoksa çıkanlar olur mu?” Zâten şu anda Millet İttifakı’nda değil Altılı Masa’nın hepsi. Ama “Masadan kalkan olur mu?” diye soracak olursanız, olacağa benzemiyor. Nereye gidecekler? Böyle bir şey yok. Ancak eğer Erdoğan, Cumhur İttifakı’nı dağıtmaya yönelirse –ki o da çok zor– o zaman belki bir şeyler olur. Şimdi, Ahmet Davutoğlu’nun Bahçeli aleyhine çıkışları var. Yani Bahçeli’ye lâf etmekle bir şey çözülmüyor ki. Fakat orada şöyle bir alt metin var: “Eğer Bahçeli kandırmasa pekâlâ AKP’yle sanki bir şeyler olabilir gibi”. Fakat Erdoğan’ın şu hâliyle MHP’yi bırakıp Gelecek’i, DEVA’yı yanına alarak gidebileceği çok fazla bir yer yok. Fakat İYİ Parti’yi alabilirse belki işin rengi değişir. Orada da çok önemli bir husus var — burada yaptığımız canlı yayında Meral Akşener de söyledi: “Ben gitsem bile tabanım gelmez” dedi. Çok zor bir husus. Dolayısıyla gidecek olanların, ayrılacak olanların çok fazla bir seçeneği yok. Masa onlar için çok iyi bir şans. Özellikle yeni kurulan ve araştırmalarda çok yüksek oranlarda gözükmeyen partiler için, Altılı Masa onlar için çok iyi bir şans. Oradan alabildiğince çok pay almak, yani yeni bir iktidar gelecekse oradan alabildikleri kadar çok pay almak isteyeceklerdir. Daha câzip bir şey. Hani çıkıp, “Ben yokum burada. Tek başıma seçime gireceğim” deyip, sonra da seçimde çok düşük bir oy aldıkları zaman, bir sonraki seçime bile kalma ihtimalleri olmayabilir. Dolayısıyla Altılı Masa’dan kalkmalarını pek beklemiyorum.

Cem Bilici: “Kürt seçmeni, politik bir seçmen. Hiçbir koşulda iktidâra destek olmayacaktır. Ancak muhâlefet, ‘Benim de Kürt arkadaşlarım var’ söyleminin ötesine geçemediği için, seçime katılımda sıkıntı olabilir mi?” Olabilir tabii. İşte Erdoğan’ın da esas güçlendirmek istediği husus bence bu — tekrar başa dönüyoruz. Erdoğan, “Bana oy vermeyeceklerse en azından sandığa gitmesinler. Rakibime de oy vermesinler. Belki o zaman kazanırım” diye düşünecektir. Açık söylemek gerekirse, şu hâliyle HDP seçmeninin katılmadığı bir seçimde Erdoğan kesin kazanır diye bir olay da bence yok. Çünkü son araştırmalara baktığımız zaman, birçok kamuoyu araştırmasında AKP+MHP’nin oyu, CHP+İYİ Parti’nin altında gözüküyor. Dolayısıyla Erdoğan HDP seçmeni seçime katılmasın isteyebilir; ama onların katılmayacak olması, kendisine seçimi garantiliyor değil. Dolayısıyla Erdoğan’ın işi çok zor.

Ramazan Akkaya: “MHP, Öcalan’ı devreye sokma planını, Cumhur İttifakı’ndan çıkmak için bir fırsata çevirebilir mi?” Evet, iyi bir soru. Şöyle söyleyeyim: Zâten bu ittifaktan çıkmak istiyorsa ve böyle de bir planı olursa, bunu kullanır. Ama bu ittifaktan çıkmak istiyorsa, zâten bir yolunu bulur ve çıkar. Bunu da özellikle söyleyeyim. Sırf bunu yapıyor diye çıkmaz. Daha önceki yerel seçimler öncesinde meselâ; Osman Öcalan, Abdullah Öcalan…, bunların kullanılmaya çalışılmasında hemen gözler Bahçeli’ye çevrildi, “Nasıl olur, bunu nasıl kabul eder?” diye. Hiçbir şey olmamış gibi bunları pekâlâ kabul edebilmişti. Sonuçta, eğer buradan bir sonuç alınabileceğini düşünüyorsa, iktidarda kalmanın böylece sağlanabileceğini düşünüyorsa buna bir yol bulabilirler. Ben bunu, “Yerli ve millî Öcalan yaratma gayreti” olarak tanımlıyorum. Öyle bir şey yaparlar ki, “Tamam, bu teröristbaşı, ötekiler de terörist. Ama teröristbaşı bu konuda, işte Türkiye’nin bâzı konularında daha hassas olabiliyor. Neden bunu değerlendirmeyelim?” gibi bir yaklaşım pekâlâ olabilir. Tekrar söylüyorum: Bahçeli Cumhur İttifakı’ndan çıkmak istiyorsa, zâten bir vesîleyle buradan çıkabilir. Sırf bu nedenle çıkacağını sanmıyorum. Ama zâten kafasında çıkmak varsa bu çok iyi bir vesîle olur ve deriz ki: “Bahçeli, Öcalan konusunu protesto etti, gitti.” Ama yerel seçim öncesi yapmamış.

“Demirtaş yine ‘Bu sefer bağrınıza taş basıp oy verin’ der mi? HDP’nin istekleri nasıl konuşulur?” Demeyeceğini söyledi; ama belki başka bir cümleyle bunu dile getirir. Son dönemde söylediklerine, yazdıklarına bakınca, Demirtaş yeni bir perspektif geliştiriyor. İlginç şeyler söylüyor. Bu minvalde gidebilir. Artık olayı bağrına taş basıp basmama meselesi olarak değil; sâdece Kürt meselesine endeksli bir olay olarak görmeden, yeni bir Türkiye tasavvuru içerisinde muhâlefete oy verme çağrısı yapabilir.

Kazım Esin diyor ki: “Asıl mesele, sağlıklı bir seçim olacak mı? Sansürler, engellemeler, elektronik taktikler vs..’’ Tabii ki bu sorunların hepsi var. İşte bu sorunların aşılmasında da tabii ki HDP seçmeni ve HDP’nin kendisinin bir anlamı var. Çünkü diyelim ki siz ülkenin batısında bütün bunları hallediyorsunuz. Ama doğusunda, güneydoğusunda HDP teşkilâtının sandıklara sâhip çıkmaması durumunda kim sâhip çıkacak? Yani İYİ Parti, CHP, buralarda çok örgütlü değiller. Dolayısıyla seçim güvenliği açısından bakıldığında da aslında muhâlefetin çok ciddî bir şekilde HDP’ye ihtiyacı var. Dolayısıyla olay çok daha çetrefil.

“HDP bölünür mü? Öcalan, Demirtaş vs. HDP bölünür mü?” Sanmıyorum. Her şey olur, bir şekilde bir yolunu bulurlar. En azından önlerine bakmaya çalışırlar. Ondan sonrasında devam ederler.

Enes Çelebi’nin sorusuyla bitirelim, konuyla doğrudan alâkalı değil, ama alâkalı: “Erdoğan eğer bu seçimi kazanırsa, sonraki 5 yıl dolmadan erken seçime gidilir mi?” Açıkçası kazanacağını sanmıyorum –yine “sanmıyorum” dedim–, kazanamayacak. Dolayısıyla bu soruya en azından ben cevap vermeyeyim. Çünkü çok olacağını düşünmüyorum.

Evet, “Öcalan planı, iktidar tarafından devreye yeniden sokulur mu?” sorusu üzerinden, sizin soru ve yorumlarınızla bir yayın yaptık. Hepinize çok teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.