Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Altılı masa ne söylüyor? Nasıl söylüyor?

Altılı masa beşinci toplantısını dün (3 Temmuz) İYİ Parti’nin ev sahipliğinde yaptı.

Yaklaşık beş saat süren toplantının ardından ortak açıklama yayınlandı.

Açıklamada Madımak ve Başbağlar’da hayatlarını kaybedenler anılırken BDDK kararları ve NATO Liderler Zirvesi’nde imzalanan üçlü mutabakat metnine ilişkin kaygılar dile getirildi.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ülkenin son dört yıldır yaşadığı sorunların kaynağı olduğunun vurgulandığı açıklamada, altılı masanın ortak cumhurbaşkanı adayı için “Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı, güçlendirilmiş parlamenter sistemden yana olan, demokrasi âşıklarının adayı olacaktır” denildi.

Ruşen Çakır, altılı masanın beşinci toplantısının ardından verilen mesajları değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Pazar günü iki önemli siyâsî olay vardı. Birisi HDP Kongresi, bir diğeri İYİ Parti Genel Merkezi’nde yapılan, Altılı Masa’nın beşinci toplantısı. Ben bunlardan Altılı Masa üzerine biraz bir şeyler söylemek istiyorum. HDP ile ilgili, yarın bir toplantı nedeniyle Diyarbakır’da olacağım. Diyarbakır’daki gözlemlerimden hareketle, döndükten sonra, herhalde Çarşamba günü, HDP konusunu da o zaman anlatırım diye düşünüyorum. 

Altılı Masa’dan ne çıktı? Yine çok fazla bir şey çıkmadı. Bu beşinci toplantıydı; alfabetik sırayla gidiyor biliyorsunuz ve şimdi sıra İYİ Parti’ye geldi. Altıncı sırada da Saadet Partisi olacak. Ondan sonra ne olacak? Tekrar baştan CHP’yle yeniden mi toplanacak, yoksa bu Altılı Masa toplantıları sona mı erecek? Onu şu anda bilmiyoruz. En azından ben bilmiyorum. Her seferinde bu masadan, muhâlefetin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı meselesinin, mümkünse ona ek olarak da ekibinin kimlerden oluşacağı meselesinin ve hattâ programının ana hatlarının belirlenmesi bekleniyor. Ama bu sefer de olmadı. Halbuki bu sefer bâzıları dediler ki kulis haber iddiasıyla: “Meral Akşener, ev sâhibesi olarak Temmuz ayının başında adayı açıklayacak” –aslında bu Haziran’ın toplantısı, ama Temmuz başına kaldı– ve hattâ “Kemal Kılıçdaroğlu’nu açıklayacak” dendi. Bu haberlerin ardından ben, Meral Akşener’in Tekirdağ gezisini tâkip ederken kurmaylarına sordum. Onlar böyle bir olayın pek söz konusu olmadığını söylemişlerdi — ki öyle oldu.

Sonuçta adaylıkla ilgili iki cümler var. İki cümleye baktığımızda, birisinde diyor ki: “Bu mekanizmamızı, ortak akıl ve mâkulde buluşmak üzere oluşturduğumuz istişâre mekanizmasını adaylık tartışmasını indirgemeye çalışanlar…” diye, esas olarak iktidârı ve iktidar destekçilerini, ama bir anlamda gerçekten bunu bekleyen muhâlefetteki insanları da eleştiriyorlar ve ardından diyorlar ki: “Bir kez daha ilân ediyoruz ki, Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’den yana olan demokrasi âşıklarının adayı olacaktır.” Zâten Altılı Masa’yla ilgili yapılan haberlerin hemen hemen hepsinde bu cümle öne çıkarıldı: “Demokrasi âşıklarının adayı 13. Cumhurbaşkanı seçilecek.” Burada tabii “demokrasi âşıkları” lâfı çok daha câzip oldu muhakkak; ama Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem vurgusunun çok daha önemli olduğu kanısındayım. Yani şöyle bir şey deniyor: Başkanlık Sistemi’ne göre birini seçeceğiz; ama bu seçeceğimiz kişi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’i savunacak. Yani bir aşamadan sonra, o sonsuz gibi gözüken yetkilerini bırakacak demeye geliyor. Metne baktığımda, iki sayfalık bir metin önümüzde. Daha öncekiler de üç aşağı beş yukarı böyleydi. Buraya baktığımda, hani bir arkeoloji yapmaya çalıştığımızda, sık sık ve aşırı derecede “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” vurgusu var. Sanki şu anda bir seçime gidiliyor; hattâ daha doğrusu referanduma gidiliyor ve halka, “Başkanlık Sistemi’yle devam mı edeceğiz, yoksa Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem mi tercih ediyorsunuz?” diye sorulacak ve bu altı lider de bunun için istişârede bulunuyorlar. Böyle bir şey yok halbuki, biliyoruz. Türkiye, önündeki seçimde başkan statüsündeki cumhurbaşkanını ve milletvekillerini seçecek — ki milletvekillerinin ve Meclis’in gücü, bir zamanlar olduğu gibi olmayacak. Dolayısıyla esas mesele, Cumhurbaşkanı’nın kim olacağı ve hangi kanattan olacağı meselesi. Fakat Altılı Masa, hâlâ olayı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem üzerinden sunuyor. Bunun bir yönüyle çok dezavantajlı bir durum olduğu kanısındayım. Başkaları da böyle düşünüyor olabilir, böyle diyenler, dile getirenler var. İllâki başkan adayını açıklamak zorunda da değiller. Ama temel meselenin, öncelikli meselenin önümüzdeki seçimler olduğunu ve o seçimlerin nasıl kazanılacağını anlatmak olduğunu düşünüyorum.  Herhalde bu altı liderin bir araya gelmesinin temel motivasyonu bu olsa gerek. Zâten Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem mutâbakatını Bilkent Oteli’nde duyurdular ve orada aslında bir anlamda Masa’nın startı da verilmiş oldu. Onu zâten biliyoruz. Ortada bir metin var ve partiler bunu imzalayarak bir taahhüt altına da girdiler. İsteyen onu tartışabilir değişik vesîlelerle – ki bu tartışmaların çok ciddî heyecan uyandırdığını da açıkçası sanmıyorum. Ama bu metne de baktığımızda, her yerde bir şekilde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem vurgusu yapıldığını görüyoruz. Bunun, Meral Akşener’in fazlasıyla önemsediği bir konu olduğu kanısındayım.  Çünkü Meral Akşener, biliyorsunuz, “Ben cumhurbaşkanlığına değil, başbakanlığa adayım” dedi ve kendisini devre dışında bıraktı. Dolayısıyla diğer 3 kişi, Kılıçdaroğlu, Yavaş ve İmamoğlu ortada kaldılar aday adayı olarak. Yani sonuçta CHP’den birisinin olacağı netleşti, öyle söyleyelim. Ama tabii bu bir sorun yaratıyor. Bunu Akşener’in gezilerini izlediğimde gördüm ve onları da anlattım. Akşener’e, “Başbakan Akşener” diye tezâhürat yapıyor partililer; ama Türkiye’nin başbakan seçme diye bir durumu yok. En azından şu aşamada yok. İleride olacağının da garantisi yok. Dolayısıyla ortada böyle bir gariplik var. Ben bunu kendisine Sakarya’da söylediğimde, o da sitem etmişti birtakım muhâlefetteki aydınlara. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem konusunu yeterince önemsemediklerini, gündeme getirmediklerini söylemişti. Dolayısıyla burada bir strateji kargaşası var bence. Daha çok tabanın beklentisi, “Bir yıl içerisinde seçim olacak. Bu seçim nasıl alınacak? Kiminle alınacak?” iken; Masa’dan ısrarla Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem vurgusu yapılıyor. Neden böyle yapılıyor? Anladığım kadarıyla başkan meselesi, daha doğrusu aday meselesi henüz çözülmediği için ya da onu bir şekilde –her birinin ayrı birtakım gerekçeleri olabilir– şu anda öncelikli bir mesele olarak görmedikleri, görmek istemedikleri şeklinde yorumlanabilir. Yani başkan adayı olmadığı için, başkan adayı üzerinde konuşulmadığı için seçimlerin konuşulması da erteleniyor ve dolayısıyla seçim sonrasındaki hedef üzerinde yoğunlaşma gibi bir çâre bulunuyor. Bence bu çok işe yarar bir çâre değil. 

Bu metne baktığımızda, güncel olaylarla ilgili birtakım çıkışlar da var. Örneğin, Sivas Katliamı’ndan hareketle Madımak ve Başbağlar eklenerek bu hatırlatılıyor, bu acılara sâhip çıkılıyor. Ondan sonra Dezenformasyon Yasası, daha doğrusu sosyal medyaya sansür yasası girişimine açık bir tavır alış var. “NATO zirvesinde yapılan, imzalanan üçlü mutâbakat metninin bir iç siyâset malzemesi olarak kullanılması dışında herhângi bir değeri yok” denmiş — böyle bir not düşülmüş. “Dış politikayı şahsî menfaatlere göre değil; millî menfaatlere göre yöneteceğiz. Türkiye’yi îtibârı sarsılan değil; sözü dinlenen, saygın ve bölgesinin en güçlü ülkesi yapacağız” denmiş. Bunlar tabii güzel vaatler; ama nasıl olacağı en azından burada, metinde yok. Çok çetrefil bir konu. Dış politika meselâ; NATO’nun yeni stratejisi Rusya’yı çok ciddî bir şekilde tehdit olarak öne çıkartıyor. Türkiye’nin Rusya politikası nasıl oluşacak ya da NATO’nun yeni stratejisine nasıl uyum sağlayacak Altılı Masa? Bir kere böyle, dış politikada, –herhangi bir konuda da, ama özellikle dış politikada– bu 6 partinin birlikte bir strateji saptayabilmesi ne kadar mümkün? Bunlar şu anda tabii öncelikli mesele gibi gözükmeyebilir; ama sonrasında önümüze çıkacak hususlar şöyle mi olacak? Dış politika bir partiye bırakılacak, o parti dış politikayı yapacak; diyelim ki ekonomi de başka partiye vs.. Böyle mi olacak? Yoksa birtakım görevlendirmeler partiler arasında dağıtılmakla birlikte, önemli kararlar birlikte mi alınacak? Bu önemli kararların birlikte alınma mekanizmaları nasıl olacak? Her birinin, dile getirdiğimiz andan îtibâren ne kadar meşakkatli, zor meseleler olduğu ortada. Dolayısıyla, “Dış politikada sözü dinlenen, saygın, bölgesinin en güçlü ülkesi yapacağız” demenin, bir yerden sonra çok fazla bir anlamı yok. 

Bu metinde benim en çok dikkatimi çeken; BDDK kararının bir tür serbest kambiyosisteminden sermâye kontrol sistemine geçişin adımları olarak nitelenmesi — ki öyle. Bu konuda benim bildiğim, Altılı Masa’daki partiler içerisinden Gelecek Partisi ve İYİ Parti –DEVA yaptıysa kaçırmış olabilirim– ilk andan îtibâren ya da hemen ardından çıkış yaptı. Ama meselâ CHP’nin bu konuda biraz tutuk kaldığını gördüm. Hattâ geçenlerde tanıdığım iş insanı, “Kemal Kılıçdaroğlu Merkez Bankası yerine BDDK’nın önüne gitseydi, ya da Merkez Bankası’na giden Kılıçdaroğlu niye BDDK’nın önüne gitmedi?” diye şaka yollu bir soru da sormuştu. Bu gerçekten –burada metne de ilk başlarda konulduğu için söylüyorum– önem verilmiş bir husus. Burada CHP çok fazla atak davranmadı. Özellikle vurgulanan; iktidârın, dünyaya kapalı ve otoriter bir yapının kalıcı nitelik kazanmasına yönelik hamlelerinden bahsediliyor. Bu önemli; “Dünyaya kapalı ve otoriter bir yapının kalıcı nitelik kazanması”. Buna karşı bir duruş var. Ama bunun nasıl olacağı meselesi en azından şu anda net değil. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in, bunu ortadan kaldıracağını söylüyor metin. Diyor ki: “Bütün bu sorunların temelinde, dar bir zümrenin tahakkümünü esas alan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi vardır.” Açıkçası tabii ki bunun birtakım krizleri daha da derinleştirdiği muhakkak; ama olayı sâdece Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak almak ne derece doğru? Meselâ Altılı Masa’nın üyelerinden birisinin başbakan olduğu dönemde –yani Ahmet Davutoğlu’nun–, 2015 Haziran seçiminden sonra ülkenin yaşadığı şeylerde Başkanlık Sistemi yoktu; bir Başbakan vardı, ama buna rağmen oldu. Meclis’in de hâlâ iyi kötü bir yetkisi vardı. Ama buna rağmen oldu. Dolayısıyla olayı sâdece bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle açıklamak, bir yerden sonra çok anlamlı değil. Yetmiyor ya da en azından yetmiyor ve çözümü de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem olarak koymak da tek başına yetmiyor. Sistemin ötesinde; çoğulculuğun, demokrasinin, hukuk devleti vurgusunun –tabii ki bu Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem bunları temin edecek diyorlar ama– daha net bir şekilde bu vurgunun yapılması gerekiyor. 

Burada ekonomiyle ilgili söylenenler de var. Şunu görüyoruz: Altı parti Türkiye’nin yaşadığı birtakım olaylara yönelik birlikte hareket etme iddiasında –ki öyle yapıyorlar–, ayda bir toplanarak kısa kısa açıklamalar yapıyorlar. Meselâ asgarî ücretle ilgili, meselâ kadın ve çocuk yoksulluğunun sonlandırılması, refahtan âdil pay almak gibi hususları söylüyorlar ya da BDDK’yı söylüyorlar ya da Madrid’deki üçlü mutâbakat hakkında görüşlerini dile getiriyorlar. Ama bunu ne zaman yapıyorlar? Ayda bir yapıyorlar. Halbuki bu Altılı Masa yapılanması, işleyen bir sekreteryaya sâhip olsa, bu tür gelişmeler yaşandığında ânında bunlara birlikte ortak bir cevap verebilir. Meselâ BDDK olayı patlak verdiğinde, Meral Akşener’in grup konuşması ya da Ahmet Davutoğlu’nun attığı tweet’lerin ötesinde, Altılı Masa’nın ânında birlikte ortak birtakım açıklamalar yapmasının daha etkili olacağı düşüncesindeyim. Ama henüz böyle bir mekanizma yok. Şöyle bir şey oluyor: Birtakım komisyonlar kuruluyor, bunlar birtakım başlıklarda çalışmalar yapıyorlar. Onlar yapıldıkça kamuoyuyla paylaşılıyor; seçim güvenliği ya da Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem gibi. Bir de ayda bir, bir araya geliyorlar ve bir araya geldiklerinde neyi konuştuklarını çok fazla bilmiyoruz. Yani adaylık konusunu vs. konuşuyorlar mı, nasıl konuşuyorlar, nasıl bir yöntemle tartışmalar yaşanıyor? Bunları pek bilmiyoruz. Karşımıza sâdece iki ya da üç sayfalık bildiriyle çıkıyorlar. Burada da görüyoruz ki o bir ayda yaşanan önemli konular hakkında bir şeyler söylemişler. Ama bunların bâzısı kamuoyunun gündeminden pekâlâ çıkmış bile olabiliyor. Dolayısıyla ayda bir toplanıp, geçen ayın değerlendirmesini yapmak gibi bir fonksiyon, bu kadar târihî bir olaya hafif kaçıyor bence. Buna bir yöntem bulmaları ve bu Masa’nın bir de daha iyi pazarlanabilmesi gerekiyor. Daha önce de söylemiştim, bâzı izleyiciler beğenmemişti bu söylediklerimi; ama sonuçta pazarlanabilir bir şey var; 6 tâne muhâlefet lideri, birbirinden farklı partiler bir araya geliyorlar, ortak akıl yaratmaya çalışıyorlar ve yarattıklarını söylüyorlar. Ama bunu ortaya attıkları iki sayfalık bir açıklamanın dışında başka bir şekilde görmüyoruz. Bir de verilen fotoğraftan görüyoruz. Halbuki buradaki tartışmalar, buradaki yaklaşımlar pekâlâ pazarlanabilir ve hem muhâlefet partilerinin kendi tabanındakilere bir şeyler verir, hem de kafası karışık, çekimser olan insanları da belki etkileyebilir. 

Her neyse. Altılı Masa demişken, Edip Cansever’i anmadan olmaz: “Masa da Masaymış Ha!” şiirini. Cezâevinde keşfetmiştim Edip Cansever’i. Bu da benim ayıbımdı. Herhalde Türkiye’de en çok sevdiğim şairlerin başında gelir; galiba birincidir. Onun “Masa da Masaymış Ha!” şiirinin başını okuyayım. Kötü bir şiir okuyucusuyum, onun için hepsini okumayacağım; sâdece başını:

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu…

diye gidiyor. Edip Cansever’i saygıyla ve sevgiyle anıyorum. Yarın Diyarbakır’da olacağım. Oradan bir şey yapar mıyım? Sanmıyorum. Ama Çarşamba günü, meraklısına Kürt meselesi ve HDP üzerine birtakım gözlem ve görüşlerimle karşınızda olacağımı söylemek istiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.