Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bir taciz haberinin öyküsü: Batuhan Çolak olayı

Ruşen Çakır, Aykırı Haber Genel Yayın Yönetmeni Batuhan Çolak‘ın ceza aldığı taciz olayını, Çolak’ın tacize maruz bıraktığı avukat B.K‘nın anlatımlarını ve sosyal medyada yer alan yorumları değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. İlginç bir yayın olacak. Ben de merakla bekliyorum, öyle söyleyeyim. Birkaç gündür gündemde olan, aykırı.com.tr’nin Genel Yayın Yönetmeni Batuhan Çolak’ın bir kadın avukata sarkıntılıktan mahkûm olması meselesinde, bir şekilde Medyascope’un da dâhil olduğu bir öykü var ve hâlâ tartışılmaya ve gündemde kalmaya devam ediyor. Bunu anlatmak istiyorum. Bunun nasıl geliştiğini anlatmak istiyorum. Normal şartlarda bunu “Gomaşinen”de anlatırdım; ama “Gomaşinen”in 100. bölümünü bu cumartesi günü kaydetmeyi düşünüyorum ve o galiba final bölümü olacak. Onun için finale, “Gomaşinen”in 100. bölümüne bu olayı katmak istemedim. Burada bakalım nasıl bir öykü bizi bekliyor? 

Bu öykünün başlangıç târihi, 11 Temmuz Pazartesi sabahında Medyascope’un haberi olarak gözüküyor: “Cinsel saldırı nedeniyle yargılanan gazeteci Batuhan Çolak’a ‘iyi hal’ indirimi uygulandı.” Aslında biz bu haberi yaptık ve bayağı bir gündeme geldi. Bayram vaktiydi. Çok da fazla haber yoktu ortada ve özellikle sosyal medyada çok ilgi gördü. Ama bu haber bizim haberimiz değil aslında. Bu haber 9 Temmuz 2022’de Hürriyet gazetesinde çıkan kısa bir haber: “Cinsel saldırıya indirimli cezâ”. Bu haberi Burcu Purtul Uçar –Hürriyet gazetesinin belli ki adliye muhâbiri– yapmış. Sonra şöyle oldu: Bizim Medyascope editörlerinden bir arkadaşımız bu haberi görmüş. Bunu WhatsApp grubunda paylaştı, “Böyle bir şey var” diye ve baktık, ben de diğer arkadaşlar da. Açıkçası çok da fazla şaşırmadık. Bu aykırı.com.tr ve Batuhan Çolak, Zafer Partisi’ne yakın gibi görünen, mülteci meselesini Türkiye’nin en önemli meselesi olarak târif eden bir yayın organı ve bir gazeteci. Bize de, yani Medyascope’a ve bana da özel olarak bir ilgi gösterdiklerini zâten biliyoruz. Bizim çok ahımızı almışlardır. Bunu görünce dedim ki: “İşte, demek ki böyle”. Sonra baktık: Bununla ilgili haber 9 Temmuz’da çıkmış; ama ben ve diğer arkadaşlarım 10 Temmuz’da haberdar olduk. Sonra 11 Temmuz günü sabah Twitter’a girdim ve bakalım bu haber nasıl yankı bulmuş diye bakındım ve hiçbir şey göremedim. Yani Hürriyet gazetesi –bu da çok acayip, bir gazetecilik olarak– böyle bir haber yapıyor ve hiç kimse o haber üzerine bir şey söylemiyor. Çok garibime gitti ve bunun üzerine arkadaşlarla konuştuk, biz Hürriyet’e referans vererek, ona da link vererek haberi yaptık ve haberi yaptıktan bir süre sonra birileri bize ulaşıp, “Ya, biz bu meseleyi aramızda halletmiştik. Kaldırsanız ne iyi olur” diye bize haber yolladılar. Biz tabii çok oralı olmadık ve sonra ne oldu –bunu övünerek söylüyorum– Medyascope’un gücü çıktı ortaya. Biz bu haberi yaptıktan sonra, hesapta Türkiye’de medyanın amiral gemisi olan Hürriyet’te yapılan ve hiç kimsenin dikkatini çekmeyen haber, bizde çıktıktan sonra uçtu. Birçok yer bunu aldı. Bu arada arkadaşlarımız Milliyet gazetesinde yine bu olayla ilgili bir haber bulmuşlardı. Orada da dosyanın daha detayları vardı. Onu da sonradan ekledik. 

Evet, bizim yayınımızdan sonra bu olay hakîkaten uçtu. Bütün internet siteleri, gazetelerin internet siteleri vs. bunu aldılar ve trending topic oldu olayın kahramanı olan kişi, gazeteci Batuhan Çolak. Bâzı arkadaşlar diyor ki: “Ya, gazeteci demeyelim”. Niye demeyelim? Çünkü Türkiye’de gazeteciliğin ortalaması çok da muazzam değil. Yıllardır bu sektörde çalışan birisi olarak söyleyeyim: Çok da şaşırtıcı bir olay değil. Her neyse. Bu olay büyüyünce, yani kenarda köşede kalacak, kalmaya mahkûm bir haberi bizim tesâdüfen yazmamız üzerine birdenbire, şimdi komplo teorileri üretiliyor: Kumpas yapılmış, her şey önceden hazırlanmış, fondaşlar vs., yani biz bunu herhalde dışarıdan tâlîmatla yapmışız. Halbuki tamâmen bir tesâdüf ve eğer sosyal medyada zâten olay konuşuluyor olsaydı, Hürriyet’in haberini yapmayı düşünmezdik bile. Biz yazınca uçtu, iyi de oldu. Kamuoyu bundan haberdar oldu. Tabii nasıl haberdar oldu, nasıl yorumlar yapıldı? “ ‘Mültecilere tâciz, tecâvüz’ vs. diyen kişiler, bir bakıyorsunuz, kendileri cinsel saldırıdan mahkûm olabiliyorlar” dendi — ki hiç de haksız bir değerlendirme değil. Hattâ bir yerde şu oldu — o da çok ilginç: Bizim başlığa çıkardığımız “iyi hal” meselesinden. Kendisinin daha önce 2020’de yaptığı bir sosyal medya paylaşımı: “Eşini öldürmeden önce boğazından bıçaklayan ve serbest kalan, küçük çocuğa istismarda bulunmasına rağmen iyi hal indirimi alan… İşte bunlar gibi yüzlerce skandal karara imzâ atan hâkimlere de soruşturma açılsın” paylaşımını da birçok kişi hatırlatarak, kendisine iyi hal indirimi uygulayan yargıçlar hakkında da aynı şeyi düşünüp düşünmediğini sordular. Neyse, bir süre bekledik ve nihâyet Batuhan Çolak kendini savunmaya geçti: “Foncusu, parti trolü, Kürtçüsü, Pelikancısı bir olmuş bana saldırıyor. Orada duracaksınız. Asıl tâcize uğrayan benim. İnsan evinde otururken nelere sürükleniyor, hepsini anlatacağım. Son dönemde yaptığım haberler nedeniyle üzerime geliniyordu. Birçok kişi de beni uyarmıştı.” Yani diyor ki: Ben çok etkili bir gazetecilik yapıyordum, o nedenle beni de uyarıyorlardı ve bana kumpas yaptılar. Kim yaptı? Kadın avukat yaptı. Kim yaptı? Bunu haberleştirenler yaptı. Ama dediğim gibi, biz ne kadın avukatı tanıyoruz ne başka bir şey. Hürriyet’teki haberi görmesek haberimiz olmayacaktı birçok kişi gibi. Batuhan Çolak devam ediyor: “Ama bu kadar alçak bir iftirâya bu kadar hukuksuz bir şekilde mâruz kalabileceğimi tahmin edemezdim. Soruşturma aşamasında…” vs. deyip uzun uzun tweet’ler attı, bayağı bir şeyler yaptı. Aslında kendisinin mağdur edildiğini söyledi ve bunun üzerine tabii, bu sefer kendisini destekleyenler, bunu kumpas olarak görenler oldu. “Kumpas” lâfı Türkiye’de çok yaygın biliyorsunuz. Başı sıkışan kumpas diyor. Eskiden, yıllar önce komplo derlerdi. Hattâ komplo diyemeyip de komple diyenler de olurdu. “Bana komple düzenlendi. Algı yaratılıyor” diyenler olurdu. Ama burada bir mahkeme kararı var. Bir cezâ verilmiş. İyi hal indirimi de olmuş. Doğrudur, yanlıştır; şu anda istînafta vs.. Ama bunun kendisi bir haber. Bir gazeteci bir kadın avukata cinsel saldırıdan, sarkıntılıktan mahkûm oluyor ve bunun bir haber değeri var. Hele bu gazeteci başkalarını mütecâviz olmakla suçlayarak öne çıkan bir gazeteciyse…

Sonuçta bir komplodan bahsedildi, bir kumpastan bahsedildi. Bu konuda birtakım karşı şeyler oldu — ki bu olayın detayını merak edenler bulabilir, çok da önemli değil. Yok, ofiste, saat kaçta, ne oldu, nasıl oldu vs.. Sonuçta bir mahkeme karârından bahsediyoruz. Bir yandan kendisine “kumpas düzenleyen kadın avukat” derken, neden kumpas düzenleme ihtiyâcı hissetsin ki bir kadın avukat bu kişiye? Yaptığı haberlerden dolayı filan… Bunlar zor işler. Sonunda bir baktım, bana yönelik bir tweet attı bu kişi: “Ruşen, seni o fonlarında boğacağım. Sen ve senin gibi ne kadar varsa alayınız gelsin. Siz, beni dünkü çocuk, 3 kuruşluk operasyonlara teslim olacak adam mı sandınız? Ulan benim hayâtım mücâdele. Sıfatında nur kalmayan mahlûkat…” –o ben oluyorum– “…o foncu ağababalarınla târihe gömeceğim seni.” Şimdi, önce dedim ki: “Ya bırak, uğraşma”, sonra avukatımızla konuştuk hakaret davası için. Şu anda mahkemeler çalışmıyormuş. Pazartesi günü dilekçeyi vereceğiz ve herhalde hızlı bir şekilde de kazanacağız. Kazandıktan sonra hangi hayır hasenat işlerinde kullanırız tazmînâtı bilmiyorum. Ama bir kere bir gazetecinin herhangi birisine –bana demesinin önemi yok– böyle bir şeyi yapabilmesi, kendi adıyla yapabilmesi bir acayip. Yani burada söylenen: “Alayınız gelsin. Beni dünkü çocuk mu sanıyorsunuz?” filan lâflarını tekzip eden bir şey. Yani dünkü çocuk böyle şeyler yazmaz. Yapacağı bir şey varsa yapar. Fonlarında boğacakmış. Yani bizim fon meselemiz zâten bu kişilerin yıllardır dilinde. Her şey açık, ortada. Kanunlar çerçevesinde yapıyoruz. Her türlü denetime tâbiyiz. Bütün her şey yasal. Eğer fon almak yasadışı olursa, biz de fon alamayacağız ve muhtemelen de bu işi sürdüremeyeceğiz. Ama şu hâliyle Medyascope yıllardır, ilk andan îtibâren, değişik kurumlardan, uluslararası kuruluşlardan, yurtdışından –tabii yurt içinden kimse vermiyor, veremiyor– fon alarak ayakta kalan bir kuruluş. Bunu baştan beri söyleyen bir yeriz. Şimdi olay şu: Birisi bir şey yapıyor ve bir şeyden dolayı mahkûm oluyor ve bu olay ortaya çıkıyor. Karizmada bir sorun yaşanıyor ve bir bakıyorsunuz: “Medyascope’un, Ruşen’in fonları” oluyor. Ne alâkası var? Yani başta da söylediğim gibi, olay bizim tesâdüfen Hürriyet gazetesindeki haberi görmemizle oldu. 

Ondan sonra tâciz mağdurunun avukatıyla arkadaşımız Ali Macit bir röportaj yaptı. Onu yayınladık. O da diyor ki: “Kendisi tâciz edildiğini söylüyor; ama müvekkilimden özür diledi. Bunun mesajları var. Bu mesajları da mahkemeye verdik” diyor. Zâten mahkeme de bunlara bakarak karar vermiş. Neyse, bu detaylar önemli değil. Ben bu avukatla yaptığımız röportajın ardından bugünkü bu yayını yapmaya karar verdim. Bunun öyküsünü anlatayım filan dedim ve birden bir baktım, B.K., yani kadın avukat 50 küsur tweet attı. Flood diyorlar, geçen yayında söyleyememiştim. B.K. 57 tweet attı ve videolar koydu, mesajların görüntülerini koydu vs. ve cevap verdi kendisine. Bunu görünce dedim ki: “İşte, zâten dükkânın sâhibi geldi. Kendisini, bir de avukat olduğu için, çok da iyi savunuyor. Bütün her şeye cevap vermiş. Karşı iddialara tek tek cevap vermiş.” Ama orada bir bölüm vardı, çok çarpıcı bir bölüm. Diyor ki: “Arkadaşlarıma sordum, ne yapayım diye. Yapma, dediler. Özellikle kadın meslektaşlarımın tepkileri; ‘Şikâyetçi olma, sana iftirâ atacak, çok kötü bir şey olmamış, sinirlerin bozulacak, boş ver, unut gitsin, adın tâcizle anılacak.’ Ürktüm; ama dostum Alper (Alper de şimdiki avukatı, Alper Ahmet Doğan yanılmıyorsam) tuttu elimden, savcılığa götürdü beni.” Arkadaşı demiş ki: “Şikâyetçi olmazsan hayâtın boyunca kendine kızacaktın.’’ Bunu görünce dedim ki: “Bu bir cesâret örneği”. Sonuçta pekâlâ bir gazeteci, popüler bir isim. Siz kalkacaksınız, üçüncü bir şahsın olmadığı bir yerde geçtiğini iddia ettiğiniz bir sarkıntılıktan mahkemeye başvuracaksınız. Her türlü şey olabilir. Sonuçta bunun bir faturası varsa bu faturayı, şikâyet eden kadın –ki Türkiye’de çok oldu– ödeyebilir. Arkadaşları da zâten onu söylemiş; ama bir cesâret göstermiş. Erkek avukat arkadaşının telkiniyle bunu yapmış ve mahkeme sonuçta –her ne kadar istediği cezâyı verdiremediyse de, iyi hal vs. nedeniyle, ki kendileri de istînafa başvurmuş– sonuçta başarmış. Çok riskli bir şey yapmış. Ben de dedim ki: “Böyle riskli bir şey yapıyorsa…” Ne olacak? Biz zâten artık her gün ya da günaşırı lince mâruz kalan insanlarız. Ne olacak? Zâten bir şey yapmadığımız halde, düz bir haber yaptığımız halde her türlü hakareti, küfürü vs. işitiyoruz. Bu yayını yapayım, bunun öyküsünü bir anlatayım istedim. Muhtemelen B.K. da merak ediyordur bu olayın nasıl böyle büyüdüğünü. Bu olay tesâdüfen büyüdü. Daha sonra o tweet’lerin ardından Twitter’ın Space’inde bir oda açıldı ve orada da konuştu B.K.. Oradan bir bölüm dinleyelim, sonra devam edelim.

B.K. (Ses Kaydı): Adâlet kovalamak ya da insanları bir şeye inandırmak gayesinde değilim. Böyle bir paylaşımda da bulunmak istemezdim. Ama ben bugün Batuhan Çolak’ın yazdığı o tweet’in altına dedim ki: “Bunları kaldır, bitti. Yani hakkında böyle bir yargılama var, haberler yapılmış.” O da çok sâkin bir şekilde şöyle yazabilirdi: “Hakkımda böyle bir yargılama yapıldı. İstînafa konuyu taşıdım. Karar kesinleştikten sonra bunu tekrar konuşalım” diyebilirdi. Mâdem beraat alacağına o kadar inanıyor. Ama o beni hedef göstermiş. Kendisini bu konuda tebrik ediyorum. İyi hal indirimi alması, dediğim gibi takdir meselesi. Hiçbir pişmanlık göstermediği için, en azından “Pişmanım” deseydi; ama o zaman da suçunu ikrar etmiş olacaktı, diye düşünmüştür herhalde. Çünkü o; “Hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasını kabul etmedim” dediği zaman bile; “Bakın ben suçlu değilim, HAGB (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması) kabul etmedim” demeye çalışıyor aslında. Ben hâkimin yerinde olsaydım böyle bir şey yapmazdım. İyi hal indirimi uygulamazdım. Üstelik ofisinde tabii. Yani şimdi sonuçta biz hâkim, savcı, avukat, biz meslektaşız. Ofisinde böyle bir saldırı olduğuna kanaat getirmiş olsaydım avukat bir kadının, iyi hâl indirimi uygulamazdım. Ama dediğim gibi saygı duyuyorum mahkeme karârına. Hâkim o şekilde takdir etti. Savcılıkta da ben hayâtımda ilk defa şeyi gördüm yani, kaç yıllık avukat oldum, oraları geçtim; ama ilk defa mütâlaanın her celsede değiştiğini gördüm. Alper’le de bu konuda çok şaşırdık; ‘‘Aa! Mütâlaa değişti. Bir celseye daha girdik, mütâlaa yine değişti. Bir kere daha girdik, yine değişti. Her celse mütâlaa değişiyor. Her mütâlaa değiştiğinde; “Mütâlaaya karşı yazılı savunma yapacağız” diyor sanık müdâfii de. Sanık müdâfii olan meslektaşıma kızgınım; ama netîce îtibâriyle savunma kutsal bir hak. O da elinden geldiği kadar savunmasını yaptı. Çok bir şey söyleyemiyorum. Ona da arada yüklendik; “Sizin ofisinize saat 6.30-7.00’de kadın bir müvekkil adayı gelmek istese, siz de böyle mi düşüneceksiniz?” diye. Ama ona da kesinlikle yüklenmek istemiyorum. Görevini yaptı o da netîcede. Herkesin savunulma hakkı var. Her ne kadar Batuhan Çolak, fuhuş yapan kadınların –bir de bu kadınlar Faslı’ysa– hukukî yardım almamaları gerektiğini düşünüyor ya, hani o şekilde bir şey yazmış bana. Bir de bunu kendisi tespit etmiş. Noterler Birliği’ne yazdıysa, böyle bir vekâletnâmem varsa getirsin bana ben de göreyim. Bu gazetecilik filan değil. O tespiti falan kendi yapmadı. Ben öyle bir olay olduğunu kendisine aktardım. Ben anlattım.”

Evet. Şimdi o Space odasında benim de dâhil olduğum çok sayıda insan izliyordu, dinliyordu daha doğrusu — görüntülü değil, mâlum, Space. Avukat kadının konuşmasından sonra kendini Türk milliyetçisi olarak tanıtan birisine söz verildi. O kişi de belli ki daha önce, ilk olay patlak verdiğinde Batuhan Çolak’a sâhip çıkmış vs.. Ama daha sonra kadın avukatın bu açık beyânı ve gayet net bir şekilde konuşmasının ardından bayağı bir zor durumda kaldı. Meâlen şöyle dediğini hatırlıyorum: “Bakın, şu anda burada çok sayıda gazeteci var. Bu gazetecilerin içerisinde çoğu solcu, Kürtçü, foncu, AKP’ci vs., ama bir tâne bile Türk milliyetçisi yok. Çünkü Türk milliyetçiliği öksüzdür.” –Bu çok eski bir söylemdir, bu öksüzlük anlatısı– “…Türk milliyetçilerinin gazetecisi yoktur. Bir tâne gazetecimiz var.” Herhalde bu arkadaşı kastediyor. Ama bir taraftan da kadın avukata, “Siz ona iftirâ atıyorsunuz” da diyemiyor. Böyle zor bir durumda kaldı. Evet, böyle bir durum var. Şimdi burada birisinin bireysel olarak yaptığı iddia edilen ve mahkeme tarafından da karâra bağlanmış bir kusuru, artık neyse, suçu var ve o olayın kendisi –gazetecilik mesleğiyle böyle bir şey ne kadar bağdaşır, bağdaşmaz bunu bir kenara bırakalım–; ama kendini savunmaya çekerken, “Yapmadım” ya da “Yaptım, ama özür dilerim” vs. modunda değil de, tamâmen işte, “Bana komplo kuruluyor, kumpas kuruluyor. Çünkü ben milliyetçiyim. Dış güçler, foncular bana karşı” filan. Bunların hepsini bir kenara koymak lâzım. Çünkü anladığımız kadarıyla kadın avukat da kendisini öyle târif ediyor kendisini: Türkmen, Irak Türkmenlerinden galiba. Kendini Türk milliyetçisi ve Atatürkçü olarak tanımlayan birisi. Sonuçta bu olayın siyâsetle ilişkisi olmadığını söylüyor. Hattâ kadın avukatın en son attığı tweet çok mânîdar — dipnot olarak düştüğü, onu özellikle söyleyeyim. Onu tekrar okumak lâzım: “Konunun Zafer Partisi ile alâkası yok. Partiye zarar gelsin istemem. Ümit Özdağ’a sonsuz saygı duyuyorum. Şu aşamada Zafer Partisi’ne asıl zarar veren Çolak adam oldu. Her ne kadar partiyle organik bir bağı olmasa da” diye not düşmüş. 

Evet. Bunun siyâsetle filan alâkası yok. Bunun, bizim bu haberi yapmamızın da aldığımız fonlarla filan alâkası yok. Bu, o meşhur “Eline, beline, diline sâhip ol” deyişinin hayâta geçirilememesiyle ilgili, mahkemeler tarafından saptanmış bir şey. Dolayısıyla aslında çok da fazla büyütmemek gerekiyor. Ama “en iyi savunma saldırıdır” prensibiyle, bu olaydan siyâsî bir sonuç üretmeye çalışılıyor ve biz de burada “kolay lokma” gibi görüldük. Hani nasıl olsa “foncu” diyorsun, gidiyorsun gibi. Ama Fethullahçılar zamânında söylediğim, birçok yayında söylediğim, o târihte de söylediğim: Her kuşun eti yenmez”. Yani burada ne kadın avukatın ne bizim ne de burada böyle bir olayın yaşanmasından rahatsız olan ister Türk milliyetçisi olsun ister başka bir şey, ister solcu, dinsiz her neyse; ama insan olarak bundan rahatsız olan kişileri böyle karalamalarla bu yapılabilecek bir şey değil. Bu bize aynı zamanda Türkiye’de gazeteciliğin, bu kutuplaşmış ülkede nasıl her türlü şeyde kullanılabildiğini gösteriyor. Bir zırh olamaz gazetecilik. Asla olamaz. İnsanlar, gazetecilikten elde ettikleri bir güç varsa, bu gücü başkalarının üzerinde tahakküm kurmak için kullanamaz. Bu, karşı cinsten birisine tahakküm kurmak da olabilir ya da bambaşka, daha zayıf görülen insanlarla da kurmak olabilir ya da birtakım akçeli ilişkilere girişmek de olabilir. Gazetecilik hayâtımda buna benzer çok olay gördüm. Eskiden bunlar “kol kırılır yen içinde kalır” prensibiyle fazla dile getirilemezdi. Ama artık, özellikle Türkiye’de feminist hareketin yükselmesiyle berâber, bu konudaki bilinçlenmeyle berâber ve sosyal medyanın da yayılıp güçlenmesiyle berâber bu tür şeyler gizlenemiyor çok şükür. Tekrar burada kadın avukat B.K.’ya helâl olsun diyorum. Diğer kişiye ne diyeceğimin çok da fazla önemi olduğunu düşünmüyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.