Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kılıçdaroğlu söylüyor, Erdoğan yapıyor

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun öğrencilere faizli Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) borçlarını ödememe çağrısı yapmasının ardından AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan faizlerin silindiğini açıkladı. Ruşen Çakır, son dönemde muhalefetin seçim vaatleri hamlelerinin AKP’yi icraata geçmeye yönlendirmesini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Merhaba, iyi günler. Bugün gazeteci arkadaşım Murat Yetkin ile pişti olduk. Ben bu yayını yapmaya karar verdim, başlığını da buldum. Arkadaşlara söyledim, sonra Murat’ın Yetkin REPORT’taki yazısından bahsettiler. O, “Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yetişme telâşı halka yarıyor” başlığıyla ele almış aynı konuyu; ama galiba benim başlığım daha güzel, kusura bakmasın. Ben Erdoğan’ın meşhur “Onlar konuşur, AK Parti yapar” sloganından hareketle, “Kılıçdaroğlu söylüyor, Erdoğan yapıyor” şeklinde bir başlık buldum. Tabii “Onlar konuşur AK Parti yapar” dediğiniz zaman, onlar boş boş konuşur anlamına geliyor. Ama “Kılıçdaroğlu söylüyor, Erdoğan yapıyor” dediğinizde, boş konuşmak yerine bir tür, onun işâret ettiği şeyleri Erdoğan’ın bir anlamda mecbûren hayâta geçirdiği örnekler çok. En son örnek: Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan (KYK) üniversite öğrencilerinin aldıkları kredilerin ödenmesi meselesi, fâizlerin ödenmesi meselesi. 

Ayın 9’unda Esra adında bir üniversite öğrencisi, “41 bin lira kredi aldım, devlet benden 152 bin lira istiyor” diye bir tweet atmış. Kılıçdaroğlu da ona cevap vermişti. 10 Temmuz’da, “Gençlere sesleniyorum: Fâizli KYK borçlarını ödemeyin. Bir sene içinde iktidâra geliyoruz. Sözünü verdiğim gibi sizden sâdece ana para talep edilecek. O da iş bulduğunuzda” dedi. O târihte iktidârın bu konuda ne yapacağı belli değildi; değişik formüller üzerinde çalışıldığı söyleniyordu. O Esra adlı öğrencinin dile getirdiği kadar yüksek olmayan, ama belki de bir ara formül bulunacaktı. Ve dün Kabine toplantısının ardından, biz gazeteciler ve kamuoyu iki hususu bekledik. Birisi, sağlıkta şiddete karşı alınacak tedbirler –ki Erdoğan çok fazla bir şey söylemedi o konuda–, diğeri de KYK meselesi, kredi borçları meselesi — ve Erdoğan fâizleri hiçbir şekilde talep etmeyeceklerini, sâdece ana parayı isteyeceklerini söyledi. Ve bunun 26 milyar liralık bir meblağ olduğunu da daha sonra Bakan Nebati açıkladı. Yüz binlerce, hattâ milyonlarca öğrenciyi ilgilendiren bir olay — yanılmıyorsam 3 milyon civârında. 

Sonuçta Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun dediğini yaptı. Bir tek fark var: “İş bulduğunuzda ödeyeceksiniz” kısmı henüz ortada yok; ama beklenmedik bir şekilde tamâmını kabul etti. Bir yanıyla beklenmedik bir yanıyla da beklendik; beklenmedik olmasının nedeni, bâzı konularda kimileri tarafından, özellikle liberal çevreler tarafından popülizm olarak târif edilen bu konularda Erdoğan hep genellikle geri dururdu. Seçim ekonomisi yapmama iddiasında olurdu ve bu tür hikâyeler de, büyük sermâye gruplarına gözü kapalı yaptığı ekonomik “iyilikler” diyelim hadi, vergi affı vs. gibi şeylere rağmen, özellikle dargelirlileri ilgilendiren konularda alabildiğine eli sıkı bir Erdoğan biliyoruz. Ve burada, öğrencileri ilgilendiren, 3 milyon civârında öğrenciyi ilgilendiren bir konuda Kılıçdaroğlu’nun dediğine geldi. Bu ilk kez olan bir husus değil; başka olaylarda da oldu. Meselâ asgarî ücretin enflasyona göre yeniden düzenlenmesi gerektiği konusunda Kılıçdaroğlu çok ısrar etti ve Temmuz ayından îtibâren %30 civârında bir artışla asgarî ücret düzenlendi. Ama ilk başta yine gördük: İktidardan çok açık ve net bir duruş sergilenmedi. Daha sonra, son anda bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun dediği noktaya geldiler. Ya da emekliye bayram ikrâmiyesi meselesinde de, Kılıçdaroğlu bir maaş ikrâmiye istemişti; iktidar da herkese seyyânen 1000 lira ikrâmiye verdi. Elektrik faturalarında TRT payının kaldırılması meselesi vardı meselâ; Kasım ayında Kılıçdaroğlu bunu vurguladı. Birkaç gün sonra Kabine kararıyla kaldırıldı. 3600 ek gösterge meselesi büyük ölçüde yine muhâlefetin dile getirdiği hususlar… taşeron işçiler meselesiyle ilgili birtakım adımlar atıldı. 

Şimdi, bütün bunlara baktığımız zaman ilginç bir olayla karşı karşıyayız. Normalde iktidar, bunların her birini muhâlefeti beklemeden kendi başına yapabilecek durumdaydı. Ama tabii bunların her birinin de Hazine’ye getirdiği birtakım yükler var. Ve bu yükleri aslında üstlenmek istemiyor iktidar ve özellikle dar gelir gruplarının bu tür beklentileri konusunda genellikle kayıtsız kalıyor. Ama muhâlefet gündeme getirdiği zaman –ki bu yakın zamanda olan bir olay; daha önceki dönemlerde muhâlefetin ekonomik anlamda popülizm olarak tanımlanabilecek taleplerine karşı Erdoğan kayıtsızlığı tercih etmişti–, son dönemde peş peşe, özellikle son bir yılda bunların gecikmeli de olsa hayata geçirildiğini görüyoruz. En son ne oldu? Kılıçdaroğlu KYK meselesinden sonra, “EYT loading” dedi. EYT ne? Emeklilikte yaşa takılanlar. Bu, Türkiye’de bayağı ciddî bir konu; EYT’liler bayağı ciddî bir kamuoyu çalışması yapıyorlar. Ve iktidardan da genellikle olumsuz cevap alıyorlar. Özellikle Erdoğan birkaç kez bu konudaki talepleri çok net bir şekilde reddetti; ama şimdi baktık ki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, “Bu konuda bir çalışma grubu kuruldu. EYT meselesi gündemimizde” dedi. Oradan da bir şey çıkacağa benziyor; Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi: “Loading”, yani yükleniyor. Oradan da bir karar çıkacak. 

Burada ilginç olan ne? İlginç olan çok şey var. Şaşırtıcı olan çok şey var. Birincisi, aslında ilk başta akla gelebilecek olan: Erdoğan gibi seçmen tabanı büyük ölçüde dar gelir gruplarına yaslanan bir siyâsetçi, o kesimlerin bu tür beklentilerini ânında görüp onlara yönelik tedbirler alması gerekirken, almıyor, zamana bırakıyor, geçiştiriyor. Başka çevreleri, kendi eliyle güçlenen sermâye gruplarını vs. gözeten politikaları önceliyor. Ama bir aşamada, muhâlefet bastırdığı için bunları yapmak zorunda kalıyor. Bu, Erdoğan’ın 20 yıllık iktidârında çok sık karşılaştığımız bir şey değil — bunu özellikle vurgulamak lâzım. Benim başta söylediğim zaman birilerinin artık dalga geçtiği, “Erdoğan’ın krizi”nin hangi noktalara geldiğini bize gösteriyor bu. Erdoğan artık kendi politikalarıyla, kendi yaklaşımlarıyla devam edemiyor; oyunu kendi başına kuramıyor, gündemi kendi başına belirleyemiyor ve muhâlefetin en ufak bir çıkışında ona göre kendini ayarlamak zorunda hissediyor. Bunların her biri ayrı ayrı çok geniş kitleleri ilgilendiren olaylar; ama bunlara Erdoğan cevap vermeyebilirdi. Ve bunlara cevap vermediği için de Kılıçdaroğlu’nun oyları herhalde çok olağanüstü düzeyde artmayacaktı. Burada ilginç olan, buna rağmen Erdoğan’ın bu konularda muhâlefete göre ve muhâlefet derken de özellikle “Bay Kemal” dediği Kemal Kılıçdaroğlu’na göre hareket etmesi. Dün Kabine toplantısının ardından yaptığı basın açıklamasını izlediyseniz –ki ben izledim– özellikle ilk bölümde çok uzun uzun anlattı ve bir yerinde yine “Bay Kemal” diye bir şeyler söyledi. İzmir’e yaptıkları yollar ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun İzmir milletvekili olması vs.. İnsan, “Ya, ne alâkası var şimdi bunun?” diye düşünüyor tabii; ama alıştık Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu sürekli muhâtap almasına ve onu –nasıl diyeyim?– “Bay Kemal” diyerek aşağılarcasına konuşmasına; ama sonra Kılıçdaroğlu’nun bir tweet’ine cevâben, onun çizdiği rotada gittiğini görünce, o zaman insan anlam veriyor. Demek ki Kılıçdaroğlu’nun söylediğini yaptığını örtmek için bu kadar “Bay Kemal” muhabbeti yapıyor. 

Açıkçası bu, benim tanıdığım Erdoğan’dan çok farklı bir Erdoğan. Bir diğer ilginç husus şu: Hâlâ her şeye rağmen Erdoğancı olan kitleler var, “Reisçiler” var ve bunlar da Erdoğan’ın kayıtsız şartsız destekçisi oluyorlar. Ne oluyor meselâ? “Emekliye bayram ikrâmiyesi diyor muhâlefet. Muhâlefete, “Ne alâkası var? Nereden çıktı şimdi bu?” falan diye lâflar ediyorlar. Sonra bir bakıyorsunuz: Erdoğan ikrâmiyeyi veriyor; bu sefer de Erdoğan’a teşekkür ediyorlar. Muhâlefet tarafından dile getirilen, dayatılan birçok konuda, Erdoğancılar, “Reisçiler”, “Reisten çok Reisçi” pozisyonlar alıyorlar. Ve sonra bir bakıyorlar ki: Erdoğan karşı çıktıkları pozisyona gelmiş. Bu son olayda, KYK olayında bu çok daha net bir şekilde gözüktü. Birçok kişi açık açık bunun yanlış olduğunu, gerçekdışı olduğunu, serbest piyasaya aykırı olduğunu vs. söyleyerek Erdoğan’a destek oldular. Yani Kredi Yurtlar Kurumu’ndan alınan kredilerin ana paralarının ödenmesi talebinin nasıl irrasyonel olduğunu bize kanıtlamaya çalıştılar. Sonra bir baktılar ki Erdoğan aynı pozisyonu almış ve şimdi de Erdoğan’a teşekkür ederek olayı geçiştirmeye çalışıyorlar. Ama çok zor durumda kalıyorlar.

Bu zor durumda kalışları sâdece bu tür ekonomi ve popülizm alanında değil, meselâ dış politikada da bunu çok bâriz bir şekilde gördük: Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan’a karşı en cevval kesilen isimler, şimdi, “Nasıl masada kazandık” hikâyeleri anlatıyorlar. Yani bir Cemal Kaşıkçı olayını hatırlayın — defâlarca ele aldık: Sanki hiç böyle bir şey olmamış, Suudi Arabistan Veliaht-Prensi cinâyetle itham edilmemiş, Erdoğan bunun ekmeğini uluslararası alanda yememiş, kendileri Suudi Arabistan Başkonsolosluğu önünde o gösterileri yapmamış gibi, sonradan “Realpolitik bunu gerektiriyor” pozisyonu alıyorlar. Burada da benzer bir olayı görüyoruz. Ve bakıyoruz ki, “Olur mu öyle şey?” dedikleri şeylerin Erdoğan tarafından imzâlandığını gördükleri zaman, bu sefer, “Doğrusu buydu zâten” diyebiliyorlar — böyle bir garip durumdalar. Ama kişisel görüşüm, her olayın ardından birilerinin Reisçilik bağı iyice zayıflıyor. Bir kere daha ters köşe olma hâli iyice canlarını sıkıyor. 

Ve tabii burada şöyle bir husus da var — muhâlefete muhâlefet yapmak olsun, yapalım: Muhâlefetin ekonomik konularda yaptığı muhâlefet bence çok yetersiz; bu hâliyle bile, yani “Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan alınan borçları sizden fâizsiz talep edeceğiz iktidara geldiğimizde” dediğiniz zaman bir şeyler değişebiliyor. Hele bunu çok daha kapsamlı, çok daha inandırıcı bir şekilde, bütün konularda uzman isimlerle birlikte dile getirmesi hâlinde, herhalde muhâlefet Erdoğan iktidârını çok kötü köşeye sıkıştıracaktır. Şu hâliyle bile, “Elektrikte TRT payını kaldıracağız” diyorsunuz ve Erdoğan kaldırıyor ya da “Emekliye bayram ikrâmiyesi verelim” ya da “Asgarî ücrete enflasyona göre zam yapmak lâzım. Biz iktidara geldiğimizde bunu yapacağız” diyorsunuz ve iktidar bir şeyler yapıyor. Demek ki bunları daha sistemli, daha kapsamlı ve daha inandırıcı bir şekilde, daha güçlü bir şekilde ve hele söz konusu Altılı Masa ise hep birlikte dile getirmeleri gerekir. Şu hâliyle baktığımız zaman, sâdece Kemal Kılıçdaroğlu’nun attığı bir tweet, yaptığı bir grup konuşması vs. ile sınırlı kalıyor. Bunu altı partinin birlikte, güçlü bir şekilde, en kritik, milyonları doğrudan ilgilendiren konularda bu pozisyonları almaları ve çözüm önerilerini dile getirmeleri hâlinde işin rengi bayağı bir değişecektir; ama şu hâliyle baktığımız zaman, bu durumda bile gündemi belirleyen Kılıçdaroğlu olabiliyor. Dikkat edin, “Altılı Masa” demiyorum. Kılıçdaroğlu’nun yaptığını hep birlikte yaptıkları zaman, güçlerini birleştirdikleri zaman –birleştirebilirlerse tabii– ne kadar daha etkili olacaktır. Ve bu durum, en son dün yaşanan olayda, Erdoğan’ın iktidârının nasıl kırılganlaştığını bize bir kere daha net bir şekilde gösterdi. Bunları yaparak iktidârın ömrünü uzatmaya çalışan, ama kendini muhâlefete, muhâlefet deyince de bir tek CHP’ye ve Kemal Kılıçdaroğlu’na göre ayarlayan bir iktidar aşamasına gelmiş durumdayız. Bunun başlı başına çok çarpıcı bir olay olduğunu düşünüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.