Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını | Türkiye’de toplumsal İslam neden ve nasıl iflas etti?

Ruşen Çakır, izleyicilerle ortak yayınında “Türkiye’de toplumsal İslam neden ve nasıl iflas etti?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi akşamlar. Bu akşam sizlerle bir konuyu tartışmak istiyorum: “Toplumsal İslâm’ın iflâsı”. Bu başlıkla dün Medyascope’ta bir yazım yayınlandı ve yazı tahminimden daha fazla ilgi gördü. Eleştirenler de var; olumlu bulanlar, oradaki görüşlerimi destekleyenler de var. Sıcağı sıcağına, arayı çok açmadan bu konuyu bir de böyle interaktif bir şekilde konuşmak isterim.

Öncelikle “toplumsal İslâm” derken neyi kastettiğimi tekrar vurgulamak istiyorum. Daha çok sivil toplum alanında örgütlü bir şekilde var olan Sünnî İslâmî cemaatleri kastediyorum. Cemaatler, tarîkatlar, Nurculuk, Süleymancılık gibi tam tarîkat olarak tanımlanamayacak olan ekoller, bunların değişik kolları; bir de bunlara ek olarak Türkiye’nin dört bir tarafında irili ufaklı, kimisi yerel cemaatler olarak tanımlanabilecek kimisi de cemaat olmayan ama dînî, İslâmî amaçlı kurulmuş çok sayıda vakıf, dernek, birtakım inisiyatifler var. Sivil toplum alanında örgütlü bir şekilde faaliyet gösteren, kimisi çok iyi örgütlü kimisi daha gevşek örgütlenmeye sâhip olan bu yapıların bütününe “toplumsal İslâm” demeyi uygun buluyorum ve Türkiye’de aslında İslâmî hareketin uzun bir süre boyunca, Cumhuriyet’in ilk yıllarından îtibâren en esaslı taşıyıcısının bu olduğunu; ama daha sonra İslâm’ın siyâsî yönünün öne çıkmasıyla ve siyâsî örgütlenmelerin öne çıkmasıyla bunların zaman zaman etkilerinin azaldığını, zaman zaman da siyâsetle iç içe geçtiklerini gördük. Ama Türkiye’de toplumsal İslâm diye tanımlayabileceğimiz yapılanmalar hep var oldu. Özellikle eğitim alanında, sağlık alanında ya da medya alanında, ama en çok eğitim alanında varlıklarını sürdürdüler. Genellikle şöyle oluyordu: Zengin birtakım dindar kişiler birtakım cemaatlere, bunun için kurulmuş olan vakıflara, derneklere bağışlar yapıyorlar ve bunlar da yoksul âilelerin çocuklarına, daha çok muhâfazakâr âilelerden gelen yoksul çocuklara eğitim imkânı, burs imkânı, kalacak yer imkânı sağlıyorlardı ve böyle giden bir çark vardı. Bu çark hâlâ sürüyor. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, tam anlamıyla bir iflâsın yaşandığı kanısındayım. Öncelikle şunu tekrar söyleyeyim: Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarından sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi dile getirebilirsiniz. Bunlarla berâber, sizin görüşlerinizle berâber bu tartışmayı geliştirelim. 

Esas eğitim alanı dedim ve bir dönem Fethullahçılar bu konuda en öne çıkan hareket oldu. Yıllardır zâten örgütlenen bir hareketti. Ama genellikle yeraltı diyebileceğimiz şekilde örgütlenen bir hareketti. Ama sonra yer üstüne çıktılar ve özellikle AKP iktidârının belli bir aşamasında işbirliği yaptıkları andan îtibâren Türkiye’de eğitim başta olmak üzere birçok alanı kontrol ettiler ve bence toplumsal İslâm’ın krizi işte o anda başladı. Çünkü birbirinden farklı, eninde sonunda çoğulcu olan toplumsal İslâm alanı birdenbire tekçi bir alana yöneldi. Fethullahçılar bütün alanı, özellikle eğitimi, medyayı tam anlamıyla hegemonyaları altına aldılar ve sonradan iş çevrelerini büyük ölçüde kendilerine bağladılar ve de şunu gördük ki birçok cemaat de özellikle Anadolu’da, Fethullahçılar’ın onayı olmadan fazla hareket edemiyorlar. Bir de tabii okullarının başarılı olduğu, dershânelerinin ve okullarının başarılı olduğu imajıyla berâber çok sayıda insan, başka cemaatlerden insanlar da bunlara yöneldi ve böylece aslında bu çoğulcu yapının dağılmasıyla birlikte, yani Fethullahçılar’ın her şeyi tekeline almasıyla birlikte, toplumsal İslâm’ın bir krizi başladı. Ardından Fethullahçılar iktidarla savaşa girişince yaşananlar, 15 Temmuz darbe girişimi, ardından Fethullahçılar’a yönelik büyük tasfiye vs. bütün bunlarla berâber alan iyice çölleşti ve diğer cemaatler Fethullahçılar’ın boşalttığı yerleri doldurmaya çalıştılar; ama bunu çok beceremediler. 

Şimdi sorulara geçelim.

“Toplumsal İslâm’ın iflâs ettiği sonucuna nereden vardınız?” demiş bir izleyicimiz. İşte bunu anlatıyorum. Şu hâliyle baktığımız zaman, cemaatlerin hepsini toplasanız, bir dönem Fethullahçılar’ın yapabildiği kadarını yapamıyorlar. Ama bir diğer husus, en önemli hususlardan birisi: Bu tür cemaatlerin devletle olan ilişkileri genellikle çok sınırlıydı ve devletten çekinirlerdi. Tabii ki devlete yanaşmak, ondan istifâde etmek isterlerdi; ama esas olarak kendi güçlerine dayanırlardı. Ama AKP iktidârıyla berâber, özellikle AKP’nin Fethullahçılar’ı tasfiyesiyle berâber, Erdoğan cemaatlerin büyük bir kısmını kendine bağladı. Onları çok ciddî bir şekilde besledi ve onlardan da destek aldı. Ama sonra hep birlikte, Erdoğan’ın siyâsî kriziyle berâber, ekonomik krizle de berâber artık cemaatleri yani bu tür yapıları eskisi kadar besleyebilecek kaynağa da sâhip değil iktidar. Hep birlikte bir çöküş yaşıyorlar ve iktidârın değişmesi durumunda –ki ilk seçimde Erdoğan iktidârının sona ermesi ihtimâli hayli yükse – bu yapılar çok daha zor durumda kalacak. Cezâlandırılacaklarını sanmıyorum; ama Erdoğan iktidârı döneminde kendilerine sağlanan ayrıcalıklara sâhip olamayacaklar ve tekrar kendi öz kaynaklarıyla yola devam etmek zorunda kalacaklar. Bunu yazımda “küçülme” olarak târif ettim. Şirketlerde olduğu gibi bir büyüme yaşadı bu cemaatler, özellikle 15 Temmuz’dan sonra. Ama şimdi hayâtın gerçekleri karşısında çok ciddî bir şekilde bocalıyorlar ve bir küçülmeye doğru gidecekler ve tekrar öz kaynaklarıyla yola devam etmeye çalışacaklar. Ama artık önümüzdeki dönemde bunun çok da mümkün olacağı kanısında değilim. Bunun bir diğer nedeni de bu cemaatlerin artık söyleyebilecekleri çok fazla bir şeyin olmaması.

Furkan Özdemir demiş ki: “İflâs ettiyse neden hâlâ güçlü? Yeni gelen iktidar cemaatlere ne yapacak?” Hâlâ güçlü değiller. Güçlü görünüyor olabilirler; ama bir güç yok. Örneğin Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenâzesi daha önceki bir dönemde çok daha olağanüstü bir olaya dönüşebilirdi. Şu hâliyle baktığımız zaman belli bir etki yarattı; ama çok sınırlı bir etki yarattı bana göre. Çünkü Mahmut Hoca, çok efsânevî bir Nakşibendî şeyhiydi. Onun uğurlanmasının, yani cenâzesinin çok daha büyük ve çok daha büyük bir meydan okuma hâlinde olması beklenirdi eskiden olsaydı; ama şimdi daha çok kendini savunma şeklinde geçti. Erdoğan’ın cenâzenin en ön safında bulunması, aslında bu cemaatin içine düştüğü durumu gösteriyor. Tabii ki Cumhurbaşkanı’nın cenâzeye katılması cemaatin gücünü gösteriyor; ama aynı zamanda o cemaatin Cumhurbaşkanı Erdoğan olmadan artık kendi ayakları üzerinde duramayacağını da gösteriyor. Dolayısıyla güçlü görüntüsünün aldatıcı olduğu kanısındayım. Yeni gelen iktidar cemaatlere ne yapacak? Çok büyük cezâlandırma olacağını sanmıyorum. Ancak Büyükşehir Belediyeleri’nde yaşadığımız türden olaylar yaşayabiliriz. Onlara sağlanan imtiyazlara son verilebilir. Onların devlette hak etmedikleri kadroları ellerinden alınabilir. Onlara devlet eliyle sağlanan birçok imkânın kapatılması ve belli ölçüde de bu yapılara belli bir denetim getirilmesi hâlinde çok ciddî şekilde bocalayacakları kanısındayım. Ama hele Altılı Masa’yla gelecek olan bir iktidar söz konusuysa, içinde Saadet var, Gelecek var, DEVA var, İYİ Parti var; açıkça cemaatlerle bir kavgaya girişeceklerini sanmıyorum. Ama cemaatlerden, kazâra Erdoğan iktidârı kaybettikten sonra yeni gelen iktidâra karşı bir muhâlefet olursa –ki sanmıyorum, bunu yapmayacaklardır–, eğer olursa bunun cevâbını alabilirler.

“Toplumsal İslâm’ın yaşadığı iflâs, bireysel İslâm’ın da iflâsına yol açıyor mu sizce? Ateist, deist gençler gibi…” diye sormuş Mehmet Özkan. Zâten bunlar birbirini besleyen şeyler ve zâten ateizm, deizm tartışmasının özellikle dindar âilelerde çok yaşandığını biliyoruz. Bir tepki var gençlerin içerisinde, âilelerine karşı bir tepki var. Bunlar aslında iç içe. Tıpkı toplumsal ve siyâsal İslam’ın iç içe olması gibi bireysel ve toplumsal İslâm da iç içe. Bütün bu yaşananlar, bütün bu cemaatlerin ortaya çıkarttıkları, tek tek dine inanan insanların da birtakım sorgulamalar yapmalarına yol açıyor. Meselâ özellikle sosyal medya üzerinden din adına, İslâm adına konuşan, fetvâ veren kişilerin önemli bir kısmı, bugünün gençlerinin kavrayışının çok dışında, çok gerisinde. Dolayısıyla yeni İslâm’ın daha bireyci olduğunu düşünüyorum. Tabii ki ateizm, deizm gibi eğilimler de olabilir. Bir diğer husus da dine karşı kayıtsızlık, ilgisizlik. Genç kuşakların böyle yönelişlerinde de bu toplumsal İslâm dediğimiz cemaatlerin, tarîkatların vs. icraatının çok ciddî etkisi olduğu kanısındayım. 

Furkan Duman demiş ki: “Fethullahçılar’ın toplu olarak dışlanması gibi, hükûmete yakın diğer gruplar da iktidâr değişikliğinden sonra bir anda dışlanabilirler mi?” Yok, Fethullahçılık bambaşka bir olaydı. Bu bir istihbârat örgütü gibi örgütlenmiş bir yapıydı. Onun gibi bir yapı yok. Devlet içerisinde kadroları olanlar var; ama bunlar paralel bir örgütlenme değil. Daha çok iktidar tarafından oraya getirilmiş kişiler. Dolayısıyla Fethullahçılık olayına benzer bir tasfiye olacağını sanmıyorum. Ama yine de diyelim ki sırf Menzilci ya da İskenderpaşacı diye, birtakım bakanlıklarda, bürokrasinin içerisinde, yargıda kilit noktalara gelmiş kişilerin herhalde etkisi eskisine göre azalacaktır. 

Metin Eksen diyor ki: “Fethullahçılar’ın siyâsî figürlerle bunca yıl bu kadar iç içe olmasıyla, diğer cemaatlerin bir noktadan sonra istemeden de olsa bu yöntemi kullanmak zorunda kaldığını söyleyebilir miyiz acaba?” Yok. Böyle bir zorunluluk yoktu. Bir anlamda meydanı boş buldular ve rahat buldular. Nihâyet o kendilerinin beklediği ânın geldiğini düşündüler. Yani cemaatlerin büyük bir kısmının aslında Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla bir hesaplaşma içerisinde olduklarını düşünürsek, özellikle laiklikle hesaplaşması olduğunu düşünürsek, nihâyet kendi zamanlarının geldiğini düşündüler. Ama bunun çok da gerçekçi olmadığını, zamânın çok değiştiğini, özellikle 21. yüzyılda bambaşka bir dünya, bambaşka bir Türkiye ve bambaşka bir İslâm olduğunu görüyorlar ve bunun travmasını yaşıyorlar. 

Rober Boyle diyor ki: “FETÖ’nün sağ kolu, ‘Okuyucular’ olarak adlandırılan Nurcular da bence ikinci dikkat edilmesi gereken oluşum. Zâten diğer tarîkatlar primat düzeyde ve çok kolay anlaşılabiliyor.” Okuyucular’ın Fethullahçılar’la alâkası olduğunu düşünmüyorum; ama Fethullahçılar’ın tasfiyesinden sonra devlet içerisinde belli yerlere geldikleri hakkında iddialar var. Fakat okuyucular hiçbir zaman Türkiye’de çok yaygın bir hareket olmadı. Sonuçta onların da AKP iktidârının gitmesiyle berâber, devlete olan etkileri otomatik olarak azalacaktır. Ama Fethullahçılık’la kıyaslamak çok gerçekçi değil. 

Şimdi bakıyorum: Çok sayıda yorum ve soru var. 

“Toplumsal İslâm’ın iflâsının sebebi; İslâm’ın demokratik bir toplumu benimsememesi olabilir mi?” Tabii, bu da var. İslâm demek doğru değil aslında. Müslüman olup demokrasiye inanan insanlar var. Ama bu toplumsal İslâm’ı oluşturan yapıların büyük bir kısmının demokrasiyle, çoğulculukla ve laiklikle tabii çok ciddî sorunları var. Ama sonuçta yaşananlar, ellerine geçen çok büyük fırsat ve geldikleri durum, aslında burada kazananın İslâmî hareket değil; tam tersine laiklik olduğunu, Cumhuriyet olduğunu ve demokrasi olduğunu bize gösteriyor. Önümüzdeki dönemde bu kavramlarla barışabilen, onlarla bir arada yaşayabilen yapıların daha fazla şansı olacaktır. 

Vakkas Korkmaz: “Furkan Vakfı, Alparslan Kuytul Hocaefendi Cemaati, İslâmî bir hareket ortaya koymuş mudur?” Tabii, kendi çapında oldu. Ancak yerel bir hareket olarak kaldı ve iktidârın kendilerine yönelik baskıları olmasaydı bu kadar çok tanınmaları da mümkün olur muydu açıkçası çok emin değilim. Fakat Kuytul’un, yani Furkan Vakfı’nın İslâm anlayışının da günümüz Türkiye’sindeki İslâm’da yaşanan, insanlarda yaşanan değişimi kapsayabilecek bir hareket olduğu kanısında değilim. Varlığını sürdürebilir; ancak çok kapsayıcı ve etkili bir hareket olması bence mümkün değil. 

Fahri Şen diyor ki: “Sizce muhâfazakârların önünü 12 Eylül mü açtı?” 12 Eylül de açtı. Ama onun öncesinde başlayan bir şeydir. 12 Eylül özellikle komünizme karşı mücâdelede dinden yararlanmak istedi ve bu bağlamda Fethullah Gülen’den de yararlandıklarını biliyoruz. Ama öncesinde ve sonrasında süren, özellikle sağ iktidarların benimsediği bir “cemaatleri kullanma” anlayışı var. 

Tekin Zengin diyor ki: “Böyle bir ülkede siyâsal İslâm iflâs etmez; ancak iktidarlar iflâs eder.” Zâten siyâsal İslâm’dan bahsetmiyoruz — ki o da iflâs etti aynı zamanda. İktidarların iflâs etmesi değil. Bence artık tüm dünyada böyle, sâdece Türkiye’de yaşanan bir olay değil bu. Özellikle Arap Baharı’ndan sonra İslâmcılar’ın birçok yerde iktidâra geldiklerini ve kısa süre içerisinde de büyük bir hayal kırıklığı yarattıklarını gördük. Dolayısıyla İslâmî hareketlerin yükselişi nasıl küresel bir şeyse, aslında bu bahsettiğim olaylar da –tabii farklılıklar var ama–, yani siyâsal İslâm’ın iflâsı ve toplumsal İslâm’ın iflâsı bence birçok yerde yaşanan ortak bir olay. 

Ali Bozan: “Cemaatler arası kavga, güç savaşı öngörüyor musunuz? Selefîlik tartışmaları size neler düşündürüyor?” Cemaatler arasındaki kavga hep vardır, güç savaşı hep vardır. Ama şimdi varlıklarını korumak zorundalar. Dolayısıyla varlıklarını korumak zorunda oldukları için daha içe çekilecekler ve başkalarıyla kavgaya girişecek mecalleri olacağı kanısında değilim. Selefîlik bence önemli bir olay. Özellikle cihadcı Selefîlik bence önemli. Kimileri Türkiye’de bunun tutmayacağını düşünüyorlar. Ama bence hiç de yabana atmamak lâzım. Özellikle toplumsal İslâm’ın iflâsıyla berâber, siyâsal İslâm’ın ve toplumsal İslâm’ın birlikte kaybetmesiyle berâber doğacak olan boşluğu Selefîler doldurmak isteyeceklerdir. Bunu hesâba katmak lâzım. Bir de AKP iktidârı gittikten sonra doğabilecek birtakım kaotik olaylarda da özellikle cihadcı Selefîler birtakım provokasyonlarla ön almaya çalışabilirler. 

Çınar Taş: “Sizce İslâmcı bir akım yeniden iktidar olabilir mi?” Bir müddet olabileceğini sanmıyorum. Bu defter bir müddet kapandı. Ama tabii dünyada ve Türkiye’de neler yaşanacağını kestirmek mümkün değil. İslâmcılığın, ilk siyâsî hareket olarak ortaya çıktığında iktidâra gelebileceğine kimse inanmıyordu; birçok yerde geldiler. Şimdi birçok kişi iktidardan gidebileceğine inanmıyor. Bence gidiyorlar, gittiler. Türkiye’de de gidecekler. Tekrar olur mu? Yaşanan olayların yarattığı travmalar o kadar etkili ki; bu zor. İslâmcı bir akım olarak değil de, dindarlıkla demokrasiyi bağdaştıran birtakım partiler, oluşumlar ortaya çıkarsa belki onlar etkili olabilir ya da birtakım sağ popülist liderler, önümüzdeki dönemde din konusunu da sömürerek önlerini açabilirler. Ama siyâsal İslâmcılık olarak akımın iktidâra gelmesinin uzun bir süre Türkiye’de mümkün olabileceğini sanmıyorum. Çünkü her şeyden önce, diyecek çok fazla bir şeyleri kalmadı. 

“KHK ile atılanların tamâmının paralel yapının üyesi olduğunu mu düşünüyorsunuz?” Yok, öyle bir şey düşünmüyorum. “Paralel yapı” dediğiniz herhalde Fethullahçılık. İçlerinde çok sayıda solcunun, Kürdün, başkalarının da olduğunu düşünüyorum. Fethullahçılık’la ilgili olan kişilerin hepsinin atılmasının da doğru olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Çünkü değişik kademelerde insanlar var. İktidar değişiminden sonra bütün bu yapılanların telâfî edileceğini temennî ediyorum.

Fatih Kitapçı: “Erenköy Cemaati’yle iktidârın arası açıldı mı?” diye sormuş. Benim bildiğim kadarıyla eskisi kadar iyi değil ve Erenköy Cemaati’nin muhâlefetle de birtakım ilişkiler içerisinde olduğu yolunda çok ciddî iddialar var — hattâ CHP’yle de birtakım temasların olduğu yolunda. Ama bu tür cemaatler bütün yumurtalarını tek bir sepete koymazlar, onu özellikle vurgulayayım. 

“AKP sonrası siyâsal İslâm herhangi bir şekilde ve dille muhâfazakâr demokratlık iktidâra gelebilir mi; yoksa Almanya’daki Nazizm gibi mi olur? Laikliğin kurtulduğuna emin olabilir miyiz?” Laikliğin kurtulduğuna emin olamazsınız; çünkü laiklik diye gerçekten Türkiye’de laikliğin hayâta hâkim kılınması gerekir. Devletin bunu gerçekten uygulaması gerekir. İslâmcılığın etkisinin azalıyor olması, gücünü kaybediyor olması ve iktidardan gidecek olması; laikliğin zaferi olarak tanımlanabilecek bir şey değil. Şu anda İslâmcılığın iflâsına tanık oluyoruz. Ama İslâmcılığı iflâs ettiren laiklik değil. Arada çok önemli fark var. İslâmcılığın ardından illâ çok güçlü bir laik toplumun geleceğinin garantisi yok. Sonuçta Diyânet İşleri Başkanlığı diye bir kurum var ve devleti yönetenler bunun eliyle insanların dînî inançlarını kontrol etmeye çalışıyorlar. Belli bir anlayışı empoze etmeye çalışıyorlar. Önümüzdeki dönemde tabii ki laikliğin alanı açılacak; ancak bu otomatik olarak laikliğin kazanacağı anlamına gelmiyor. 

Hasan Çelen: “Siyâsî Kürt hareketinin toplumsal İslâm’ın iflâsını doğru okuyabildiğini ve seçmeninin seküler taleplerine yeterli cevap verebildiğini düşünüyor musunuz?” Bu karışık bir olay. Şunu özellikle vurgulamak lâzım: Kürt hareketi, bir süre çok ihmal ettiği dindarları kazanma yolunda çok ciddî adımlar attı ve bunu büyük ölçüde de gerçekleştirdi. Şimdi de seküler taleplere cevap verip vermeme meselesi var. Benim gördüğüm kadarıyla, bu dindar kesimlerin hepsini olmasa bile önemli bir kısmını kazanarak, onları aslında bir şekilde, kısmen de olsa sekülerleştirdiğini düşünüyorum bu hareketin. Dolayısıyla bu hareketin ana damarı hep seküler sol bir çizgi olarak kalacak, öyle gözüküyor. Ama harekete dâhil olan dindar muhâfazakârların birtakım talepleri de olacaktır. O talepleri yerine getirmekte çok ciddî sorun yaşayacaklarını sanmıyorum. Bir de tabii şöyle bir husus var, şunu özellikle unutmamak lâzım: Türkiye’de Kürt sorununun çözülmesi durumunda –ki şu aşamada çok mümkün değil–, Kürt hareketinin içerisindeki seküler, dindar, sağcı, liberal, solcu insanlar da kendi yapılanmalarına gireceklerdir. Şu anda yaşanan, Kürt sorununun varlığıyla orantılı bir olay, varlığıyla bağlantılı bir olay. Kürt sorunu var olduğu müddetçe, seküleri, İslâmcısı vs. hepsi, bir hareket içerisinde yola devam edebilirler.

“AKP’nin iktidâra gelmesinde toplumsal İslâm’ın katkısı ne kadardı? Bir önceki seçimde Refah Partisi’nin aldığı oy oranını düşününce ilginç görünüyor.” Çok güçlü değildi. AKP’nin iktidâra gelmesinin esas nedeni merkez sağın çökmesiydi. Onun getirdiği bir fırsattı AKP’yi iktidâra getiren. Tabii ki merkez sağa yönelmiş olan birtakım cemaatlerin, sonradan AKP’ye yöneldikleri de bir gerçek. Bunu akılda tutmakta yarar var. Ama şunu söyleyeyim: Genellikle cemaatlere güçlerinden fazla güç atfedilir — özellikle siyâsetle ilişkileri konusunda. Öyle seçim sonuçlarını belirleyecek, A partisinden B partisine gidince Türkiye’deki iktidârın kaderini değiştirecek cemaat yok. Fethullahçılar’ın gücü, devlet içerisindeki örgütlenmelerinden geliyordu. Yoksa kalabalık anlamında, seçmen anlamında çok büyük kalabalıkları yoktu. Hatırlanacaktır, bir ara bağımsız adaylarla seçime girmeye çalıştılar. Bağımsız adayların aldıkları oy ortadaydı. Dolayısıyla cemaatlerin kitlesel olarak seçim sonuçlarını belirleyebileceklerini açıkçası sanmıyorum. AKP’nin iktidâra gelişinde de belirleyici güç bu cemaatler değildi. 

Burak İnal: “Sizce devletin gerçekten laik olması, yani Diyânet İşleri gibi kurumların kapatılması mümkün mü?” Mümkün; ama çok zor. Zor olmasının sebeplerinden en önemlisi de –ne derler?– aslında toplumun Diyânet’i istemesi. Yani normalde Diyânet’i niye kapatırsınız? Câmi cemaati kendi câmisine kendisi sâhip çıksın diye. İnsanlar bir anlamda, “Bununla kim uğraşacak? Devlet bizim adımıza uğraşıyor işte, ne güzel” diye buna râzılar. Zamânında TESEV için Diyânet’le ilgili bir araştırma yapmıştım, arkadaşlarımla berâber. Türkiye’nin dört bir tarafını dolaştık. Çok sayıda insanla konuştuk ve insanların büyük bir kısmının Diyânet’ten rahatsız olmadıklarını gördük. Ama Diyânet’in birtakım reformlara tâbi tutulmasını istediler. En azından Türkiye’de Diyânet daha çoğulcu bir yapıya dönüşebilir. Daha şeffaf bir yapıya dönüşebilir. Farklı İslâm yorumlarının da temsil edildiği bir yere dönüşebilir. Kalkması şu aşamada çok zor. 

Onur Sarıoğulları, “Arkadaki tablo nedir?” diye soruyor. Öyle bir röprodüksiyon. Miró olsa gerek. 

Bir izleyicimiz diyor ki: “Dini bırakmaları kötü mü? Herkes kötü bir şey gibi anlatıyor.” Böyle iyilik, kötülük diye bir şey söylemiyoruz. Bir tespit yapıyoruz. Yoksa bu iyidir, bu kötüdür diye bir şey yok. Ancak şunu söylemek lâzım: Türkiye’de cemaatler, meselâ cemaatlerin sivil toplum kuruluşu olup olmadığı yıllardır tartışılır ve bence değil. Çünkü sivil toplum kuruluşu, öncelikle bir çıkar örgütlenmesi değildir. Ama cemaatlerin büyük bir kısmı sâdece kendi kitlesinin iyiliğini düşünen yapılardır. Dolayısıyla cemaatlerin birtakım öğrencilere burs vermesi, pansiyon sağlaması vs. bir yatırımdır. Yani karşılıksız yapılan yardımdan ziyâde bir yatırımdır. Oradan mezun olan öğrencilerin belli bir kesimi cemaatte kaldığı zaman zâten bu yatırımın karşılığını alır. Dolayısıyla bu tür örgütlenmelerin Türkiye’nin bütününe çok ciddî olumlu katkıları olduğu söylenemez. Ama insanlar dine inanırlar, inanmazlar, bu tamâmen kendileriyle ilgili bir meseledir. 

Gök Tanrı Altay –bu nasıl bir isim?– “Sizce 28 Şubat’ın yapamadığını AKP mi başardı?” diyor.Eh, bir ölçüde öyle denebilir.28 Şubat bunu yapamazdı. 28 Şubat, AKP’nin yaptığının çok azını yaptı ve çok büyük tepkilere yol açtı. Hâlâ bunun muhabbeti yapılıyor. 28 Şubat anlatıları dönüyor. Ama AKP’nin yaptığı, demin meselâ bahsettik: Furkan Vakfı’na yapılanlar. 28 Şubat’ta böyle büyük operasyonlar, sistemli operasyonlar tek bir gruba yönelik olmamıştı. Hele Fethullahçılar’a yapılanlar bambaşka bir şey.

Meryem diyor ki: “İnsan haklarının bir gün bu ülkede anlaşıldığını ve uygulandığını görebilecek miyiz?” O zaman diyelim ki: İnşallah.  Dînî bir terminolojiyle burada noktayı koyalım.

Yarım saat sohbet ettik. Güzel bir sohbet oldu. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Türkiye’nin daha aydınlık günlere gelmesi temennîsiyle noktayı koyalım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.