Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Çekoslovakya’da evlilik ve AKP’den kaçıp gitme isteği

Milan Kundera’nın “Ayrılık Valsi” romanı, hem kadın erkek ilişkileri üzerine söylenen sözler bakımından ilginçtir hem de yaşadığı yeri terketmek isteyen insanların duygu durumunu çok başarılı bir şekilde anlatır. Birbirinden oldukça farklı bu iki olguyu aynı kitapta niçin ele aldı acaba Kundera, kafasında ne vardı? Evlilik kurumunu eleştiren bir akademisyen şöyle diyordu: “Aşkı üremeyle kirletmemek gerekir”. Bunu söylerken, komünist Çekoslovakya’yı terk etmek üzereydi ve arkadaşlarını son kez görmek için bir kaplıca kasabasına uğramıştı. Saatler içinde doğup büyüdüğü ülkesinden ayrılacaktı ve kafası evlilik kurumunun aşkın katili olduğu fikriyle doluydu. Çocuk sahibi olan kadınların memelerinin cinsel bir arzu nesnesinden bir süt torbasına döndüğünden bahsediyor, bir kadın ve bir erkeğin arasındaki estetik içeren her şeyin üremeyle birlikte yıkıldığını iddia ediyor, ilişkinin artık romantik bir gizem veya bir cinsel bir gerilim içeremeyeceğini söylüyordu. Pek ama neden Kundera alelade bir kahraman yerine, hicrete hazırlanan siyasi bir muhalife söyletmişti bu sözleri?

Bu önemli çünkü her gün daha fazla insan ülkemizi terk ediyor ve başka bir memlekette taze bir başlangıç yapmaya hazırlanıyor. Artık yurtdışında çalışmak, vasıfsız işçi olarak Batı sanayisinin çarkları arasına girmenin veya can korkusuyla sığınma talep etmenin ötesinde bir olgu. İçinde sadece materyal ihtiyaçların giderilmesini barındırmıyor. Yani ülkede iş bulamadığı için veya hayatı tehlikede olduğu kendisini can havliyle yurtdışına atan insanlardan bahsetmiyoruz. Bilakis, ülkesinde iyi-kötü bir hayatı, bir itibarı, onu hayatta tutacak kadar geliri olan insanlar söz konusu. Bu insanların ülkelerini terk etmelerinin sebebi içgüdüsel bir hayatta kalma telaşından daha fazlası. Onlar daha çok inşa ettikleri değer sisteminin, bu ülkede yaşadıkları sürece, kendilerine huzursuzluk verdiğini düşünüyorlar. Tanık olmak, maruz kalmak, muhataplık yaşamak başka bir dünyanın mümkün olduğunu bilen insanlar için bir işkenceye dönüşebiliyor. 

Bunu romantik bulabiliriz. Ama bunu konuşuyor muyuz zaten? Romantik aşkın bitişiyle ülkeyi terk etme arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmıyor muyuz? O da buralarda bir yerde. Huzursuzluk, tam olarak romantik duyguların gerçek ile sınandığı yerde başlıyor ve ilişki artık başka bir faza geçiyor. Hayatı boyunca kendisine öğütlenen dürüstlük, çalışkanlık, nezaket ve uzlaşma gibi değerlerin kariyerini ilerletmek yerine baltaladığını gören bir insan gerçek ile tanışmış oluyor. Bu insanlar, kendilerine liderlik edecek, çalıştıkları kurumu yönetecek insanların yeteneklerine saygı duymak istiyorlar. Çünkü onların değer dünyası böyle inşa edilmiş. Bir profesörün akil ve bilge olması gerekiyor. Bir başhekimin mesleğinde başarılı ve meslektaşları tarafından tanınan birisi olması gerekiyor. Bir bürokratın, çalıştığı kurumda yıllarını doldurması ve devlet tecrübesi olması gerekiyor. Bir diplomatın, hayatının baharında zorlu bir sınavı geçerek ve en tehlikeli bölgelerde görev yaparak merdivenlerin basamaklarını teker teker çıkması gerekiyor. Bir kamu iştiraki yöneticisinin, piyasa rekabeti içinde pişmesi ve öğrendiklerini kamu için harcaması gerekiyor. Bir gazetecinin, etkileyici bir hikayesi, akılda kalan bir kitabı, bir haberi olması gerekiyor.  Bu liste uzar gider. Gerçek ise bunların olmadığı, olmamasının da norm haline geldiği Türkiye’dir. En yeteneksizlerin, en yüzeysellerin, en tembellerin, işini en kötü yapanların her kurumu yönettiği yerdir artık burası. 

Üstelik toplum da artık yoktur. Standardı olmayan ve tahmin edilemez bir ilişkiler ağı içinde kaybolan insanlar vardır. Yolunu kaybetmek istemeyen herkes kitleleşmek zorundadır çünkü AKP, insanların içindeki kötü tarafı teşhir etmiş, onlara bundan utanılmaması gerektiğini söylemiştir. Elitlerin tembihlediği iyi davranışların hepsi sahte, eleştirdikleri kötü hallerin hepsi gerçeğin ta kendisidir. Anadolu ruhu, gerçek milletin sesi budur. Bu yüzden, kadınlara karşı geleneksel hiyerarşisini korumak isteyen erkekler adeta örgütlü bir başkaldırı içindedir. Öte yandan uzmanlara, seçkinlere karşı eski hiyerarşik pozisyonlarını değiştirmek isteyenler de isyana yönelmiştir. Sokaklarda kadınların öldürülmesi, hastanelerde doktorların dövülmesi, güçlü olanın güçsüze karşı nasıl davranacağına kendisinin karar verdiği bu gerçekliğin ürünüdür. 

Dönelim 60’lı yılların Çekoslovakyası’na. Kundera, komünist idarenin işkencelerini, yarattığı muhbir kültürünü, kürtaj karşıtı politikasını ortaya koyuyor ve hepsinden aynı anda tiksinen bir karakter yaratıyor. Bu karakter ülkesini terk ediyor çünkü tahammül edemediği bir gerçeklik ile yaşamak istemiyor. Çocuklarının bir zamanlar romantik hislerle bağlı olduğu karısının göğüslerini süt torbasına çevirerek “cork cork” emmelerine, aile sahibi bir adam olarak altına gireceği sorumlulukların ona adeta işkence gibi görüneceğine ve artık her bir aile ferdinin birbirini gözetlediği, birbirlerinin özel hayatlarını mahvettiği bir evlilik, Çekoslovakya’nın baskıcı ve yoz rejimi ile özdeşleşiyor. (Sanırım aradaki ilişkiyi bulduk!)

Mamafih hayat pürüzsüz bir romantizm ile işkenceye dönen bir gerçeklik arasına sıkışmış gibi gözükse de genel olarak bu iki halin en keskin anları çok nadir ortaya çıkar. Ve elbette uzun süre devam edemez. Evlilikler yerine oturur, çocuklar büyür, uykusuz geceler geride kalır, eşler birbirini yeniden ve başka türlü duygularla sevmeyi öğrenir. Muhtemelen insanların arzu ettiği, değer sistemlerinin hayatın her anına ve alanına hakim olduğu bir Türkiye’yi yakın gelecekte göremeyeceğiz ama bu cinnet halinin de bu şekilde devam etmeyeceğini kabul etmeliyiz. Hiçbir yapı bu şekilde devam edemez. Yeter ki gerçeğin aşk ile işkence arasında bir yerde olduğunu kabul edebilelim. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.