Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Abluka-pazarlık-kulis ya da güzel sanatların bir dalı olarak siyaset

Muhalefetin başkan adayını açıklamasıyla birlikte seçim atmosferine gireceğiz. Ancak bu konu şimdiye kadar ısrarla konuşturulmadı ve başkan adayının kim olacağını soranlar ayıplandı. Çünkü Altılı Masa’nın üzerine oturduğu entelektüel paradigma belirli varsayımlara dayanıyordu. Buna göre, seçimler halihazırda kazanılmıştı ve tek yapılması gereken şey birlikteliği bozmamak ve masadan kalkmamaktı. Dolayısıyla, seçimi kazanmak için popüler bir lidere ihtiyaç yoktu ve Erdoğan’ın tek adam yönetimine karşı Altılı Masa’nın hazırladığı anayasa taslağı ve hükumet programı gibi metinler bir sistemi temsil ediyordu. Seçim, iki güçlü ve siyasi enerjisi yüksek aday arasında olmamalıydı. Bunun yerine, Erdoğan’ın keyfi yönetimi ile buna bir daha imkan vermeyecek bir sistem arasında gerçekleşmeliydi.

Bu önermeler zinciri, siyaset yapma alanını iktidardan muhalefet içindeki aktörlere çevirdi. Seçimlerin kazanıldığı düşüncesi ve Altılı Masa’nın bir arada kalması gerektiğine dair inanış, bu masadan çıkacak adayın da kolaylıkla başkan olabileceği fikrine kolaylıkla ulaşıyor. Dolayısıyla, başkan olmanın yolu, Cumhur İttifakı’na yönelik bir siyaset geliştirmekten ziyade altı parti liderinin iki dudağı arasına sıkıştırılan süreci yönetmekten geçiyor. Diğer bir ifadeyle, muhalefetin adayı olmanın yolu, zaten Erdoğan’a duyduğu öfkeden dolayı muhalif herhangi bir adaya oy vermeye mecbur olan seçmeni fethetmekten değil, altı aktör arasındaki dengeleri gözetmekle ve bu aktörlerin gönüllü veya gönülsüz onayını almakla mümkün olabiliyor.

Başkanlığa giden yolun bu denli zahmetsiz olması Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlık ihtimalini de güçlendiren şey oldu. Bundan bir sene önce, neredeyse hiçbir muhalif, Kemal Bey’in adaylık ihtimalini inandırıcı görmüyor ve onun anketlerde düşük çıkan oy oranını dert etmiyordu. Ancak Altılı Masa’nın kurulduğu günden bu yana benimsediği felsefe ve seçim kazanma süreci yerine seçimden sonraya odaklanan tavrı bu adaylığın yolunu açtı. Böylece, seçim kazanmak için kişisel karizmasına ihtiyaç duyulan popüler liderler kendiliklerinden sürecin dışına itildiler ve başkan adaylığı için düşünülen ideal kişi seçimi kazanacak ve kendi hükümet programını halka sunacak bir figürden ziyade zaten hazırlanmış bir programı Altılı Masa paydaşları ile uyum içinde uygulayacak Kılıçdaroğlu’nu işaret eder hale geldi. Yani Altılı Masa bütün ruhuyla, etiyle, kemiğiyle İmamoğlu ve Yavaş gibi seçim zaferinde hak iddia edecek, dolayısıyla seçimden sonra başkanlık yetkisini kullanırken Altılı Masa partilerine danışma mecburiyeti hissetmeyecek bir adaydan nefret etti. Bu nefretin antitezi ise Kılıçdaroğlu profilinde bir adayın öne çıkması oldu.

Ne var ki, bu karmaşık mekanizma muhalif kamuoyu tarafından pek anlaşılmadı. Geleneksel muhalefet seçmeni için, 20 yıl süren AKP iktidarı boyunca, ülkenin Erdoğan’dan sonra nasıl idare edileceği pek mesele olmamıştı. Onların asıl ilgilendiği, bir şekilde Erdoğan’ı mağlup etmek ve bu idarenin temsil ettiği kültürden kurtulmaktan başka bir şey değildi. Dolayısıyla ne Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerisi ne de açıklanan ortak hükümet programı ilgilerini çekti. Birçok insan muhalefetin, seçim sürecini yönetebilecek ve kazanma duygusunu kendilerine hediye edebilecek bir adayı karşılarına çıkarmasını bekliyor. Muhalif seçmenin bu ayrıntılara takılmayan ve oy verme konusunda tereddüt etmeyen tavrı da seçkinci siyaset için oldukça iştah kabartıcı oldu. Tabanı ikna etme ve onu memnun edecek siyaset üretme telaşı yerini tamamen masaya odaklanmaya, çeşitli stratejilerle masadan ortak aday çıkarmaya bıraktı. Bu durum ise, seçimin amacını ikinci plana itti ve birçok insan için Kılıçdaroğlu aday gösterildiği anda bitecek bir seçim süreci yaşanmaya başladı.

Bu stratejinin ilk adımı, Altılı Masa’yı olabildiğince halktan ve siyasetten yalıtmak oldu. Medyaya yansıtılan anlatı, altı liderin elini taşın altına soktuğu, hayatta bir araya gelemeyecek siyasi figürlerin büyük fedakârlıklarla, birçok şeyi sineye çekerek risk aldığı şeklinde gerçekleşti. Yani masada altı tane evliya otururken, siyaset konuşmak, herhangi aday veya parti lehine taraftarlık sergilemek oldukça ayıplandı. Altılı Masa’nın toplantı trafiğinde ise, seçimi kazanmakla ile ilgili konulara sıra ancak bir sene sonra gelebildi. Mamafih bütün bunlar yaşanırken, masa dışında, özellikle gerek geleneksel gerekse sosyal medya üzerinden bambaşka bir gündem adım adım inşa edildi. Bu gündemi elbette ki bir gölge gibi toplumun üzerinde yükselttiler. ve beklentileri zaman içerisinde herkesin çok doğal bir durummuş kabul edeceği Kılıçdaroğlu’nun aday olmasıydı. Partilerle aşikâr ilişkileri olan gazetecilerin, parti üst yönetimine yakın siyasetçilerin ve sosyal medya kampanyalarının işaret ettikleri aday hep Kemal Bey oldu. Bununla birlikte, toplumun tartıştığı alternatif adaylar ise sürekli olarak gözden düşürüldü. İmamoğlu’na yapıştırılan “ikinci Erdoğan” yaftası veya Mansur Yavaş’ı aşırı karikatürize ederek, adeta gözü ideolojiden kararmış bir milliyetçi olarak tasvir etmek sistemli bir kampanyanın sonucuydu. Böylece Kılıçdaroğlu’nun sahnede tek başına kaldığı, kamuoyunun bu fikre çeşitli vesilelerle alıştırıldığı ve Altılı Masa’nın adeta kutsallaştırarak hikmetinden sual olunmayacak bir yapıya dönüştürüldüğü yol haritası kusursuz bir biçimde uygulandı. Bütün yollar Kemal Bey’in adaylığına çıkacak şekilde temizlendi. Bu süreçte gerçekleşen hesap edilmemiş gelişmeler de elbette oldu. Ancak onlar da büyük bir azim ve kararlılıkla bastırıldı. 14 Aralık günü Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasi yasak kararının hemen ardından İstanbul’a hareket eden Meral Akşener’in İmamoğlu ile otobüsün üzerine çıkıp büyük bir heyecan dalgası yaratması bu gelişmelerin en önemlisiydi. Saraçhane’den büyük bir coşku yükselirken, Kılıçdaroğlu Almanya’daydı ve masanın diğer liderleri de toplantı veya hastalık gerekçesiyle İstanbul’a gitmemişlerdi. Kamuoyunda Akşener-İmamoğlu birlikteliği karşısında oluşan heyecan, Altılı Masa için İmamoğlu’na verilen siyasi yasak kararından daha sarsıcı oldu. Hızlı bir şekilde altı liderin sahne aldığı bir miting organize edildi ve ilerleyen günlerde de konunun üzerine adeta beton döküldü. Zira halkın sahneye çıkması, muhalefetin popüler desteğinin bir faktör olarak yeniden denkleme eklenmesi Altılı Masa’nın ruhuna tersti.

Altılı Masa’yı siyasetten izole etmek ancak gündemi olabildiğince Kılıçdaroğlu adaylık ihtimali ile boğmak 26 Ocak tarihine kadar devam etti. Zira, seçim tarihinin belli olmasıyla birlikte masa mecburen ortak aday listeleri ve ortak cumhurbaşkanı adayı gibi konuları görüşmek zorunda kaldı. O zamana kadar adayın önemli olmadığı, mühim olanın sistem olduğu yönündeki kanaat yerini bu tarihten itibaren çetin bir rekabete bıraktı. Toplantı bildirgesine, İYİ Parti’nin arzusu ile toplumun beklentilerinin başkan adayı belirleme sürecinde hesaba katılacağı maddesi eklenmesine rağmen toplantıdan hemen sonra kulisler, muteber gazetecilere servis edilmeye devam etti. Öyle ki, 13 Şubat’ta Kılıçdaroğlu’nun aday olarak açıklanacağı bilgisi birçok önemli gazeteci tarafından duyuruldu. Öte yandan, anonim hesaplar Twitter üzerinden aday listelerinde kimin, hangi şehirde, kaçıncı sıradan aday gösterileceğini ve Altılı Masa partilerinin kabinede hangi bakanlıkları alacağını yazmaya başladılar. En nihayetinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun da adayın açıklanma tarihi olarak 13 Şubat’ı göstermesiyle artık abluka stratejisi resmiyet kazandı. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özlale, kendilerinde böyle bir bilginin olmadığını ve Altılı Masa’nın bir noter gibi çalışmayacağını söyleyene kadar tıkır tıkır işleyen bu strateji o andan itibaren biriktirdiği bütün enerjiyle birlikte patlamaya başladı.

Muhalif kamuoyunun oy vermeye mecbur olduğu için adaylık tartışmalarının dışında tutan, Altılı Masa’yı muhalefetin yegâne temsilcisi ve birlikteliğin timsali olarak tanımladığı için İYİ Parti’nin masanın kararlarına karşı çıkamayacağını hesap eden ve toplumda artık bir paradigma, bir norm olarak görülmeye başlanan Kılıçdaroğlu adaylığına karşı çıkan herkesi AKP’lilik, bozgunculuk, muhalefete muhalefet etmek gibi kavramlarla özdeşleştirmeye hazır olan strateji şu günlerde toplumun kucağında patlamış durumda. Aylardır konuyu entelektüel ve akademik düzlemde tartışmaya gayret eden isimleri ekşisözlük başlıklarıyla, YouTube yorumlarıyla ve Twitter trolleriyle yıldırmaya çalışan ve sükûneti sağladığını düşünenler için bu kötü bir haber. Çünkü artık mesele bu nezaketle ve kavramsal düzeyde tartışılmıyor. Halk, anladığı ve anlatabildiği dilden konuşuyor ve Kılıçdaroğlu adaylığını yüksek perdeden, kazanma-kaybetme ekseninde sorguluyor.

Kılıçdaroğlu’nu aday yapmak isteyen fikrin sahipleri muhtemelen bu sorunun üstesinden pazarlık ile gelebileceklerini düşünüyorlar. Çünkü onların dünyasında, pazarlık ederek ilerlemek ve her aktörü ona olası iktidardan pay vererek ikna etmek gayet mümkün. Muhtemelen, Altılı Masa’nın oy oranı düşük partilerini kabinede koltuk, karar alma süreçlerinde yetki ve aday listelerinden ayrılacak kontenjan ile Meclis’te sandalye vererek ikna ettiklerini düşünüyorlar HDP’nin aday çıkarma hamlesinin, kapalı kapılar ardında Kürtlere verilecek bazı sözlerle aşılacağını, İmamoğlu sorununun ise ona gelecekte CHP genel başkanlığı ve cumhurbaşkanı yardımcılığı verilerek çözüleceğini hesap ediyorlar. Dolayısıyla, onlara göre Akşener’in çekimser ve mesafeli tavrının sebebi de mutlaka pazarlıkta el yükseltmek olmalı. Halbuki ne HDP’nin ne de Akşener’in asıl dertleri pazarlık masasından daha fazlasıyla ayrılmak değil. Çünkü pazarlık meselesi, aslında seçimin kesinlikle kazanıldığına dair bir inanç besleyenler ile seçimin kaybedilmesi durumunda çok da fazla bir şey kaybetmeyecek olan aktörlerin meyledeceği bir seçenek. Halbuki bu aktörler, Kılıçdaroğlu ile seçimlerin kazanılmasının riskli olduğunu düşünüyor ve yaşanacak bir kayıptan en çok kendilerinin etkileneceğini biliyor. O yüzden, kaybetme ihtimali olan bir adaydan daha fazla koltuk kapmaktansa kazanacak bir aday ile daha azını almaya razı olabilirler. 

Ablukaya, kulise ve pazarlığa dayanan Kılıçdaroğlu adaylık stratejisi çöküyor. Kemal Bey’in aday olması ve seçimleri kazanma şansı bir sene önce çok daha fazlaydı. Tek yapması gereken Millet İttifakı’ndaki paydaşı Akşener ile konuyu görüşmek, belediye başkanları ile müzakere edip onları başkan olma niyetine ortak etmek, adaylığını onaylatmak için kendi siyasi söylemini eğip bükmesini bile talep etme cüretini gösteren karmaşık siyasi ittifak mekanizmalarına başvurmamak ve adeta sırtında barkod ile gezen yeteneksiz PR’cılardan uzak durmaktı. Bunların tam tersi yapıldı. Gelinen noktada geriye, adaylık ihtimalini gerçek yapmak için kurulmuş ancak muhtemelen tıkanacak bir Altılı Masa, birçok kişiye verilmiş ve tutulması zor sözler ve sosyal medya üzerinden birbirine bağıran gençler kaldı.

Yine de enseyi karartmamak lazım. Bu tip düğümleri çözmeyi başarmış bir Kılıçdaroğlu’na geçmişte tanık olduk. Önceliği AKP’yi mağlup etmek ve seçimleri kazanmak ise bir anda bütün bu olumsuz atmosferi tersine çevirebilir. Bu tip kriz durumlarında kavga etmeyi seven tiplerin liderlerin yanında savaş naraları atmaya hazır beklediğini Erdoğan tecrübesi bize öğretmişti. Kemal Bey’in de etrafında muhtemelen böyle insanlar artıyordur. Ne var ki, bu tip insanların seçim gecesi için geliştirebilecekleri tek strateji mağlubiyetten dolayı kimi sorumlu tutacaklarını ve başarısızlığı kimin üzerine yıkacaklarını düşünmekten ibaret olacaktır. Halbuki, birilerinin çıkıp Kemal Bey’e moralsiz, bölünmüş ve birbiriyle kavga eden muhalefetin mağlubiyetten başka yaratacağı bir sonucun olmadığını söylemesi gerekiyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.