Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Demokrasiyi Nevzat Tandoğan gibi müjdelemek

Birçok insan için Nevzat Tandoğan, tek parti döneminin seçkinci ve dayatmacı anlayışının sembol ismidir. Muhafazakâ-sağ siyasetin, cehape zihniyeti derken aslında halkın zihninde uyandırmaya çalıştığı imge bence bizzat Tandoğan’a aittir. Zira, halkın kamusal alanda kendisini sürekli rahatsız ve denetim altında hissetmesi, öz yurdunda garip öz vatanında parya duygusuyla yaşaması bu zihniyetin ürünüdür. Tandoğan için vatandaş, haklarıyla değil sadece sorumluluklarıyla tanımlanır. Görevi çağırıldığında askere gitmek, tarla sürmek ve kurallara koşulsuz itaat etmektir. Onların hayatlarını iyileştirecek her düzenleme zaten devleti yöneten akıllı, becerikli ve uzak görüşlü kişiler tarafından yapılacaktır. Dolayısıyla, halktan gelen bir talep her hangi bir iyileşme getirmeyi amaçlayamaz, sadece kısıtlı zekalarıyla duygusallığa kapılmış bir kitlenin manipülasyona açık hale gelmesine sebep olur. Tandoğan’ın temsil ettiği görüş aslında ülkemize özgü değildir. Demokrasi ile modernleşme ilişkisini inceleyen Huntington, Lipset ve Shils gibi birçok siyaset bilimci, kalkınma sürecini tamamlayamamış ülkelerin demokratikleşme sürecini başarıyla sonuçlandıramayabileceğini iddia etmişlerdir. Halkın yeteri kadar refaha ulaşmadığı, şehirleşmediği ve eğitim alamadığı toplumlar marjinal ideolojiler için bulunmaz fırsattır ve demokratik haklar bir süre sonra kendi kendisini imha eden bir patikaya girer. Bunu önlemek için, siyasal özgürlüklerin kısıtlandığı, ekonomik kalkınma stratejisinin seçkin bir sınıf tarafından planlandığı ve sistemin marjinal politik akımlardan korunduğu bir yol haritası önerilmiştir. Özellikle 90’lı yıllarda, adını sıkça duyduğumuz “vesayetçi demokrasi” kavramı doğrudan bu durumu tarif eder.

Şüphesiz ki Tandoğan, bu anlayışın en uç ve en karikatürleştirilmiş örneğidir. Türk sağının önemli demagoglarından Osman Yüksel Serdengeçti, 1944 Olayları sırasında tutuklandığını ve Tandoğan’ın kendisine: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizmle ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi askere çağırdığımızda askere gelmek.” dediğini iddia etmiştir. Yıllarca, Türk sağının popülist akımları, modern devlet ve cumhuriyet ilkelerini bu kaba seçkincilik ile özdeşleştirerek, unutulmuş kitlelerin sesi olmaya ve küçümsenen, hor görülen halkı siyaset sahnesinde temsil etmeye soyunmuşlardır.

Bu gayret, Erdoğan ile zirveye ulaştı. Zira, 2002 senesinde başlayan AKP iktidarının aslında sivilleşme ve demokratikleşme söylemini halka anlatırken kullandığı karşıtlık hep mağdur edilmiş Anadolu halkı ile imtiyazlı beyaz Türk ekseninde kurgulandı. Erdoğan, halkın bizzat ta kendisiydi ve elitlere karşı mücadele ediyordu. Bu mücadele, bürokratik kurumların, üniversitelerin, medya organlarının ve ordunun tamamen AKP kontrolüne geçmesine ve kurumsal kapasitelerini kaybetmelerine sebep oldu. Erdoğan, halk adına halk için halkla beraber 20 yıllık bir yıkım sürecini başlattı.

Erdoğan’ın seçkinciliğin karşısına koyduğu popülizm elbette çok tepki çekiyor ve muhalefet partileri ülkeyi bu hamasi siyaset tarzından kurtarmayı hedefliyor. Ne var ki, Mayıs ayında yapılacak seçimler öncesi, Tandoğan-Erdoğan eksenine sıkışan tartışmayı bitirecek bir öneri ile ortaya çıkmayı henüz başaramadılar. Halbuki yerel seçimlerden önce, CHP ve İyi Parti, süreci gayet pragmatik yönetmiş ve Erdoğan’ın kurduğu dışlayıcı ve kutuplaştırıcı dili savuşturarak halka ulaşmayı başarmıştı. Bu başarıda şüphesiz başkan adaylarının kişilikleri de çok önemli bir rol oynamıştı ve onların siyasi enerjileri sayesinde Millet İttifakı, çekirdek seçmeninin ötesine geçerek Kürt ve muhafazakâr seçmeni cezbedebilmişti. Bu siyaset yaparak oldu. Yani Erdoğan’ın halkı temsil etme iddiası aslında halkın gerçek gündeminin daha farklı olduğu ifşa edilerek çürütüldü. Benzer şekilde, Erdoğan’ın kurduğu kimliksel karşıtlıklar başkan adaylarının topluma verdiği güven sinyalleri ve meseleleri teknik düzeye taşımaları sayesinde çözüldü. AKP ve MHP, süreç boyunca muhaliflerin terörist, azgın seküler ve beka tehdidi olduğunu sayıklarken, Millet İttifakı adayları, israfa karşı tavizsiz, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan ve kapsayıcı bir söylem ile ipi göğüsledi. Kalabalık mitingler ile gövde gösterisi yapan bir İmamoğlu görmedik mesela. Bunun yerine, sabah akşam çarşı pazar gezdi ve insanlara dokundu. CHP ve İyi Parti örgütlerinin seçim güvenliğini de ciddiye almaları beraberinde başarıyı getirdi. Seçim akşamları Twitter’da Aziz Nesin sözleri paylaşmaya ve daha gece yarısı olmadan mutsuz şekilde yatağa gitmeye alışkın olan birçok muhalif için bu aslında önemli bir andı. Mutluydular ve sorunun halkta olmadığı, oy alma işi ciddiye alındığında, doğru aday çıkartıldığında, seçim kampanyası üzerinde titiz çalışıldığında ve sandıklara sahip çıkıldığında kazanabileceklerini gördüler. Yani bütün bu elitizm-popülizm tartışmalarının arkasında başka bir düzlem vardı. Siyaset yapma, halkla temas etme ve onların temsilini becerme işinin aslında bütün tartışmaların ötesinde  ayrı bir alan olduğu ortaya çıktı.

Böylece, Erdoğan’ın başarısının da aslında sadece popülist söyleminden ibaret olmadığını keşfetmenin kapısı aralanmış oluyor. Erdoğan, adil olmayan ve sürekli kendisinin kazanacağı bir sahne kurgulayıp seçimlere bu şekilde gitmek, fakat en nihayetinde milli iradenin onayıyla başkanlık koltuğunda oturmak isteyen birisi. Bunu yapmaya aslında mecbur çünkü her otokrasi gibi Türkiye de aslında Marquez’in ifadesiyle bir kartel ittifakı. Yani bugünkü iktidar koalisyonunda, askeri endüstriyel kompleksten tarikatlara, milliyetçi gruplardan mafyaya, turizm ve inşaat lobisinden medyadaki aparatçiklere kadar birçok aktör bu ittifakın bir parçası. Ve Erdoğan’ın bu aktörlere hiyerarşik olarak hükmedebilmesinin tek yolu aldığı toplumsal destek. Bu sayede, ittifak içi rekabette ayakta kalabiliyor ve kendisini ayrıştırabiliyor. Dolayısıyla, Demirtaş’ın hapiste olması, İmamoğlu’na siyasi yasak getirilmesi, coşkulu mitingler yapmak veya dış politikada yüksek sesle meydan okumalara girişmek aslında Erdoğan’ın seçim stratejisinin bir parçası ve birbirinden farklı olmayan yöntemler. Yarı hukuki yarı siyasi enstrümanları kullanarak, adil rekabet ilkelerini de pek umursamayarak ilerlese de Erdoğan seçimleri kazanmaya ve sandıktan galip çıkmaya çalışıyor. Kısacası Erdoğan, seçim kazanma işini ciddiye alıyor. Bütün zamanını ve enerjisini bu iş için harcıyor hatta. (Birçok sosyal medya kullanıcısının, muhtarları Beştepe’ye topladığı zaman Erdoğan ile dalga geçtiğini hatırlıyorum. Halbuki bu etkili bir seçim çalışmasıydı onun için.)

Ne var ki Altılı Masa, popülizm ile siyaset yapma becerisi arasındaki farkın ayırdına varmadan ilerliyor. Bunun sebebi aslında DEVA ve Gelecek partilerine yakın kalemlerin, seçimlerin halihazırda kazanıldığına dair argümanları ve siyasi partilere, seçim gününe kadar masayı dağıtmamak dışında bir görev biçmemeleri. Bu anlayış, masa içinde oy oranı fazla ve az partiler arasındaki ayrımı ortadan kaldırıyor. Böylece bu kesimlerin destekledikleri partiler yüzde 1 civarındaki oy oranlarıyla masanın, yani muhalefetin eşit paydaşları haline geliyorlar. Onların etkilerinden duyulan rahatsızlık ise hızlı bir şekilde masaya, yani muhalefete ihanet olarak yaftalanabiliyor. Bununla birlikte, seçimler zaten cepte olduğu için, kazanmak için siyasi becerileri yüksek bir adaya, yani Ekrem İmamoğlu gibi bir isme ihtiyaç kalmıyor. Bu durum ise, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını arzu edenleri ziyadesiyle mutlu ediyor. Birçok siyaset bilimcinin şaşkınlıkla izlediği Altılı Masa mekanizmasının, seçimleri kazanma adına hiçbir efor sarfetmemesi, ortaya hiçbir somut proje koyamaması ve sürekli olarak sanki seçim kazanılmışçasına anayasa önerisi, kabine dağılımı ve hükümet programı gibi konulara odaklanması hep bu argümana dayanıyor.

Nevzat Tandoğan, intihar ettiği 1946’ya kadar 17 yıl boyunca Ankara Valisi olarak görev yaptı.

Seçimleri kazanmak için halka ihtiyaç duymamak, dolayısıyla halk ile temas etme yeteneği yüksek bir aday ile devam etmemek, hatta partilerin oy oranlarını önemsiz bulmak Altılı Masa’yı kaçınılmaz olarak ultra seçkinci bir mekanizmaya dönüştürdü. Muhaliflerin, Erdoğan’a karşı duyduğu öfke, onları tıpış tıpış oy vermeye mecbur eden bir Anadolulu’ya çevirirken, Altılı Masa “Milliyetçilik lazımsa biz yaparız, komünizm icap ederse biz getiririz” diyen Nevzat Tandoğan’ı andırıyor. Her hangi bir muhalif ses duyulduğunda ise hemen beton Kemalist, azgın seküler, faşist gibi tanımlamalar sandıktan çıkartılıyor ve bu sesler kamusal alanda yıldırılmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Altılı Masa’nın lideri olarak görülen Kılıçdaroğlu ise, yılların seküler Beyaz Türklerini yola getiren, onları dönüştüren lider olarak elbette ki selamlanıyor. Böylece, Tandoğan’ın Ankara’sı gibi steril bir muhalif kamuoyu, bu kamuoyuna kimi seçmesi gerektiğini söyleyen de mutlak bir aklı temsilen Altılı Masa sahnede yalnız kalıyor.

Bu senaryonun, Erdoğan’ın siyasi başarısının kerametini kendi fikirlerinde gören ancak partiden uzaklaştırıldıktan sonra Erdoğan’ın yine de seçim kazanması karşısında hiçbir açıklaması olmayan aydın kesiminden gelmesi kadar, muhalif liderler tarafından da hevesle kabullenilmesi gerçekten çok ilginç. Popülizm ile siyaset yapma yeteneğini birbirinden ayırt etmemek, Ekrem İmamoğlu’nu ikinci Erdoğan olarak görmeyi beraberinde getirirken, siyaset yapmayı, halkla temas etmeyi, halkı temsil etmeyi tiksindirici, mide bulandırıcı ve ülkenin beklediği kusursuz devrimi engelleyecek bir eylem olarak görüyor. Bu sebeple, Altılı Masa partileri, siyasi faaliyetlerde bulunmak yerine, bütün enerjilerini Çukurambar ve Mustafa Kemal mahallelerinde istişare toplantıları yapmaya harcıyor, siyaseti halka değil birbirlerine karşı yapıyorlar. Özellikle masada oturan dört partinin oy oranı, masaya oturduktan sonra geçen bir yıl içinde dramatik şekilde düşmüş durumda. İronik şekilde, bu partilerin üyeleri ve sempatizanları, partilerini tüketen bu sürecin en ateşli savunucuları. Bugün anketlerde “diğer” kategorisinin içerdiği oy oranının yarıdan fazlası sokak sokak siyaset yapan Yeniden Refah, Zafer ve Memleket partilerine ait. Yani masadaki dört parti diğer kategorisinde bile azınlığa düşmüş durumda. Hiç kimse, partilerin oyu düşerken veya oylarını arttıramazken bu seçimin nasıl kazanılacağını sormuyor çünkü kazanılmış bir seçim var zaten; yeter ki bir arada kalınsın.

Tandoğan’lık aslında bir iktidar ve rekabet meselesi. Eğer rekabet edeceğiniz bir aktör yoksa, halk ile talimat vererek irtibat kurmayı tercih edersiniz. Bu siyasetin doğasında var olan bir şey. Tandoğan zihniyetiyle özdeşleştirilen CHP’yi, yıllar içinde siyaset yapan, halka ulaşan ve onları temsil eden bir yapıya dönüştüren şey tam olarak bu rekabet olgusudur. Yeni Tandoğan’ların ortaya çıkmamasının tek garantisi ise, aylarca tartışıldıktan sonra üzerinde uzlaşılan pdf dosyaları değil bizzat siyasi rekabetin kendisidir. Demokrasi, tasarlanarak değil tecrübe edilerek olgunlaşır.  Yani siyaseti küçümseyerek, oy kazanma sürecini önemsizleştirerek bir demokrasiye ulaşamazsınız. Bu yüzden, demokrasi açısından çanlar rekabet ortamı ortadan kalktığı anda çalmaya başlar. Muhalefette yaşanan krizin sebebi de aslında bu. Kötü giden ekonomiden bunalmış insanların başka bir alternatiflerinin olmadığı düşüncesi Altılı Masa’yı rıza üreterek değil, talimat ile ilişki kurma rahatlığına itiyor. Burada muhalefet için asıl sorun, Tandoğan’ın elinde halihazırda bir iktidar olması ve onaylanmak için halk desteğine hiç ihtiyacının olmamasıydı. Oysa Altılı Masa için durum böyle değil. Ne siyaset öldü, ne de halkın siyaset kurumuna duyduğu ihtiyaç. Bir kurtarıcı gibi gökten inen altı lider yerine, dokunabildikleri ve tesir edebildikleri bir alternatif buldukları an ortada ne güdülecek Anadolulu ne de Tandoğan kalacak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.