Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Her yüzleşme yıkıcıdır ve yıkılmadan yeniden yapılmaz

Geçtiğimiz hafta Afyon’da yaptığı konuşmasında Meral Akşener partililere seslendi ve seçim mağlubiyetinden dolayı özür diledi. Altılı Masa liderleri arasında ilk defa bir siyasi parti lideri geç de olsa böyle bir tutum takındı. Bu önemli çünkü kurumsal muhalefet halkla olan ilişkisini kaybetmek üzere. Elitlerin sorumluluk alarak belirlediği başkan adayı kazanmak için bütün şartların müsait olduğu bu seçimi kaybetti. Ve bu mağlubiyetin sorumluluğunu kimse üstlenmek istemiyor. Dolayısıyla Akşener’in dilediği özür en azından kendi parti tabanında olumlu karşılanabilir ve onları yeniden siyasete motive edebilir. Elbette bu özürün bir anlam ifade edebilmesi için, üzüntü gibi bir duygunun yanı sıra özeleştiri gibi içinde rasyonel bir hesaplaşmayı barındırması gerekiyor. Gerekiyor ki, kurumsal muhalefet başkanlık seçimlerinde yaptığı hataları bir daha yapmasın.

Bu özeleştiriyi ne CHP’de ne de 4 küçük partide görebiliyoruz. Kılıçdaroğlu (ve onun müritleri) için, doğru olan bir adaylık süreci işletildi ancak evrendeki birçok gelişme başarısızlıkta etkili oldu. Yani Kılıçdaroğlu ve onun adaylık süreci sorgulanamaz, dokunulamaz kabul edildiği için seçim mağlubiyetinin sorumlusu bunların dışındaki her şey olabilir. Köylerde çekmeyen televizyon kanalları, Akşener’in masadan kalkması, seçim sürecinde çalışmayan İYİ Parti teşkilatları, muhafazakarların ulusalcılıktan korkmaları ve en sonunda bizzat toplumun ta kendisi bu yenilginin müsebbibi olarak gösterilebilir. Öte yandan 4 küçük parti ise, seçim mağlubiyetinde hiçbir payları yokmuş gibi davranmaya devam ediyor ve televizyon ekranlarında CHP’yi dolandırmadıklarını izah etmeye çalışıyorlar.

Bu noktada Akşener’in özrü büyük önem kazanıyor. Biz onun, Kılıçdaroğlu adaylık süreci hakkında ne düşündüğünü aslında gayet iyi biliyoruz. 3 Mart’ta yaptığı konuşma son derece gerçek ve kendisinin süreci nasıl okuduğunu eksiksiz yansıtan bir konuşmaydı. Akşener, Kılıçdaroğlu ile seçimlerin kazanılamayacağından emindi çünkü bu adaylığa onay vermesi durumunda İYİ Parti, ulaşabileceği potansiyel seçmene ulaşamıyordu. Hem yapılan araştırmalar hem de Akşener’in son 3 yıldır neredeyse bütün Anadolu şehirlerinde yaptığı temaslardan çıkardığı sonuç buydu. Öte yandan Akşener, Altılı Masa’nın da Kılıçdaroğlu adaylığı için tertip edilmiş bir tiyatro olduğunun farkındaydı. Bu mekanizmanın noter masası olmadığını söyleme ihtiyacı boş yere ortaya çıkmamıştı. Bununla birlikte, CHP’nin medya, sosyal medya ve anketçiler üzerinden yürüttüğü operasyonu da biliyordu. Akşener, aday ismini açıklamayı son dakikaya bırakan ve gürültü patırtı ile Kılıçdaroğlu adaylığını kabul ettirmeyi amaçlayan stratejiyi ise çocukça ve anlamsız buluyordu. Akşener bütün bu tezgahı, siyasi gücü ve müzakere yeteneği ile bozacağını ve günün sonunda Kılıçdaroğlu’nu ikna edebileceğini düşünüyordu. Zira Akşener’e yaptığı Anadolu ziyaretlerinde Kılıçdaroğlu’nu istemediğini söyleyen halk, aynı zamanda ittifakı da bozmaması gerektiğini söylüyordu. Böylece, masada kalmaya ve olabildiğince parti oyunu yükseltmeye çalışarak Kılıçdaroğlu’na karşı elini güçlü tutmaya çalıştı. Karar anı geldiğinde gereği yapılacak ve ittifak bozulmadan İmamoğlu ve Yavaş aday olarak çıkartılabilecekti. Ne var ki, ittifakı bozmadan veya bozma ihtimalini masada tutmadan Kılıçdaroğlu’nu ikna etmek ve çekilmeye zorlamak pek mümkün değildi. Üstelik Akşener, farkında olarak veya olmayarak, attığı bazı adımlarla Kılıçdaroğlu adaylığının güçlenmesine sebep oldu. 

Bunlardan birincisi, 2021 senesinin eylül ayında, daha ortalarda Altılı Masa bile yokken, yaptığı cumhurbaşkanlığından çekilme açıklamasıydı. Akşener, adaylıktan çekilmekle kalmadı aynı zamanda asıl hedefinin başbakanlık olduğunu söyledi. Böylece, icracı bir kurum olarak tanımladığı başbakanlığı kendisine hedef olarak belirlerken cumhurbaşkanlığı makamını ise sembolik bir protokol makamı olarak tanımladı. Bu tanımlama, Kemal Kılıçdaroğlu’nun çizdiği hırslarından arınmış ve yönetme arzusunu tiksindirici bulan siyasetçi portresi için bulunmaz fırsattı. Eğer cumhurbaşkanlığı makamını Akşener iddiasız hale getiriyorsa, bu pozisyona en uygun siyasetçi de iddiasız tarzıyla elbette Kılıçdaroğlu olacaktı. Halbuki Akşener bu kararı üzerinde yoğunlaşmaya başlayan HDP baskısını savuşturmak için almıştı. Cumhurbaşkanı adaylığını havada tutmanın kendisini HDP ile aynı masada buluşmaya iteceğinden korkuyor, diğer adayların HDP ile girebileceği orantısız samimiyeti kendisinin gösteremeyeceğini biliyordu. Daha da kötüsü, adaylığı kesinleşinceye kadar bu konuda taviz vermesi talep edilecekti. Bunu yapmak istemedi ancak bunu sırıtmadan yapabilecek bir adayın da var olduğunu biliyordu. Adaylıktan çekilirken aslında İmamoğlu’nun önünü açtığını düşünüyor ve benzer bir adımı da Kılıçdaroğlu’ndan bekliyordu. Ama Kılıçdaroğlu bu adımı atmadı ve Akşener’in başbakanlık arzusunu kendi iddiasız kişiliğinin onaylanması olarak okuyarak iddiasını sürdürdü.

İkincisi, Akşener’in parlamenter sisteme dönüş meselesini bir takıntı şeklinde gündemde tutması oldu. Başkanlık sistemini bütün sorunların sebebi olarak görmesi, ülkedeki kötü yönetimin Erdoğan’ın şahsi beceriksizliğinden bağımsız olduğunu iddia ediyordu. Yani yapısal bir bozukluk vardı ve Erdoğan’ın yerinde kim olursa olsun benzer bir yönetim performansı sergileyecekti. Bu argüman Akşener’i Altılı Masa’ya itti ve bu masanın lideri önemsizleştiren, sistemi öne çıkaran diline mahkum oldu. Neticede sistem devam ettiği sürece, kim olursa olsun yeni bir Erdoğan olacaktı. O halde, Altılı Masa yeni bir sistem kurmalı ve başkan adayı da, yönetme kapasitesi yüksek, karizmatik bir figür değil yeni kurulacak sistemi koordinasyon içinde yürütecek ve sistemle çatışmayacak bir isim olmalıydı. Akşener’in güçlendirilmiş parlamenter sistem vurgusu, bir süre sonra elini kolunu bağlayan bir prangaya dönüştü ve desteklediği İmamoğlu adaylığını sadece “kazanacak aday” mantığıyla savunmaya çalıştı. 

Akşener’in son büyük hatası ise 6 Mart günü masaya dönmesiydi. 3 Mart günü yaptığı çıkış, sol ve seküler muhalifler tarafından tepkiyle karşılansa da ve aleni şekilde CHP genel merkezi tarafından yönetilen bir medya kampanyasının hedefi olsa da aslında sağ seçmen bu tavırdan rahatsız olmamıştı ve İYİ Parti’nin bir omurga göstermesinden memnundu. Sosyal medyada sanılanın aksine, 4-5 Mart tarihlerinde yapılan araştırmalar İYİ Parti’de dramatik bir düşüşe işaret etmiyordu. Ortada kurgusal bir baskı vardı ve ülke genelini değil dar bir yankı odasını temsil ediyordu. Akşener masadan kalktığı zaman, bir noktada Kılıçdaroğlu’nun da masadan ayrılacağını ve baş başa müzakere ederek konuyu netleştireceklerini hesap ediyordu. Bu aşamada, Altılı Masa’nın laf salataları değil kanlı canlı gerçek siyaset konuşulacaktı. Yani kısa zamanda masaya dönmeyi düşünmüyordu ve Kılıçdaroğlu’nu müzakere masasına çekmeyi planlamıştı muhtemelen. Ne var ki, İYİ Parti bu süreçte içeriden çözüldü. 

İYİ Parti hakkında ezbere yapılan bir yorum vardır ve milliyetçiler ile merkez sağcılar arasında bir gerilim olduğunu söyler. Bu son derece yüzeysel bir okumadır. Ancak bu gerçek sanılır. Öyle ki, anket dünyasının duayen isimlerinden birisi 3 Mart günü, Bilge Yılmaz’a telefon etmiş ve Akşener’in masayı terk etmesi üzerine istifa etmeyi düşünüp düşünmediğini sormuştu. Adamcağız, masaya dönme kararına en sert muhalefetin Bilge Yılmaz’dan geldiğini düşünmemişti çünkü bu ezbere okumanın izinden gidiyordu. Zira, İYİ Parti ideolojik bir çatışma yaşamıyordu. Merkez sağcı olarak bilinen bazı isimler aslında sıradan kariyerist ve oportünist politikacılardı. Sosyal medya tepkisinden ürkmüşlerdi ve milletvekili seçilememe paniğine kapılmışlardı. Bu yüzden eldeki en garanti seçenek olan CHP’nin güvenli kanatları altına girmeyi tercih ettiler. Öte yandan, partideki bazı milliyetçi isimler ise özellikle CHP logolu belediyeler ile yakın ilişkilere sahipti. Kılıçdaroğlu, bu süreçte belediye başkanları üzerindeki yetkisini ziyadesiyle kullandı ve belediye kaynaklarına bağımlı olan İYİ Partili isimler muhtemelen bu kaynaklardan mahrum olma tehdidiyle karşı karşıya kaldılar. Ve pes ettiler. Yani Kılıçdaroğlu hem merkez sağcıların hem de milliyetçilerin önemli bir bölümünü manipüle etmeyi başardı ve Akşener’i hamle yapamaz hale getirdi. 6 Mart’ta masaya geri dönerek ve 7 cumhurbaşkanı yardımcılığı gibi gülünç bir modeli kabul ederek Akşener, Kılıçdaroğlu adaylığı önündeki son engeli de temizlemiş oldu. Böylece hem İYİ Parti oyu potansiyelinin çok uzağına düştü hem de kazanması mümkün olmayan bir adaylık gemisine binildi.

Bu major hataların yanı sıra, İYİ Parti’nin kendisine yönelik medya operasyonlarına cevap vermekten aciz olması ve Akşener’in hem linç yememek hem de ittifakı bozmamak için imalı bir dil kullanarak sadece elitlerin anlayacağı bir iletişim stratejisi tercih etmesi, yani toplumu 3 Mart’ta yapacağı hamleye hazırlayamaması da eklenebilir. 3-6 Mart arası yaşanan kurumsal çöküşün düzeldiğine dair ise çok az emare var. Yeni dönemde İYİ Parti, gençlerden, kadınlardan ve uzmanlık sahibi kişilerden oluşan bir meclis kadrosuna sahip değil. Milletvekillerinin yaş ortalaması 55 üstü, çoğunluğu erkek ve iş insanı. Üstelik parti, içindeki kadroların kişisel çıkar ağlarını muhafaza etmek ile kendi siyasi potansiyeline ulaşabileceği cesur adımları atma arasında sürekli bocalayan bir görüntü çiziyor. Akşener özeleştiri yapmaktan kaçan bir lider hiç olmadı ancak yapacağı özeleştirinin ciddi bir maliyeti var. Zira bu özeleştiri, İYİ Parti’yi daha cesur adımlar atmaya itecektir. Ne var ki parti şu haliyle bu adımları atabilecek mecale ve kadrolara sahip görünmüyor. Yeni bir 3-6 Mart süreci yaşamamak için bu yüzleşmeden kaçmak, çok fazla beyanat vermemek ve olabildiğince muğlak konuşmak gibi bir yol seçmiş görünüyorlar. Ne var ki, kaybedilen her gün, daha fazla seçmeni sandıktan ve siyasetten soğutuyor. Bu ise sadece İYİ Parti için değil aynı zamanda kurumsal muhalefet için iyi şeyler söylemiyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.