Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: CHP içi bir hizip olarak Akşener

Cumhuriyet Halk Partisi’nin hiziplerle dolu bir parti olduğu söylenir. Bu bence çok haksız bir suçlama çünkü genel itibariyle bütün siyasi partilerde benzer çekişmeler vardır. Çıkar grupları veya ideolojik fraksiyonlar arası rekabet bu işin doğasında vardır. Yani hiziplerin olması bir partiyi ayırt edici bir özellik değildir. Ancak CHP’nin diğer sağ partilerden farkı, bu tip çekişmeleri kamuoyu önünde ve medeni bir tartışmaya dönüştürme becerisidir. İfade hürriyeti, parti içi farklı grupları bir arada tutan olumlu bir kavram olarak görülür. Sağ partilerde durum böyle değildir. Daha çok kol kırılır ve yen içinde kalır. Bir kriz patlayana kadar dışarıya çok az bilgi sızar, çok az insan konuşur. Bu yüzden CHP için parti içindeki farklılıkları idare etmek bir sanat halini almıştır. Zira sergilenen oyun hem halkın gözü önünde oynanır hem de sert bir rekabet içerir. Bir Cumhuriyet Halk Partili’ye sırf parti içi kulisleri takip edebilme ve değişen güç ilişkilerini sezebilme yeteneğinden ötürü saygı duyarım. Üstelik, süregiden rekabet olduğu gibi dışarıya yansıdığı için halkın gözünde estetik vasfını da yitirmemesi gerekir ki bu da ayrı bir marifet gerektirir.

Tayyip Erdoğan’ın aday olduğu her seçim ülke tarihi için kritik bir seçimdi. Yirmi yıllık hikayede böyle çok seçim yaşadık ve bu silsile bir noktada kırılabilseydi bir sonraki seçim o kadar da kritik olmayacaktı. Bunu başaramadık. Ama Erdoğan’ın kurduğu sistemin artık dökülmeye başlaması ve halkın gündelik yaşamını, refahını, huzurunu ve güvenliğini doğrudan tehdit eder hale gelmesi muhalifler için bir umut yaratıyor. Önümüzde kazanılabilecek bir seçim var.

Bu ihtimal parçalı halde duran muhalif grupları da elbette ki heyecanlandırdı. Kurumsal muhalefet, kazanma ihtimalini gerçeğe dönüştürmek için bir araya geldi ve bu hamleyi seçimlerden bir buçuk sene önce yaptı. 2018 ve 2019 yılındaki Millet İttifakı modelinden farklı olarak Altılı Masa, seçimi kazanmak için bir araya gelmiş müstakil partilerden ziyade, seçimden sonra da ülkeyi yönetme iddiasına sahip bir hükümet koalisyonu olarak kendini tanımladı. İlk başta sadece parlamenter sisteme geçiş sürecinde mutabık kalmak için bir araya gelen altı parti, zaman içinde başkan adayını belirleme ve geçiş sürecinde ülkeyi yönetme ve ortak program oluşturma işlerini de üzerlerine aldı. Böylece, partilerin kendilerini farklılaştırdıkları hiçbir alan  kalmadı ve Altılı Masa, adeta kendi başına bir siyasi parti olarak ortaya çıktı. Ben dahil birçok siyasetbilimcinin sorguladığı bu mekanizma, partileri oy oranlarına bakmasızın eşitleyen ve bütün kararların seçimden önce ve sonra müştereken alınması gerektiğini iddia ediyordu. Bu iddia, masada oturan altı siyasi parti liderini dünyevi hırslarından arınmış azizler, dervişler hatta peygamberler olarak tanımlayan bir ön kabule dayanıyordu.

Aslında durum elbette ki böyle değildi. Yüzde 25 oy alan CHP’nin kendisini 0,1 oy alan Demokrat Parti ile eşitlemesinin ve oy oranları düşük partiler ile karar alma süreçlerinde eşit ağırlığa sahip olmayı kabul etmesinin şüphesiz siyasi bir mantığı vardı. Masa sayesinde, yüzde 25’lik bir dilimin lideri olan Kemal Kılıçdaroğlu artık bütün muhalefeti temsil eden Altılı Masa’nın da lideri olmayı amaçladı. Böylece tek kurşun atmadan birdenbire etki sahasını genişletmeyi ve CHP’nin aldığı kararların muhalefetin ortak kararı olarak kabul edilmesini umdu. Yani yüzde 25 oy oranı ile, Erdoğan’a kesinlikle oy vermeyeceğini söyleyen yüzde 55’in kaderini tayin etme hakkını CHP Genel Merkezi’ne nakletmeyi amaçladı. Altılı Masa’ya zaman içinde atfedilen kutsiyet, masayı bozmanın halk tarafında  affedilmeyecek bir günah olduğunun vurgulanması ve masaya yönelik her eleştiriyi alel acele bastırmaya çalışmanın sebebi de buydu. CHP için Altılı Masa’nın anlamı buydu. Oy oranı düşük partiler ise, Meclis’te temsil edilebilmek ve seçimlerden sonra kabinede olabilmek için masada oturmanın ve CHP liderliğine bağlı kalmanın yeterli olduğunu kavradılar. Böylece, Altılı Masa beş partinin bir tarafta, İYİ Parti’nin ise diğer tarafta kaldığı bir bölünmüşlük içinde hareket etti. Bu bölünmüşlük elbette ki, parlamenter sisteme geçiş için yapılan anayasa önerisinde veya ortak hükümet programında kendisini ortaya koymadı. Zira, herkes başkanlık sistemi içinde olduğumuzun farkında ve bu metinlerin, hatta Altılı Masa’da konuşulan her hangi bir meselenin bir anlam ifade etmesi için, yeni seçilecek başkanın bunları kabul etmesi gerektiğini biliyor. Dolayısıyla asıl ayrışma, beklendiği gibi başkan adayının kim olacağı konusunda yaşanıyor.

Yazının başında bahsettiğim hizipçilik meselesi de tam olarak bu noktada ortaya çıkıyor çünkü artık muhalefet koca bir CHP’ye dönmüş durumda. En azından, Altılı Masa’yı kendi egemenlik sahası olarak gören ve bu masanın Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile sonlanacak bir mukadderatı temsil ettiğini tartışmayı bile zul görenler için bu böyle. Dolayısıyla, Akşener’in, İYİ Partililer’in ve bağımsız birçok akademisyen ve entelektüelin bu konudaki itirazlarını adeta genel merkeze başkaldırmış CHP içi bir hizip ile mücadele etme psikolojisiyle ele alıyorlar. Şimdiye kadar benzer kalkışmalar kolaylıkla bastırıldı ve partiye sırtını dönenler, küsüp gidenler partiden neredeyse hiçbir şey koparamadılar. Mustafa Sarıgül, Emine Ülker Tarhan ve Muharrem İnce gibi isimlerin tasfiye edildikten sonra kurdukları partilerin bekledikleri gibi bir başarı yakalayamaması ve seçmenin ısrarla CHP’de tutunması aslında bu psikolojiyi gayet iyi açıklıyor. CHP’den ayrılan kaybeder ve şimdi bunu yapmak istiyorsa kaybetme sırası Akşener’de.

Hizipler arası kavganın insanın zekasını ve medeniyet seviyesini düşüren bir tarafı var. Kaybeden sürüden dışlanır ve bütün sürü onun etinden bir parça koparmak için birbiriyle yarışa girer. Bu aşamaya gelinceye kadar ise tabiri caizse gözler yumulur ve karanlıkta herkes var gücüyle birbirine yumruk sallar. Işıklar açıldığında veya sabah olup gün aydınlandığında yerde kim varsa artık onu yemek kanundur. Bu tip kavga anlarında, birbiriyle sadakat yarışına giren insanlara, doğru safta olmanın telaşı içinde kendini olabildiğince belirgin şekilde ortaya koymaya çalışan, bunu yaparken de ucuzlaşan insanlara rastlarız. Artık her yafta her yakıştırma her iftira mübahtır. Argüman yoktur, akıl yoktur. Sadece iyiler ve kötülerden oluşan primitif bir zihin dünyasına hapsolunur. Bunun için, Kılıçdaroğlu adaylığına itiraz edenlere karşı da her muamele makbul.

Akşener’i müstakil bir partinin genel başkanı olarak görmek yerine, CHP içi bir hizbin başı olarak kodlamak bu yüzden büyük bir karşıtlığı beraberinde getiriyor. Bu öyle bir karşıtlık ki, artık Akşener’e atış serbest hale gelmiş durumda. Aralarında sosyalistlerden Fethullahçılara; ülkücülerden Kürt milliyetçilerine; 28 Şubatçılardan Yetmez Ama Evetçilere kadar çok renkli karakterleri barındıran Kılıçdaroğlu’nu aday yapma koalisyonunun her bir üyesi kendi travmasını ve kâbusunu muhtemelen Akşener’in üzerine sırayla kusacak. Bu süreçte Akşener gâh faşist gâh Kürt düşmanı gâh ittihatçı gâh neo-liberal düzenin bekçisi gâh ulusalcı gâh Kemalist olarak yaftalanacak. Her cemaatin ahlak etrafında örgütlediği takipçileri de muhtemelen sosyal medyada bu yargıları yaymaya çalışacak. Hatta Erdoğan’ın en çekindiği, hatta siyasi yasak getirecek kadar çekindiği İmamoğlu’nu aday yapmak isteyen Akşener’i Cumhur İttifakı’na çalışmakla itham eden zeka küpleri belirecek.

Akşener’i bir tarafa bırakalım, Kılıçdaroğlu adaylığına itiraz eden her hangi bir yazar, akademisyen veya entelektüel görüşünü belirttiği anda dijital ortamlarda boğulacak. 5’li Çete tarafından fonlandıkları, siyasi kariyer beklentisi içinde oldukları, partilere maaş karşılığında danışmanlık verdikleri yazılacak. Bu isimler kamusal alanda göründükleri anda itibarları bir çekirge sürüsü tarafından yağmalanacak ve akıllı olmayı öğrenecekler.

İsmi adaylık için geçtiği dönemlerde Mansur Yavaş’ı yaftalama yarışını izlemiş, Yavaş’ın Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekledikten sonra hemen unutulduğunu hatta takdir edildiğini görmüştük. Sırf Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklediği için Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın tecavüze uğrayan çocuk ifadesini bir sosyal medya atışmasında kullanabilecek tıynette olmasının muhalif kamuoyu tarafından es geçildiğini, yüzeysel bir şekilde konuşulup fazla abartılmadığını da gördük. Gezi Parkı protestocularıyla veya seçim geceleri sabahlara kadar sandık başında bekleyen muhalif gençlerle dalga geçen isimler Kılıçdaroğlu adaylığına destek vererek aklandılar, nedamet getirmiş oldular ve günahları unutuldu. Bu örnekler meselenin pornografik bir iktidar savaşından başka bir şey olmadığını gösteriyor.

Peki Akşener’i CHP içi bir hizip gibi görmenin, hiziplere karşı uygulanan yöntemlerle onu yola getirmeye çalışmanın sonucu ne olacak? Daha önce CHP içinde yaşanan hizip bastırma operasyonlarından yola çıkarak, Akşener’e boyun eğdirmenin ve Kılıçdaroğlu’nu aday yapmanın bir zafer olacağını düşünenler fena halde yanılıyor. Muhtemelen, Akşener’i ittifaktan atmanın iyi olacağını düşünenler de vardır. Emine Ülker Tarhan’ın kendisi gitmiş ama ulusalcı oylar CHP’de kalmıştı mesela. Muhtemelen zihinlerinde böyle bir kopuş senaryosu var. Akşener gidebilir hatta gitmelidir; İYİ Parti seçmeni ise nasıl olsa tıpış tıpış oy vermeye gelecektir.

Halbuki durum hiç de öyle değil. Akşener’i bastırmak için gittikçe ideolojikleşen ve sağ seçmenden uzaklaşan bir Kılıçdaroğlu figürü yükseliyor. Türk aydını, toplumu kendi arkadaş çevresi ve Twitter’da takip ettiklerinden ibaret saydığı için bu tavrın çok alkış aldığını ve Kılıçdaroğlu’nun popülaritesini artırdığını düşünüyor muhtemelen. Bununla birlikte, halkın Erdoğan’a yönelik tepkisinin her türlü şımarıklığı tolere edebileceğini ve özellikle depremden sonra beklenen kutsal gün için gerekli koşulların oluştuğunu düşünüyorlar. Son olarak da, Kılıçdaroğlu’nun oy oranı düşük sağ partilerle kurduğu ittifakın ve başörtüsü gibi meselelerde yaptığı çıkışların onun sol karakterini dengeleyeceğini ve muhafazakâr seçmen ile arasındaki mesafeyi azaltacağını düşünüyorlar. Böyle düşünenler muhtemelen, Kılıçdaroğlu’nun ara sıra ülkücü gruplarla yaptığı görüşmeleri de oldukça önemsiyorlardır.

Mesele maalesef bu yazıhane cinliklerinden ve siyasi hatların ortadan kaybolduğunu düşünen PR ajansı mühendisliklerinden daha karmaşık. Ve bu karmaşayı çözmenin yolu ise Akşener’i bastırılması gereken bir hizip olarak görmeyi bırakmaktan ve seçimi kazanmak için işbirliği yapılacak güvenilir bir paydaş olarak tanımlamaktan geçiyor. Yani Akşener’in ve Kılıçdaroğlu’nun bütün bu gürültüden ve hizip kavgası atmosferinden sıyrılıp ciddi kamuoyu araştırmaları üzerinde çalışması gerekiyor. İşe başlamak için, robot gibi sandığa gidip muhalefete oy verecek bir %55 tasavvurunun gerçek olmadığını, başkan adayının ismine göre partilerin alacağı oyun, dolayısıyla Meclis’teki sandalye sayısının değişeceğini her iki liderin de kabul etmesi gerekiyor. Mevcut adayların kazanma şansları, adayların ismine göre katılım oranının azalıp azalmayacağı, kampanya süresince karşılaşılacak zorluklara karşı alınacak tedbirler, sağ partilerin Kılıçdaroğlu adaylığını onaylamaları durumunda tabanlarını marjinal partilere kaptırma olasılıkları hep bu çalışmada ele alıncak konular.

Seçimi kazanmak için iki liderin bu ciddiyetle çalışması gerekiyor. Aksi takdirde, şovmen  özelliğiyle öne çıkan politikacıların nükteli cevaplarını alkışlayan yeminli partizanların sadece kendilerini tatmin ettikleri, muhalif grupların birbirlerini bitmek tükenmek bilmeyen bir azimle yıprattıkları, arşivlerin havada uçuştuğu ve herkesin inanılmaz bir haklılık duygusuyla seçim gününe kadar hayatlarını sürdürdükleri bir süreç bizi bekliyor olacak. Seçimden sonrası ise muhtemelen Aziz Nesin.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.