Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Abartılı performans

Erdoğan yönetimine muhalif olmak için öfkeli olmak zorunda değiliz. Sağlıklı bir zihin, Türkiye’nin kötü ve beceriksizce yönetildiğine kolaylıkla hükmedebilir. Normal zamanlarda, gazetecilere ve sosyal medya ajanslarına bir lider kültü inşa etmek için kamu kaynaklarından maaş ödemek bu sorunu çözüyor gibi gözükse de olağanüstü durumlarda, kriz anlarında Erdoğan yönetiminin bütün zaafları hızlı bir şekilde ortaya çıkıyor. Mesela, ani kur atakları yaşanırken ve cebimizdeki para gözlerimizin önünde değer kaybederken, hükümetin anlattığı başarı hikayeleri hızlı bir şekilde çöküyor ve mistik bir hale getirilmiş “devlet aklı” kavramının aslında beceriksiz birkaç siyasetçi ve bürokratın arkasına sığındığı çocukça bir bahane olduğu ortaya çıkıyor. Orman yangınlarını günlerce söndüremeyen, hatta envanterinde yangın söndürme uçağı olmayan bir hükümetin ülkemizi bir dünya devleti yaptığı iddiası pek inandırıcı olmuyor. Ve tabii ki, büyük bir depremin ardından kurtarma faaliyetlerini organize edemeyen, enkaz altındaki insanlara günlerce ulaşamayan ve afetzedeleri büyük bir çaresizlikle baş başa bırakan bir hükümete güven duyulmuyor.

Bizler birer makine değiliz. İnsani duyarlıklarımız var. Yaşadığımız topluma karşı kolay açıklanmayacak bir bağlılık ve sorumluluk duyuyoruz. Acı çeken, kayıp yaşayan ve mağdur olan her insanın acısını hissediyoruz. Bu öyle büyük bir travma ve öfke yaratıyor ki, insanların durduk yere ölmesi, göz göre göre enkaz altında can vermelerine göz yumulması bir haysiyet mücadelesine dönüşüyor. İnsan kabullenemiyor. Hiç tanımadığı bir aile babasının çocukları için enkaz başında gözyaşı dökmesini sindiremiyor. Şükretmek bile utanç verici. İyi ki sağım, iyi ki çocuklarım yanımda, iyi ki başımız üstünde hâlâ bir çatım var diye içinden geçirmek bile insanı kendi doğasıyla yüzleştiriyor ve tiksindirici bir hal alıyor.

Bunlar kolay travmalar değil. Tecrübeli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bizler böyle krizleri çok yaşadık. Çok fazla acıya tanık olduk. Çok fazla insanımızı kaybettik. Çok sarsıldık. Yine de alışmak zor. Her seferinde sayfada boş kalmış bir nokta buluyor ve oraya isabet ediyor her ne yaşıyorsak. Muhtemelen öfke, bu acıyla baş etme yöntemlerinden bir tanesi. Yakaya yapışma, hesap sorma, saçtığı tükürüklerle beslenen yırtılmış bir sesin hasmını bastırma isteği. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok.

Yine de şunu söylemekten vazgeçmemek lazım. Erdoğan’a muhalif olmak için öfkeli olmaya gerek yok. Bahsettiğim travmaları yaşamayan, acılarla empati kurmayan ve duygusal olarak yıpranmayan bir yabancı da gördükleri karşısında Erdoğan muhalifi olabilir. Beceriksizlik ve yozlaşmayla mücadele etmek sadece öfkeli insanların işi değildir. Ya da mücadele etmek için illa ki öfkeli olmaya gerek yoktur.

Bunları yazmamın sebebi, depremin yarattığı yıkım devam ederken aslında bu sürecin de kendi içinde bir siyaseti beslemesi. Zira kriz anlarında aniden patlayan ve açığa çıkan öfke aslında iştah kabartıcı. Bütün ışıklar bir sahneye çevrilmişken bunun alkış almak için kusursuz bir zaman olduğunu düşünenler olacaktır. Çünkü sahnedeki asıl aktör, yani Erdoğan, aslında işleri batırmış, berbat etmiştir. İnsanlar onu yuhlamaya başlamıştır ve kötü performansı ayyuka çıkmıştır. Dolayısıyla sahneden yaka paça indirilen aktörün yerine yeni bir aktörün çıkıp bütün alkışı almasının önünde hiçbir engel yoktur. Travmatize olmuş bir toplum artık bireylerin teker teker toplamından daha fazla bir şeyi ifade eder. Acı yepyeni bir kişilik yaratır ve insanlar bütün tepkileriyle bu yeni kişiliğin bedenine girer ve orada erirler. Kendileri birey olarak kayboldukça toplum güçlenir. Canetti’nin yas etrafında birleşen insanları ayrı bir sürü tipi olarak tanımlaması bu noktada aklımıza gelmeli. Dolayısıyla artık karşımızda yönlendirilmeye ve sürüklenmeye açık bir topluluk vardır. Topluluğu etkilemenin yolu ise onları travmalarına sarılmaya, öfkelerine sahip çıkmaya çağırmakla mümkün olur. Ve yönlendirenin performans yeteneği anlam kazanır.

Bunun içindir ki, yıldızını parlatma gayretinde olan siyasetçilerin, insanların travmalarını derinleştirme ve korkularını tetikleme gayretlerine tanık olduk. Mesela Ümit Özdağ’ı dinleyen biri, şehirlerin hızlı şekilde Suriyeliler tarafından ele geçirileceğini ve Suriyelilerin fırsattan istifade toplu tecavüz, gasp, hırsızlık ve yağma gibi eylemlere girişeceğini düşünmeye başladılar. Özdağ’ın performansını eleştirmemiz, bölgedeki asayiş sorunlarını azımsadığımız sonucunu üretmesin. Burada bahsettiğimiz şey, sorunun veya olgunun kendisinden bağımsız olarak, onun bir performans sanatçısı aracılığıyla abartılı şekilde (bazen de komik duruma düşerek) temsil edilmesi. İçinde yaşadığımız sosyal medya çağı da bunu elbette besliyor. Herhangi bir fikri, yeteri kadar hoyrat, radikal ve ilgi çekici şekilde ifade etmezseniz maalesef pek kimsenin radarına takılmıyorsunuz sosyal medyada. Bu yüzden, her hangi bir fikri, en rahatsız edici kişilerden duyuyoruz çünkü tartışma onların etrafında dönüyor, ilgiyi onlar çekiyor. Deprem sahnesini aydınlatan ışığın bu yüzden Twitter olduğunu, Twitter’ın ise sadece belirli sivrilikleri yansıttığını, normalliği ise es geçtiğini söylemekte sakınca yok. Siyasetçilerin abartılı performanslarına maruz kalmamızın sebebi de bu.

Abartılı performansa müptela olma hali, siyasetçileri değerlendirme ölçütlerimizi de etkiliyor. Aynı şeyleri söyleyen iki siyasetçi arasından, en afili cümleleri kuran, öfkemizi en başarılı ve sanatsal şekilde temsil edeni alkışlıyor, bu seviye bir performansa ulaşamayanı davasına ihanet etmiş bir dönek olarak yaftalıyoruz. Halbuki deprem de, ardından yaşanan sıkıntılar da yoruma kapalı bir gerçeklik. Hükümetin zaafı  sonucu devlet kurumsallığının çökmüş olması ise muhalif herhangi bir aktör tarafından reddedilmeyen bir koşul. Bu noktalarda ortaklaşan bütün muhalefet partileri, depremden etkilenenler için toplumun diğer kesimleri gibi seferber oldu ve ellerinden geleni yapmaya çalıştılar. Hepsinden önemlisi, parti yöneticilerinin insani olarak oldukça etkilendikleri muhakkak. Bütün eleştirilerime rağmen, eğer muhalefet ile iktidar arasında bir ayrım yapacak olursam, Millet İttifakı partilerini yöneten insanların vicdanlı, merhametli ve dürüst insanlar olduğunu söyleyerek söze başlayabilirim. O halde, bu ortaklaşmaya rağmen, muhalefet partilerini hiyerarşik bir şekilde, hatta bunu muhalefet içindeki birliği tehdit etme pahasına, niçin ve ne ölçütlere dayanarak konumlandırdığımızı bir kez daha düşünmeliyiz. Acaba siyasetçileri takdir ederken, beğenilerimizi onların kişiliklerine ve benimsedikleri politikalara mı sunuyoruz yoksa deprem sahnesini kişisel bir performansa dönüştürme fikriyle ortaya çıkan cin fikirli sosyal medya ajanslarına ve halkla ilişkiler danışmanlarına mı?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.