Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gültekin Uysal Medyascope’ta | Ortak aday kim olacak? Ne zaman açıklanacak?

Demokrat Parti lideri Gültekin Uysal, altılı masanın altıncı toplantısı öncesi Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal konuğumuz. Kendisiyle partisini, Altılı Masa’yı, yaklaşan seçimleri, her şeyi konuşacağız. Hoşgeldiniz.

Gültekin Uysal: Hoşbulduk.

Ruşen Çakır: Şimdi, konuşacak çok şey var. Ama en âcil olanı: Pazar günü Altılı Masa’nın altıncı toplantısı. Saadet Partisi’nin ev sâhipliğinde yapılacak. Siz üçüncüsünün ev sâhibiydiniz, alfabetik sırayla gidildiğinde. Kamuoyu, sonrasında yapılan birtakım yazılı açıklamalar dışında çok da fazla bilmiyor. Ne kadar ilgili onu bilmiyorum ama, şunu öncelikle sormak istiyorum: Bâzıları saatler süren, yemekler yenilen o toplantıların ambiansını, ortamını biraz anlatabilir misiniz? Çok resmiyet mi hâkim, samîmiyet mi hâkim, daha mesâfeli mi? Ve tabii bir değil iki değil, beş kere yapıldı. Hattâ bir tâne de ayrıca, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için onun dışında da bir şey oldu.

Gültekin Uysal: Evet, 28 Şubat’ta.

Ruşen ÇAkır: Nasıl bir şey var? Altı parti, altı lider…?

Gültekin Uysal: Tabii sorumluluğumuz siyâsî, ama insânî hukuklar var genel başkanların arasında; geçmişte berâber siyâset yapanlar, siyâsetin farklı dönemlerinde karşı karşıya gelmiş olanlar, farklı farklı hukuklar… Gündem îtibâriyle elbette bir ciddiyet de var. Netice îtibâriyle masaya o hukukların yansıdığı, samîmiyetin de yansıdığı bir iklim var. Kademe kademe sâdece genel başkanlar düzeyinde değil, ama çalışma programları ve çalışma gruplarıyla berâber partilerin genel merkez yöneticileri düzeyinde de o fikir birlikteliğini ortaklaştırmak, sâdece fikir birliğini değil aynı zamanda duygudaşlığı da yakalayabilmek… Aslında bu işleyen süreç böyle bir fonksiyon da görüyor. O açıdan sâdece siyâsî gündem değil; elbette hoş sohbetlerin olduğu karşılıklı sıcak bir ortam da var. 

Ruşen Çakır: Şimdi baktığımız zaman, burada – izleyicilerimize hatırlatalım, bilmeyenlere de söyleyelim: Siz siyâsetin bir anlamda bilimsel yanını da biliyorsunuz. Çünkü Bilkent’te kamu yönetimi okudunuz, siyâset bilimi dersleri aldınız, çok iyi hocaların öğrencisi oldunuz. Şimdi, bir zamanlar Soğuk Savaş döneminde bir şey vardı — İtalya’da, meselâ Kutsal İttifak ya da Millî İttifak, Komünist Parti’yle Merkez Sol Parti arasında falan. Türkiye’de de zaman zaman, biliyorsunuz Doğru Yol Partisi’nin SHP ile kurduğu ittifak böyle bir şeydi, büyük olaydı. Şimdiki Altılı Masa çok daha acâyip. Yani altı tâne parti var ve altı partinin de hepsinin kökleri yakın olsa bile farklı. Meselâ siz merkez sağın devâmı olarak geliyorsunuz: Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğruyol Partisi diye. İYİ Parti, MHP’den kopanların kurduğu ama merkez sağ özellikleri de olan bir parti. Saadet Partisi, mâlûm, Millî Görüş. Gelecek ve DEVA partileri hem Millî Görüş, ama esas olarak AKP’den kopmuşlar. Bir CHP var eskiden beri. Şimdi bu kadar birbirinden farklı olan yapının bir araya gelmesi sâdece bir zarûret mi? Ve bu zarûret nedir? Niçin bir araya geldiler? 

Gültekin Uysal: İşleyen bir târihî süreç var — 20 yıllık târihi de içine alan. En azından Cumhuriyet târihine baktığımızda, mağdur olmamış hiçbir toplumsal kesim yok. Bugün aslında Altılı Masa etrafında bir araya gelmiş, temsil edilen, temsîliyete kavuşmuş siyâsî partilerin, hepimizin derdi Türkiye’yi bu fasit dâireden çıkarmak. Bir entelektüelimizin güzel bir lâfı var: “Türkiye’de hiç kimse demokrat değil, herkes birbirinin cellâdı, sâdece sırasını bekliyor” diye târif eder. Artık bu fasit dâireden çıkarmak lâzım. Tabii konjonktür olarak da, yirmi yıllık, kademe kademe rengi koyulaşan, demokrasinin oksijen sâhasının daraldığı, âdeta bir parti devletine dönüşen, ötekileştirip dışlayan böyle bir süreçte mağduriyetlerin artması ve Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi adı altında yüzde 50 + 1 dengesi, bu çerçeve, siyâsî partileri işbirliğine mecbur etti ve bu iklim ortaya çıktı. Aslında bu, dışarıdan baktığımızda Cemil Meriç’in de tâbiridir: “Deli gömlekleri giydirme”. Soğuk Savaş döneminin iklimi: “Mesâfelerini açın, konuşmaya imkân olmasın”. Karşıtlık üzerinden bir pozisyonlamayla Türkiye’de iki aksta bir yarılma var. Biri “AKP-CHP aksı” diyelim; diğeri de işte “MHP-HDP aksı” diyelim. Bu karşıtlık artık Türkiye’nin geldiği yeri de taşıyamaz halde. Demografi değişiyor, iletişime erişimin bu kadar yoğun olduğu bir dönemdeyiz — sizin önünü açtığınız bu mecrâ da bunun en temel göstergesi. Buralardan bakınca, bu berâberlik sâdece bir kişi karşıtlığı, bir iktidar karşıtlığı değil — elbette bu basınç bir araya gelmeye itti, yeni yeni siyâsî pratikler ortaya çıktı. Geçmişte hülle yoluyla ittifaklar olurdu: 91’de Kutsal İttifak diyelim, 95’te Anavatan Partisi-Büyük Birlik Partisi aklıma hemen gelenler. Ama artık bunun da bir resmî çerçeveye kavuşmuş olması, 2018 yılı, ama öncesinde tabii 16 Nisan referandumu… Türkiye’de hakikaten bugün çok temelde iki kesimin rekabeti var. Bir: Demokrasi ne demek, hukuk ne demek, laiklik ne demek, temel hak ve hürriyetlerin mânâsını kavramış, vatandaş olma, birey olma bilinci olan, üretken, piyasadan hayâtını kazanan insanların bir talebi var. Bir de bunun karşısında ahbap-çavuş ilişkisiyle berâber bu dağıtım mekanizmasına ortak edilmiş, devletleştirilerek âdeta iktidârın yedeği hâline getirilmiş dinî örgütlenmeler, yoksulluğa mahkûm edilerek sadâkati satın alınır hâle gelen, sosyal yardımlar ile, devletin finanse ettiği üretmeyen kitleler. Temelde bunların bir rekabeti var. Buradan bakınca, bu Altılı Masa’nın zaman zaman…  ama Sayın Erdoğan’ın dilinde farklı farklı ithamlar, birtakım katalog suçlar var memlekette. Eğer muhalifseniz, gazeteci olarak da siyâsetçi olarak da bu ithamlarla karşı karşıya kalıyoruz. Çok temel bir ayrım olarak, Cumhur İttifakı’nın AKP ve MHP ile berâber tek bir iddiası var: Sayın Erdoğan’ın iktidârını devam ettirmek. Onu aşan bir şekilde, Türkiye’ye bir program, bir hedef, bir ideal yok. Zaman zaman ifâde ediyorum: Sayın Erdoğan’a bir beş yıl daha Türk milleti, Türk seçmeni imkân verse, yirmi yılda yapamadığınız neyi yapacaksınız? Dört tâne beş yıllık kalkınma planı uygulanacak önemli bir zaman dilimi bu. Cumhuriyet hükûmetlerinin hepsinden fazla sarf edeceğiniz bir bütçe imkânı. Güç, mutlak güç, dilinizden dökülenin kanun hâline gelebileceği bir Türkiye iklimi… İşte medyanın dönüşümü. Buralardan bakınca, söyleyecek sözü kalmamış bir iktidar var. Bunun karşısında ezcümle Altılı Masa’daki partilerin iddiası, temel değerler, inançlar, bir fikir manzûmesi ve Türkiye’yi kendi kudret kapasitesine denk bir siyâsî akıl ve programla berâber kodlayabilme iddiası özünde.

Ruşen Çakır: Şimdi, her ne kadar kişiye karşı değil deseniz de, sonuçta iktidar Erdoğan’ın şahsında cisimleniyor ve Erdoğan yirmi yılda seçimler kazanmış bir isim. Dolayısıyla Erdoğan’ın karşısına kimin çıkacağı önemli. En çok da merak edilen husus bu. Size de en çok sorulan soru herhalde bu. Ama sizin değişik târihlerde –birisi yakın bir zamanda, Nisan ayında– yaptığınız birtakım açıklamalar oldu. Özellikle sosyal medyada yaptığınız paylaşımlar ve Nisan’daki cumhurbaşkanı adayı ile ilgili, “Beklentinin üç ölçüsü: Yirmi yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak.” Bu herhalde masada bir ârıza çıkartmış; çünkü en azından Gelecek ve DEVA partilerinin liderleri için, olur olmaz ayrı bir şey ama, baştan bu ilk madde ile –biz böyle okuduk– “Onlar olmasa iyi olur” diyorsunuz sanki. Yanılıyor muyum?  

Gültekin Uysal: Şöyle: İçinde nefes alıp verdiğimiz iklimin önümüze koyduğu sınırlar ve şartlarda, yirmi yıldır iktidâra karşı tutumunu almış ve dışlanmış muhâlif kitlelerin beklentileri var — öfkesi de var, bunu da kabul etmek lâzım. Netice îtibâriyle bizim temel bir sorumluluğumuz var: En âzamî başarıyı üretecek formülleri, stratejileri ve taktikleri siyâsî akılla örtüştürmek. Yoksa burada bir kişi ya da kişileri hedef alarak bir tasnif, tanımlama yapılmamalı; ama tabii Türkiye’de siyâsetin biraz magazin boyutuyla ister istemez kişiler üzerinden değerlendirmeler yapıyoruz. Hiçbir şekilde bizim sorumluluğumuz buna zâten müsaade etmez. O açıdan Türk demokrasisinin belki de en zor sınavıyla karşı karşıyayız. Buradan olumsuz bir tablonun çıkması, Türkiye’nin biraz daha içine kapanacağı bir süreç olur. Bu iklim içerisinde her siyâsî partinin bir tasavvuru var, bir okuması var. Değişen şartlar, bunca yıkım, bunca alt üst oluş, bunca sistematik çöküşler yaşadığımız böyle bir iklime rağmen, iktidârın kurduğu bir çarpık mekanizma var — biraz evvel altını çizmeye çalıştım. O noktada siyâsî partiler olarak mesûliyetimiz sâdece bugüne değil yarınlara; târih içinde burayı Türkiye demokratik meşrûiyet içerisinde aşabilme başarısı gösterse, Türkiye için büyük bir karîneye dönüşeceği kanaatindeyim. O açıdan zaman zaman elbette sorular ve kamuoyunun beklentisi var. Tabii iki düzlemde bir rekabet var. Bir taraftan siyâsal karakterin, kişinin ön plana çıktığı cumhurbaşkanlığı rekabeti; ama diğer tarafta da partilerin hem ittifak içi hem ittifak dışı parlamento rekabeti, genel seçim rekabeti. Bunu uyumlu hâle getirmek lâzım.

Ruşe Çakır: Çok zor ama.

Gültekin Uysal: Tabii. İktidârın son Nisan ayında Resmî Gazete’de yayınlanan seçim kanunu değişikliği… 7 Nisan mîlat, çünkü bir yıllık bir tahdit, süre var. Mühendislik kokan tüm hedefi, bu Altılı Masa etrâfında bir araya gelmiş siyâsî partilerin birlikteliğini dağıtmak; çünkü “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” adı altında böyle bir sistemi oluştururken iktidârın temel bir varsayımı vardı. Muhâlefet çok parçalı, çok fikir ayrılıkları var ve hiçbir şekilde yan yana gelemez. Ama Türkiye’nin muhâtap olduğu baskı ve hukuksuzluklar, farklı farklı fikir hâfızaları ve geçmişleri îtibâriyle biraz önce sizin de târif ettiğiniz gibi farklı çizgilerden gelmiş olmalarına rağmen bir araya gelmeye icbar eden, mecbur bırakan bir iklim var. Bir araya gelindi burada. “Bu iklimi nasıl dağıtırım?” gibi bir hedefi var. Eh tabii on parmağında on kara. İktidârın her gün, birtakım resmî görevli gibi âdeta, başat gazetelerde köşe yazarları, “Cumhur İttifakı’na karşı Millet İttifakı’nın adayı kim?” CHP’nin parti içi tartışmaları diyelim, belediye başkanları, farklı farklı şeyler… bütün bunların üzerinden bir manipülasyon gayreti var.

Ruşen Çakır: Şimdi burada bakınca, meselâ en son söylediğiniz: “Adayın Altılı Masa içinden çıkması gerektiği kanatindeyiz”. Adayın kim olacağına Altılı Masa’da mutâbık kalınacağını zâten biliyoruz. Bunu ayrıca vurgulamanın gereği yok. Burada, sanki “Altı kişiden birisi olmalı” olarak anladık. Doğru mu anladık?

Gültekin Uysal: Ruşen Bey, tabii siyâsî partilerin bir varlığı var. Siyâsî parti genel başkanlarının da bir iddiası var. Zaman zaman, son yirmi yılda siyâset dizayn edilirken veyahut dışarıdan birtakım pop-star figürler üzerinden bir müdâhale yapılırken de bunların ne netîceye uğradığı yakın hâfızamızda. Burada bir siyâsal süreç var; meselemiz sâdece iktidârı değiştirmek değil. Âdeta bir kurucu akılla berâber, kişiselleştirilmiş bir devleti, kurumlarıyla değerleriyle –erkler ayrılığı başta olmak üzere– yeniden târif edeceğiniz bir siyâsal süreç. O nedenle meseleyi sâdece kamuoyu popülaritesi üzerinden değil, bu siyâsal süreci yürütecek bir akılla, çok senkronize bir şekilde arkasına aldığı siyâsal partilerin gücüyle berâber bir toplumsal mücâdele sürecini yürütecek bir siyâsî liderliğe ihtiyaç var. Bugün siyâsî partilerin genel başkanları –eğer ortak bir aday çıkmıyorsa– tabiî olarak adaydır. Siyâsetin tabiatıyla ilgili. Elbette zaman zaman farklı farklı kamuoyu araştırmaları olur — bunlar da tabiîdir. Bunlara hiçbir şekilde, bir değerlendirme yaparken dışlayıcı bir mantık içerisinde değil, ama biz kendi perspektifimizi ifâde ediyoruz. Siyâsetin doğasının gerektirdiği, bu sürecin en az yan mâliyetle yönetilebilmesinin formülasyonunu arıyoruz. Netice îtibâriyle biz kendi cephemizden böyle bir değerlendirme yaptık.

Ruşen Çakır: Şimdi baktığımız zaman, Meral Akşener dedi ki: “Ben başbakanlığa adayım”. Kendini çekti. Ama yine de siyâsette hiçbir şey belli olmaz; ama onu var saymayalım. O zaman Altılı Masa’da zâten aday olduğunu deklare eden, sürekli adaymış gibi konuşan ve faaliyetler yapan bir Kemal Kılıçdaroğlu var. Tabiî ki bunların hepsi şu anda netleşmiş şeyler değil; ama Gültekin Uysal olarak, Demokrat Parti Genel Başkanı olarak böyle bir seçenek sizin kabul edebileceğiniz bir seçenek midir? Yani tercihinizin o olup olmamasını demiyorum. Yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’da aday olmasına siz îtiraz eder misiniz?

Gültekin Uysal: Daha önce de beyan ettiğim için, Kemal Bey üzerinden bir önyargı barajı inşâ etmek için özel bir çaba var. Ben Türkiye’nin burayı geçtiği kanaatindeyim. Son birtakım provokatif eylemler de…

Ruşen Çakır: Alevîliğe de gönderme yapıyorsunuz, evet.

Gültekin Uysal: …bunların göstergesi. Mesele burada zâten şahısta değil. Biz Demokrat Parti olarak kendi tasavvurumuz: Seçmenimizin önüne bir paket programı koymak lâzım. Adayıyla kadrosuyla ve programıyla. Elbette bu sürükleyici liderlik, “kişi rekabeti” diye biraz evvel altını çizdiğimiz siyâsal karakterin ön plana çıktığı aday da çok önemli. Ama ben muhâlefetin artık… –işte 2014 yılında Ekmeleddin İhsanoğlu teşebbüsü var CHP ve MHP’nin ortak adayı; biz de o gün parti olarak destek beyan etmiştik–; bugün geldiğimiz noktada muhâlefetin aday noktasında imkânı var, çokça sayıda imkânı var. Ben zaman zaman Kemal Bey üzerinden değerlendirme yaparken, “Niçin Kemal Bey olmasın? Niçin Meral Hanım olmasın?” dedim. Netice îtibâriyle bir târihî sorumlulukla, bugün bu târihî dönüm noktasında bir kavşağa doğru ilerliyoruz. Bunları da açık yüreklilikle söylemiş biriyim. Tabiî isimler üzerinden çok da bir değerlendirme yapmak istemem; ama bir genel çerçeve var ister istemez.

Ruşen Çakır: Ama biz gazeteciler sormak zorundayız.

Gültekin Uysal: Sizin hakkınız. Biz de kendi cephemizden sınırları çizmek mecbûriyetindeyiz.

Ruşen Çakır: Burada tabiî şöyle bir şey var: Demin bahsettiniz, ekip dediniz. Şimdi Türkiye iki seçimi birden yapacak. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini birlikte yapacak. Şu hâliyle baktığımız zaman tabiî ki cumhurbaşkanlığı, daha doğru başkanlık seçimi çok daha önemli, yetkiler onda. Ama siz Altılı Masa olarak diyorsunuz ki: “Biz ilk fırsatta güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz”. Dolayısıyla milletvekili seçimi de önemli. Şimdi partiler hangisinin kampanyasını yapacak? Yani diyelim ki A kişisi cumhurbaşkanı adayı — herhangi biri, Kemal Bey ya da Ekrem Bey ya da Mansur Bey, hiç önemli değil. Meselâ Demokrat Parti lideri, Saadet Partisi lideri, İYİ Parti lideri ve diğerleri, hem kendiniz seçim kampanyası yapacaksınız, hem de cumhurbaşkanı adayının kampanyasına destek vereceksiniz ve belki de… Bilmiyorum masada bunlar henüz konuşulmadı galiba; ama herhalde konuşulacaktır. Belki de genel başkanlar cumhurbaşkanı adayının yanında, meselâ cumhurbaşkanının yardımcısı gibi olacaktır ve onlar da ekibin bir parçası olarak çıkabilir. Yani çok karışık bir durum ve çok da vakit olmayacak. Bunların altından nasıl kalkacaksınız? 

Gültekin Uysal: Kalkılır tabiî. Yakın siyâsî hâfızamızda olmayan pratikler: Partilerin ittifaklarıyla berâber cumhurbaşkanlığı seçimi. İç içe geçmiş, çok atbaşı, çok senkronize gitmesi gereken rekabet süreçleri. Ben yönetileceği kanaatindeyim. Zaman zaman Türkiye… işte 1998 seçimi yakın hâfızamızda: Yerel seçimlerle berâber genel seçim. Tabiî bir kargaşa, bir ayrıştırmanın zorlaştırdığı farklı tercihleri aynı seçim düzleminde seçmenin de yapabildiği bir vâkıa. Tabiî burada temel mesele, Türkiye çok kategorik olarak bir referandum yapacaktır. Meselâ kimin seçileceğinden daha çok, bunca yıldır iktidar olan, biraz evvel dediğim gibi dört tâne beş yıllık kalkınma planı, yirmi yıl, Türkiye’de tek başına iktidar olmuş diğer dönemlerle bile mukayese ettiğinizde, kurucu dönemi de dâhil edelim, ondan bile daha fazla bir yönetim süresi. Sayın Erdoğan’ın şahsında somutlaşan bu keyfî rejimden ve onun doğal olarak ürettiği sonuçlardan seçmen kitleleri memnun mu? Bu mâliyetlere daha fazla katlanmak istiyor mu istemiyor mu? Temelde seçmen aslında buna karar verecek. Ama berâberinde, inisiyatifin bugün îtibâriyle muhâlefette olduğu kanaatindeyim. Türkiye’de değişen, derinden işleyen dinamikler var. Ne 2002’nin, iklimi ne de 2007’nin, ne 2010, 2011’in, ne 2015’in iklimi var. Türkiye’de siyâsal iklim bambaşka bir noktaya geldi. Türkiye’yi bugün geldiği noktada içe kapatabilme imkânınız yok. Sayın Erdoğan biraz içe kapatarak siyâsî hedeflerine gitmek gibi bir strateji izliyor. Tabiî dış konjonktür Avrupa Birliği bağlamında unuttuğumuz süreçler, ama mülteci meselesi, Suriye krizi, zaman zaman uluslararası denklemde Sayın Erdoğan’a bu imkânları da verdi. Avrupa Birliği, Batı Avrupa ile ilişkimizi sâdece göçmen parantezine sıkışmış olarak görüyoruz. Veya Rusya’nın Ukrayna işgaliyle yeni parantezler açılabildiğini görüyoruz. O açıdan, bu sürecin ben yönetilebilir olduğunun kanaatindeyim. Hedefimiz sâdece cumhurbaşkanlığı değil, bir sistem değişimini Türkiye’ye vaat ediyoruz. 28 Şubat’ta açıklanmış güçlendirilmiş parlamenter demokrasi ve bütün îtirâzımızın sıklet merkezi, tüm kuvvetlerin bir kişinin şahsında toplanması. 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü sonrası “Bir büyük meydan okumayla karşı karşıyayız; artık kuvvetlerin uyumu” diye formüle edilerek millete sunulmuş “sınırsız yetki, sıfır denetim” mantığı içerisinde, bir şahsa özel formatlama var. Bunun ürettiği tabiî sonuçlar var. Çift hâneli işsizlik, çift hâneli fâiz oranları, çift hâneli enflasyon, artık hiperenflasyona doğru giden bir süreç. Bunun mâliyetlerini de vatandaşımızın gördüğü kanaatindeyim. Tabiî metropollerden taşraya doğru, Anadolu’nun daha küçük yerleşim yerlerine doğru gittiğinizde, denizlerin geç ısınıp geç soğuması gibi esnekliğin artıp azaldığı toplumsal yapılar var. Ama ben bugün gelinen nokta îtibâriyle bu değişimi Türkiye’nin başarabilecek bir enerjisi olduğunu görüyorum. Muhâlefet olarak da hem cumhurbaşkanlığı seçimi hem parlamento temsiliyetinde nitelikli çoğunlukları, referandum eşiğini, gerekiyorsa TBMM’de 400 rakamını geçecek formülleri iktidârın mühendislik dayatmalarına rağmen üretmek mecbûriyetindeyiz. İşte, 2018’de İYİ Parti’nin seçime sokulmaması noktasında Sayın Kılıçdaroğlu’nun aldığı inisiyatifle berâber o darboğaz aşıldı; bu çok önemli bir hamleydi. Bugün de iktidârın tasavvurlarına, legal illegal müdâhalelerine karşı bir akıl yürütmek, bu sürecin içerisinden sâlimen çıkarmak asıl mesele.

Ruşen Çakır: Burada şimdi, söylediğiniz, hem cumhurbaşkanlığı seçimi hem parlamento seçimi, o söylediğiniz rakam vs… Bunlara baktığımızda, kamuoyu araştırmalarına baktığımızda da, HDP bir kilit parti görünümünde — cumhurbaşkanlığı adaylarının yüzde 50 + 1 oy alabilmesi için ve daha sonra da Meclis’te anayasa değişikliği için. Bunun hep ortada duran, aslında Altılı Masa’nın çok dillendirmek istemediği bir mesele olduğunun farkındayım. Buna karşılık iktidar da sürekli bunu gündeme getiriyor. Demin bir ara bahsettim: Size “Yedili Masa” diyorlar. “Masanın altında birisi daha var” diyorlar ve bunu Cumhurbaşkanı da diyor. Geçen Kılıçdaroğlu Erzurum’a gittiğinde, videoyu görmüşsünüzdür, vatandaş da diyor vs.. Size de çok söylüyorlardır. Sizin için sorun teşkil ediyor mu bu tür çıkışlar, hedef göstermeler?

Gültekin Uysal: Sâdece bugün değil, 2018 seçimlerinde sâhada görüyoruz tabii. Sayın Erdoğan’ın –biraz evvel ifâde ettiğim– o Soğuk Savaş dönemi stratejisi, mesâfeleri aşarak karşıtlık üzerinden bir konsolidasyonu. Ama tabii buna imkân veren çok yapısal kaldıraçlar vardı. Yüzde 10 barajı, açık ara önde bir pozisyonu sağlıyordu; ama artık bugün 7 Haziran 2015 seçimine kadar kurduğu toplumsal-siyâsî-iktisâdi mekanik, oylar sandığa girmeden evvel ne netîce alacağını Sayın Erdoğan’a bilme imkânı veriyordu. Ama artık yüzde 50 + 1 dengesiyle berâber o denklem değişti. Muhâlefeti bu ithamlarla kriminalize edince, propagandanızı, pozitif mesajınızı bile veremeden, bir taarruzla karşı karşıyasınız. İthamlarla karşı karşıyasınız ve bunlara cevap üretiyorsunuz. HDP’nin pozisyonu bugün… yakında TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın açıklaması vardı: “HDP ile berâber bir ittifakı açıklayacağız” diye. Ama bu ithamlar devam edecektir. Sayın Erdoğan’ın şöyle bir “şark kurnazlığı” var diyelim. Yani Türkiye’de PKK ile işbirliği yapma imtiyâzı Sayın Erdoğan’da. Yani Nasreddin Hoca’nın kazanının doğurması hikâyesi gibi. Doğurunca inanıyor, ölünce inanmıyor. Kimsenin oyu da kimsenin cebinde değil. Siyâsî partilerin Altılı Masa etrâfındaki bu birlikteliği de aslında sâdece bir aritmetik toplam değil; bir kimyanın, anlamlı bir bütünün ortaya çıkması. Bunun ölçeği var, siyâsî iklimin çizdiği sınırlar var. Elbette bu sınırlara iktidârın da kara propaganda gücünün, neredeyse bir beşinci kol faaliyeti yürütür gibi sabah akşam her düzlemde, ister toplumsal düzlemde, ister medya düzleminde, ister siyâsî alanda rekabette bütün bunları cüretkârlıkla kullanacağına hiç şüphe yok. O nedenle İstanbul seçimlerinde gördük. Sandık güvenliğiyle ilgili bile ciddî endîşelerimiz var. 6 Mayıs 2019 târihi, aslında Türk siyâsetinin önemli bir kırılma noktasıydı: Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul seçimlerini iptâli. Yani 14 Mayıs 1950 ile berâber çokpartili hayâtın fiilen resmen başladığı dönemden îtibâren, iktidar ve muhâlefet sandığın işleyişi üzerinden darbeler döneminde bile bir şüphe uyandırmadı — hâkim temînâtında çok münferit birtakım usûlsüzlüklerin dışında. Ama bugün çok sistematik bir akıl işliyor bu noktada. Parti pratiği bilenlerimiz bilir; aslında Cumhuriyet Halk Partisi bunu çok da gündeme getirmedi ikinci seçim sonrası. Sandık başında îtiraz etmezseniz, seçim kurullarında sandığı saymak için tekrar açamazsınız. İkinci seçimde matbû bütün sandıklara Adalet ve Kalkınma Partisi îtiraz verdi; ama fark 8 000 gibi çıkınca, artık onun üzerine gitmediler. 

Ruşen Çakır: Sizin bir kampanyanız var. Tekrar boya. Sandık boyası mı?

Gültekin Uysal: Parmak boyası. 

Ruşen Çakır: Parmak boyası. Olacağı benzemiyor sanki

Gültekin Uysal: Tabiî iktidârın bu noktada bir tercihi var. Hani “Tilkinin kırk hesâbı var, kırkı da kümes üzerine” denir. Sayın Erdoğan’ın da bu mânâda, manipüle edebilmek… işte dün haberler vardı: Adalet Bakanı’nın kardeşi Seçim Kurulu Başkanı çıkmış. Bunlar tabii endîşemizi derinleştiren şeyler; ama muhâlefet olarak çok net bir sorumluluğumuz var. Uzun dönem süren iktidarların artık bir parti devletine dönüşmesi üzerine, sâdece bir siyâsî partiyle rekabet etmiyoruz — kolluğu ve istihbârî unsurları da dâhil olmak üzere kamunun tüm imkânlarıyla karşı karşıyayız. O açıdan Türkiye’de çok kolay bir rekabet sâhası yok. Ve muhâlefetin de o noktada çok da etkin stratejiler üretmek, birlikteliği organizasyon kapasitesini sandık günü dâhil oradan netîceyi alıp temînat altına alıncaya kadar çok sistematik bir mücâdele süreci yürütmek mecburiyetindeyiz. 

Ruşen Çakır: Benim bir hipotezim ya da ne derseniz, analiz, spekülasyon — bir iki yayında da söyledim: Bana bu seçimde Türkiye bir geçiş dönemi yaşayacakmış gibi geliyor ve esas Türkiye’nin kaderinin, o sizin Altılı Masa’nın söylediği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilirse yapılacak ilk seçimin sâhici olacağı yönünde bir…

Gültekin Uysal: Aynı kanaatteyim. Yani Türkiye’nin bir mutâbakatla, hem toplumsal hem siyâsal kırılmalara sebebiyet vermeden bir geçişi yapması. Tabiî öyle bir coğrafyadayız ki, etrafımızda çatışmaların tetiklenebildiği bir coğrafya. İki tâne çökmüş ülke: Irak ve Suriye’yle komşu olmanın bedelini mültecilerden tutalım, sığınmacılardan tutalım, farklı boyutlarıyla millî güvenliğimize oluşturacağı tehditleri pek çok cepheden yaşıyoruz. Türk milletinin de çok temel bir tercihi var. “Kaos mu düzen mi?” noktasında, her ne pahâsına olursa olsun düzenden yana bir refleksi var. Böyle bir dönemde, ifâde ettiğiniz çerçevede bu mutâbakat işler, sonra siyâsal partiler kendi rekabetine bakar. Dediğiniz gibi çok daha alışageldiğimiz normalleşmiş seçim rekabeti o düzlemde işler diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Demin bahsettiğiniz kaos ve düzen meselesinden bir şey sormak istiyorum. Çok konuşuluyor, ama aynı zamanda da insanlar konuşurken biraz ürkerek konuşuyorlar. Mâlûm, demin sizin bahsettiğiniz 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 arasında yaşananlar da var. Ve sanki bir beklenti var insanlarda. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu seçim sürecinde yine bir kaos ister mi? İstese yapar mı? Yaparsa ne olur? Bunlar sizin de aklınızdan geçiyordur herhalde?

Gültekin Uysal: Endîşe eşiğimizi doğru bir yere koymak lâzım. Bâzen vak’aları teşhis ederken, kitlelere de olumsuz mesajları zihninin arkasına sarkıtıyoruz. 

Ruşen Çakır: Onun için dedim zâten. Zor bir mesele.

Gültekin Uysal: O ihtimal anlaşılıyor; biraz evvel dediğim gibi, uygulamalardan perşembenin gelişi çarşambadan belli yani. İstanbul seçiminin hiçbir hukukî mesnedi olmadan nasıl iptal edildiğini hepimiz biliyoruz. O açıdan demokrasiyi bir konjonktürel program olarak anlamış, bir değerler manzûmesi olduğundan farklı olarak bir alakart menü olarak değerlendirmiş, işine geliyorsa demokrasi ve hukuku kabul etmiş, işine gelmiyorsa kabul etmeyen bir siyâsî akıl var karşımızda. Ve suçüstü yakalanamamış olmaları nedeniyle de, artık oturdukları koltukların üzerinden kalkmamak gibi bir programları var. O açıdan kamunun kolluğunu kullanmak noktasında biraz olsun, işte Gezi sonrası yaşanan süreç gibi: “Sokağa düşülsün, toplumda bir endîşe yaratalım. Yargı elimizde, kolluk elimizde, bir süreç işletelim”. Ama ben insanlarımızın şuûrunun çok zinde olduğunu görüyorum. Kesinlikle bunlara prim vermeyeceklerdir. Ama tabiî “Sokağın aklı olmaz” denir. Bu süreçte o koridora girdiğimizde neler olabileceğini hiç bilemeyiz. Umarız bu tür yollara teşebbüs etmezler. 

Ruşen Çakır: Peki, yavaş yavaş toparlayalım. Bu Pazar yine bir araya geliyorsunuz. Teorik olarak sonuncu, yani bütün partiler ev sâhipliği yapmış olacak. Sonrası belli mi? Yine liderlerin toplantıları sürecek mi? Bu toplantıdan ne bekliyoruz? Yani şu anda Temel Karamollaoğlu liderlerle öncesinde gündemi görüşüyor vs.. Pazar günü ne bekliyoruz ve Pazar sonrasında ne olabilir? Harita belli mi?

Gültekin Uysal: Bu, seçime kadar ve aslında seçim sonrasını da planlamaya yönelik bir işbirliği zemini. Birinci turun aslında son toplantısı. Ama hem bizlerin değerlendirmesi hem de –ben dün Gelecek Partisi Genel Başkanı Sayın Davutoğlu’nu da ziyâret ettim– belirli karşılıklı değerlendirmeler yapalım. İşte, Temel Bey ile görüştük. Siyâsî partilerin beklentileri de bu düzlemde. Şu an verilmiş bir karar yok; ama yürüyen o çalışma gruplarının faaliyetleri, Türkiye’nin siyâsal gündemi, elbette yaz dönemi olunca biraz ister istemez Meclis’in kapalı olması, parti genel başkanları, yöneticileri, herkes alanda. Artık gong vuruldu; seçime kadar yüksek gerilim hattında seyredecek bir süreç. Bu sürecin daha da derinleşerek devam edeceği bir toplantı düzeni olur diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Her seferinde –o mâlûm, biliyorsunuz Ankara kulisleri diye bir şey vardır– oralarda her seferinde bir şey söylendi: “Artık aday açıklanacak”. Hattâ İYİ Parti buluşmasından sonra açıklanacağı söylendi. Şimdi bize deniyor ki: “Saadet Partisi buluşmasından sonra açıklanacak”. Gündemde anladığım kadarıyla böyle bir şey yok. 

Gültekin Uysal: Ruşen Bey, uzun yıllar siz farklı dönemleri tâkip etmiş birisiniz. Siyâsetin tabiî momentumu, bir zamanlaması var. Yani o ben seçimi şöyle târif ederim: Projektörler altında stad içinde koştuğumuz son dönem. Ama o stadın kapısına kadar gelen dönem, o sıcak atmosferin eşiğine gelinmeden bu siyâsal süreçlerin olgunlaşma sürecidir aynı zamanda. Çünkü öngörebildiğimiz kısımlar var, öngöremediğimiz kısımlar var. Türkiye hangi siyâsal, iktisâdî ve toplumsal şartlarda seçimin o sıcak atmosferine gelecek bilemiyoruz. Bugün geldiğimiz bir süreç var, ama Türkiye her an bambaşka hâdiselerin olma potansiyelleri bulunan bir iklimde. Çok daha dikkatli, îtinâlı olmalı –elbette vatandaşlarımız, kamuoyu bu mânâda bir isimlendirmeyi merak ediyor–, ama 2024 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi İzmir büyükşehir belediye başkanını bugünden biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Ama bugün o pozisyonda oturan sayın başkan var Cumhuriyet Halk Partisi’nden. Muhtemeldir ki aday olma öngörüsünde bulunabiliriz. Bu böyledir biraz. Sayın Erdoğan’ın adaylığı da zâten şarta bağlı bir süreç. Bunu da Türkiye tartışacak. Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi yenilenen erken seçim gibi bir süreç işletmediği takdirde, normal şartlarda bizim de değerlendirmemiz, pek çok îtibârı olan akademisyenin, anayasa hukukçusunun değerlendirmesi o istikamette. O açıdan ben isimlendirme için, o tabiî zamanlaması olmadan yapılmaz diye düşünüyorum. Tüm siyâsî partilerin bu süreçte “Hem Büyük Millet Meclisi tablosunda hem de cumhurbaşkanlığında –biraz önce de altını çizmeye çalıştım– en net sonucu, açık ara başarıyı nasıl üretiriz?” diye kafa yorduğu bir açık gerçek. 

Ruşen Çakır: Demin Erdoğan’ın adaylığı meselesini daha çok anayasa üzerinden söylediniz. Her ne kadar kendisi İzmir’de, “Adayım” dediyse de, “Adaylıktan imtinâ eder mi siyâseten?” diye böyle bir spekülasyon da yapıldı. Siz buna ihtimal veriyor musunuz?

Gültekin Uysal: Ben çok ihtimal vermiyorum; çünkü yürüyen süreç Sayın Erdoğan’ın yirmi yıllık süreç içerisinde muhâtap olduğu pek çok isnat var. O açıdan iktidârını sürdürmek için son saniyeye kadar bütün gücüyle kendi mücâdelesini vereceğini düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Çok sağolun Gültekin Bey.

Gültekin Uysal: Ben çok teşekkür ederim

Ruşen Çakır: Güzel bir söyleşi oldu. Evet Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal konuğumuzdu. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.