Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını | Kılıçdaroğlu’nun adaylığına hazır mısınız?

CHP lideri Kılıçdaroğlu, FOX TV’de İlker Karagöz’e konuk oldu. Muhalefetin cumhurbaşkanı adayıyla ilgili de konuşan Kılıçdaroğlu, “Benim ismim üzerinde uzlaşma sağlanırsa ben hazırım” dedi.

Ruşen Çakır, izleyicilerin sorularını yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Haftaya Kemal Kılıçdaroğlu’nun Fox Tv canlı yayınında söylediği, “Altılı Masa adaylığımda birleşirse ben hazırım” sözüyle başladık. Aslında buna benzer sözleri daha önce etmişti; ama bu netlikte ettiğini pek hatırlamıyorum. Zâten ilginç bir durum var, muhâlefetin aday adayları sayısı fazla; ama bunların içerisinde aday olduğunu, olabileceğini söyleyen tek kişi Kemal Kılıçdaroğlu. Diğer isimler, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun ağzından hiçbir şekilde “Aday olabilirim” sözünü duymadık, “Olmam” sözünü de duymadık. Bir diğer adı geçen, Meral Akşener ise, kesin bir şekilde aday olmayacağını, başbakan adayı olduğunu söylüyor. Biz de aylardır bunu tartışıyoruz, bunu konuşuyoruz, dönüp dolaşıp Kılıçdaroğlu’nu tartışıyoruz. Ama bugünkü sözlerinden hareketle sorduk, size de soruyoruz: “Siz hazır mısınız Kılıçdaroğlu’nun adaylığına?” diyelim. 

Ben bundan önce Twitter’da hızlı bir anket yaptım. 7-8 bin kişinin verdiği oyların yarısı hazır olduğunu söylüyor; diğer yarısı, “Değilim”, “Hiç hazır değilim” ya da görüş belirtmiyor, yarı yarıya gibi bir durumv var. Ama bu hâli bile, Kılıçdaroğlu için benim daha önce yaptığım anketleri hatırlıyorum, bir ilerleme olduğunu kabul etmek lâzım. Şimdi bu yayın boyunca sizlerin Medyascope ve benim Youtube sayfalarımızdan chat bölümünde yazacağınız yorumları, dile getireceğiniz görüşleri ve soruları bekliyoruz. 

Daha şimdiden çok sayıda soru var, yorum var. Sorudan çok yorum var. Meselâ Onur Soylu diyor ki: “Motorları maviliklere sürmeye hazır olduğumuz kadar hazırız” demiş; yani Kılıçdaroğlu’nun lehine bir durumda. Özgür Aşık demiş ki: “Hazır falan değiliz, ne diye riske ediyoruz?” Riske etmekten kasıt tabii ki burada Kılıçdaroğlu’nun adaylığını ilk dile getirdiği andan îtibâren kazanma şansının düşük olduğu, hattâ hiç olmadığı iddiaları — bunu özellikle vurgulamak lâzım. İlk telaffuz edildiğinden bu yana Kılıçdaroğlu’nun anketlerdeki oyunun yükseldiğini görüyoruz; fakat bir Mansur Yavaş’ın, bir Ekrem İmamoğlu’nun elde ettiği oranı tutturamadığını da görüyoruz. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nu istemeyenlerin en önemli argümanı hâlâ, onun seçilemeyeceği, bunun riskli olduğu argümanı. 

Mesela Ban(?) isimli bir izleyici, “Sandık boykotuna hazırız” diyor. Şimdi bu da başlı başına çok ilginç bir tartışma konusu. Diyelim ki Kılıçdaroğlu ya da başka bir isim, muhâlif seçmenin çok da aklının yatmadığı bir isim aday olursa ne olacak? Bu seçmen kızıp Tayyip Erdoğan’a mı verecek? Çünkü rakip adayın Erdoğan olduğunu biliyoruz. Yoksa sandığa mı gitmeyecek? Genellikle muhâlefet çevrelerinde egemen olan görüş, insanlar isteseler de istemeseler de, yani memnun kalsalar da kalmasalar da, muhâlefetin adayına nasıl olsa oy verirler. “Kendilerini AKP ve Erdoğan karşıtı görenler bir yerden sonra adayın kim olduğuna bakmaz” diye bir görüş var. Bu görüşü dile getiren çok kişi var; belki burada da gelecektir, izleyicilerimizden. “Kim olduğuna bakmam, hattâ herhangi birisi olursa bile, ne olursa olsun ben Erdoğan’ın karşısına oy vereceğim” diyenler de var. Ama “Bu kolay değil, biz çantada keklik değiliz” diyenler de var. Yarın Hatem Ete ile her ay yaptığımız “Seçim Panoraması” yayınını yapacağız. Onların hazırladığı rapora göz attım, Ağustos raporuna. Orada da muhâlefet seçmeninin, “Muhâlefetin adayı kim olursa olsun oy veririm” diyenlerle, “Adayın kim olacağına bakarım” diyenler arasında bayağı önemli oranlar var. Yani “Kim olursa olsun oy veririm” diyenlerin oranı %90-95 gibi gözükmüyor, yarın onu Hatem Ete’yle de konuşacağız. Boykot olur mu? Boykotu dillendiren olur; boykot genellikle dillendirilir, ama son anda sandığa gidilir, genel eğilim bu. Ama yine de insanlar sonuçta evlerinden kalkıp, sandığa gidip, kuyruğa girip vs. oy vermek sonuçta bayağı bir efor gerektiriyor, adaya kızıp gitmeyenlerin de olabileceğini hesaba katmak lâzım.

Bir izleyici, Fevzi Kılıç diyor ki: “İlk defâ böyle bir şey gördüm, Kılıçdaroğlu hakkında, kendi diktatörlüğünü kuracağını bildiğimden ben hazır değilim, kötünün iyisiyle yetinmek zorunda hiç değilim.” Şimdi, “Kötünün iyisiyle yetinmek zorunda değilim”i söyleyenler –aynı bu kelimelerle olmasa da– var; ama Kılıçdaroğlu’na, “Kendi diktatörlüğünü kuracak” diye yaklaşan açıkçası daha önce görmemiştim, ilk defâ karşıma çıktı. Başka var mıdır, izleyicilerden benzer düşüncede olanlar belirtirlerse sevinirim. 

Sezer Memiş de diyor ki: “Kılıçdaroğlu’nun adaylığı artık bir zorunluluk”. Ben bu süreci daha iyi yürütebilecek bir profil görmüyorum; Türkiye de hazır olmalı, aksi durum çok kötü etkiler yaratır”. Evet, burada izleyicimiz Sezer Memiş’in söylediği husus ilginç; çünkü bu bir süreç: Bu Altılı Masa’nın kurulması, oradaki yapılan görüşmeler vs. ve ondan sonra aday açıklandıktan sonra da seçim kampanyası, seçim kampanyasından sonra kazanılırsa bu sefer de ülkeyi bir geçiş dönemine götürmek vs.. Bütün bir süreç var ve bu süreç kolektif bir süreç; en azından altı partinin olduğu bir süreç, belki daha fazla parti de olabilir. Dolayısıyla buradaki kişinin aynı zamanda bir koordinasyon yapabilmesi gerekiyor. Adaylık için isimleri geçen diğerlerinin bunu yapabileceğini düşünen pek yok; ama Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın kurulmasına ön ayak olması ve bunu bugüne kadar taşıması, onun öncesinde de Millet İttifakı’nın ana, ilk kurucu unsuru olması sebebiyle, ona bu tür, bu zorlu süreçleri tek bir süreç değil adayın belirlenmesi, kampanya, kazanılırsa seçimden sonraki süre… orada Kılıçdaroğlu’nu bâzılarının gözünde câzip kılabiliyor. 

Bir başkası, meselâ Yeşim Tosun da benzer bir şekilde, “Yeniden parlamenter sisteme dönüş lehinde en uygun isim, cumhurbaşkanı olmayı en fazla hak eden siyâsetçi Sayın Kılıçdaroğlu” demiş. Parlamenter sisteme geçiş konusunda Altılı Masa’nın bir sözü var. Zâten masanın ilk önemli faaliyeti de buydu biliyorsunuz. Dolayısıyla parlamenter sisteme geçilme taahhüdü cumhurbaşkanın başkanlık şeklindeki görevinin çok uzun olamayacağı taahhüdü olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla geçici bir süre için başkanlık yetkilerini kullanacak, ama sonra daha sembolik bir cumhurbaşkanlığına râzı olacak bir isim anlamında, Kılıçdaroğlu –bâzılarına diyelim herkese değil– daha mantıklı geliyor. 

Mesela Emin Kalyoncu da, “En hak eden kişi o. Altılı Masa’yı kim topladı?” diye sormuş. Gerçekten birbirinden farklı altı parti var. Düşünün, AK Parti’den kopmuş, ama birbirleriyle çok sorunu olan Gelecek ve DEVA diye iki parti var, Saadet Partisi var, İYİ parti var, Demokrat Parti Parti var; bütün bunları bir araya getiren gerçekten Kılıçdaroğlu. Bir de bu masada olmayan, ama muhâlefet bloğunu tamamlayan ve bu masayla belli anlamlarda birlikte hareket etmesi beklenen, meselâ cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu masanın göstereceği adaya ilk turda olmasa bile ikinci turda oy vermesi beklenen HDP var. HDP konusunda CHP’ye bayağı bir rol düştüğü anlaşılıyor. Nitekim son günlerde Gürsel Tekin’in çok alâkasız bir şekilde ettiği lâflarla koparılan kıyâmet de aslında CHP’nin en kritik işlevlerinden birisinin HDP meselesini idâre etmesi, yürütmesi, yönetmesi olduğunu görüyoruz. 

Mehmet Özkan demiş ki: “Kılıçdaroğlu’nun güç zehirlenmesi yaşamayacağının garantisi ne olabilir?” Bu aslında herkes için geçerli, bütün başkanlar için geçerli; ama burada şöyle bir husus var tabiî: Altılı Masa söz konusu, bir ortak ittifak söz konusu. Muhtemelen, zâten o da öyle diyor, “Altılı Masa mutâbık kalırsa” diyor, dolayısıyla o güç zehirlenmesini engelleyecek olanlar da masanın diğer aktörleri olacaktır. Ve muhtemelen de cumhurbaşkanı adayı kim olursa olsun –diyelim ki Kılıçdaroğlu–, masada yer alan partilerin birtakım temsilcileri, belki liderleri de bu süreçte birtakım önemli görevlere getirilecektir — Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı gibi ya da kritik birtakım bakanlıklar gibi. 

Ataman Özölçer diyor ki: “Ben bugüne kadar severek hazırdım, ama bu kadar tepki alacaksa bir kere daha düşünmesini isterim doğrusu”. Çok kişide böyle bir şey var. Aslında Kılıçdaroğlu hak ediyor. Olsa da herhalde kazanır, ama birbirinden farklı gibi gözüken kesimlerden o kadar çok îtiraz var ki, “Ya, yoksa onlar haklı mı acaba?” diye iyi düşünmek lâzım. Meselâ şunu diyenler de var — belki izleyicilerimiz de vardır onu diyen: “Ya, Kılıçdaroğlu olsun, ama son anda belki daha başka bir isim için feragat edebilir, onun göstereceği, Altılı Masa’nın da onaylayacağı bir başka ismi. Tabiî burada Kılıçdaroğlu’nun rızâsı söz konusu olabilir” diyenler de var. Yani gönülleri Kılıçdaroğlu’ndan yana olup da, akılları diyelim, zihinleri, “Ya, acaba başka bir isim daha mı garanti olur?” diye düşünenler de var, Ataman Bey bunlara bir örnek.

Ahmet Balcı güzel bir soru sormuş, “Peki Altılı Masa mutâbık kalmazsa; ilk turda farklı adaylar çıkarıp ikinci tura ortak adayla mı girilecek? Muhâlefetin tek ses hareket etmemesi seçmeni nasıl etkiler?” Evet, bu çok önemli bir soru. Mutâbık kalır diye düşünüyorum, ama kalmama ihtimâli var. O zaman çok sayıda aday çıkar, en çok oyu alan aday ikinci turda zâten, yani şunu biliyoruz ki Erdoğan, karşısına kaç aday çıkarsa çıksın ilk turda kazanacağa benzemiyor. %50+1 oyu alabilecek gibi gözükmüyor. Sonuçta Erdoğan’ın karşısına en güçlü, en çok oy alan aday çıkacak. O zaman diyelim ki CHP, İYİ Parti, DEVA, Gelecek –isteyen birtakım bağımsız isimler de yüz bin imza ile gelebilir– adaylar çıkarttı ve sonuçta diyelim ki en çok oyu, ikinci en çok oyu diyelim ki Kılıçdaroğlu aldı, o zaman muhâlefet herhalde onda birleşecektir. Fakat psikolojik olarak bunun yerine ilk turdan bir adayda birleşilmesinin etkisi çok daha önemli olacak. Hattâ bir senaryoya göre de ilk turda öyle bir aday olabilir ki, HDP de aday çıkarmayıp oraya destek verebilir, böyle bir senaryo da var. Ama normalde düşünülen şu: Erdoğan, Altılı Masa’nın adayı, HDP’nin adayı, bir de 100 bin imzâyı tamamlayıp aday çıkabilen başka kişiler, bunların yarışması, bu yarışta Cumhur İttifakı ile Altılı Masa’nın adayı ikinci tura kalacak ve HDP ve diğerlerinin büyük bir kısmı da muhâlefeti destekleyecek şeklinde daha geçerli olan bir senaryo var.

Kadir Kağangüler, “Milliyetçi çevredenim, birçok arkadaş Kılıçdaroğlu’nun aday olması hâlinde cumhurbaşkanı seçimlerinde tarafsız olacağını söylüyor. Eğer İmamoğlu aday olursa Erdoğan’a, Mansur Yuavaş olursa Yavaş’a vereceğini belirtiyor.” Eh bu çok da şaşırtıcı bir şey değil. Cumartesi günü bir yayın yaptım “Türkiye’de Sol Sağ’ın Trampleni Olmak Zorunda mı?” diye. Aslında kendilerini muhâlefette tanımlayan, ama sağ, özellikle milliyetçi sağdan bâzı kişilerinin Kılıçdaroğlu’na îtirazları, “Seçilemez, az oy alır” vs.’den ziyâde, onun siyâsî kimliğinden dolayı. Yani oraya kelimenin gerçek anlamıyla sağcı bir ismi lâyık görüyorlar. Meselâ bu izleyicimizin söylediği gibi, İmamoğlu aday olursa Erdoğan’a, Mansur Yavaş olursa Mansur Yavaş’a. Yani tek seçenek Mansur Yavaş. Onun dışındaki tüm seçenekler Erdoğan’a çalışıyor. Bunu düşünenler vardır; ama sayılarının çok yüksek olduğunu düşünmüyorum; fakat bu vesîleyle tekrar söyleyeyim: Kılıçdaroğlu’na yönelik birtakım îtirazların, özellikle İYİ Parti çevresinden gelen îtirazların matematikten ziyâde ideolojik kökenli olduğunu düşünüyorum. 

Fatih Kitapçı: “Sizce kazanma şansı yüzde kaç?” Fatih Bey, ben bunu biliyor olsaydım zâten başka işler yapardım, bilmiyorum. Yani siz ne kadar biliyorsanız ben de o kadar biliyorum. Ben de aynı kamuoyu araştırmalarına bakıyorum. Şunu görüyorum ki Erdoğan’ın ilk turda kazanma şansı yok, ama diğer adayların da ilk turda kazanma şansı yok. HDP’yi yanına katanların ikinci turda kazanma şansı var ve bu anlamda Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansı, ikinci turda HDP oylarının önemli bir kısmını alırsa Erdoğan’dan daha yüksek gözüküyor. Ama yüzde olarak bir şey söylemek mümkün değil. 

Bir izleyicimiz sormuş: “İnsanlar Alevî’ye oy verir mi?” Bunu daha önce çok konuştuk. Verir, vermesi de gerekir. Alevîlik meselesini sorun yaptığı anda insanlar zâten onların oylarının da çok… nasıl söyleyeyim? Neyse… 

Geçen Kadri’yle yaptığımız yayında Kadri çok ilginç bir husus söyledi: Kılıçdaroğlu’nun Alevî kökenli olduğunu biliyoruz, ama Alevî olduğuna dâir elimizde bir bilgi yok, bunu söyleyen birisi değil”. Bu çok ilginç bir ayrıntıydı. İnsanların bâzılarının Kılıçdaroğlu’nun Alevîliği üzerinden karşı propaganda yapma ihtimâli tabii ki var; ama bu propaganda ne kadar tutar? Meselâ şöyle diyenler var: “Oturduğunuz yerden konuşuyorsunuz, halbuki Anadolu’da insanlar sırf o Alevî diye oy vermez.” Bunu diyenlerin bir kısmı ne kadar Anadolu’da dolaşmış, ne yapmış çok bilmiyorum; ama ben gazeteci olarak Anadolu’da, özellikle sağın güçlü olduğu yerlerde çok bulundum, seçim kampanyalarını izledim vs.. Tabiî ki Alevîlik bir faktör, ama tek faktör değil — hele bu seçimlerde belirleyici faktör olduğunu sanmıyorum. Önemli olan burada Kılıçdaroğlu’nun tek başına bir aday olduğu değil; Gelecek, DEVA, Saadet, İYİ Parti, Demokratik Parti gibi partilerin de onayı ve desteğiyle aday oalrak ortaya çıkması. Dolayısıyla onların varlığı zâten Kılıçdaroğlu’nun Alevîliği meselesinin geri planda kalmasına ve bunun bir sorun olmadığına kanıt olacak.

Onur Öztürk diyor ki: “Kılıçdaroğlu’nun kazanamama ihtimâlini anlıyorum, ama oy vermem demek neye dayandırılıyor?” Evet, bu önemli bir soru. Bu, genellikle “oy vermem” diyerek aday olmamasına iknâ etmek ya da onu çevresindekilere iknâ ettirmek için. Yani: “O olursa oy vermem, sandığa gitmem” vs.. Yani, “Aday olursa kazanması ihtimâli az“ demek başka, “Aday olursa oy vermem” demek zâten az olduğunu düşündüğünüz kazanma ihtimâlini daha da düşürmeniz anlamına geliyor. Burada politik bir manevra var. Bu da daha çok İYİ Parti çevrelerinden. Bir de şunu açıkça söylememe izin verin: Muhâlefetle hiçbir alâkası olmayan, iktidarın yakın çevresinde olan ve iktidâra, Erdoğan’a yatırım yapmış ve bu yatırımını sürdürmek isteyen, Erdoğan‘ın seçilmesinin uzun vâdede kendisi için daha iyi olacağını düşünen bâzı isimler, sanki muhâliflermiş gibi Kılıçdaroğlu’na meydan okuyorlar, hakaretvâri lâflar ediyorlar. “Sen bizi ne sanıyorsun?” diyorlar. Ama benim bildiğim kadarıyla Kılıçdaroğlu zâten o kişilerden bir şey beklemiyor. Ama o kişiler sanki muhâlifmişler gibi yapıp –ki değiller–, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayattığını vs. söyleyip ona meydan okuyorlar. Böyle acayip yandaşlık örneklerini de görüyoruz. Onları bir kenara bırakalım. Samîmî olarak, gerçekten muhâlefetin kazanmasını isteyip de Kılıçdaroğlu’nun adaylığının bunu riske atacağını düşünen, bunu samîmî olarak düşünen insanlar var. Burada iş tabiî ki Kılıçdaroğlu’nu ve diğer berâber hareket ettiklerine düşüyor. Ya onları bir şekilde iknâ edecek, bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını gösterecekler, ya da onların beklentisini karşılayacak şekilde kazanma ihtimâli daha garantiye yakın olan isimleri yürütecekler. Yani şunu demek doğru değil: İnsanlar ses çıkartıyor, ama nasıl olsa verecekler; onları çok da fazla ciddiye almamak lâzım” yaklaşımının doğru olduğu kanısında değilim. Bu tür uyarıları, îkazları, endîşeleri ciddîye almaları lâzım; özellikle Kılıçdaroğlu’nun ciddîye alması lâzım ve bu konuda en güvenilir kişilere çok titizlikle hazırlanmış kamuoyu araştırmaları yaptırması lâzım — farklı farklı sorularla ve onların dışında gerçekten artniyetsiz bir şekilde kendisine akıl fikir verebilecek birkaç kişiyle tartışarak karârını vermesi lâzım. Yani şu yaklaşım yanlış: “Nasıl olsa Erdoğan’dan nefret eden –hele ekonomik krizde– çok daha fazla insan var, kim olursa olsun verirler, ben de kazanırım” demek yanlış. Ya da şu da yanlış: “Ya, ne yapsam bir türlü insanları iknâ edemeyeceğim; o zaman ben vakit erkenken çekileyim” demesi de yanlış. Olabileceğini görüyorsa, bunu insanlara da anlatabilmesi lâzım. Bir de olabileceğini gösterebilmesi lâzım. Sürekli tekrarladığım bir husus var: İlk adının telaffuz edilmesiyle bugün arasında çok ciddî bir performans farkı var. Kılıçdaroğlu çok şey yaptı, çok şey söyledi. Buna karşılık diğer adı geçenler hemen hemen hiçbir şey yapmadılar. Dolayısıyla bu süre içerisinde Kılıçdaroğlu’nun kendini kitlelere, muhâlefet saflarına özellikle de iktidardaki kafası karışıklara hazırladığını söyleyebilirz. Ama bunun ben hazırım demesi gibi, karşı tarafın yani seçmenin tam aynı şekilde hazır olduğunu söylemek doğru değil. Artniyetli  e iktidâra yaranma amaçlı yapılan çıkışlar var — ki bunları anlamak çok kolay, çünkü çok basitçe yapıyorlar, onları ayırarak onun dışındaki gerçekten samîmî endîşeleri ciddîye almaları gerekiyor bana göre. 

Ruhi Taner diyor ki: “Kılıçdaroğlu en iyi aday ve üstelik HDP seçmeni için de uygun bir aday”. Evet, şu âna kadar görülen gerçekten de HDP seçmeninin Kılıçdaroğlu’na diğer adaylara göre daha fazla oy verebilileceği; ama tabiî bu da iktidârın aleyhte kullanmak isteyecektir. O da zor bir konu aslında. Bir taraftan HDP’liler Kılıçdaroğlu’na oy verecek diyeceksiniz ve HDP’lilerin Kılıçdaroğlu’na oy vermesini bir anlamda teşvik edeceksiniz, böyle bir riski var, ama bunu diyerek de muhâlefet içerisnde HDP’ye alerjisi olan kesimlerin Kılıçdaroğlu’na oy vermemelerini sağlayacaksınız. Ben bunun iktidârın elinde patlama ihtimâlinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu noktada yerel seçimler ve yerel seçimlerde yapılan beka temelli propagandanın bir işe yaramamasını özellikle buna kanıt olarak göstermek istiyorum.

Süheyla Polat demiş ki: “Seçilmesi durumunda, Kılıçdaroğlu mevcut durum kaynaklı yaşanabilecek kaosu yönetebileceği konusunda tereddütlerim var.” İşte bu önemli bir husus. Burada işte, “Seçilirse nasıl yapar? Cumhurbaşkanlığını yapabilir mi?” meselesini az sayıda kişi dile getiriyor. Meselâ bu izleyicimizin böyle bir endîşesi var. Bu önemli bir konu. Kılıçdaroğlu’nun insanlara, eğer aday olursa ve seçilirse Türkiye’nin geçiş dönemini ustalıklı bir şekilde yönetebileceğini göstermesi lâzım. Bunu nasıl yapar, nasıl eder bilmiyorum ama siyasetçi madem buna tâlip oluyor, bunu da yapabilmesi lâzım. 

Özlem Şen diyor ki: “Şu an ihtiyaç duyulan cumhurbaşkanlığı tek adamlık üzerinden değil diyaloğa açık, uzlaşmacı ve bunu yaparken de her kesimi kapsayacak biri. Kılıçdaroğlu ile aynı hatta olmasam da, bunu yapabilir görüyorum” diyor. Evet, bu önemli; başta da değindiğimiz gibi farklı kesimleri bir araya getirebilme konusunda şu âna kadarki Altılı Masa tecrübesi bunu gösteriyor, Millet İttifakı tecrübesi bunu gösteriyor. Tabiî Ekmelledin İhsanoğlu tecrübesi de bunu göstermişti, o ayrı bir hikâye. Kılıçdaroğlu’nun böyle bir uzlaşmacı yanı olduğunu ileri sürenler var, ama tabiî bir de Kılıçdaroğlu’nun son dönemdeki birtakım meydan okuyuşlarından rahatsız olanlar da var. “Ya, bu kadar ürkütmese insanları” diyenler de var — onu da not edelim.

Oğul Çetintaş diyor ki: “Kılıçdaroğlu bence doğru aday olur, ancak bu Altılı Masa‘nın ne yapacağını anlatmaya yetmiyor. Nerede ortaklaşacaklar? Ne vaat ediyorlar belli değil. Yapacaklarını netleştirmeliler ki iknâ olalım.” Evet, bu da çok önemli bir husus. Program ne? Vizyon ne? Nasıl bir Türkiye vaat ediyorlar? Sadece bir ismi ortaya atıp –Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş ya da başka birisi–, güçlendirilmiş parlamenter sistem demek tek başına karşılamıyor; çünkü o zâten ilk aşamada yapılacak şeyler değil. Bu konuda bir şeylerin anlatılabilmesi lâzım. Kılıçdaroğlu arada sırada çıkıp, “Ben gelince şunu yapacağım, onu ödemeyin ben gelince halledeceğim, bunu şikâyet edin, ben gelince halledeceğim” çıkışlarının dışında daha bütünlüklü bir Türkiye vizyonunu ondan ve de Altılı Masa’dan tam olarak görebilmiş değiliz” diyor.

Bülent … diyor ki: “HDP’yi yanına katan, Türk milliyetçi oylarını kaybetmez mi?” Türk milliyetçisi oylarının yüzdesi sizce kaçtır? Herhalde yüzdesi yüksektir, ama HDP’yi yanına katan Türk milliyetçisi oylarını kaybedecek diye bir kural yok. Öyle olsaydı Ankara, İstanbul, Adana, Mersin belediyelerini CHP kazanamazdı. Önemli olan sizin kimlerin oylarını aldığınız değil, Türkiye’ye ne vaat ettiğiniz. Bunu yapabildiğiniz zaman, o teferruat kısmına girer ve insanlar da pekâlâ, “HDP’liler veriyor, o zaman ben vermem” gibi bir yaklaşım içerisinde olmaz. Önemli olan adayın ve ekibinin ne sunduğu, tüm Türkiye’ye ne sunduğu meselesi.

Özkan Başat demiş ki: “Boş oy ve sandığa gitmemek iktidâra destek vermektir”. Tabiî ki Erdoğan’ın en büyük hesâbı, özellikle seçim ikinci tura kalırsa HDP seçmeninin kendisine oy vermesini sağlamakta zorlanacağı için, sandığa gitmemesini tercih eder. Ve bu konuda da, son yerel seçimde yaptığı gibi, ne zamandır konuşmuyoruz ama, Abdullah Öcalan dâhil olmak üzere elindeki son birtakım kartları kullanmak isteyebilir. Yani seçimin boykotu, sonuç olarak bakıldığı zaman, şu hâliyle bakıldığı zaman Erdoğan’ın işine daha çok gelir gibi görünüyor. 

Orkun demiş ki: “Sürpriz bir adayın çıkması en gerçekçi olasılık”. Evet, bu sürpriz aday meselesi hep gündemde. Ben açıkçası sanmıyorum, ama siyâsette her şey mümkün. En güçlü olasılık olduğunu düşünmüyorum, pardon, “gerçekçi olasılık” demiş. Böyle bir aday yok bence; yani olsaydı bilirdik. Şu ana kadar telaffuz edilen, var olan dört isim dışında adı geçilen isimlerin hiçbirisi öyle sürpriz bir isim değil bence. Yepyeni, hiç yıpranmamış, yani fırından tâze çıkmış birisi olacağını sanmıyorum. Böyle bir kurtarıcı formülü içerisine gireceklerini sanmıyorum. Bu bir de Altılı Masa’nın bugüne kadarki performansını da bir anlamda önemsizleştirmek olur. Dolayısıyla bana çok akla yatkın gelmiyor; ama tabiî ki yine de öyle bir ihtimâli az da olsa akılda tutmak lâzım.

Safir demiş ki: “Kimse bir kişide mutâbık değil. İmamoğlu’na, Yavaş’a, Kılıçdaroğlu’na, hattâ Abdullah Gül‘e bile destek veren veya îtiraz eden var, herkesin gönlü olmaz. Sistem için oy vermek lâzım.” Evet, aday tabiî ki önemli; ama bir yerden sonra, “Kim gelirse gelsin ona oy vermek lâzım” diyenlerin sayılarının çok da az olduğunu düşünmüyorum. Burada, “Herkesin birleşeceği bir isim bulamayız” diyor — ki gerçekten bu mümkün değil. 

Sedat K, “Neden muhâlefetin içindeki sağ görüşlü ve muhâfazakar adayları seçmek zorunda bırakılıyoruz ki? Örneğin Mansur Yavaş gibi” diyor. Evet bu benim cumartesi günü sormaya çalıştığım, “solun tramplen olması meselesi”yle alâkalı bir şey. Masayı kuran, masayı büyük ölçüde yürüten ve masada en çok oyu alan parti CHP; ama CHP bütün yükü taşırken, birtakım şeyleri CHP’nin almaması gerektiği, meselâ adayın CHP’den olmaması gerektiği yolunda birtakım sağcı îtirazlar olabiliyor. Neden? Çünkü “Seçmen, millet bunu istiyor ya da şunu istemiyor” şeklinde… Türk sağının böyle bir özelliği vardır: “Millet diyor ki” şeklinde, milletin sözcüsü olma iddiası, milletin nabzını tutma iddiası vardır. Bunun bir yerden sonra çok da anlamlı olduğunu düşünmüyorum.

Onur Öztürk sormuş: “Sizce Cumhurbaşkanı nasıl tepki gösterir, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına?” Bunu daha önce söylemiş olabilirim. Böyle bir anlayış var, deniyor ki: “Erdoğan’ın gönlünden geçen aday Kemal Kılıçdaroğlu, istiyor ki o olsun.” — Neden o olsun? “Onu yenmek daha kolay. Onu kampanyada yıpratmak daha kolay” vs.. Ben buna emin değilim. Hattâ şöyle bir şey söyleyeceğim, daha önce söylemişsem tekrar olacak: Erdoğan’ın en az istediği isim herhalde Kılıçdaroğlu’dur. Zîra diğer isimlerin hepsine kaybetmesi durumunda bir şeyler diyebilir. Meselâ Mansur Yavaş kazanırsa, “Eh tabiî bizim tabanda da ona oy verenler vardı; o da sonuçta yerli ve millî bir kardeşimizdir” diyebilir. Meral Akşener’e bir şekilde sinirlenir, ama sîneye çeker; Ekrem İmamoğlu’na da sinirlenir, ama sonuçta ona da çok fazla bir şey diyemez. Kılıçdaroğlu’na kaybetmek herhalde Erdoğan’ın yaşamak isteyeceği en son şeydir. Çünkü bu seçim tüm Türkiye için, ama özellikle Erdoğan için çok kritik bir seçim ve yıllarca “Bay Kemal” diye diline doladığı, birçok seçimde yendiği, ama son yerel seçimde çok kötü bir şekilde kaybettiği Kılıçdaroğlu’na böyle bir şekilde kaybetmeyi istemez. Eğer kazanmayı garanti görüyor diyorsanız, o zaman siz haklısınız; ama şu hâliyle bakıldığı zaman, Erdoğan’ın, karşısındaki aday kim olursa olsun, kazanması asla garanti değil. Dolayısıyla “Kılıçdaroğlu aday olursa kesin Erdoğan kazanır” diyenlerden değilim, ama Kılıçdaroğlu aday olur ve kazanırsa, Erdoğan için çok çok büyük bir şok olacağına eminim. 

Bir izleyicimiz diyor ki: “Kılıçdaroğlu’nun adaylığını Meral Akşener ile Temel Karamollaoğlu’nun açıklaması kapsayıcı ve seçmenin kabulü ve içselleştirmesini daha kolaylaştırıcı olmaz mıydı? İçselleştirmesi için daha kolay olmaz mıydı?” Henüz adaylık açıklaması yok, “Adaylık olursa hazırım” açıklaması var. Yani aday adaylığını deklare etti; ama sonuçta beklenen zâten, eğer Altılı Masa bir adayda uzlaşacaksa –ki uzlaşma iddiasındalar, öyle söylediler–, bunu masa açıklayacak. Eğer bu uzlaşılacak kişi Kılıçdaroğlu olursa, herhalde Akşener, Karamollaoğlu, onlardan birisi ya da ikisi birden bunu açıklar. Yani Kılıçdaroğlu çıkıp, “Masa bende anlaştı” diye bir açıklama yapmaz. Orada bütün diğer liderlerle berâber çıkarlar, eğer Kılıçdaroğlu’nda mutâbık kaldılarsa onu açıklarlar. Şu anda aday açıklaması yok, aday adaylığı açıklaması var. Aday adaylığını açıklayan tek kişi de Kılıçdaroğlu. 

Berkant Gültekin diyor ki: “Kemal Bey’i destekliyorum, ancak aklım şüphede. Erdoğan’ın İmamoğlu veya Yavaş’a karşı bir seçim kampanyası yürütürken çok zorlanacağını düşünüyorum, ama Kemal Bey’i hasım olarak tanıyor.” Evet, bu bir yanıyla doğru; ama bir diğer yanıyla da hasım olarak tanıyor ve ona yönelik çok da fazla bir şey kalmadı — bunu da düşünmek lâzım. İmamoğlu’nun aday olsa seçim kampanyasının çok dinamik olacağını kestirmek mümkün; ama Mansur Yavaş’ın nasıl bir kampanya yürüteceğini, Mansur Yavaş’ın profiline baktığınızda, daha önceki deneyimlere de baktığınızda onu çok fazla göremiyorum açıkçası. Belki daha sâkin bir şekilde gidecek olması daha avantajlıdır, onu kestiremiyorum; ama İmamoğlu iki seçim, yani üst üste yapılan iki seçimde de gördük ki çok dinamikti ve beklenmedik bir şekilde, adının kimsenin duymadığı birisi iken hızlı bir şekilde 25 yıllık İstanbul kalesini Erdoğan’ın elinden aldı — bunu unutmamak lâzım. Arada geçen süreçlerde ne oldu ne bitti o ayrı bir konu; ama İmamoğlu’nun böyle bir kampanyada açık söylemek gerekirse bütün diğer isimlere göre hepsinden daha dinamik bir kampanya, Kılıçdaroğlu’ndan daha dinamik bir kampanya yürüteceğini söyleyebilirim. Ama o yine kampanyasında bir yerlere Nagehan Alçı’yı götürürse, o zaman ne olacağının garantisini veremem açıkçası. 

Evet, Fatma Nilay Akın demiş ki: “Erdoğan için en acı final Kılıçdaroğlu’na yenilmek olur.” Bunu aynı anda galiba ben söylediğim zaman yazmış Fatma Hanım. Aklın yolu birdir diyelim. Evet, bence de öyle.

Anıl Önder: “Muhâlefet kazanırsa geçiş dönemi nasıl olur?” Evet, çok zor bir soru. Zor olur, çok zor olur. Daha ilk günden, meselâ şimdi bakın Gürsel Tekin çıkıyor bir yerde, ne kadar üstüne vazife bilmiyorum, “HDP’den bakan da olabilir, çünkü Meclis Başkanvekili de var” vs. diyor. Söylediği retorik olarak doğru, ama çok da gereken bir şey değil. Bunu söylüyor ve bildiğim kadarıyla da partide hiçbir temsil yetkisi yok, Parti Meclisi’nde ya da MYK’da falan değil bildiğim kadarıyla, milletvekili. Onun üzerine İYİ Parti’den birtakım isimler hemen atlıyorlar, “Böyle şey olamaz” vs. diyorlar. Onların da bir temsîliyeti yok. Böyle en ufak bir şeyde… Bu arada Tanju Özcan çıkıyor, diyor ki: “Gürsel Tekin partiden ihraç edilsin”. Biliyorsunuz Bolu Belediye Başkanı kendi ihraç için Disiplin Kurulu’nda. Yani bir tâne, kaç kişinin izlediği belli olmayan, çok ya da az önemli değil, çok anlamlı ve gerekli olmayan bir söz üzerine, muhâlefetin içerisinde bir yığın kazan kaynıyor — böyle bir ortamdayız. Üstüne vazîfe olmayan kişilerin çok fazla öne çıkmaya meraklı olduğu, hep böyle bir şekilde ortalığı karıştıran çıkışların, beklenmedik çıkışların olduğu bir ortamdayız muhâlefet açısından. Daha sonra seçim kazanılacak edilecek ve sonra Türkiye yeniden yapılandırılacak, normalleştirilecek vs., bürokraside yöneticiler değişecek, bakanlar belirlenecek… o kadar çok şey var ki burada; herhalde çok yol kazası olur. Hele bu tür şeyler –dilimin ucuna gelen kelimeyi kullanmayayım–, ama bu tür acayip çıkışlar yapmaya hazır çok sayıda isim var —ki bunların sayısı iktidâra gelinmesi durumunda daha da artacaktır muhtemelen. Gerçekten yani nasıl olacağını kestiremiyorum, çok zor olacak. Yani önce tabiî ki belli bir rahatlama olur; ama ondan sonra, bir koalisyon söz konusu olduğu için, bu koalisyonun kendi içerisindeki iktidar dengelerini tutturabilmesi vs. ve bu arada da Türkiye’yi ileriye doğru dönüştürmesi lâzım — çok zor iş.

Doğan Yaydar diyor ki: “Kılıçdaroğlu aday olursa seçimin ikinci tura kalma olasılığı nedir ve hangi tur daha riskli?” Bence eğer HDP aday çıkarmazsa ve Kılıçdaroğlu’nu desteklerse, ilk turdan Kılıçdaroğlu’nun seçilme ihtimâli olabilir. Ama normal şartlarda ikinci tura kalacağını düşünüyorum — HDP olsa da olmasa da. Ve ikinci turda çok büyük bir hatâ yapılmadığı takdirde, muhâlefetin adayının, Kılıçdaroğlu dâhil, kazanma ihtimâlinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Ama demin söylediğim gibi, böyle olmadık zamanda olmadık sorunlar çıkarmayı beceren bir muhâlefetimiz olduğu için, her an her şey olabilir diye bir şerh düşelim. Normal şartlarda muhâlefet adayının ikinci turda kazanacağı kanısındayım.

Atilla Tahmaz diyor ki: “Kılıçdaroğlu aday olmayacaktır bence; anketler en yüksek kimi gösteriyorsa o olacaktır. Eğer milletin iyiliği düşünülüyorsa, sembolik bir cumhurbaşkanı olacağı unutulmamalı. Önemli olan seçimi kazanmak.” Bundan demin bir ara bahsettik; eğer son anda kendisinin kazanmasının çok riskli olup başkasının kazanma ihtimâlinin daha yüksek, net bir şekilde daha yüksek olduğunu görürse, Kılıçdaroğlu adaylıktan feragat edebilir; ama feragat etmemek için her şeyi yapacağını tahmin ediyorum. 

Muharrem Palaz: “Kılıçdaroğlu’nun aday adaylığını açıklaması diğer adayların önünü kesmez mi?” Zaten bunu aylar önce açıklamıştı. Diğer aday adaylarının da en önemli özelliği bunu telaffuz etmemeleri. Yani iki belediye başkanından bahsediyoruz; ikisi de şunu tercih ediyor: “Biz ağzımızı açmayalım, hayır demeyelim, Masa birimizi göreve çağırırsa, göreve çağırıldık vazgeçmek olmaz diyelim” — böyle bir pozisyondalar. Yani onların aday adaylığını açıklaması diye bir şey olmayacak; onların aday olarak dâvet edilmesi olacak. Şu hâliyle yaptıkları, o dâvetin önünü kesmemek. Yani “Ben kesinlikle aday olmam kardeşim” diye bir çıkış yapmıyorlar, dâvet edilmeyi bekliyorlar. Kalkıp “Ben de adayım” dedikleri zaman işin rengi değişir ve kendileri için iyi olmaz — onun için böyle bir şeyi tercih ediyorlar.

Şimdi İskepiyeli (?) diyor ki: “Genç bir adayı istemek, o kişinin siyâsî geleceğinin önünü kesmektir, bunu göz önüne alarak aday önerin.” Burada da kastı, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sözü verilmesi ve seçilecek olan cumhurbaşkanının o geçişten sonra sembolik duruma düşeceği meselesi. Evet, bu var, bu öteden beri düşünülen bir şey; ama şunu da söylemek lâzım, bunu da not düşmek lâzım: Diyelim ki Ekrem İmamoğlu muhâlefetin adayı oldu, seçildi; sonra, onun yönettiği geçiş sürecinde Türkiye güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçti; pekâlâ Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığından çekilip, diyelim ki CHP’nin lideri olarak seçime girmek isteyebilir ve yerine de Meclis ya da halkoyuyla yeni bir cumhurbaşkanı seçilirse, o cumhurbaşkanı da sembolik olur. Tabiî zorlama bir senaryo gibi görünüyor; ama demokrasilerde çâre tükenmez diyelim. 

Palpatin demiş ki: “Ahmet Şık’ın dediği gibi seçim sonrası şu anki yolsuzluk yapanların yargılanmasını görecek miyiz? Yoksa aralarında anlaşıp bu işi seçim şovuna mı dönüştürecekler?” Ahmet Şık gerçekten Türkiye’nin gündemini bayağı bir karıştırdı ve benim yayınımda daha önce de yapmıştı Alevîlik meselesiyle, şimdi de yaptı. Valla, bu hesap sorma meselesi hep böyledir. Kişisel olarak soruyorsanız, çok büyük bir hesaplaşma olacağını sanmıyorum. Bir şey bildiğimden değil, tamâmen daha önceki deneyimlerden, daha önce gidenlerden edenlerden, işte o Yüce Divan’lar vs.. Hiçbirisinden, 17-25’ten de bir şey çıkmadı, daha önceki dönemden de çıkmadı. Umarım bu sefer çıkar ve biz de, “Ya, yanlış söyledik, ama helâl olsun” deriz — öyle diyeyim. 

Hasan Koçyiğit: “Sizce neden daha güçlü adaylar varken Kılıçdaroğlu kendi aday olmak istiyor? Anketlerdeki diğer adaylar o kadar güçlüyken neden seçmen nasıl olsa Kılıçdaroğlu fikrine de alışır gibi bir yol izleniyor?” Çünkü Kılıçdaroğlu aday olmak istiyor; şansını zorluyor. İlk başladığı yerle şimdi geldiği yer arasında bayağı bir mesâfe var ve ekonomi böyle giderse de, seçim ânına kadar da o mesâfe daha iyi gidilebilir. Anladığım kadarıyla Kılıçdaroğlu en son bir videosunda da söylediği gibi — gençlere hitâbendi galiba o: “Sizlere şu şu hizmeti getirerek siyâsete vedâ etmek istiyorum” dedi. Kılıçdaroğlu jübile yapmak istiyor, bunu cumhurbaşkanı seçilerek yapmak istiyor. Tabiî “Onun böyle bir hayali var diye Türkiye’nin geleceğini riske mi atıyor?” sorusunu sormak meşrû bir soru. Kılıçdaroğlu’nun demin de dediğim gibi aday olmadan önce, yani adaylığını îlân etmesi söz konusu olursa, kendisine oy vermesini beklediği kesimlere, seçilebileceğini ve seçildikten sonra da iyi bir cumhurbaşkanı olacağını, neyi nasıl yapacağını kimlerle yapacağını anlatması lâzım. Yoksa bu devlet sırrı falan değil; yani “Hele siz bir oy verin, gerisine karışmayın” diye yapılacak bir şey değil. Bunu en son Erdoğan yaptı, “Siz hele bir başkanlığı getirin, ülke uçuşa geçecek” dedi; yani uçak havalanacak uçacaktı, yere çakıldı, görüyorsunuz. 

Polat Soydan demiş ki: “Artık aday açıklanması gerekmez mi? Birçok klik sürekli karşı hamlelerle muhâlefetin enerjisini tüketmiyor mu?” Evet, iyi bir soru. Hatem Ete ile yarın yapacağımız yayında bunu da konuşacağız. PANORAMATR bunu da sormuş; muhâlif seçmene muhâlefetin adayının açıklanmasının ne zaman olması gerektiğini sormuşlar. Şu anda önümde yok, ama bildiğim kadarıyla büyük bir kısmı, “Seçime az bir süre kala” demiş. Yani Polat Bey’in söylediği gibi değil. Ben de adayın çoktan açıklanmış olması gerektiğini düşünenlerdenim, ama böyle olmuyor. Bu her kim ise, dört ay önce de, beş ay önce de açıklanabilirdi ve o kişi üzerinden muhâlefet toplumu mobilize edebilirdi; o kadar olay yaşandı, yapmadılar. Bilmiyorum; herhalde bir bildikleri vardır diyelim. 

Son olarak Mehmet Polat: “Meral Akşener ‘Ben başbakanlığa adayım’ dedikten sonra, Kılıçdaroğlu’na cumhurbaşkanı olmaktan başka çare kalmıyor. Muhâlefetin en yüksek oy oranına sâhip partinin genel başkanının hakkıdır”. Evet, çok iyi bir akıl yürütme; ama işin ilginç tarafı, Meral Akşener “Ben aday olmayacağım” dedi, ama “Tabiî ki Kemal Bey aday olmalı” demedi, “bunu da değerlendireceğiz” dedi. Meral Akşener’in partisinin içinde, Meral Akşener ayrı, ama partinin içerisinde çok kişinin Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması için çaba sarf ettiğini biliyoruz. Meral Akşener’in onlarla berâber hareket etmediğini, ama Kılıçdaroğlu’nun yanında açık bir şekilde durmadığını da biliyoruz — böyle de bir olay var. Evet, bayağı güzel bir yayın oldu, çok güzel sorular, yorumlar vardı. Herhalde biz bunları sürekli tekrarlayacağız. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Bugün saat 17:00’de “Batı’nın tercihi Erdoğan mı?” diye bir yayın yapmayı düşünüyorum. Dün akşam izleyenler varsa, Twitter’da Space, Medyascope’un Space odasında bu konu konuşuldu, ilginç bir konu. Eğer vaktiniz olur, imkânınız olursa onu da izlemenizi öneririm. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.