Müge İplikçi ile Sabun Köpüğü (80): Aşk ve İngiltere

Müge İplikçi, Sabun Köpüğü’nde bu hafta Kraliçe Elizabeth’in ölümü vesilesiyle Jane Austen’ın başyapıtı “Aşk ve Gurur” üzerine konuştu.

Jane Austen’ın romanı Aşk ve Gurur’dan bahsetmek istiyorum bugün. Aşkın çok çeşitli fazları var elbette. Ancak, sanırım Austen’ın portresini çizdiği İngiltere’de, kadınların kendi alanlarını iyi gelirli kocalarla sınadığı ilişkileri, aşktan öte başka bir gerçeği dile getiriyor: Rahat bir yaşam. Aslında önemli bir tuzak bu ve kadınların kendi kimlikleriyle girmeyi göze aldıkları hayatlarında ciddi bir açmazı işaret ediyor.

Aşk ve Gurur’daki kahramanımız Elizabeth Bennet ise aşkını para ile ölçmeyen biri. Bu anlamda tabuları kırıyor. Ve yaşamını kuracağı insanı öncelikli olarak sevgiyle sarıp sarmalamayı hayal ediyor. Ancak onun da yakalandığı bir başka tuzak var. Gururu… Gururu yüzünden hayatının en büyük aşkı olan Darcy’i ilk etapta reddediyor ve sonrasında da bu reddedişten ötürü epey azap çekiyor. Öte yandan Darcy’de gördüğümüz kibir maskesi de bu ilişkinin sağlıklı gelişmesine olanak tanımıyor ve bir müddet, ikisi de, yanlış cümlelerin gölgesinde ciddi bir biçimde azap çekerek yaşamak zorunda kalıyorlar.

Bereket imdatlarına aşkları yetişiyor! Dünyada epey nadir görülebilecek bir biçimde tutuldukları karşılıklı aşkları onları “gerçekle” yüzleştirirken, aslında ne kadar çok birbirlerine benzediklerini de fısıldıyor. Hiç kuşku yok ki bu simya olmasa, ki Austen satırlarda net biçimde yansıtır bizlere bunu, birbirlerinin yüzlerine bakmayacaklar ve hayatlarının sonuna kadar birbirlerini yanlış cümlelerle itham etmeye devam edecekler.

Elbette Aşk ve Gurur sadece bunun özeti değil. Ancak teslim etmek gerekiyor ki, aslında Elizabeth Bennet’in değil de kimilerine göre annesinin yani “Mrs.” Bennet’in kahramanı olduğu kitap, kadının beş kızından üçünü neredeyse istediği kocalara vermesi ve genel geçer yoksulluklarından kurtulmaları anlamında önemli bir kavşakta duruyor. Bu açıdan en az Elizabeth kadar tartışılmaya açık bir karakter anne Mrs. Bennet. “İnsanın beş kızı olsaydı onlar için zengin ve iyi kocalar aramaktan başka neyi düşünürdü ki insan!” sorusuna Elizabeth’in, annesinin karşısında sessiz kaldığını takip etmemiz de bu yüzden şaşırtıcı değil.

Bir başka Elizabeth’i, Birleşik Krallığın tartışmalı figürlerinden biri olan Kraliçe 2. Elizabeth’i geçtiğimiz hafta kaybettik. Doğrusu bunca yıl boyunca onu, Kral Charles’ın ilk eşi Lady Di ile karşılaştırıp durmam kadınsı bir refleksti belki. Bu karşılaştırmada çoğumuzdaki tavır gibi ben de Lady Di’den yanaydım. Güçlü bir kadının, oraya ait olamayan bir kadını dışlamasının öyküsüydü karşımda duran ve bu noktada seçim yapmak kolaydı. Zor olan ise başka bir boyutta kendini gösterdi. Sonraları, Netflix dizisinin de etkisiyle elbette, onu, yani Elizabeth’i, eşi Prens Philip’le düşünmeye de başladım. Şimdilerde ölüm herkesi eşitler düşüncesinden daha ayrı bir biçimde, kendisini aldatıp duran bir kocayla yola neden revan olduğunu, üzerine dört çocuğu neden doğurduğunu anlamaya çalıştım. Bu tip ilişkiler, gerçekten de İngiliz kırsalında, örneğin Jane Austen gibi yazarların kaleminde şekillenebilirdi de, yaşamdaki karşılıkları keşke daha farklı olabilseydi.
İşte o zaman edebiyatla yaşamın zaman tanımaz ilişkisine bakmak da kaçınılmaz oldu. Kadının ne koşulda olursa olsun, özverili yaşamı, aslında yıllar geçse de, değişmiyordu. Bunu zorlayanlarsa, ister içerde olsunlar, ister dışarda, sistem dışına atılmak durumundaydılar.
Öte yandan Kraliçe’nin, “siyasi anlamda” kendine ve ülkesine çizdiği yol, bir kadın için çizgi dışı ve her şeye rağmen başarılı bir yoldu. Ait olmadığı savlanan ve ilk başlarda ciddi bir biçimde yok sayıldığı bir alanda Churchill’den başlayan siyasi varlığı, geçtimiz 6 Eylül’de eski Dışişleri Bakanı Liz Truss’ı başbakan olarak selamlamasıyla sonlandı. Dünyanın önemli gazeteleri, onun güncel politikayı yakından takip eden kimliğinin kıymetine dair vurgular yaptılar. Teslim etmemiz gerekiyor ki gözden kaçırdığı, görmezden geldiği nice alt başlık ise (hemen aklımıza İrlanda geliyor burada) bir kralın yapması gerektiği biçimdeydi. Sanırım bu, tam da bu yüzden de hem monarşi yanlıları hem de erkek egemen dilin varlığını üstü kapalı bir biçimde savunan nicesi için isabetli bir tavırdı.

Ancak buradaki asıl hikaye, en azından benim yazımın kurgulandığı hikaye, onun kadın kimliği ile göğüslemeye çalıştığı ve zaman zaman yenildiği nokta. Kısacası, Jane Austen’ın Elizabeth Bennet üzerinden kurgulanan anlatısı değil, kimilerince annesi Mrs. Bennet’e göz kırpan o yan! Alabildiğine domestik, koruyucu, kavrayıcı, iş bitirici, aman elalem ne derci o yan ve zaman zaman alabildiğine sessiz… Bunu neden kıramadı sorusu hep kafamda olacak. Bir de şu: “Kardeşim, sevgili Kraliçem elin değmişken yapsaydın ya, sen kırmayacaktın da kim kıracaktı tüm bu tabuları” düşüncesi… Ama diplomasi başka bir şey. Bunu da teslim etmemiz elzem. Pulların üzerinde gezinen bir portren varsa işin rengi değişiyor.

Diplomasi deyince bunu da ekleyelim: Cumhuriyet Gazetesi 1971 yılında İran gezisinden sonra İstanbul’a uğrayıp, kendine çizilen diplomatik programa sadece tek bir ekleme yapmak isteyen bir kraliçeden bahsediyor bize. Kendisine Churchill’in övgüyle bahsettiği İsmet İnönü ile resmi programın dışında görüşmek…Ve Kraliçe 2. Elizabeth, zamanında, 30 Ocak 1943’te, Churchill’in bir tren vagonunda saatlerce Türkiye’nin savaşa girmesi için ikna etmeye çalışıp başaramadığı İsmet İnönü ile Çankaya’daki Camlı Köşk’te buluşup çay içiyor. “20. Yüzyılın seçkin şahsiyetlerinden biriyle buluşmaktan ötürü çok mutluyum,” diyor Kraliçe. İnönü ise yurtdışında okuyan torunu Gülsün Toker’e yazdığı mektupta İngiltere Kraliçesi’nin resimlerdeki gibi güzel ve kibar biri olduğunu yazıyor.

Diplomasiye rağmen hayatın kazandığı anlardan biri bu, hiç kuşkusuz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.