Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Bir siyaset biçimi olarak neşeli olmak – Tarkan konserinden öğrendiklerimiz

Yaşadığımız ülkede travmalar, sıkıntılar ve acılar o kadar sık yaşanmakta ki basit bir olumlu gelişme bile bizi şaşırtıyor ve heyecanlandırıyor. Güzelliklerin seyrekliğinden dolayı genel olarak içinde bulunduğumuz sıkıntılı ruh halinden öforiye kolaylıkla savruluyor ve dünya hakkındaki algımız kısa süreliğine de olsa kolaylıkla değişiyor. Yaşama merak ile bakmaya çalışanlar açısından bu öforik an hem diğerleri hem de kendimiz hakkındaki bir bulmacayı çözmeye bir adım daha yaklaştırması açısından kıymetli, bu fırsatı kaçırmamak lazım.

“Megastar” Tarkan’ın 9 Eylül’de vermiş olduğu konser de böyle bir öforik ana dönüştü. Sanatsal açıdan bir “şölen” olarak nitelendirebilecek bu konser, öncesi ve sonrasıyla çok sayıda tartışmanın da odağında yer aldı. Kutlamaların nedeni konusunda bir tartışma çıktı, “Yunan’dan mı kurtulmuştuk, Osmanlı’dan mı?”; kaçınılmaz olarak “İzmir Yangını’nı mı kutluyorsunuz?” diyenler oldu ve en önemlisi orada olanlar “post-Kemalist Kemalist” bir harekete dahil olmakla suçlandı. Bir bakış açısından “öteki Türkiye’nin başkenti” olmakla bilinen İzmir, yine “duvarlığını” etmiş ve kültürel çatışmada, siyasi egemenin karşısına kültürel egemeni ortaya çıkarmıştı. Konser sonrasında Türkiye’yi bir umut dalgasının saracağını da söyleyenler oldu doğal olarak. Sonuçta, Tarkan’ın son derece keyifli konseri, entelektüel tartışmalara, kadim kırılmalara ve kültürel kutuplaşmaya bir “tık” daha katkıda bulundu, geçti.

Bu arada konser ve sonrasını takip edenler için başka bir ipucu da heyecan vericiydi. Konserin hem katılanlar hem de uzaktan izleyenlerde yarattığı duygu acaba başka bir politik hayalin önizlemesi olabilir miydi? Bir konserle iktidarın düşeceğine inanmak naiflik olur ancak duyguların siyasetteki yerine odaklananlar için gözlemlenen ruh hali dönüşümün anahtarı olarak önemli olabilir: Neşe, siyaset tartışırken pek az aklımıza gelir ama 9 Eylül sonrasında en azından bir kesimin ruh haline damgasını vuran duygu olarak üzerinde düşünmeye değer. 

Psikoloji ders kitaplarında temel duygular arasında sayılsa da neşe duygusu ve onun siyasi boyutu üzerindeki tartışmalar çok fazla değil; korku, öfke ya da tiksinti gibi olumsuz duyguların dünyayı ve siyaseti algılamamızı nasıl etkilediğine ve ne tür sonuçlara yol açtığına dair fikrimiz çok daha keskin. Neşe konusundaki tartışmalar daha çok pozitif psikoloji ve teoloji arasına sıkışmış, sık sık mutluluk, zevk ya da iyi olma haliyle karıştırılarak kullanılmış. O kadar “akışkan” bir kavram ki neşe konusuna özel bir sayı vakfetmiş Positive Psychology Dergisi’ne yazanlar arasında neşeyi aynı şekilde tanımlayan iki kişinin olmadığını görüyoruz. 

Oysa neşe duygusunun varlığını hem kişisel deneyimlerimizden hem de bir dizi zihinbilimsel çalışmadan çok iyi biliyoruz. Duyguların evrenselliğine -yani bütün canlılarda görüldüğüne- kökten inanan Darwin, daha 1872’de yazdığı “İnsanda ve Hayvanlarda Duyguların İfade Edilmesi” başlıklı kitabının sekizinci bölümünü neşe duygusuna ayırmış. Neşe; mutluluk, iyi olma hali ya da tatminden çok daha uçucu ancak coşkudan daha az yoğun bir pozitif duygu olarak tanımlanıyor. Fizyolojik olarak neşeli olduğumuzda dopamin ve serotonin adlı iki hormonu salgılıyoruz, bu da kendimizi daha olumlu ve mutlu hissetmemize yol açıyor, üstelik bu neşeli anı hafızamıza “olumlu” bir an olarak depoluyoruz. Neşelendiğimiz zaman kendimizi daha özgür, güvenli ve rahat hissediyoruz; renkler daha parlak gözüküyor ve istemsizce de olsa gülümsüyor buluyoruz kendimizi.

Neşenin en önemli özelliği sosyal bir duygu olması, yani tek başına neşelenmek pek mümkün değil. Bir şeyi başardığımız, örneğin çok yüksek bir dağa tırmandığımızda sevinç duyabiliriz ancak neşelenebilmek için birilerine ihtiyacımız var. Üstelik neşe bulaşıcı, bir ortamın neşeli olması bizi daha da neşeli kılıyor ve “paylaştıkça” çoğalıyor. Üstelik bu yayılmanın sosyal medya üzerinden ya da dolaylı olarak televizyon ve benzeri iletişim araçlarından da gerçekleşebildiğini biliyoruz. Bunun sebebini neşeyle çok erken dönemde tanışmamıza bağlıyorlar, daha bebekken bile “bağlı” olduklarımızla yeniden bir araya geldiğimizde neşeleniyoruz, bu da büyürken kaybetmediğimiz zenginliklerimizden. Neşe duygusu bir “değer biçme” işleviyle ilişkili, yani herhangi bir olayın bizi neşelendirmeye değer olduğunu düşünmemiz gerekiyor, bu açıdan bir tetikleyiciye ihtiyacı var. Öte yandan, bu tetikleyici bize kimliğimizi yani kim olduğumuzu, yaşamın neden yaşamaya değer olduğunu hatırlattığı içinde değerli olabiliyor.

Siyasette duyguları tartışırken neşeye de özel bir yer ayırmamız için en önemli sebep neşenin sosyal bir duygu niteliği taşıması olabilir. Çünkü beraber müzik dinlemenin, dans etmenin, inanmazsınız tezahürat yapmanın, stadyumda birlikte maç seyretmenin bizi daha fazla neşelendirdiğini biliyoruz; siyaset de birlikte yapılan bir eylem değil mi? Her ne kadar protesto hareketlerinde duyguları tartışırken öfke ve korku çok daha fazla yer tutsa da çok yakından tanıdığımız bazı toplumsal eylemlerde neşenin katılanlar tarafından sıkça zikredilen bir duygu olduğunu biliyoruz. Gezi Protestoları’ndan başlayabiliriz, oradaki kısa süreli festival havası hem katılanları neşelendirdi, hem de o günlerin “mutlu” günler olarak hatırlanmasını sağlayacak bir kodlamaya yol açtı. 2014’te Hong Kong’da gerçekleşen “Şemsiye Devrimi”, aynı zamanda “Neşeli Devrim” olarak tanınıyor, öfke ve nefretten çok sevgi ve dayanışmaya vurgu yaptığı için. 2020’de Chicago’da gerçekleştirilen protestoları “neşeli” ortak başlığında birleştiren bir fotoğraf çalışması var. 2019’da İstanbul’da tekrarlanan yerel seçim ya da 2020 ABD başkanlık seçimi sonrasında da egemen duygunun neşe olduğunu düşünen yorumcular var. Özellikle sanata odaklanan başka bir düşünce çizgisi de neşenin en büyük direniş olduğunu öne sürüyor.

Sonuçta bütün bu radikal olaylarda neşe; öfke ya da hınç kadar etkili bir rol oynamışsa, gündelik siyasetimize ne gibi bir ışık tutabilir, başka bir deyişle Tarkan Konseri’nden ne öğrenebiliriz? Hemen aklımıza “Neşeli bir kampanya ver şuradan!” çözümü gelmesin, biraz önce de söylediğimiz gibi neşe kısa süreli bir duygu, hızla kaybolabilir ve Spinoza’ya bakarsanız yerini kolaylıkla hüzne bırakabilir -bildiğimiz serotonin geri çekilmesi aslında-. Dolayısıyla bütün siyasal iletişiminizi neşe üzerine kurarsanız, adayınızın Cem Yılmaz olması bile yetmeyebilir. Bir de şunu hatırlayalım, 2019 seçim kampanyasında bütün ülke aşka boğulmuştu, çok da etkili bir sonucu olmadı. 

Neşeli bir iletişim sürdürmek pek akıllıca değilse de neşelendiren bir iletişim tarzı olabilir mi? Tanıdığımız popülistlerin öfke, korku, tiksinti ve hınç gibi duyguları pek mahir bir şekilde kullandıklarını biliyoruz; iyi bir anti-popülist de neşeyi kullanabilir mi? Bu sorunun yanıtı bizi yine 9 Eylül 2022 tarihine götürüyor, Tarkan konseri insanları nasıl neşelendirdi acaba? Etkinliğin sanatsal niteliğini tartışmak bize düşmez, Tarkan’ın müziğinin ve şovunun insanlar üzerindeki etkisini tartışabilecek çok yetkin analistler var zaten. Ancak, neşenin sosyal bir duygu olması ve kimliklerle ilişkisi bize bir ipucu verebilir. O konseri yerinde ya da uzaktan izleyenler, kendilerine benzeyen insanlarla bir arada oldukları bir ana karışmış olabilirler. Bu benzerlik bütün siyasal ve kültürel ayrımları sıfırlamasa da -müzik zevki sosyal olarak inşa edilir çünkü- çok farklı insanları bir araya getirmiş olabilir, “Megastar”, yaptığı Twitter açıklamasında bunu söylüyor zaten. O zaman da soru şuna dönüşüyor, bu kadar farklı insanları bir arada bulunmaya çeken ortaklık ne? Bedava konser olamaz, bu taktik çalışsaydı Genç Parti’nin hegemonik iktidarından bahsederdik; başka bir şey olmalı.

Bu soruya kolayca net bir yanıt vermek mümkün değil ancak siyasette duygular önem taşıyorsa, neşenin de anlamlı olabileceğini kabul etmekle başlayabiliriz düşünme egzersizimize. Bir sonraki adım, neşeyi mümkün kılanı anlamak olabilir, burada masabaşından ahkam kesmekten ziyade sokaklarda olmak gerekiyor; sandalye filozofluğu bir yere kadar çalışır çünkü. Yine de neşe üzerine düşünürken, bu duygunun sosyalliğini ve kimliklerle ilişkisini de her daim hatırlamakta yarar var, diğer insanlar ve bizim kimliğimiz olmadan böyle bir duygusal dönüşümden söz edemeyiz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.