Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İsmail Güzelsoy yazdı: İnsan ne işe yarar?

Bugüne kadar tanıştığım bütün ideolojik, felsefi, dini sistemlerin insana bir işlev atfederek onu hizaya çekmeyi hedeflediğini gördüm. Bu işlevin dışına taştığın anda münafıklık, karşı devrimcilik, bölücülük, ahlaksızlık, vatan hainliği vs. ile yaftalandığına tanık oldum. Vergini öde, askerlik görevini yap, üre, tüket, fabrikada makinanın bir uzantısı olarak artı değer üret, bütün bunları yaparken hayatının önemli bir bölümünden kıstığın gelirle de senin için ürettiğimiz insan çiftliklerinde “kutu gibi” bir ev sahibi ol, diyor sistem. Ne yapman gerektiğini belirlemekle yetinmiyor, ne yapmaman gerektiğini de söylüyor. Bu yolla senin potansiyellerini, yaratıcı enerjini iğdiş etmeyi hedefliyor. 

İran Devrimi sonrası, başkalarının duyabileceği sesle gülmenin yasaklanması, kadının saçının görünmesi, “Allah var!” demek cezalandırılan yaygın “kısıtlamalar” arasındaydı.

Türkiye’de de benzer atraksiyonlar gördük. Bülent Arınç’ın “Kadınsın, utanmadan kahkaha atıyorsun” gibisinden çıkışlarına tanık olduk, hamile kadınların sokaklarda gezmesinden rahatsız olanları -pek bir şey anlamadan- dinledik, annemizin dizinin görünmesinden tahrik olabileceğimizi vs. öğrendik bu beyzadelerden. Bütün bunlara gülüp geçilebilir ama aslında bu zırvaların dile getirilişinin arkasında başka bir güdümleme var: “Ben,” diyor muktedir, “Senin nasıl bir hayat süreceğine ya da süremeyeceğine dair kelam edebilirim. Sen buna uymayabilirsin tabii ki. Bunun bir önemi yok. Zaman içinde birilerinin sana nasıl yaşaman, kendini nasıl algılaman gerektiğini söylemesine boyun eğmeyi öğreneceksin. Önce itiraz edeceksin, bir yerde o direnç kırılacak ve sen yorgun, umutsuz bir yılgınlıkla siperinden çıkacaksın. İşte o zaman, sana zırva gibi gelen bütün bu telkinler, senin için bir davranış programı haline gelecek.” Tam olarak buna oynuyorlar. Bir idarecinin talimatlar vermesine aşinalığımız oluşuyor bir bakıma. Verilen talimata itiraz ederken talimat almayı kabullenmiş oluyorsun bir bakıma. Doğrusu, ikisini birden reddedebilmek.

Fransız Marksist düşünür Louis Althusser (1918-1990)

L. Althusser’in -hatırladığım kadarıyla- ideoloji meselesini açıklarken, Pascal’dan aktardığı çok çarpıcı bir ifade geliyor aklıma: “Tanrıya inanmıyor musun, diz çök ve dua et!” “Dua ede ede bir zaman sonra tanrıya inanmaya da başlarsın”, diyor Pascal anlaşılan. İdeoloji bir bakıma bilinçdışını hedefler. Görülmeyen, ciddiye alınmayan ama bir davranışı doğallaştırmayı başarabilen kısım önemlidir onun için. Az önce dedim ya, İran Devrimi’nin ilk yıllarında hatırı sayılır insan “Allah var!” dediği için cezalandırılmıştı. Bunu bana anlatan eski Tudeh üyesi arkadaşıma, “Böyle bir ifade bizde de var ve gayet masum, hakkaniyetli ol, anlamına gelir. Böyle bir şey neden yasak olur ki?” dediğimde adam gülmüş ve “Çünkü her beyan tersini de düşündürtür” demişti. Tam olarak Umberto Eco’nun “Semiyotik gerilla mücadelesi” olarak tanımladığı durumla karşı karşıyayız işte. 

“Sırf daha iyi arabaya binmek, daha yeni telefon alabilmek, daha çok konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle, ellerin yani başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyorum.”

Bu cümle, Erdoğan’ın bu haftaki konuşmasından. Biz şimdi burada neyi tartışmalıyız? “Hayır efendim, insanca yaşama arzusu, konsere gitmeyi istemek, daha iyi bir telefon ya da araba kullanma hevesi süfli değil, gayet makul ve asgari insani taleplerdir” mi dememiz gerekiyor? Bunu söylediğimiz anda yeniliyoruz. Çünkü zaten onun istediği tam da bu. Cümlenin ikinci bölümü şöyle: [bunu yapanlara] “… acıyarak bakıyorum” diyor. Bence asıl tartışılması gereken burası. 

Konser dinlemenin, daha iyi bir hayat arzulamanın alternatifi ne olabilir örneğin? Tartışılması gereken kısım bu değil. Anlaşılan Erdoğan bizim estetik bir hayat yaşama kültürümüzden hoşlanmıyor. Kendi bilir. Ben de şahsen onun ideal olarak kabul ettiği hayat tarzını beğenmiyorum ama bunu ona söylemiyorum, kendime saklıyorum. Alt kat komşunun hayat tarzını da beğenmiyorum ve bunu gidip ona da söylemiyorum. Bir idareci, vergi mükelleflerinin hayat tarzına dair bir tek cümle söylerse, o ülkede hukuk falan kalmaz. Ya da zaten çoktan rafa kalkmıştır. Bu nedenle Erdoğan’ın ifadesinin içeriği değil, böyle bir ifadenin dile getirilişi teknik olarak tartışılmalı. Tekrar ediyorum, bu ifadede “… acıyarak bakıyorum” bölümünü dikkate almak gerekiyor. Önermenin ön kısmı değiştirilebilir, giderek daha ağır ya da hafif versiyonlarla çeşnilenebilir. Ama gerçekten sarı öküzü vermemek için yapılması gereken “Acıyarak bakıyorsan bak, sen bilirsin, beğenmiyorsan başka tarafa bak” diyebilmektir.

Ha, diyorsun ki fiilen konserler yasaklanıyor, insanların hayat tarzına doğrudan müdahale ediliyor, değil mi? Bütün bunları konuşmayalım mı? Tabii ki konuşacağız ama Erdoğan’ın kurguladığı çerçevede değil. Yani onun “acıyarak bakma”sının hiçbir kamusal değerinin olmadığını bilerek ve bunu vurgulayarak, hayat tarzına yapılan her türlü müdahaleye karşı çıkmak, insan olarak hepimizin boynunun borcu. Bizim herhangi bir davranışımıza “acıyarak bakma” hakkının kimsede olmayacağını, sonuçlarını göze alarak dile getirmek zorundayız. 

Her insanın hayatı, onun biricik hazinesidir ve bu hazineyi nasıl harcayacağına kimsenin kelam etme hakkı yoktur. Hele de vergileriyle istihdam ettiği bürokratların, siyasilerin, yani bilcümle idarecilerin… Çünkü insanın ne işe yaradığı/yaraması gerektiği, kamusal alanda belirlenecek bir durum değil. Onu tartışacak olan, felsefeciler, sanatçılardır ve onların söyleyeceği her şey, estetik bir hayat için önerme değeri taşır yalnızca. İnsan kendi hazinesine sahip çıkmalı, yoksa birilerinin “acıyarak bakışının” nesnesi haline gelir.

Her şeyden önce, bu konuşma, Mahsa Amini’nin katledildiği günlerde yapıldı. İran’da, devletin görevlendirdiği keskin nişancıların şu ana kadar başörtüsü takmayan dokuz kadını öldürdüğü haberi ile aynı gün… İşte bunun için, o konuşmanın “… acıyarak bakıyorum” kısmına itiraz etmek gerekiyor. Biliyor musun, İran dünyada en çok cinsiyet değiştirme ameliyatının olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Galiba ikinci sıradaymış. Eşcinsellik yasak olmasına rağmen cinsiyet değiştirme ameliyatının yapılıyor olabilmesi tuhaf geliyor mu sana da? Çünkü vaktiyle Humeyni, “kadın ruhlu” olanların cinsiyet değiştirmesine cevaz vermiş. Yani “… acıyarak bakmamış”. Onun için ifadenin ilk bölümü değil, ikinci bölümü “semiyotik gerilla mücadelesi”nin nesnesi olmalı. 

Ezcümle biz bu dünyaya bir işe yaramak için gelmedik. İnsan güzel, mutlu yaşama ve yaşatma çabası dışında hiçbir işe yaramaz. Yaramamalı da… Bir işe yaramak, demek, sömürülmek demektir. Bunu ilk on bin yılda öğrendik zaten. 

Birilerinin bizim daha insanca yaşama çabamıza “acıyarak bakma”sına verecek bir cevabımız yoksa gerçekten acınacak hale gelmişiz demektir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.