Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İsmail Güzelsoy yazdı: Kutu

Ortaokulda, sıra arkadaşım Hakan bana kibrit kutusu boyunda, ondan biraz şişmanca bir hediye paketi verdi, ve “Sakın açma bunu, tamam mı?” dedi. 

“Tamam” dedim ve açmadım. 

Nâzım’ın şiirlerini gizli gizli okuduğumuz yıllardı. Sonra darbe oldu, en sevdiğimiz kitapları banyoda yaktık. Yaşıtımız gençler hiç yaşamamışçasına kaybedildi, asıldı, gurbete göçmek zorunda kaldı. Hayalimizde bile olmayan nice şerle sınandık. İnsanın en sevdiği kitapları yakmasının nasıl bir duygu olduğunu ya bilirsin ya da hiçbir zaman anlayamazsın. Öğrenilmesi mümkün olmayan nadir şeylerden biridir bu. Yaşanmamış gençlik yıllarına matem tutmak gibi, bilmeyen birine anlatması zor duygulardandır.

Hakan’ın kutusu, dişleri dökülmüş bir ihtiyarın çehresini andıran kitaplığımda, iki Redhouse sözlüğünün arkasındaki loş boşlukta yaşadı ve sözümü tutup onu açmadım. Özal döneminde Türkiye’ye dönebilen abim kitaplığı düzenlerken kutuyu buldu ve bir hayaletle tokalaşırcasına onu sallayarak, “Bunun içinde ne var?” diye sorduğunda Hakan’lar taşınıp gitmişti. Onun nerede olduğunu bilmiyordum artık. Arkadaşlığımızdan geriye kalan tek şeydi o şekilsiz kutu.

“Bilmiyorum, emanet” dedim yalnızca. Abimin alaycı gülümsemesi aklımdan hiç çıkmadı. O gece ilk kez yaptığımın saçma olduğunu düşündüm. Yıllar geçmişti, Hakan’ı yolda görsem tanımazdım belki de, neden o kutuyu açıp bakmıyordum ki? 

Kurutulmuş bir örümcek, para, bir mektup, şiir, altın, itirafname… Her ihtimal ayrı bir heyecandı. Kutuda onlardan yalnızca birini görecektim bunların ama açmadığım sürece hepsini… Açmadım. Hayatın değişmesi için ayağa kalkıp meydanları dolduranlar, kuruyan bir gölün suları gibi çekilip kendi hayatlarına döndüler. Geçmişin günahlarıyla yüzleşirken daha büyük günahlar işlendi. Geçmişin günahlarıyla yüzleşilmedi çünkü, sadece daha büyük günahların servis tabağı hazırlanıyordu. Kötülük önce doğallaştı, sonra kutsandı. Piyango çekilişlerinin, üniversite sınavlarının bile kirli birer çıkar tezgâhına dönüştüğüne tanık olduk. Mağdur edildiği inancıyla zulmetmeyi hak görenlerin çağında kutuyla yeniden yolum kesişti. Bir akşamüstü bodrumda, uzun süredir kullanmadığım eşyaları kaldırdığım valizin dibinde buldum onu. Papatyayı andıran çiçeklerle bezeli ambalajı solmuş, hafif nem dalgalarıyla köşeleri lekelenmişti. Böyle daha şık göründü gözüme, “Üzerimizden hayat geçiyor” diyordu bir bakıma. Onu getirip masama koydum. Tek tük uğrayan arkadaşlarımdan ikisi “O kutuda ne var” diye sorduğunda onlara, “Uzak bir ihtimal” diye cevap vermiştim.

Bir ihtimal büyüyordu paketin içinde. Her dönem başka renge boyanan mesnetsiz bir umudun kara kutusuydu o. Bir gün onu açacaktım. Mutluluğun, bu gezegende cana gelen her varlığın temel hakkı olduğunu beyan eden bir anayasa maddesi yazıldığı zaman onu açmaya karar verdim. Kutuya bir mektup yazdım o zaman. Not defterimden kopardığım kâğıda şöyle karaladım: “Keyifli, mutlu olmak hak edilen bir şey değil; doğmak, bu zulüm yatağına gelmek zaten bu hakkı bahşeder bize.” Hakan’ın kutusunu bu mektupla sardım, köşelerini katlayıp bantladım. O günlerde tanıştığım insanlar, neden bir zamanlar göçtüğüm İsveç’ten döndüğümü sorardı ve hiçbir zaman dürüstçe cevaplamazdım bu soruyu. Çünkü samimi bir cevap, “Ben salağın önde gideniyim” olarak anlaşılmaya mahkumdu. Mutlu olmak için göçmek büyük haksızlıktı, bunu hazmedemiyordum. Coğrafya kader değildir, kader olan tarihtir. Böyle söylesem arkamdan gülerlerdi, ben insanların yüzüme gülmesini tercih ettim. 2013 sonbaharında kutuyu açmadan, üzerindeki mektupla birlikte onu çöp kutusuna attım. 

Dört yıl sonra Hakan beni sosyal ağlardan buldu ve Beşiktaş’ta bir kahve içmek üzere sözleştik. Terminal evredeymiş, ömrü yokmuş. Dertleştik, o yılları, hocalarımızı, gülünç hayallerimizi andık. Kalkıp giderken “Sana verdiğim kutuya baktın mı?” dedi. Hatırlamasına şaşırmıştım. 

“Teşekkür ederim” dedim. Olgun biriydi Hakan, bunu bir cevap olarak kabul etti.

Geçen hafta ölüm haberini aldım.

Otuz küsur sene sonra kahve içerken ne dedi biliyor musun? “Her şey değişti ama hiçbir şey daha iyi olamadı, biz bile…”

Kutuyu onun için açmadım. Bir ihtimal bizi değiştirebilsin diye. Şimdi kim bilir neredeki çöplükte yatan o küçük kutunun içinde bir hayal büyüyor. Açmadığın bir hediye paketinde her şey vardır. En önemlisi beklenti… Günün birinde bu ülkede arabaların gereksiz yere korna çalmasının taciz suçu olarak görüleceği inancı… Bencil ve kibirli varlıkların istila ettiği bu gezegende dostluğun, yarenliğin, şefkatin yeniden hüküm süreceği inancı… Zorbaların kalmayıp gideceği inancı… Bir inanç büyüyor şimdi o pakette. Çöpe atılan bir pakette…

Gelecek, açılmayan bir hediye paketidir. Bakarsın gün gelir herkes böyle yaşamaktan yorulur ve bu zulüm tezgâhına doğmuş olmanın bedelini ister. Herkes herkesten… Çünkü herkesin herkese borcu vardır. Sadece insanlardan söz etmiyorum tabii.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.