Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İsmail Güzelsoy yazdı: Yapay zekat

Dört yıl önce, ud hocamla tanışma dersinde yaşadığım bir tuhaflık, dersten çok daha fazlasını öğretmişti bana. Hoca bir şeyler çalmamı istedi, ben de en iyi bildiğim parçalardan birini çaldım. İcrayı bitirince kısa bir suskunluk oldu ve hoca, “Duydum ki Unutmuşsun”u çalmamı istedi. Ben de “O eseri bilmiyorum” dediğimde, “Olsun, çal” diye ısrar etti. Neden böyle bir şey yaptığını anlayamadım, yalapşap bir şeyler çaldım ve hoca bana hatalarımı tek tek gösterdi ve ders bitti. 

Sonra oturup düşündüğüm zaman, aslında benim de derslerimde, içgüdüsel olarak tam bunu yaptığımı fark ettim. Öğrencilerim, en iyi yazabildikleri türde bir şeyler yazıp getirdikleri zaman onları hata yapabilecekleri, alışık olmadıkları, ezberlerinde dahi olmayan alanlarda bir şeyler yazmaya zorluyordum. Misal, başlangıç düzeyinde yazarlar, paralel kurguya pek itibar etmezler, genelde çizgisel bir akış üzerinden ilerlemeyi tercih ederler. Bu doğaldır çünkü her öznenin algı dünyası kronolojik akışı izleyerek biçimlenir. Yazar namzedi de başlangıçta bunu taklit eder haliyle. Yaşadığı doğanın algoritmasına uygun düşünmek, hikâye kurmak gayet doğal bir eğilim. Oysa bu eğilim onu kusursuz bir döngüye sokacaktır bir süre sonra. Ne demek istiyorum? Eğer yazar namzedi en iyi bildiği çizgisel kurgu üzerinde ilerlerse kusursuz bir seviyeye ulaşacaktır ama yazdıkları o kusursuzluğun yavanlığında heyecansız, yaratıcılıktan uzak, keşfe kapalı işler olacaktır. Sanatta kusursuzluk arzulanan bir şey değil. Hatta bu iki kelimenin yan yana gelmesi bile tehlikeli. Bu nedenle öğrencilerimi paralel kurguyu denemeye zorladım her zaman. Paralel kurgu bir karakterden bir diğerine, bir sahneden başka bir sahneye ya da bir zamandan başka bir zamana gidiş-geliş gerektirir. Bu da bir yazarın tezgâhta en sık hata yaptığı uygulamalardandır. Tıkır tıkır akıp giden bir sahneyi kesip, o anda başka bir yerde, başka bir karakterin ne yaşadığı, ne düşündüğü ile devam ederken kolaylıkla ayağımız sürçebilir. Bunu görmek, üzerine tartışmak, sahne vs. değişiminin yarattığı sorunlar üzerine kafa yormak öğrencinin hikâye kurma tekniğini geliştirir. Hangi aşamalarda hata yaptığını tartışmak da eğiticinin görevi. Bu hatalar onun hüner kataloğunu da oluşturacaktır zamanla. Çizgisel akan, “hayat gibi” tasarlanmış bir anlatıda böyle bir olanak bulmak zor. O kendi düzlüğü içinde bir kusursuzluğa ulaşmaya mahkûmdur.  

“Eğer bir hikâye kusursuzluk batağına battıysa onu çıkarmak için ilk iş olarak paralel kurguyu da düşünün” der dururum. Böylelikle öğrenci çizgisel bir akış üzerinde ilerlemekten kurtulacak, iki zamanda, iki mekânda, farklı öznelere odaklı bir kurgunun dinamik yapısından beslenme şansını yakalayacaktır. Tabii ki bunu deneyimlerken hata yapacaktır. Hata yapmazsa ya bir sıkıntı vardır ya da ben gereksizimdir o aşamada. Tıpkı ud hocamın bana yaptığı gibi… Adam çalabildiğim parçalar üzerinden bana yön göstermek yerine, bilmediğim, hata yapacağım bir eseri icra ederken beni dinleyip yönlendirmeyi tercih etti. Sanat pedagojisi açısından doğru bir yaklaşım.

İşte yapay zeka dedikleri bu yeni dalganın yapamayacağı şey bu: Hata… Einstein’ın ünlü sözünü hatırla, “Hata yapmadıysanız hiçbir şey yapmamışsınızdır.” Hata yaptığın zaman/için yeniden başa dönüp, rotanı değiştirmeyi denersin. Bunu yaparken de dönüşür, başka biri haline gelirsin. Aksi takdirde kusursuzluğun o kendini öğüten sonsuz döngüsüne kilitlenir kalırsın.

Buraya kadar anlattıklarımı toparlayayım iznin olursa: Bir atölyede hoca olduğunu hayal et. Diyelim gitar kursu olsun… Otuz öğrenci geliyor ve hepsi Segovia gibi çalıyor, tek bir nota atlamıyorlar, tek bir ölçü kaçırmıyorlar. Sence bu insanları bir üst aşamaya çıkarabilmek için ne yapmak gerek? Onların henüz bilmediği bir parça ile tanışmalarını sağlarsın, değil mi? Neden? Çünkü hata yapmaları gerek ki bir ileri aşamayı deneyimleyebilsinler. Kusura bakma, aynı fikri tekrarlayıp duruyorum ama bunun anlaşılması önemli. Bunu da bir hata sayıver artık.

Kusursuzluk sanatın sonudur, bu nedenle yapay zeka ile şiir, roman yazılabilir, beste yapılabilir falan ama bunların hepsi insanlık kültürünün ortaya çıkardığı eserlerin türevlerinden başka bir şey olamaz. Çünkü ortada hata yoktur. Yapay zekaya her şeyi öğretebilirsin, belki âşık olmayı bile… Ama hata yapmayı asla öğretemezsin. (Haklısın âşık olmak da bir hata, geri alıyorum!)

Bu konudaki tartışmalarda gözden kaçtığını düşündüğüm önemli bir ayrıntı, kusur parametresi. “Kusur insana özgüdür” diyen kadim kültür tabii ki bunu kast etmiyordu ama o söz böyle de yorumlanabilir. Çünkü aslında yaratıcılığın tohumu bir kusurdan başlar. Yapay zeka ile üreteceğin kusur, kusursuz olacaktır, bu da kusurun doğasına aykırı bir durumdur. Çünkü kusur amaçlanan değil, tökezlenen bir aşamayı temsil eder. İradi olamaz… Bir insanın kendini gıdıklamasının imkansız oluşu gibi… Tökezlenen aşamayı -bırak planlamayı- öngörebilmek bile o tökezlemeyi anlamsız hale getirir. Bu paradoks, mikro işlemcileri cayır cayır yakar. Kusursuz bir kusur ile kusurlu bir kusursuzluk arasında sıkışıp kalır makinecik. İki kadeh içip kendine gelmesi de mümkün değil, daha fena yanar. Çünkü yaratıcılığın zekatı hata yapmaktır. Bu zekatı ödemek insana özgü bir durumdur ve bu durum, yaptığı her şeyi bir üst aşamaya taşıma şansı verir ona. Yapay zeka zekat ödemez çünkü onun kusurları tasarlanmış bir paradigmadan doğar ve orada sonlanır.

İnsanın hata yapması, hiçbir bilgisayar algoritmasının ulaşamayacağı, kendine özgü ve “istemsiz” bir rastgelelikten beslenir. Kafasına düşen her yağmur damlasının, hayatıyla harmanlandığı bir varlık türünden söz ediyorum. Gördüğü her şeyle, yaşadığı her şeyle yeniden tanımlanan bir varlık… Onun zihinsel algoritmasında algı sahanlığına giren her şey, tek ve kesin bir tanıma sahip değildir. Onun kafası karışır, yanılır, dili sürçer, alakasız bağlantılar kurar, rüyasında gördüğü bir sahneden izler kalır aklında, çocukken duyduğu ve otuz yıl uykuda kalmış bir anı kırıntısı yüzeye vuruverir, bir tabeladaki renk, yirmi yedi sene önceki sevgilisinin kazağını hatırlatır ve onun şu anda ne yaptığını merak eder, yanından geçen kadının parfümünden doğduğu köyün çayırlarında akşamüstü yayılan iğde kokularını hatırlar. Yani kusurludur. Bütün bunlar bilgisayar algoritmasının “rand()” komutuyla olmaz usta. Bunlar bizim yaralı, eksik, sorunlu yanlarımızdır. Ve yaratıcı aklın gerçek kaynağı budur. Hüseyin Rahmi Gürpınar der ya bir romanında, “Kusur benim imzamdır” işte o tam olarak bunu kast eder. 

Tamam, İhsan Oktay Anar söylemişti, düzelttim.

Ezcümle, insan hayatı kendisine ait değildir. Bir yanda yaşarken bir yandan yaşadıklarının bıraktığı milyarlarca veriyi akılla, içgüdüyle, hayalle ve benzeri pek çok duygunun yarattığı sinerji içinde yeniden ve yeniden biçimlendirir. Bu biçimlendirmeyle kendisini de yeniden kurgular. Bir yazılım asla kendisini yeniden tasarlayamaz. Onun vardığı her nokta kusursuzluğu yeniden tanımlar. Onun ötesi değil, türevi mümkündür ancak. Oysa insan zekası, yapay zekanın yaptığı gibi yalnızca bağlantılar kurmaz. Bu bağlantıları yanlış kurma potansiyeli her zaman vardır. Bu da yaratıcılığın başlangıç aşamasıdır zaten. Yanlış bir bağlantı yeni bir algı biçiminin omurgasını oluşturur. 

Günün birinde insani bir hata yapmayı başarabilen bir işlemci ya da yazılım üretirlerse kimse bana, “Hani yapılamazdı” diye uzaktan hareket çekmesin. O yaptıkları insandır artık. Bir gün insan yapabilirler mi peki? Ne işlerine yarayacak? Yapay zeka ve bütün benzeri çabalar, insansız bir gezegen tasarımının aşamalarını oluşturmuyor mu zaten? Kusurlarından arınmış bir gezegen… Yani bir kara delik…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.