Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Seren Selvin Korkmaz yazdı: Kader mi, siyaset mi?

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla sohbet ederken siyasete olan merakımın sebebini sordu. “Neden siyaset?” Cevabı klasikti ama basitti: “Kader diye sunulan kötü yönetimin sonuçlarını dönüştürme gücünü siyasette gördüğüm için”. İyi bir politikanın milyonlarca insanın hayatını iyileştirebilme gücü olduğu için… Tam da siyaset hayatımızı mahvederken… Yazıyı yazdığım sırada 41 işçinin hayatını kaybettiği açıklanan Amasra’daki maden faciasına dair Cumhurbaşkanı Erdoğan “Biz kader planına inanmış insanlarız.” diyordu ve bütün sorumluluğu yine kadere yüklüyordu. 

Gazeteci İsmail Saymaz, Cumhurbaşkanı’nın benzer maden kazaları sonucundaki açıklamalarını bizlere yeniden hatırlattı. 2010’da Zonguldak-Karadon’da 30 işçi can verdiğinde “Bu mesleğin kaderinde bu var.”; 2014’te Manisa-Soma’da 301 işçi can verdiğinde “Literatürde iş kazası diye bir olay var. Bunun fıtratında olan şeyler” demişti Erdoğan. Bugün de tutarlıydı. Kadere işaret etti. Oysa CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz Sayıştay’ın 2019 Denetim Raporu’nu gösteriyor. “Sayıştay, Bartın-Amasra’daki üretim derinliğinin -300 metreye ulaştığını belirtip çalışılan damarlarda gaz içeriklerinin yüksek olduğunu, ani gaz degajı ve grizu patlama riski artıyor” diyor.  Bu kader değil de işçileri kaderine terk etmek demek aslında.

Türkiye’de iktidarın adına “kader” dediği iş cinayetleri konusunda oldukça vahim bir tablo var. Bianet’in İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre yaptığı haberler, 2021 yılında en az 2 bin 170 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybettiğini, bu rakamın 2022’nin Eylül ayı içinse 158 olduğunu gösteriyor.

Kader denilerek geçiştirilen bu sayılarda yitirilen her canın bir hikayesi, ailesi ve yaşamı var. Kutuplaşmış siyasetin içinde iktidar ve muhalefet kanadı diye ayrılan toplumun kesişen “kaderine terk edilme” derdi var. 

Yollar kapalı olduğu için doktora götürülemeyen, köye araç veya helikopter gönderilmeyen, cenazesi babasının sırtında çuvalla otopsiye götürülen Muharrem bebeğin kaderi mi?

Çocukları üşümesin diye saç kurutma makinasını açıp çaresizlikten ve yoksulluktan intihar eden Emine Akçay’ın kaderi mi?

Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) ve TTMOB Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan raporlarda ihmaller ortaya çıkarken, Çorlu tren kazasında yaşamını yitirenlerin yaşadıkları kader mi? Evladını kaybeden Mısra Öz’ün mahkeme kapılarında verdiği mücadele kader mi?

Çocuğuna istediği pantolonu alamadığı için intihar eden İsmail Devrim’in ölümü kader mi?

Soma’da toprağa verilen 301 işçinin, Aladağ’da denetimsiz tarikat yurdunda can veren öğrencilerin kaderi miydi bu şekilde ölmek?

Türkiye’yi yönetenlerin “kader” dediği ve en fazla bir hafta gündem olan katliamlar, facialardan sonra unutulan isimler ve yıllarca mahkeme kapılarında adalet arayan anneler, babalar, çocuklar kalıyor geriye. Davaların peşinden koşan avukatlar, aileler cezalandırılırken sorumlular cezasızlık ile ödüllendiriliyor. Siyaset ise asla sorumluluk almıyor. Çünkü “kader” deyip geçiyor.

Arkadaşım “neden siyaset” dediğinde de bugün “kader” kelimesini duyduğumda da yeniden düşündüm. Siyasi alanda atılacak küçük bir adımın milyonlarca insanın hayatını değiştirdiğini küçük yaşlarda kavramıştım. Gece-gündüz tarlada evde çalışan kadınların kazançtan hiçbir payı olmuyordu, söz hakkı hiç yoktu. IstanPol raporuna göre 10 kadından 7’si herhangi bir gelire sahip değil ve herhangi bir gelire sahip olmadığı ve hane içinde başka bir bireye bağımlı olarak hayatlarını sürdürüyor. Eşinden “harçlık” alamadığı için çarşıya çıkamayan, canının istediği, beğendiği bir şeyi alamayan ama bütün ekonomik yükü sırtlanan, emeği görünmez kadınların hayatını siyaset değiştirebilirdi. Okula gitmek için otobüs bileti almakta zorlanan, öğlen yemeğini atlamak zorunda kalan öğrencilerin, okul gezilerine istisnasız katılamayan aynı kişilerin hayatını da siyaset değiştirebilirdi. Benim için de benzer durumdaki pek çok kişi için de eğitim bulunduğumuz mahalleden, sosyal sınıftan çıkmanın tek yolu idi. Artık değil. Bu da yine doğrudan siyasetle ilişkiliydi. Yani kader diye çizileni dönüştürecek şey siyasetti. Tam da bu yüzden umudumu hiç kaybetmeden “daha iyi bir siyasete” yönelik çalışmalar ve öneriler yapmayı anlamlı buluyorum. 

Her şeye rağmen küçük alanlarda siyasi iradenin elinde bulundurduğu güçle önemli değişimler sağlandığı, insanların hayatının iyileştirildiğini de görüyoruz. Örneğin yerel yönetimlerin sağladığı bazı hizmetler büyük siyasi tartışmalarımızın, liderlerin atışmalarının arasında yer bulamıyor olsa da insanların hayatına dokunup, iyileştirebiliyor. Açlıktan okulda bayılma tehlikesi geçiren öğrenci için artık okullarda öğlen yemeği verilmesi, barınma sorunu yaşadığı için üniversiteye devam edemeyen bir genç için ucuz yurt imkânı sahiden bir şeyleri değiştiriyor. Bunu bize belki de en iyi “Derin Yoksulluk Ağı” ve Hacer Foggo anlattı. Engellilere yönelik bir desteğin doğuştan gelen bir hastalığın kaderini nasıl değiştirdiğini bir de yaşayana sormak lazım. Büyük tartışmaların parçası olamasa da sorunu yaşayan için büyük fark yaratıyor. Tam da bu yüzden siyaset insanların kaderlerine mahkûm olmaması için büyük bir dönüşüm aracı. Tam da bu sebeple kader deyip geçiştirilenler siyasetin bir sonucu ve iyi siyaset anlayışından beslenen bir yönetimle çözülebilir.

Cumhuriyet; ikinci yüzyılına girerken mahkeme koridorlarında sayısı artan kimsesiz, yalnız kalabalıkların evi oldu. “Cumhuriyetin kimsesizlerin kimsesi olma” tahayyülü ise ancak kapsayıcı, kamu yararına çalışan bir siyaset sosyal bir devlet ile mümkün.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.