Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı tartışmasında son durum

Ruşen Çakır, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhtemel cumhurbaşkanı adaylığı hakkındaki tartışmaları değerlendirdi. Çakır, uluslararası İlişkiler uzmanı akademisyen Soli Özel’in Politikyol’da Kılıçdaroğlu’nun adaylığı hakkındaki yazısını da yorumladı.

Soli Özel’in yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Muhâlefet cephesinde ne var?” diye bir soru ortaya atacak olursak, an îtibâriyle çok da fazla bir şey olduğunu söyleyemeyiz. Grup toplantıları başladı. Bugün HDP’nin ve CHP’nin toplantısı oldu. Yarın İYİ Parti yapacak. Erdoğan da yapacak ve orada Mehmet Ali Çelebi’ye rozetini de takacak. Kılıçdaroğlu, tahmin ettiğimiz gibi sansür yasası ve Amasra’daki fâcia üzerine konuştu. Muhtemelen Meral Akşener de benzer şeyler söyleyecek. Amasra’ya liderlerin hepsi gitti; ama birlikte gitmediler. 15 günde bir toplanacağı söylenen Altılı Masa’nın ne zaman toplanacağını dahi bilmiyoruz ân îtibâriyle. 15 günde bir olacak mı hakîkaten? Bu bile belli değil. Böyle bir ortamda muhâlefetten geriye ne kalıyor? O bildiğimiz, kolay kolay biteceğe benzemeyen sorular: “Aday kim olacak? Muhâlefetin ortak adayı kim olacak?” ya da ”Muhâlefet ortak bir aday çıkarabilecek mi? Çıkaracaksa bu aday kim olacak?” Buna bağlı olarak da: “HDP kendi adayını çıkaracak mı? Yoksa ilk turdan îtibâren muhâlefeti mi destekleyecek?” ya da “İkinci tura kalırsa ne olacak?” Artık bunlar bir yerden sonra bıktırmaya başladı, farkındayım. Fakat hâlâ gündemde muhâlefet deyince buna sıkışıp kalmış durumdayız. 

“Aday kim olacak? Nasıl bir aday olmalı?” sorusunu, bugün Koç Üniversitesi’nden siyâsetbilimci Prof. Ali Çarkoğlu’na sordum — izleyenler görmüşlerdir. Onun en öne çıkarttığı husus, bu adayın muhâlefetin birlikteliğini kampanyaya taşıyabilecek bir isim olması ve dolayısıyla en câzip ismin Kılıçdaroğlu olduğunu söylüyor — tabiî ki birtakım ihtiyât paylarına başvurarak. Ve biliyoruz ki artık şu anda büyük ölçüde Kılıçdaroğlu’nun adaylığı favori olarak gösteriliyor. Kesinleşmiş bir şey değil; ama gerek muhâlefet içerisinde gerekse de muhâlefet dışında, iktidarda, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına “kesinimsi” bakılıyor diyelim, kesin gibi demeyelim. AKP’de hâlâ siyâset yapan bir tanıdığımla geçen konuştuğumda bana, dört gözle Kılıçdaroğlu’nun aday îlân edilmesini beklediklerini söyledi. Söylediğinde samîmî olabilir; ama ben açıkçası, Kılıçdaroğlu’nun adaylığının, Erdoğan’ın ya da AKP’nin en çok tercih ettiği adaylık olduğuna hâlâ ikna olmuş değilim. Bunu değişik vesîlelerle söyledim. Oradaki temel soru tabiî Kılıçdaroğlu’nun seçilebilirliği üzerine olan bir tartışma ve bu tartışma hâlâ sürüyor. 

Kamuoyu araştırmalarında Kılıçdaroğlu hâlâ bir Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu kadar oy alır gözükmediği için, Kılıçdaroğlu’nun olmaması gerektiğini savunanlar çok var ve iktidârın da Kılıçdaroğlu’na –eğer gerçekten onu tercih ediyorsa– belki tek dayanak noktası, onun kazanma ihtimâlinin diğerlerine göre daha düşük olması. Halbuki tartışmanın sâdece kazanabilirlik üzerinden olmaması gerekiyor. Onun dışında birçok şeyi de, meselâ Ali Çarkoğlu’nun bahsettiği gibi kampanya boyunca muhâlefeti bir arada götürebilmek ve kampanya sonrasında, yani seçim kazanıldıktan sonra da berâber taşıyabilmek gibi bir husus var. Bir diğer husus da tabiî ki Türkiye’nin bu 20 yıllık AKP ve Erdoğan iktidârından sonra yeniden yapılanması gibi bir iddiaya sâhip olup, bunu hayâta geçirip geçirememek. Bunun çok tartışıldığı kanısında değilim. Şu anda şöyle bir eğilim var: Bir tarafta Kılıçdaroğlu’nu isteyenler –artık bunların sayısının arttığını gözlemliyorum açıkçası–, Kılıçdaroğlu’nu kerhen de olsa isteyenler, daha iyisi olamayacağını düşünenler var, kimisi böyle; kimisi de gerçekten Kılıçdaroğlu’nun samîmî bir şekilde en iyi, mükemmel aday olduğunu düşünüyor ve bunlar, Kılıçdaroğlu dışında isim telâffuz edilmesinden çok fazla hoşlanmıyorlar. Bir de Mansur Yavaşçılar var. Mansur Yavaşçılar’ın hepsinin muhâlefet içerisinde olduğunu söylemek mümkün değil. Örneğin Zafer Partisi’ni muhâlefette tanımlayabilir miyiz? Çok emin değilim. Çünkü en son Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisi üzerine bile, tamâmen iktidar dezenformasyonları üzerinden karşı kampanya yapmaya kadar gidebilmiş bir partiden söz ediyoruz. Onlar meselâ Mansur Yavaş’ta çok ısrarcı. Normal şartlarda belki de milletvekili seçiminde AKP ya da MHP’ye oy vereceğini gizlemeyen çok kişinin, aynı zamanda cumhurbaşkanlığı için Mansur Yavaş’a oy verebileceğini söylediğini de görüyoruz. Mansur Yavaş’ın da birtakım tâlihsiz savunucuları var. Bir de gizli Ekrem İmamoğlucular var diyelim. İlginç bir şekilde Ekrem İmamoğlu’nu isteyip tercih edenlerin açıkça onun adını telâffuz etmediklerini görüyorum ve satır aralarından, söylediklerinin geri planında öyle birtakım çıkışlar yapılıyor ki, geriye bir tek Ekrem İmamoğlu kalıyor. Ama bunların utangaç olmasının, bu konuda açıkça ismini telâffuz etmemesinin tek nedeni, İmamoğlu’nun o Karadeniz gezisinde Nagehan Alçı ve Ertuğrul Özkök’ü dâvet etmesi ve ardından gelen eleştirilere karşı çok acayip cevaplar vermesi mi? Çok emin değilim açıkçası. 

Böyle bir durumda Soli Özel’in PolitikYol’daki “Kemal Bey’in adaylığı” yazısı, böyle küçük çaplı bir bomba gibi düştü. Bomba derken şunu söylemek istiyorum: Tabiî ki Türkiye’de kamuoyunun çok fazla haberi olmayabilir, ama diyelim ki yazan çizen kişilerin, bu konuyla ilgili okuyan, tartışan kişilerin bir şekilde haberdar olduğu bir yazı oldu. Soli, benim çok eski bir arkadaşım. Benim gazetecilik ve onun akademik hayâtı neredeyse aynı yıllarda başladı ve o zamandan beri birbirimizi tanırız. Yazıyı okuyunca bir taraftan şaşırdım, bir taraftan da şaşırmadım. Çünkü Soli artık, Burak Bilgehan Özpek’in çok sevdiği tâbirle, “kitabın ortasından konuşan” bir kişi. Tabiî ki onu biz esas olarak dış politikacı olarak biliyoruz. Dış politika konusundaki hâkimiyeti hiç tartışmasız ortada. Ama iç politikaya arada böyle giriyor ve girdiğinde de gerçekten ortalığı karıştırabiliyor. Yine tekrar söylüyorum: “Ortalığı karıştırıyor” derken, çok geniş bir çevreyi kastetmiyorum tabiî. Ama yine de Soli’yi tanıyanlar, CHP konusunda kafa yoranlar için ilginç bir yazı oldu. Tabiî yazının çıktığı yer de apayrı bir şey. PolitikYol, benim bildiğim kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu’na çok sempatik bakan kişiler tarafından çıkartılıyor. Tabiî ki bu onların çoğulcu bir yapıya sâhip olmadıkları anlamına gelmiyor. Ama yine de Kılıçdaroğlu hakkındaki en sert, açıkça, “Kılıçdaroğlu aday olmasın. Aday olması sorumsuzluktur” –bunu söylemiş Soli– diyen bir yazının burada yayınlanmış olması da gerçekten ilginç ve PolitikYol’u çıkartan arkadaşlara da hakîkaten takdirlerimi iletmek istiyorum. Yazı üzerine uzun uzun konuşacak değilim, meraklısı bulup okur. Biz de Medyascope’un sayfalarında linkini veririz, paylaşırız. Ama burada Kılıçdaroğlu’nun, CHP Genel Başkanlığı öyküsü anlatılırken çok sayıda başarısızlığın altı çiziliyor ve Kılıçdaroğlu’nun kişisel olarak iyi, yumuşak, samîmî vs. birtakım olumlu özelliklerinin tek başına bir seçimi kazanmaya… ki o konuya pek girmiyor Soli Özel ama. Aynen okuyayım da bunu: “Partisine siyâsî enerji veremeyen, ona mücâdele azmi aşılayamayan, görev bilincini partisinin her zerresine yerleştirmekte başarısız olmuş bir parti başkanının hânesine yazılabilir bu özellikler. Böyle bir siyâsetçinin, her türlü rezilliğin, usulsüzlüğün, şiddetin yaşanmasını beklediğim Başkanlık Seçimi kampanyasını yönetmek için gereken niteliklere sâhip olduğunu ben kendi hesâbıma düşünmüyorum” diyor. Bu söylediği husus önemli. Çok sert bir seçim dönemi geçecek ve “Kılıçdaroğlu bunlara karşı yeterince mücâdele edemez” diyor Soli ve bunun referansını da Kılıçdaroğlu’nun 11 yıllık CHP Genel Başkanlığı olarak gösteriyor. En sonunda da: “İktidar değişikliği isteyen birisi olarak, bu düşüncemde yalnız olmadığımı da sanıyorum” diye bitiriyor. Gerçekten de yalnız değil. Birçok kişinin duygularına tercüman olmuşa benziyor.

Fakat burada o klasik soru çıkıyor karşımıza. Soli’yle konuştuk. Büyük bir ihtimalle perşembe günü kendisiyle bir yayın yapacağız. Orada da kendisine bunu soracağım tabiî ki. Ama burada öncesinden de sormuş olayım. Bu aslında hep bildiğimiz bir soru. Muhâlefetin aday adaylarına îtirazlar dile getirenlere, “Peki, o zaman kim olsun?” diye sorduğunuz zaman bir sessizlikle karşılaştığınız çok sık oluyor. Bu yazıda da öyle. Şimdi Soli’nin burada verdiği referanslara baktığımız zaman, şu âna kadar söz konusu olan isimlerden hiçbirisini herhalde Soli istemez — belki birazcık İmamoğlu; o da, sert geçmesi beklenen kampanyada daha fazla enerjisiyle vs. –ki İstanbul seçimleri örneği ortada– belki Ekrem İmamoğlu. Ama burada saydığı birçok şeye baktığımız zaman, İmamoğlu’nun da bunu karşılamasının zor olduğunu görüyorum. Çünkü Soli, çıtayı bayağı bir yukarıya çıkartmış. Aslında olması gereken: Çıtayı yukarı çıkartmak. Muhâlefetin, başından îtibâren ortak adayda çok üstün nitelikler araması gerekiyordu ve belli bir yerden sonra, tam uyuyor mu buraya bilmiyorum ama en azından şöyle söyleyeyim: Kötünün iyisi demeyeyim, ama aday adaylarından en iyisini seçmek, içlerinden en çok oy alabilecek, en çok kapsayıcı olabilecek vs. gibi birtakım özelliklerle, içlerinden en iyisi noktasında şu anda Türkiye, yani Türkiye muhâlefeti. Sayı da üç, belki Meral Akşener’i de katarsak dört isimden ibâret. Bunların dışında isim de telâffuz edilmiyor. Olmayacağının da özellikle altı çiziliyor. “Kimse sürpriz aday beklemesin” diye defâlarca söylendi ve baştan kendi kendini sınırlayan bir muhâlefet var. Bu anlamda bakıldığı zaman, birçok insanın Kılıçdaroğlu’nun adaylığına bakışındaki kıstasları, yani değerlendirmeleri, diğer adaylara bakarak değerlendirme şeklinde oluyor. Yani Mansur Yavaş’a, Ekrem İmamoğlu’na ve belki de Meral Akşener’e bakarak değerlendiriyor. Değerlendirme yaparken de kimisi “Mansur Yavaş daha çok oy alıyor, Kılıçdaroğlu daha az oy alıyor” diye, seçilebilirlik üzerinden ya da kimisi siyâsî duruş üzerinden ya da “Kürtler’den oy alabilir, Kürtler’den oy alamaz” gibi bir yerden gidiyor.

Şu hâliyle bakıldığı zaman, muhâlefetin başından îtibâren kendini ne kadar sınırlamış olduğunu görüyoruz — hani denir ya: Gömleği ya da ceketi ilk başta yanlış yerden ilikliyorsanız bu böyle devam eder. Böyle bir durumla karşı karşıyayız sanki ve artık bu saatten sonra da bunun geri dönüşü yok. Yani 7 ay filan kaldı — ki yakında seçim târihi de belli olacak. Seçim târihi belli olunca da, Altılı Masa’nın dediği gibi, üç gün içerisinde aday açıklanacak. Diyelim ki Ocak ayında ya da Şubat ayında –belki de daha önce– bu açıklanacak ve bu saatten sonra muhâlefetin böyle bir şapkası yok; olmadık, beklenmedik bir isim çıkartsın. Sonuçta dönüp dolaşıp bu üç isimden ve belki de Meral Akşener’den ibâret — ki artık onu şıklardan birisi saymamak daha doğru olabilir; ama yine de ben buçuk ihtimâli oraya koyarak üç buçuk olarak telâffuz etmeyi tercih ediyorum. Böyle bir durumda, açık ve net bir şekilde şu anda en önde giden ismin Kılıçdaroğlu olduğu muhakkak. Bu ismin kim olacağını belirleyecek kişinin de Kılıçdaroğlu olduğu muhakkak. Sonuçta, daha önce de söylemiş olabilirim, tekrar söyleyeyim: Bugün geldiğimiz noktada hepimiz Kılıçdaroğlu’nun ne söyleyeceğini bekliyoruz. Öncelikle tabiî ki Altılı Masa’nın diğer liderleri, 5 lideri. Kılıçdaroğlu, hangi toplantıda olur bilemiyorum, 15 günde bir olacağı varsayılan toplantıların birisinde herhalde, “Ben aday olmak istiyorum. Ben olursam seçilirim ve burada konuştuklarımızı hayâta geçiririm” diyecek ya da –ki az olmayan bir ihtimal bana göre– diyecek ki: “Ben olmayı düşünüyordum; fakat bu gelinen noktada işi riske atmamak lâzım. Onun için şu arkadaşımızın kazanma ihtimâli daha güçlü. Onu aday olarak öneriyorum. Fakat onun adaylığının yanına biz Masa olarak şöyle şöyle hazırlıklar yapmamız lâzım” gibi bir planı devreye sokacak diye düşünüyorum. Hâlâ en yüksek ihtimâlin Kemal Kılıçdaroğlu olduğu muhakkak. Fakat ortadaki sorular aynen duruyor: “Aday olursa kazanır mı?” Kazanırsa bu dediklerini yapar mı? Ki aslında muhâlefetin dediklerinin ne olduğunu da şu âna kadar görmedik çok fazla. En büyük sorunlardan birisi de bu. Neyi, nasıl yapacaklarını, nasıl değiştirecekleri yok; şu hâliyle bakıldığında, genellikle iktidâra yönelik eleştiriler var. Fakat en azından şöyle söyleyelim: Bugünkü grup konuşmasında, “Bu ülkeye adâleti biz getireceğiz” dedi. “Adâleti gerçekten getirebilecek mi?” sorusu ortada duruyor.

Şu hâliyle bakıldığı zaman Kılıçdaroğlu’nun aday olup olmaması, olursa ne olur olmazsa ne olur tartışmasının ötesine gidemeyen muhâlefet ve muhâlefeti gözlemeye çalışan benim gibi yorumculardan ibâret, aslında kısır bir döngünün içerisinde gidip duruyoruz. Bunu değiştirebilecek olanlar yine de muhâlefetin doğrudan aktörleri. Şu hâliyle bakıldığı zaman muhâlefetin aktörlerinin bu dinamizmi getirebilecek halleri pek yok. Bakalım önümüzdeki günlerde bunu yakalayacaklar mı? Ama bu hâliyle giderse, Erdoğan’ın toparlamakta olduğu, kararsızları geri kazanmaya başladığı yolundaki lâfları daha sık duyar oluruz. Fakat yine de şunu söyleyeyim: Aday kim olursa olsun –bunun altını çiziyorum, tabii burada hani şunu koysak kazanır, bunu koysak kazanır gibi sözler duyuluyor; Tanıl Bora’nın Birikim’de çok güzel bir yazısı var: “Odunu Koysak Seçilir” diye; zamânında Türk siyâsî târihindeki birtakım eski tartışmalara gönderme yapıyor, tabiî ki öyle değil ama– her halükârda muhâlefetin bu seçimi kaybetmesi bana göre bir mûcize olur. Şu hâliyle bakıldığı zaman, muhâlefet bir mûcizeyi gerçekleştirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor gibi bir görüntüyle karşı karşıya olduğumuz kanısındayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.