Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Soli Özel ve Ruşen Çakır değerlendirdi | Muhalefetin ortak aday sorunu

Ruşen Çakır ve Soli Özel, hem muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayının kim olacağına yönelik tartışmaları hem de Özel’in Politikyol’daki yazısından hareketle Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının artı ve eksilerini değerlendirdi.

Soli Özel, Politikyol’da çıkan yazısında bir vatandaş olarak Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yönelik düşüncelerini açıkladığını ve başka adayların konuşulması halinde onlara ilişkin görüşlerini de yazabileceğini dile getirdi. Özel, yazıya gelen tepkilere ise şöyle değindi: “İki tür tepki var: Birincisi yaftalama ve kişilik üzerinden vuranlar. İkincisi ise Kemal Bey’e haksızlık ettiğimi düşünenler ve iyi yönlerini daha fazla vurgulamam gerektiğini savunanlar.”

Amaç ve hedefini anlamadım

Yayında Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisini de değerlendiren Soli Özel, gezinin hedefinin net şekilde açıklanamadığını belirterek, “Neden kimse Silikon Vadisi’ne, Florida’ya gitmemiş? Kılıçdaroğlu ABD’deki konuşmalarından birinde savaşta Ukrayna’nın yanında olunması gerektiğini söyledi. Bu neden Meclis kürsüsünde söylenmiyor, Neden laf arasında söyleniyor?” diye konuştu.

“İktidar isteyen bir parti böyle davranmaz diye düşünüyorum”

İktidarın zorda kaldıkça yeni oyunlar kurduğunu ve yeni sloganlar geliştirdiğini ancak muhalefette aynı enerjinin olmadığını savunan Özel, CHP’ye yönelik eleştirilerini şöyle detaylandırdı: “CHP’nin nasıl bir laiklik tanımı vardır, kendi durduğu yerin savunması yok. CHP’ye destek vereceği beklenen toplumsal kesimlerin bam teline basıldığında bunları savunan bir refleks yok. Sürekli karşı tarafın sahasında onların diliyle oynamaya çalışıyorsunuz. İktidar isteyen bir parti böyle davranmaz diye düşünüyorum. ‘Pozitif gündeminiz nedir?’ sorusunun cevabını hâlâ alamadık.” 

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Soli Özel stüdyoda konuğumuz. Kendisi PolitikYol haber sitesinde yazdığı “Kemal Bey’in adaylığı” başlıklı yazısıyla bayağı bir tartışmaya yol açtı. O yazıdan hareketle, muhâlefetin ortak cumhurbaşkanı adayının kim olacağına yönelik tartışmasını ele almak istiyoruz. Hoş geldin Soli

Soli Özel: Merhaba. 

Ruşen Çakır: Senin uzmanlık alanın Uluslararası İlişkiler. Burada, başka mecrâlarda ve yazılarında da uluslararası ilişkiler ve dış politika üzerine yoğunlaşıyorsun. Ama son yazınla iç politika konusuna öyle bir girdin ki bayağı ses getirdin. PolitikYol’daki son yazın hakîkaten çok etkili bir yazı ve çok tartışmaya yol açtı; olumlu olumsuz çok tepki aldı. Yazında dile getirdiğin görüşlerini tartışacağız, ama öncelikle şunu sorayım: Soli Özel niye bu yazıyı yazdı? Cevâbı merak edilecek bir soru.

Soli Özel: Bir de gayet meşrû bir soru. Ben bu ülkede yaşıyorum. Bitirilmemiş, daha doğrusu yazılmamış doktora tezim, iç politika ile, 27 Mayıs Darbesi’yle ilgili olacaktı — eğer yazılsaydı. Muhtemelen önümüzdeki Mayıs ayında, üstelik de Cumhuriyet’in 100. yılında yapılacak seçimlerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini, dolayısıyla bu cumhuriyetin vatandaşı olarak yaşayan hepimizin hayâtını doğrudan etkileyeceğini düşünüyorum. 

20 yıllık bir iktidar süresinin çok uzun olduğunu düşünüyorum. Şu anda yaşadığımız ortam beni son derece rahatsız ediyor. Bir taraftan ekonomik sıkıntılar, öteki taraftan hukukun üstünlüğü ile ilgili sorunlarının birikmesi; bu yazının yazıldığı gün, Amasra’da –doğrusunu istersen “kazâ” demeye dilim varmıyor– ihmaller ya da kâr hırsı sonucu gerçekleşmiş ve en az 41 işçinin hayâtına mâl olmuş o korkunç olay ve geçtiğimiz 20 yılda ve ondan önceki dönemlerde de yaşanmış olan bütün felâketlerin hesabının sorulamayacağı bir noktada olmamız; TİP milletvekili Sera Kadıgil’in dile getirdiği gibi, geçmiş mâden kazâlarının sorumlularının, mâden şirketlerinin, kamunun başına geçmiş olmaları… Bütün bunlar belirli bir çürümüşlüğü yansıtıyor. O nedenle ben, yeni bir döneme geçilmesini, yeni bir siyâsî iktidâra sâhip olmamızı, Cumhuriyet’in 100. yılında, ikinci yüzyıla başlayacakken gerekli ve önemli görüyorum. Dolayısıyla bu, sıradan bir seçim değil; son derece önemli bir seçim. 

Aslında biz iki seçim yapacağız. Birinde Meclis’i oluşturacağız, diğerinde de cumhurbaşkanını seçeceğiz. Bana göre, burada cumhurbaşkanlığı seçimi öne çıkıyor; çünkü ne olduğu aslında çok da netleşmemiş olan bugünkü sistemde, cumhurbaşkanının müthiş güçleri var ve Meclis’te çok ciddî bir çoğunluğa sâhip değilseniz, o güçleri dengeleme imkânlarınız çok zayıf. Bütün olumsuzluklara rağmen, kamuoyu yoklamalarında, iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı’nın giderek daha düşük destek alıyor gibi görünmelerine rağmen ve yaşadığımız ekonomik krizin daha da derinleşeceğine dâir pek çok emâre ortadayken bile, ben özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminin “çantada keklik” olduğuna inanmıyorum. O bakımdan, Cumhurbaşkanı’nın karşısına çıkacak adayın da, çok sert geçeceğini düşündüğüm kampanyada, nefesinin yetecek, bu ülkede yaşayan insanlara belli umutları verebilecek, daha doğrusu birtakım şeyleri yapacağına dâir güven verebilecek, o enerjiyi taşıyabilecek ve aktarabilecek bir şahsiyet olması gerektiğini düşünüyorum. 

Bu arada, söyleyeceklerime bir parantez açayım: Biz cumhurbaşkanlığı seçimi için iki türlü bir sistem kurmuşuz. İki turlu sistemin mantığı şudur: Birinci turda seçmen gönlünün istediğine oy verir. İkinci turda da, seçilmesini istemediğinin karşısındakine oy verir. Meselâ, senin de bildiğin Fransa’da bu, en çarpıcı şekilde, Marine Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen, 2002 yılında kimsenin beklemediği şekilde ikinci tura kaldığında, o günkü Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’tan nefret edenler, siyâseten onun karşısında yer alanlar bile, Chirac’a oy vermişlerdi. Yanılmıyorsam, Chirac %80’ler civârında bir oy alarak ikinci turda cumhurbaşkanı seçilmişti. 

Biz şu anda, benim tam olarak ikna edilemediğim nedenlerle, “Seçimi ikinci tura bırakmayalım” diye bir cendereye sokulduk. İkinci cendere de: “Hiçbir tartışma olmasın, biz kapalı kapılar ardında konuşalım. Herkesin önüne bir mönü koyalım, orada 3,5 yemek var.” Yani iki belediye başkanı, Kemal Kılıçdaroğlu ve belki –var ya da yok– İYİ Parti’nin Genel Başkanı. Biz de vatandaş olarak, oralarda bizim hiç bilmediğimiz sâiklerle yapılan tartışmaları izleyici olarak izleyelim. Ondan sonra önümüze birisi çıkartılsın, biz de gidip paşa paşa oy verelim.

Ruşen Çakır: O da muhtemelen Kemal Kılıçdaroğlu olacak gibi görünüyor. 

Soli Özel: Öyle görünüyor. Ben de, her şeyden önce bir vatandaşlık görevi olarak kendi düşüncemi yazmak istedim açıkçası. 

Ruşen Çakır: Tepkilere gelmeden önce, senin Kılıçdaroğlu îtirâzının en kritik yerinin şu olduğunu düşünüyorum: Bu dönemde Kılıçdaroğlu üzerine yapılan tartışmalarda, onun adaylığına karşı çıkanlar genellikle, “İyi insan, hoş insan, ama seçilemez” yaklaşımındalar. Biz bununla ilgili çok yayın yaptık, izleyicilerden de çok tepki geldi. Senin îtirâzın ise, yazından okuyorum: “Bu seçimlerdeki derdimiz ve tartışmamız gereken şey –oy alabilir mi alamaz mı tartışmalarına hiç girmeden– Kemal Bey’in bu makamı hak edip etmediği ya da en azından bu makama ulaşabilmek için gerekli niteliklere sâhip olup olmadığı. Yani, oy alabilse bile benim îtirazım, Kılıçdaroğlu’nun bu makama uygun isim…”

Soli Özel: Hayır, ben bu seçim kampanyasını götürecek niteliklere sâhip olmadığını, başkan olarak bugüne kadar yaptıklarının genel muhâsebesi sonucunda vardığım karar olarak paylaşıyorum. PolitikYol’da benden sonra aynı başlıkla bir yazı daha yazıldı. O yazıda benden çok daha farklı sonuçlara varılıyordu; bunda da îtiraz edilecek bir şey bulmuyorum. Yazının mantığına katılmıyorum ama, belli ki o da benim yazımın mantığına katılmıyor. Yazımın son paragrafında, Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisinin zamanlamasında…

Ruşen Çakır: ABD gezisi konusuna sonra girelim. 

Soli Özel: Peki. Benim derdim şu: İktidar, elindeki bütün imkânları kullanarak, medyayı bastırarak, devletin bütün imkânlarını kullanma imtiyâzını çıkmış olan yeni seçim yasasıyla kendisine verdi. Müthiş bir organizasyonla gelecekler. Asgarî ücret artırılacak, emeklilere para verilecek, konut projeleri öne sürülecek, borçlar affedilecek, öğrencilere esnafa şunlar şunlar vaat edilecek… Bütün bunlara baktığınız zaman, üzerinize dalga dalga gelecek taarruz karşısında, plan yapabilecek, o taarruzu engelleyebilecek, karşı taarruza geçecek, karşı taarruzda karşı tarafı sendeletecek, belki afallatacak enerjiyi, siyâsî stratejiyi üretebilen birisinin orada olması gerektiğini düşünüyorum. Ben Kılıçdaroğlu’nun 11 yıllık genel başkanlığına baktığım zaman bunları görmüyorum. Ana muhâlefet partisinde de görmüyorum. Partinin içinde, benim tanıdığım, canlarını dişlerine takarak bir şeyler yapmaya çalışan pek çok insan var. Bunların yapmaya çalıştıklarına saygı duyuyorum. Fakat ana muhâlefet partisinin bir bütün olarak bu topluma o tür bir enerjiyi ve güveni verebildiği kanaatinde değilim. 

Ruşen Çakır: O zaman, sana en çok sorulan sorunun, “Peki kim aday olsun?” sorusu olduğunu tahmin ediyorum. “Kılıçdaroğlu’nda bu enerji yok, güven vermiyor” diyorsun. Tartışılan isimler de ortada. Kılıçdaroğlu’nun, kötünün iyisi değil de, içlerindeki en iyisi olduğunu düşünenler de var. 

Soli Özel: Olabilir. O da onların düşüncesi. 

Ruşen Çakır: Senin fikrini soruyorum. 

Soli Özel: Dediğim gibi, ben bütün bu tezgâhın mantığına karşıyım. Yani benim önüme sadece 3 yemekten oluşan bir mönü çıkarılmasına îtiraz ediyorum. Şu anda da bir isim öne çıktığı ve adaylığını neredeyse açıklama noktasına geldiği için, o isim üzerindeki görüşlerimi belirtmiş oldum. Diğer isimler aday oldukları takdirde onlarla ilgili görüşlerimi de açıklarım. Şimdi, “Yok, şunun danışmanıdır, bunun bilmem neyidir, şuradan emir almıştır da yazmıştır” diye benimle ilgili bir sürü lâf da dolaşıyor. Bunları da çok âsap bozucu buluyorum. 

Ruşen Çakır: Seni tanımıyorlar.

Soli Özel: Bunlar, hem bir siyasetbilimci olarak hem de bir vatandaş olarak benim düşüncelerim. Buna isteyen katılır istemeyen katılmaz. Eksiğim olabilir, bir şey diyemem, ama yalanım yok. Yazdığımın arkasındayım. En baştaki soruya verdiğim cevapta da zâten, “Niye aday meselesi bu kadar dar kalıplar içinde yapılıyor?” meselesini de sorguluyorum. Ben bunu kabul etmek zorunda kalmak istemiyorum ve niye ikinci tura kadar bekleyemeyeceğimizi de, birinin bana iknâ edici bir şekilde açıklamasını bekliyorum. 

Ruşen Çakır: İkinci tur önermesinde, Altılı Masa’nın yine tek aday çıkarması, ama HDP’nin de aday çıkarması üzerine hesap yapılıyor. Sen, “Altılı Masa’dan isteyen herkes aday olsun” mu diyorsun?

Soli Özel: Altılı Masa dışından da birisi aday olsun. 

Ruşen Çakır: Ama aday olabilmek için belirli bir sayıda imzâ olması gerekiyor.

Soli Özel: Birileri 100 bin imzâ bulur. Katılmak istiyorsa, Zafer Partisi Başkanı da bulur, herhalde bulacaktır da, öyle gibime geliyor. Ben bunu aylar önce tartıştığım zaman söylenen şuydu: “Bu iş ikinci tura kaldığı takdirde, iki tur arasında ne olacağını bilemeyiz. Biz böylesine kötü bir deneyi, 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arasında yaşadık. Dolayısıyla o iki haftada neler olacağını kontrol edemeyiz. Bunu birinci turda bitirmek en doğrusudur.” Mâkul, kendine göre bir mantığı var. Tam olarak iknâ olmuş değilim, ama kabul etmeye hazır olacağım bir şey. Fakat aynı zamanda, o iki tur arasında yaşanabileceğini düşündüğümüz şeylerin birinci tura gelmeden de yaşanacağını düşünüyorum. Yani baskıysa baskı, birtakım olayların gelişmesiyse birtakım olayların gelişmesi, para harcanmasıysa harcanması, bunlar zâten birinci turdan önce de yapılacak. Herhalde bu işlerin mantığını sorgulamak, senin dediğin gibi genelde dünyayla ve dış politikayla ilgili yazan bana da kalmamalıydı. Ya da belki bana kalmış olması gerekiyordu, çünkü herkes karnından konuşuyor. Bu tür kaygıları –hepsini değilse bile bir kısmını– paylaştığını bildiğim pek çok kimse, ya üzerindeki baskıya boyun eğiyor –ki bu da çok demokratik bir durum yaratmıyor–, yâhut da, “Şimdi söylerim başım derde girer. Benim de başka ilişkilerim var” diye bunları yazmıyorlar. Ana akım sayılabilecek dijital medyada bunu yazan ya da îmâ eden çok insan da var. Ama ben kendimce bunun şahsîleştirilmiş ya da Altılı Masa çerçevesinin dışına çıkarılmış olan bir muhâsebe üzerine yapmayı tercih ettim.

Ruşen Çakır: Bu yazının yayınlandığı mecrâ da ilginç. Çünkü biliyoruz ki PolitikYol, CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı çok pozitif bakan bir mecrâ. Medyada en önemli destekçilerinden biri olduğu düşünülebilir. Yazının böyle bir yerde çıkmış olmasının da ayrı bir boyutu var. Bunu sen ben biliyoruz, ama genel kamuoyu bilmiyor olabilir. 

Soli Özel: Açıkçası, bu yazıyı kabul edip yayınlamış olduğu için editörüme minnettârım. Yayınlamamayı tercih edebilirdi. Bunda da çok gocunulacak bir şey olmazdı. Herhalde yönetim olarak bir karar verdiler. Bana göre, çok doğru bir iş yaptılar, ama çok da cesur bir iş yaptılar. Muhtemelen risk de aldılar. O bakımdan, ben kendilerine hem minnettârım hem de tebrik ederim.

Ruşen Çakır: Peki, ne tür tepkiler geliyor? Demin biraz bahsettin: “Şunun bunu adamı, emir aldığı için yazmıştır” gibi lâflar zâten söylenecektir. Ama hakîkaten böyle yapan insanların olduğunu da biliyoruz. Seni tanıdığım için böyle bir şey yapmayacağını biliyorum. Ama böyle yapan insanlar da çok var. 

Soli Özel: İki tür tepki var: Birinci tür tepki, belki sosyal medya çağının bir yansıması, senin neyi yazdığını, neyi düşündüğünü, neye inandığını yalapşap bilen ve nerede durduğunu bilmeyen birileri, hemen, “Zâten ‘Yetmez ama evet’çiydi” gibi sözlerle yaftalayarak seni reddetmek ve kişilik üzerinden vurmaya çalışmak istiyor… Bunları bir kenara bırakalım, bununla başa çıkmak mümkün değil; öyle bir derdim de yok açıkçası. Bâzıları da Kılıçdaroğlu’na haksızlık ettiğimi düşündüler. Kemal Bey’in yapmış olduğu, başta helâlleşme konusu ya da İYİ Parti’nin seçime katılabilmesini sağlama manevrası…

Ruşen Çakır: 2019 yerel seçim başarısı…

Soli Özel: Evet. Yerel seçimde doğru adayları bulmuş olmasından bahsediyorum yazımda. Hakkaniyet gereği benim bunlara daha fazla vurgu yapmam gerektiğini söyleyenler oldu. Bana göre bunlar meşrû ve bel altı olmayan eleştiriler. Onlara da hiçbir diyeceğim yok. Beni sevindiren şu oldu: Bana belden aşağı tepkiler vermiş olanlara karşı –ki ben o topa hiç girmedim–, beni savunan, bu yazıyla ille de hemfikir olması gerekmeyen ama yazının genel rûhunu, “Biz bu konuları tartışmak zorundayız” şeklindeki rûhunu benimsemiş olan tepkiler de geldi. 

Benim Ankara ile çok fazla ilişkim yoktur, ama bunun CHP’de ciddîye alınmış bir yazı olduğunu tahmin ediyorum. Üstüme alınmak istemesem bile, Dezenformasyon Yasası tartışılırken ABD gezisinin niye yapıldığına dâir bir tweet’i oldu Kemal Kılıçdaroğlu’nun. Belki zamanlama tesâdüftü, ama…

Ruşen Çakır: O sana bir cevaptı.

Soli Özel: Herhalde bana bir cevaptı. Ama bana göre tatmin edici bir açıklama değildi. 

Ruşen Çakır: Yani tatminkâr bir cevap değildi. 

Soli Özel: Hayır. Çünkü bizi, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geri döndürme vaadiyle ortaya çıkan bir partinin ve onun ortaklarının, Meclis’e asgarî saygıyı göstermelerini bekliyorum. Karşı tarafta istediği kadar çoğunluk olsun –doğrudur; eller kalkıyor iniyor, hiçbir şeyi geçiremiyorsun–, ama gidip orada mücâdele etmek gibi bir borçları var. Bunun için maaş alıyorlar. Kazanılması imkânsız gibi görünen konularda bile oraya gidip mücâdele vermek için oradalar; o yüzden seçildiler. İşlevlerinin de o olması gerektiğine inanıyorum. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi târihinde bunun en çarpıcı örnekleri var: 1954 seçimlerinde, DP’nin çoğunluğuna karşı, 33 milletvekiliyle müthiş bir muhâlefet yapan İsmet İnönü var. Henüz daha muhâlefetteyken, Ecevit CHP’sinin yaptığı mücâdele var. Beğen beğenme, bir daha asla geri gelmesi beklenmeyen Süleyman Demirel’in, eli kolu bağlı, kendisi siyâsî yasaklıyken, arka planda yaptığı mücâdeleye devam ettiğini unutmayalım. 12 Mart’tan sonra, gazetecilerin bir sorusu üzerine, “Demirel’in yeniden başbakanlığı mı? Güldürmeyin beni” diyen bir adalet bakanımız (İsmail Arar) vardı. O sözün arkasından, Demirel 4 kez daha başbakan oldu. Burada mücâdele kendi başına anlam taşıyan bir duruş aslında. “Biz nasıl olsa kaybedecektik, ben de onun için gittim” açıklaması bana hakîkaten çok ters geliyor. 

Ruşen Çakır: Yazının içerisinde şöyle bir cümle var: “Kemal Bey’in paraşütle indiği genel başkanlık makamına oturduktan sonra yaşananlar…”

Soli Özel: “Neredeyse…” diye belirttim. “Paraşütle indi” demedim. 

Ruşen Çakır: O dönemleri yaşamış bir gazeteci olarak, diyebilirim ki CHP içerisinde en öne çıkan figür Kılıçdaroğlu’ydu. Grup başkanvekiliyken, AKP’nin önemli isimleriyle ilgili yolsuzluk iddialarını gündeme getirmesi…

Soli Özel: Siyâsî mücâdele yaptığı için mi öne çıkıyordu, yoksa o dosyaların tâkipçisi o olduğu için mi öne çıkıyordu?

Ruşen Çakır: Deniz Baykal kasetle gittiği için yerine birisinin gelmesi gerekiyordu. O sırada CHP’nin bir genel başkana ihtiyâcı vardı ve en öne çıkan isim Kılıçdaroğlu idi. Onu bir not olarak düşeyim. 

Soli Özel: Peki, tamam. Ama tekrar edeyim: Bu “paraşütle geldi” meselesi konjonktürüyle ilgili bir şeydi. Ben de biliyorum Baykal’ın hangi koşullarda gittiğini. Belki o şok ânında, partinin etrafında birleşebileceği başka bir figür de yoktu; bunu kabul ediyorum. Ancak şunu da düşünmek gerekiyor: Kılıçdaroğlu, bir siyâsî mücâdelenin adamı olarak gelmedi. O kadar.

Ruşen Çakır: Evet. Hep “Kemal Bey” olarak yazmışsın yazında. Kendisiyle tanışıklığın var mı?

Soli Özel: Evet. 2011’de kendisiyle birlikte Konya’daki seçim kampanyası gezisine katılmıştım. Sanırım bir kez televizyonda bir açık oturumda kendisiyle karşılaşmıştık. O zamanlar televizyonlara çıkabiliyordum. Bundan 2 yıl önce de, Covid döneminde, 6 meslektaşımla birlikte kendisine dış politika ve dünyanın gidişâtıyla ilgili uzunca bir sunum yapmıştık. 

Ruşen Çakır: Peki, bu yazı üzerine Kılıçdaroğlu seninle konuşursa ne diyeceksin meselâ? Bu yazıyı Kemal Kılıçdaroğlu’na değil de, kamuoyuna yönelik yazdığının farkındayım. Ama kendisi de bu yazıyı tartışmak isterse… Şu âna kadar böyle bir girişim olmadı herhalde. 

Soli Özel: Hayır. Öyle bir beklentim de yok açıkçası. 

Ruşen Çakır: Bence olsa iyi olur. 

Soli Özel: Bu bir istidâ yazısı değil. Yani bir dilekçe değil. 

Ruşen Çakır: Onun farkındayım. Peki, ABD gezisine gelelim. Açıkçası, gezinin taslak programına baktığımda ben de, “Bu geziden vazgeçse” diye düşündüm. Geziden önce bir başörtüsü tartışması başlatmıştı. Ortalık karışmıştı. Hattâ muhâlefetin içerisinde de buna îtirazlar oldu, ama destekler de vardı. Gündem belirlemişti. Tam o gündemi belirlemişken, zayıf bir programla ABD’ye gitti. Programın siyâsî yönü pek yoktu. Sen Amerika’yı benden daha iyi biliyorsun. Orada yaptığı temaslara baktığımızda, siyâsî bir şey yok ve açıklaması da bence çok iknâ edici değil. “Prensip olarak muhâlefetteyken iktidarla görüşmeyiz” yaklaşımı pek akıllıca gelmedi bana. Sen yazında esas olarak sansür yasası zamanlamasını vurguluyorsun. O da işin başka bir boyutu. Ama zâten gündemi belirlemişken bunu yapmış olması başka bir şey. 

Senin konun uluslararası ilişkiler. Türk-Amerikan ilişkilerini de yıllarca tâkip eden Soli Özel olarak, diğer siyâsetçilerin, liderlerin ABD gezilerini de biliyorsun; kimlerle neler konuştuklarından haberdarsın. Bu gezi hakîkaten çok istisnâî, çok alışık olmadığımız bir şey, öyle değil mi?

Soli Özel: Tabiî bütün gezileri bilmiyorum. Bâzen resmî olmayan ziyâretler de yapılıyor. Ama bu gezinin amaç ve hedeflerinin ne olduğunu anlamış değilim. Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına hazırlık içinse, Kemal Bey’in yanında not tutan kimse yok. Hani bir ekip olur da önceden her yere dağılıp, oradan bilgileri toplar. Meselâ niye kimse Silikon Vâdîsi’ne gitmemiş? Amerika’nın geleceği orada kurulacak. Ya da başka bir merkeze, meselâ Florida’ya gitmemiş? Böyle bir ekip olacak, siz de son aşama olarak o bilgilerin toplandığı yerlerdeki birtakım insanlarla temas kuracaksınız. Ama öyle bir şey de yok. Kemal Bey gitti, dinledi ve tek başına not aldı. Etrafta not alan kimse de yok. Yanılmıyorsam, heyet 4-5 kişiden oluşuyordu. Sonradan Faik Öztrak katıldı. Washington’da 2 düşünce kuruluşunda konuştu. Bunlardan birinde çok önemli bir şey söyledi Kılıçdaroğlu: Rusya-Ukrayna savaşında, Türkiye’nin Ukrayna’nın yanında olması gerektiğini söyledi. Bizim bugün izlediğimiz, güya denge politikası olan denge politikasından çok daha farklı bir çizgi önermesi yaptı. Peki, bu konuşma niye burada yapılmıyor? Türkiye’de Meclis kürsüsünde, “Biz Türkiye’nin bu savaş sırasında izlediği politikayı bir yere kadar doğru buluyoruz, ama savaşın kendi dinamiği bizi 8 ayda öyle bir yere getirdi ki, belki daha net birtakım tavırlar almamız gerekebilir” diyebilir. Bir muhâlefet partisi doğru yolda olunduğuna iknâ olmamışsa, bunu yapmakla mükelleftir. Bu niye ABD’de söyleniyor da burada söylenmiyor? Orada niye lâf arasında söyleniyor. Bütün bunları benim anlamam mümkün değil. 

Tekrar ediyorum: Bu yazının da, benim burada oturup seninle konuşmayı kabul etmemin de başlangıç noktası… Zâten başka bir yerde böyle bir program yapacağımı da sanmıyorum. Biz en geç Mayıs ayında, muhtemelen 14 Mayıs’ta, yani Demokrat Parti’nin ilk serbest ve âdil seçimlerde ezici bir çoğunlukla Meclis’te çoğunluğu ele geçirip iktidâra geldiği târihte seçime gideceğiz. Ben öyle çok uzun bir vaktimiz olduğunu sanmıyorum. İçeriye konsantre olunması gerekiyor. İktidar, kendisi dara düştükçe sürekli yeni oyunlar kuruyor, sloganlar çıkartıyor. Duyduğum kadarıyla, hayli etkili olacağını şahsen düşündüğüm birtakım sloganlar, mesajlar üzerinde çalışılıyor. Eminim, 3 dakikada bir kamuoyu yoklaması da yaptırıyorlardır. Ben bu enerjiyi, iktidâra tâlip olan muhâlefette görmüyorum. Bir erek birliği görmüyorum. 

Bu başörtüsü meselesinde ve benzer konularda da, muhâfazakâr kesime çiçek uzatmayı, “Bizden size zarar gelmeyecektir” denmesini anlıyorum. Ama o Altılı Masa’da, bunun garantisi sayılabilecek 3 parti var. Bir de, CHP’nin bizim için öngördüğü düzende dînin yeri nedir? Nasıl bir laiklik tanımı vardır? Vatandaş olarak biz neyi beklemeliyiz? Bunlar yok. Kendi durduğu yerin savunması yok. CHP’ye destek vereceği beklenen toplumsal kesimlerin bam teline basıldığında bunları savunan bir refleks yok.Sürekli karşı tarafın sâhasında, onların kurallarıyla, onların dilini kullanarak, onların topuyla oynamaya çalışıyorsunuz.Ben bir siyasetbilimciolarak, “İktidar isteyen bir parti böyle davranmaz” diye düşünüyorum.Seçime en fazla 7 ay kala,“Pozitif gündeminiz nedir?” sorusunun cevâbını hâlâ alabilmiş değiliz. 

Son olarak, şunu da söyleyeyim: Sonunda karar verirler ve “Kemal Kılıçdaroğlu muhâlefetin adayıdır. Biz birinci turda bu işi bitirme hedefiyle gideceğiz” derler. Tamam. Ben, Türkiye’de iktidar değişikliğinin herkes için gerekli olduğunu düşünen biriyim; gidip oy verebilirim. Yeterli olur mu, onu da hep birlikte göreceğiz. Bunu okuyan insanların, hemfikir olanların da, olmayanların da, daha çok bir uyarı şeklinde okumalarını tercih ederim. Benim kimseye “Şunu yap, bunu yapma” demeye hakkım da yok, yetkim de yok. 

Ruşen Çakır: Tamam o zaman, noktayı böyle koyalım Soli. Aslında başka konuşacak konular da vardı, ama bu işi tam kıvamında bitirmiş olalım. Evet, sen bunları bir uyarı olarak söylüyorsun. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yazını okuduğunu, en azından ABD gezisi eleştirisine verdiği cevaptan anlamak mümkün. Bu tür şeyleri yakından tâkip ettiklerini de biliyoruz. Bayağı sert bir yazı. Ama üzerinde tartışılan ve tartışılacak bir yazı. Kılıçdaroğlu aday olur ve kazanır ya da kaybederse, seçim sonrasında yazının yeniden okumaları da ona göre farklı olacak. 

Soli Özel: Ben kendime öyle bir güç vehmetmediğim gibi, kimsenin de vehmetmemesi gerekir. 

Ruşen Çakır: Hayır, kendine güç vehmetme anlamında söylemedim. Sen yapmıyorsun ama insanlar hâlâ “kazanabilirlik” üzerinden gidiyorlar… Çünkü o çok korunaklı bir olay. Sen burada bayağı ciddî siyâsî eleştiriler getiriyorsun. 

Soli Özel: Benim açımdan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının en olumlu tarafı Alevî olması. Bunu da söylüyorum. Eğer laik bir Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayacaksak…

Ruşen Çakır: Ben de öyle düşünüyorum. Keşke Türkiye’nin Alevî bir cumhurbaşkanı olabilse. Soli, çok teşekkürler. Soli Özel’le, PolitikYol’da yazdığı “Kemal Bey’in adaylığı” yazısı üzerine konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.