Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Demokrat abla”

Ruşen Çakır, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in bugünkü grup toplantısında Kürtler ve demokrasi hakkında yaptığı konuşmayı değerlendirdi. Çakır, İYİ Parti’nin merkez sağdaki boşluğu doldurma ihtimalini de yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Geçen hafta, Meral Akşener’in grup toplantısında yaptığı konuşmadan hareketle, “Devlet Abla” diye bir yayın yapmıştım, izleyenler bilir. Orada saymıştım: 37 kez “devlet”, 52 kez de “millet” demiş ve devletle ilgili Türkiye’de sağın, özellikle milliyetçi sağın öne çıkan birçok argümanını tekrarlamış ve önümüzdeki meselenin bu kutsal devleti, yani Türkiye’nin târihsel olarak hep önde olan devletini, bir zamanların tâbiriyle “devlet baba”yı, Erdoğan’ın elinden kurtarmak şeklinde bir yaklaşımı olduğunu ve devleti bu kadar öne çıkartan bu yaklaşımın merkez sağ partisi olma iddiasını ciddî bir şekilde zedelediğini söylemiştim. Geçmişten örneklerle, örneğin Doğru Yol Partisi’nde Süleyman Demirel’in 1991 seçimi öncesinde söylediklerine, meselâ “Konuşan Türkiye” lâfını, “şeffaf karakol” lâfını, “Kürt realitesini tanımak” lâfını hatırlatmıştım. Merkezde olabilmek için topluma daha yakın durmasının akıl kârı olabileceğini söylemiştim. 

Şimdi bu hafta Meral Akşener’in grup konuşmasını yine edindim. Tam metin olarak Ankara’daki arkadaşlarımız yolladılar ve bu sefer “devlet” yerine “demokrasi”, hani rüzgâr gibi suratıma vurdu. Birçok yerde demokrasi vurgusu yapmış Meral Akşener. Ama ona gelmeden önce bir noktayı özellikle vurgulayayım, demokrasiye gireceğim: Kürtler’den bahsetti Meral Akşener. En son ne zaman yaptı hatırlamıyorum. Erdoğan’ın Mehmet Ali Çelebi ve eşine söylediği, “PKK’lılar 5-10-15 çocuk yapıyorlar” lâflarının aslında muhâtabının Kürtler olduğu belliydi. Nitekim İYİ Parti’nin Genel Başkan Yardımcısı Salih Ensarioğlu da bunu böyle söylemişti ve “Biz bu ülkenin eşit vatandaşıyız. Bize bu yapılan yanlıştır” diye çıkış yapmıştı, onu da biliyoruz. Meral Akşener, bu çocuk meselesine değinmeden, Erdoğan’ın hep birilerini nefret objesi hâline getirdiğini söyleyerek konuşmasının bir yerinde, “Geçen haftanın talihli nefret objesi Kürtler oldu. Tuttu, bu ülkenin eşit ve şerefli vatandaşları olan Kürtleri PKK’lı îlân etti” diye bir çıkış yaptı, çocuk sözlerinden hareketle anlaşılan; ama bu açıklıkta söylemedi. Tabiî burada, şerefli vatandaşlar oldukları muhakkak; ama eşit oldukları konusunda bir soru işâreti var. Zâten Kürt sorununun temelinde de Kürtler’in kendilerini eşit vatandaş gibi hissetmemeleri, çoğunluğun kendilerine bu duyguyu yaşatmaması ve devletin de yaşatmaması söz konusu. Ama bu hâliyle de Meral Akşener’in Kürtler’den bahsetmesi, eşit ve şerefli vatandaşlar olarak bahsetmesinin önemli olduğunu not düşmek lâzım. 

Evet, gelelim demokrasiye. Tabiî yine saydım. Eskiden bilgisayarların filan olmadığı zamanlarda gazetecilik yaptığımda da bende vardı bu merak: Bâzı konuşmaların içerisinde kelime saymak. O zaman bayağı oturur, kâğıt kalem alıp sayardık. Ama şimdi arama özelliği ile, control+F’ye basıyorsunuz, yazıyorsunuz, çıkıyor. 34 yerde demokrasi lâfı etmiş. Demokrasi ya da demokrat lâfı etmiş. Çok önemli lâflar da etmiş. Meselâ: “Biz Türkler, rûhen demokrat doğmuş bir milletiz” diyor. Erdoğan’ın demokrasiyi içselleştirmediğini söylüyor. Erdoğan’ın bir zamanlar, “Demokrasi bizim için amaç değil araçtır” dediğini söylüyor. “Demokrasi olmadan atılan her adım krizleri daha da derinleştirir” diyor. “Bu ülkenin demokrasiye kavuşmadan kalkınabilmesi mümkün değildir” diyor. “Demokrasinin sunduğu özgürlük ve sürdürülebilirlik” diyor. “Demokrasiyle taçlandırılmış bir kurumsallık büyümenin de yoludur” diyor ve tam 34 yerde “demokrasi” demiş. 

Geçen hafta “Devlet Abla” yayınında incelediğim konuşmaya dönüp baktım. Geçen hafta tek bir yerde “demokrasi” lâfı var, bu hafta 34 yerde. Yani bayağı bir fark var. “Devlet” ise 30, yani “demokrasi” lâfı “devlet”ten fazla. Tabiî “millet” hep var, 67 kez. Geçen hafta 52’ymiş, bu hafta 67 olmuş. Bulacağımı sanmayarak “toplum” sözcüğünü aradım. Geçen hafta bulamadım, bu hafta 6 yerde “toplum” da çıktı karşıma. İnsan bâzen, “Ayrı ayrı kişiler mi yazdı bu konuşma metinlerini?” diye kendi kendine sormadan edemiyor. Ama muhtemelen öyle değildir. Tek bir kişi mi yazıyor, bir ekip mi yazıyor? Meral Akşener bunların neresine, nasıl müdâhil oluyor bunları bilmiyorum; belli ki bir arayış var. Bir hafta içerisinde devletten demokrasiye bu kadar hızlı geçiş şaşırtıcı; ama bana göre olumlu. Bu çizgiyi sürdürebilecek mi? Görüldüğü gibi, “demokrasi”, “özgürlük” demek, “demokrasiyle taçlandırılmış kurumsallık” demek aslında o kadar zor bir şey değil. Kurumsallık nedir? Esas olarak devlettir. Yani devlet tamam; ama demokrasisiz devlet olmaz demek hiç de zor bir şey değil. İşte bu tür çıkışlar bu partiyi merkez sağa taşıyabilecek çıkışlar ve Kürtler’in adının Kürt olduğunu söylemek de böyle bir şey. Daha sonra belki belli bir aşamada Kürt sorunu noktasına da gelebilir. Çok emin değilim; ama şu hâliyle Erdoğan’ın bu son çocuk meselesi üzerinden yaptığı acayip çıkışa karşı, Akşener’in Kürtler’den yana bir duruş sergilemesinin de önemli olduğunu ve onu merkeze taşıyabilecek bir şey olduğunu düşünüyorum. 

Şimdi burada şöyle bir sorun var: Meral Akşener MHP’den geliyor. Birçok kadrosu MHP’den geliyor ve MHP’nin zâten Kürt sorununa, Kürtler’e bakışı biliniyor. Dolayısıyla “Ağzıyla kuş tutsa Kürtler’den oy alamaz” gibi bir yaklaşım olabilir. Belki doğrudur. Çok emin değilim; ama belki doğrudur. Ama şunu unutmayalım: Türkler’den de ya da Kürt olmayan kesimlerden de daha çok oy alabilmenin yolu, sizin bu ülkedeki Kürt sorununa –adına sorun demeseniz bile– Kürtlük olgusuna bakışınızla ilgili bir şey. Şu anlayış çok baskın: “Kim bu konuda daha güvenlikçi politikaları söyleyip ediyorsa, daha böyle olayı bir kimlik meselesi olarak değil de bir terör meselesi olarak görüyorsa, o kadar çok destek alır” anlayışı çok yaygın, bunun farkındayım. Ama aslı bence böyle değil. Tam tersine bu tür söylemler, hani “Asarız, keseriz… Terörle son kişiye kadar savaşmak…” vs. bu tür şeyler alkış alabilir; ancak insanların artık bu sorunun bir şekilde çözülmesi ya da yumuşatılmasına yönelik bir beklentileri var. Bunu da şu anda arkasından çok lâf edilen –çünkü başarısızlıkla sonuçlandı– Erdoğan yönetiminin Kürt açılımı sürecinde gördük. Orada da bir şeylerin çözülebiliyor olma ihtimâlinin bayağı bir karşılığı olduğunu görmüştük. Tabiî ki direnen kesimler oldu; ama toplumda bayağı bir karşılığı olduğunu gördük. Tabiî bu tür hususlarda genellikle îtirazcıların sesi çok fazla çıkar. Örneğin o dönemde de Âkil İnsanlar Heyeti’nin yaptığı toplantılarda –Anadolu’ya gidip toplantılar yaptılar, biliyorsunuz–, genellikle o toplantıları sert bir şekilde protesto edenler haber oldu. Ama diyelim ki 100 tâne toplantı olduysa 10’unda protesto oluyor ve 10 protestoyu görüyoruz. Ama diğerlerinde çok da fazla sorun yaşanmayabiliyor. Sorun yaşanmadığı için haber olmuyor. Haber olmadığı için de biz sorun çıkan yerlere bakarak buralarda işlerin yürümediği duygusuna kapılabiliyoruz. O süreci gazeteci olarak yakından izlemeye çalışan birisiydim ve genel olarak insanların tereddütlü de olsa bu konuya bir ilgilerinin ve açık olmasa da en azından “İnşallah olur” dediklerini gözlemiştim. Dolayısıyla burada da İYİ Parti’nin çok açık bir şekilde, HDP ile yan yana gözükmesi vs. filan gerekmeyebilir; ama en azından Kürtler’in varlığını –ki bu bile önemli biliyorsunuz, yani Kürt’e Kürt diyebilmek bile önemli– görmek, birtakım talepleri bulunduğundan haberdar olduğunu söylemek bile bir adımdır ve bu anlamda da Demirel’in o referans verdiğim “Konuşan Türkiye” lâfı önemli.

Şimdi burada baktığımızda, bugünkü konuşmasında Meral Akşener, esas olarak ekonomiye, doktorlara vs. değindi. Ama bütün bunları yaparken belli ki özel olarak demokrasi vurgusu yapılmaya dikkat edilmiş. Dolayısıyla bir sorunun farkında olduklarının işâreti olarak görüyorum ben bunu. Şunu diyebilirsiniz: “Ya, daha geçen hafta bunu demiş. Bu hafta bunu demiş. Kim bilir haftaya ne diyecek?” Tabiî ki olabilir, bu olabilir. Yani böyle, zorlama gibi gelebilir. Ben çok zorlama olduğunu sanmıyorum. Ama zorlama olduğunu düşünenlere de çok fazla diyecek bir lâfım yok. Ancak bu kadar hızlı da olsa birtakım şeylerin farkına varıldığını görmek bence olumlu. Bakalım bunun devâmı gelecek mi? Şu anda İYİ Parti, mâlûm, bir kongre süreci başlattı. Kongre sürecinde bunu yapmak zorundalardı. Yani bir olağanüstü kongre değil bu. Olağan kongreyi bir an önce yapmak istiyorlar. Ancak bu kongre sürecinde Meral Akşener’in partiyi daha merkez sağa çekmek konusunda birtakım rötuşlar yapacağı söyleniyor. Yönetimi yeniden öyle şekillendireceği söyleniyor. Tabiî bunu temennî edenlerin yaydığı bir söylenti de olabilir bu. Ama şu günlerde görüyoruz ki partiye katılımlar var: Turhan Çömez, Kürşat Zorlu, bugün Eşref Fakıbaba katıldı. Başka katılımlar olacağı yolunda da İYİ Parti çevrelerinden haberler sızdırılıyor. Tempolu bir yürüyüşe geçmiş gibi gözüküyor İYİ Parti: Yeni katılımlar, kongreler. Meselâ yarın Akdeniz’de bir İYİ Partili belediyenin festivali var. Oraya bayağı bir çıkartma yapacaklarını duydum. İYİ Parti artık kendini göstere göstere bir şeyler yapmaya çalışıyor ve bunu yaparken de kendisini daha merkezde tanımlamaya, merkezde göstermeye çalışacağını düşünüyorum.

Bu arada bir not düşeyim. Dün Halk TV’de İsmail Küçükkaya’nın yayınında Meral Akşener, “Bize sağcı diyorlar. Beğenmiyorsanız çağırmayın” gibi bir şey söylemiş. Ama bunu CHP’li siyâsetçilere değil de sağcı olmayan birtakım yorumculara atfen söylemiş. Olayın böyle olduğunu sanmıyorum. Bu konuda başkaları ne yaptı bilmiyorum; ama ben şahsım adına şunu söylemek isterim: Çok küçük yaştan îtibâren kendini solda gören birisi olarak, Türkiye’de 5’i sağ, birisi sol –yani CHP’nin ne kadar sol olduğunu tartışan çok var ama, diyelim ki sol– partinin bir arada olması, bir masa oluşturmasının önemli olduğu kesin ortada ve bu partilerin içerisinde en yüksek oyun –şu aşamada en azından– sol olarak bilinen partiye verildiği de ortada. Ama bu süreçte, bu ittifak sürecinde genellikle sağ partilerin farklı farklı birtakım şeyleri kabul ettirmek, dayatmak istediği de ortada ve bundan bir solcunun şikâyet etmesi de bence çok anlaşılır ve hakkaniyetli bir şeydir. Dolayısıyla hani, “Biz sağcıyız, böyleyiz, bunu beğenmiyorsanız bizi çağırmayın” filan gibi yaklaşımların bu sürece katkı sunucu olduğunu düşünmüyorum. Şunu özellikle vurgulamak lâzım: O Masa’da CHP olmasaydı, yani sâdece sağın değişik varyasyonlarından 5 parti bir arada olsaydı çok büyük bir heyecan yaratmayacaktı. Şu hâliyle de ne kadar heyecan yaratıyor ayrı bir tartışma konusu ama; bu Masa’yı değerli kılan, daha değerli kılan burada CHP’nin de olması. Dolayısıyla buradaki ilişkiye ilk defâ Türkiye’de sağcılar, sol ile kendilerinin pekâlâ eşit olduklarını kabul ederek işe başlayabilirler. Aksi takdirde, yani sözde tabiî ki “Hepimiz eşitiz” denebilir; ama fiiliyatta böyle gözükmüyor. Tıpkı “Kürtler Türkiye’nin eşit yurttaşıdır” demeye benziyor. Kürtler Türkiye’nin eşit yurttaşıdır, Anayasa’da böyle yazıyor. Çünkü tüm vatandaşlar böyle; ama biliyoruz ki — o meşhur deyişle: Evet, “bâzıları daha eşit” oluyor. Aynı şekilde bu Altılı Masa’da da sağ partilerin en azından sol ile ya da sol adına orada olan CHP ile eşit olduklarını kabul etmeleri, içselleştirmeleri “hani demin “demokrasiyi içselleştirmek” diyordu Meral Akşener– bence isâbetli olacaktır. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.