Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Seçmen tercihlerinde değişenler ve değişmeyenler | Özer Sencar ve Ruşen Çakır tartışıyor

Ruşen Çakır ve Metropoll araştırma şirketinin kurucusu ve yöneticisi Özer Sencar, anketlerdeki son durumu ve iktidar ile muhalefetin mevcut stratejilerinin seçmenlerdeki karşılığını değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Metropoll Araştırma’nın Başkanı Prof. Özer Sencar stüdyo konuğumuz. Kendisiyle seçmen davranışlarında değişen ve değişmeyenleri konuşacağız. Özer Bey, hoş geldiniz. Yaklaşık iki ay önce yine burada, stüdyomuzda konuğumuzdunuz ve çok büyük ilgi gören bir yayın yaptık birlikte. Özellikle muhâlefetle ilgili dile getirdiğiniz birtakım bulgular ve görüşler, birbirinden farklı kesimler tarafından bayağı tartışıldı. Son dönemde yaptığım en çok ilgi gören yayınlardan birisiydi o. Tabiî kızanlar oldu, beğenenler oldu ya da hem kızıp hem beğenenler oldu. Ama sonrasında, özellikle Metropoll’ün Ekim ayı araştırmasından sonra, kendini muhâlif gören kesimlerde size karşı bayağı bir tepki görüyorum. Aldatıcı mı bu bilmiyorum. Ama siz herhalde daha yakından takip ediyorsunuzdur. Ne oluyor? Size ne diyorlar, nasıl bakıyorlar? 

Özer Sencar: Birilerinin beklentilerinin doğrultusunda elde bulgu yok. Yani muhâlefet kendilerine yönelik tehlikeleri, olumsuz durumları gösteren insanları benimsemiyor. Muhâlefet açısından son derece yanlış bir şey. Muhâlefeti iyi gösteren, güçlü gösteren, önde gösteren bulgular daha çok tasvip görüyor. Bunu seçmen açısından normal karşılayabilirim, ama muhâlefeti yönetenler açısından aynı havanın olması son derece yanlış bir şey. Çünkü ortada bir bulgu var. Abartılı bir şey yok. Ama istemedikleri bulgular var. 

Ruşen Çakır: Orada da bulguları nasıl temin ettiğiniz konusunda birtakım… 

Özer Sencar: 2005 yılının Ocak ayından beri her ay “Türkiye’nin Nabzı” araştırmalarını yapıyoruz. Türkiye’de en eski araştırma serisidir bu. Nasıl yapılacağını biliyoruz. Araştırma şirketleri normal bir araştırmayı nasıl yapacaklarını biliyorlar; bu çok bilinmeyen bir şey değil. İnsanların nabzına göre şerbet vermiyoruz. Biz bulgularımızı paylaşıyoruz. Ben muhâlefetten bulduğumuz sonuçların niye böyle olduğu konusunda bizden yorum istesinler diye beklerim. Ama onlar, kötü bir şey çıkarsa göstermeyin, iyi bir şey çıkarsa gösterin beklentisi içindeler; bunu bizden beklemesinler ve bu arkadaşlar bizi tâkip etmesinler. Biz bulduklarımızı paylaşacağız. Biz rakamlara kutsiyet atfediyoruz; rakamlarla oynamıyoruz. Diğerlerinden bir farkımız da –ki önemli bir fark bu–, kararsızları oransal olarak dağıtıyoruz. Kararsızlar üzerinde oynamıyoruz.

Ben, şu anda piyasaya çıkan araştırmalarda, kararsızların manuel dağıtıldığını, isteklerine göre dağıttıklarını düşünüyorum. Meselâ bir araştırma şirketinin twitter’da paylaşımını gördüm: “CHP AK Parti’yi yakaladı diye bir sonuç çıkarmış. %29,6’ya %29,4 gibi böyle bindelik bir fark var. O ay bizim araştırmamızda, CHP ile AK Parti arasında 9 puan fark vardı. Burada ikimizden biri çuvalladı. Yani kötü durumdayız. Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Bir araştırmada 9 puan, diğer araştırmada eşit olamaz. Burada muhâlefetin, “Olan nedir?” diye bakması lâzım. 

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla siz, vatandaşın tepkisiyle siyâsetçinin tepkisini ayırdınız. Belli ki siyâsetçilerden size doğrudan ya da dolaylı bir şekilde tepki yok şu âna kadar.

Özer Sencar: Hayır. CHP ve İYİ Parti cenâhından bana yönelik herhangi bir tepki almadım. Ben şundan eminim: Bizim bulgularımızın dürüst olduğundan eminler, ama bunların kamuoyuyla paylaşılmasından memnun değiller. Özellikle seçmende bu çok yoğun. Seçmen, muhâlefet kazansın istiyor. Ama muhâlefetin kazanmasını istemekle muhâlefet kazanmaz; kazanmanın gereklerini yerine getirmesi lâzım. 

Ruşen Çakır: İki ay önce yaptığımız yayında bunları epeyce konuştuk. O zaman söylediklerinizin üzerinden geçelim biraz. Siz orada muhâlefete çok ciddî uyarılarda bulundunuz ve AK Parti’nin, kararsızların içerisinden oylarını geri almaya başladığını, böyle bir eğilim olduğunu ve Erdoğan’a yönelik ilginin eskiye göre daha da arttığını söylediniz. Biz o yayını Eylül ayında yapmıştık. Sonraki araştırmalarda, bu bulguların daha kuvvetli olduğunu saptadınız. Yanılıyor muyum?

Özer Sencar: Doğru söylüyorsunuz. Şöyle ifâde edeyim: Muhâlefetin değiştirmediği hatâlı bir algısı var: “Erdoğan o kadar yıprandı ki biz mutlaka kazanacağız. Erdoğan’ın karşısına kim çıksa kazanır.” Bu algı hâlâ devam ediyor ve sadece CHP’ye âit bir algı değil bu. Altılı Masa’daki küçük partiler de böyle düşünüyor. Meselâ ben şunu anlayamıyorum: “Biz adayla ilgili karârımızı, iktidar seçim kararı aldığı zaman açıklayacağız” diyorlar. Peki, iktidar 2-2,5 ay ya da 3 ay kala karârını açıkladığında, siz eğer adayınızı belirlemediyseniz, o kısacık sürede bir aday belirleyebilir misiniz? Belirlediğiniz aday kampanya yapabilir mi? Şu anda Altılı Masa’dakilerin çoğunluğu bence adaylarını belirlediler kendi aralarında. Ama Meral Hanım’la anlaşamadıkları için, diğer 5 parti yani, Meral Hanım’dan ayrı düşen kesim, belirledikleri, anlaştıkları adayı açıklayamıyorlar. Ama hâlâ “Erdoğan yıprandı, yıkılacak. Dolayısıyla biz kazanırız” yanlışını devam ettiriyorlar. Şimdiye kadar Altılı Masa toplantılarında gördüğümüz şey, sâdece seçimi aldıktan sonra neler yapacaklarını anlatıyorlar. Meselâ, ben Ali Babacan’ı ziyâret ettim. Ali Bey de bana aynı şeyleri söyledi ve seçim sonrası yapacaklarıyla ilgili bir yığın belge, kitapçık verdi. Çok ciddî çalışmalar yapmışlar, her birine baktım; gerçekten bir emek var. Ali Bey’e, “Bunlar seçimden sonra yapacaklarınız. Bana seçimi kazanmak için neler yapacağınızı söyleyin?” diye sordum. Şu anda muhâlefet, seçimi nasıl kazanacağına dâir herhangi bir bilgi ve fikir sâhibi değil; bununla ilgili bir hazırlığı yok. 

Ruşen Çakır: “Buna karşılık, iktidârın adayı belli. Seçim için de bayağı çalışıyor” diyebilir miyiz?

Özer Sencar: Evet, doğru. Kemal Bey, Ağustos ayında kendi popülaritesini 2010’dan beri en yüksek seviyeye çıkardı. Çok iyi bir halkla ilişkiler çalışması yürüttü. CHP yerinden kıpırdamadığı halde Kemal Bey, cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan’dan 7 puan öne geçti ve popülaritesi de %45’lere çıktı. Muhtemelen Erdoğan bunu fark etti. Araştırmacıların Erdoğan’a doğru bilgiyi götürüp götürmediklerinden emin değilim. Çünkü güçlü liderlere olumsuz bir şey götürmek zordur. Ama kanaatimce, Erdoğan işin vahâmetini gördü –bir bilgiye dayanarak söylemiyorum bunu– ve 3-4 ay önceden kampanyaya başladı. Erdoğan için kampanya çok önemlidir; yani hayâtıdır kampanya ve kampanyada çok başarılı birisidir. Bu sâdece iletişim meselesi değil onun için. Ekonomiyi de kampanyanın bir parçası olarak görüyoruz. Erdoğan seçim ekonomisini uyguluyor. Şu âna kadar dağıttıklarına bir bakın. Normal şartlar altında hiçbir yönetici, bu kadar cârî açık varken bu kadar dağıtım yapamaz. Ama Erdoğan mümkün olan her şeyi dağıtmak üzere karar vermiş. Bu da, halk üzerinde olumlu bir etki yaratıyor.

Muhâlefetin kampanyayı başlatamaması yüzünden, kamuoyu, özellikle kararsız kesimlerde, Erdoğan’ın alıp gidiyor olduğunu, muhâlefetin de henüz hiçbir şey yapmadığını, kendi aralarında bile bir uzlaşıyı sağlayamadığını, kampanya yapamadığını görüyor. Kararsızlar içindeki AK Parti kökenli seçmenin yarısı, şu anda AK Parti’ye dönmüş durumda. Kararsızların en yüksek olduğu dönemde –ki 25-27’yi gördük biz–, 27’yi gördüğümüz dönemde, kararsızlar içinde 10 puanlık AK Parti kökenli vardı. 24 Haziran 2018’de AK Parti’ye oy vermiş 10 puanlık bir AK Partili vardı, 3,5 puanlık da MHP’li vardı. Bugün, Ekim ayı îtibâriyle kararsızların içerisinde 5 puanlık AK Partili, 0,9 puanlık da MHP’li var. MHP, bu 3,5 puanlık kararsızların tamâmına yakınını geri aldı. Rakam vermeyelim diyorum, ama şu anda MHP 10 puana yükseldi. 

Ruşen Çakır: Evet, bunu başkaları da fark etmiş. Sizin araştırmanız, MHP’nin çok hızlı bir şekilde yükseldiğini gösteriyor.

Özer Sencar: Evet. 3 ayda hızla yükseldi. 7,8 ve 8,8 oldu. Kararsızları oransal olarak dağıttığınızda 8,8 10 oluyor. Sadece AK Parti yükselmiyor. 6 ay önce, AK Parti’nin kararsızlar dağıtılmadan ham oyu 24 puandı. Bugün geldiği yer 32 puan. Yani 8 puan artmış durumda. Bu arada, diğer küçük partiler de azalıyor. MHP’nin artışını sadece kararsızlar olarak görmüyorum; İyi Parti’den uzaklaşanları da almış olabilir. Zafer Partisi de boşaldı şu anda. Yani 1 puanın altında Zafer Partisi. 

Ruşen Çakır: Evet, bu ilginç, bunu da soracaktım.

Özer Sencar: Ama olay şu: Çok kaba bir şey söyleyeceğim — beni bağışlasınlar ama: Artık vatandaş “Yine bu adam işi götürecek” algısını yerleştiriyor zihninde. 

Ruşen Çakır: Muhâlefet bunu nasıl bozabilir? Öncelikle bir aday belirlemesi lâzım herhalde. 

Özer Sencar: Muhâlif liderler, “Bizim güçlü adaya ihtiyâcımız yok. Biz hep birlikte yöneteceğiz” diyor. Heyet yönetimiyle ülke yönetilmez; seçimi liderler kazanır. Atatürk, İnönü, Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan, bunların hepsi bir ekiple, projelerle, programlarla kazanmadılar, güçlü liderlikleriyle kazandılar. Dolayısıyla bugün de kazanacak kişinin, kazanabilecek ekibin güçlü bir liderle sahneye çıkması lâzım ve o güçlü liderin etrafında toplanacak güçlü bir ekibin olması lâzım. Bizim halkımız ekonomistleri tanımaz ki. Meselâ İYİ Parti Amerika’dan iki güçlü ekonomist getirdi. Çok saygın insanlar; ama vatandaş tanımıyor onları. Fakat şunu biliyor: “Güçlü bir lider gelirse, en iyi ekonomistleri veya en iyi uzmanları getirir” diyor. Eğer uzmanlar liderden güçlüyse, o lider onları yönetemez ve karmaşaya sebep olur. Liderin ekibinden güçlü olması lâzım. Şu âna kadar Erdoğan’dan daha güçlü bir kişi gördünüz mü AK Parti’de? Zâten böyle birisi varsa Erdoğan onu yer, bırakmaz. 

Ruşen Çakır: Peki şöyle bir şey soracağım — samîmîyetime verin: Bir dönem, sizi izlerken, okurken, sizinle yayın yaparken, “Özer Bey herhalde muhâlefet adayı olarak Mansur Yavaş’ı düşünüyor” diyordum kendimce. Sanki son dönemde Ekrem İmamoğlu’nun muhâlefet için daha iyi aday olacağını düşünüyorsunuz gibi bir hissiyâtım var. Doğru mu düşünüyorum? 

Özer Sencar: Hayır, doğru değil. Yaptığımız ölçümlerde…

Ruşen Çakır: Ölçümlerin dışındaki yorumlarınızı soruyorum. 

Özer Sencar: Kanaatimi söylüyorum. Bende oluşan kanaat, bulgulardan ortaya çıkıyor. Mansur Yavaş, hem popülaritesi hem rekabet gücü açısından ilk günden bugüne kadar, Erdoğan’dan da, İmamoğlu’ndan da, Kılıçdaroğlu’ndan da hep önde oldu. Hattâ bir ara “Mansur Yavaş mı, Erdoğan mı?” diye sorduğumuzda, Mansur Yavaş 20 puan öndeydi. Ekrem İmamoğlu’ndan da 5-6 puan öndeydi. Hiçbir zaman ne Erdoğan ne İmamoğlu, Mansur Yavaş’ı geçemedi — hâlen de geçebilmiş değil. Son yaptığımız araştırmada, Mansur Yavaş hâlâ Erdoğan’ın 3 puan önünde, İmamoğlu’nun da 6 puan önünde. Bu tip ikili rekabetlerde Mansur Yavaş hâlâ bir numara. Mansur Yavaş ile ilgili bu bulgularımızı ben değiştiremem ki. Bulgumuz bu. Bizim bir ekibimiz çalışıyor. Analiz yaparken ben onların yanına bile sokulamıyorum. Yani bir şey söylesem reddederler. Bunu başkaları da, bâzı dostlarımız da söyledi. Meselâ bir holding var, ona her ay sunum yapıyorum. Bana sunumdan sonra dedi ki: “Hocam, size karşı güvenim azaldı.” Şaşırdım ve nedenini sordum. “Siz Mansur Yavaş’ın parlatılmasıyla uğraşıyorsunuz” dedi. “Böyle bir şey söz konusu değil. Mansur Yavaş hâlâ en önde” dedim. Halk nezdinde bir numaralı adam hâlâ Mansur Yavaş. Ama ben Mansur Yavaş’ın potansiyelini, kapasitesini, özelliklerini iyi biliyorum. Daha önce de söyledim: Evet, potansiyel oy desteği en yüksek, ama Erdoğan karşısında direnebilecek birisi değil; ben o kanaatteyim. 

Benim gördüğüm, adaylar içerisinde Erdoğan karşısında kazanma gücü, kazanma direnci, tecrübesi, hırsı en yüksek olan kişi Ekrem İmamoğlu. İmamoğlu, Erdoğan’ı iki defa, üç defa yenmiş bir adam. Beylikdüzü’nde belediye başkanı olarak yenmiş. İstanbul seçimlerinde de iki defa yendi. Somut bir şey var ortada: İmamoğlu, Erdoğan’ın karşısında 2 defa %50’yi aldı. Bu benim için çok önemli bir bulgu. 

İkincisi, İmamoğlu İstanbul seçiminde sandıklarda %100 ıslak imzâlı tutanağını toplayabildi. Mansur Yavaş iki seçimde de ne kadar imzâlı tutanak topladığını çıkıp söylesin. Sandıkları kontrol edemeyen insanlar Erdoğan’la baş edemezler.

Ruşen Çakır: İmamoğlu’nun bir dâvâ olayı var biliyorsunuz. Hatta Barış Terkoğlu dün Cumhuriyet gazetesinde, dâvânın hâkimiyle ilgili olarak bir yazı https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/imamoglunu-ortadan-kaldirmaya-hazirlaniyorlar-2000277 yazdı, görmüşsünüzdür. Hâkim, “İmamoğlu’nu siyâsî yasaklı hâle getirmem için baskı yapıldı.Bunu kabul etmediğim için beni sürdüler” gibi bir açıklama yapmış. Ben geçen gün yaptığım değerlendirmede, iktidârın her türlü şeyi yapabileceğini, yargıya da müdâhil olabileceğini söyledim. Böyle bir şey olursa, şaşırmayız. Ama bu tür hareketlerde, hep artılar eksiler var biliyorsunuz. Meselâ, zamânında Tayyip Erdoğan’a getirilen yasak onun önünü açabildi. İmamoğlu’nun aday olması hâlinde ya da aday olma potansiyeli yüksek çıkarsa, iktidar, daha doğrusu Erdoğan, bir siyâsî yasak getirmek isteyebilir mi? Ne dersiniz?

Özer Sencar: Bunu birçok yerde sordular bana, hep aynı şeyi söylüyorum: Bu dâvâlar aylardır devam ediyor. Ben muhâlefetin yerine olsam, bu dâvâların seyrine bakmadan İmamoğlu’nun adaylığını îlân ederdim. İmamoğlu’na mahkeme karârıyla bir siyâsî yasak getirilirse, İmamoğlu zorunlu olarak sahneden çekilecek. Ama bir adaya, aday olduktan sonra yapılacak böyle bir hareket, o kişiyle ilgili kamuoyunda pozitif bir etki yapar ve ondan sonra gelecek adaya da yansır bu. Nitekim İstanbul seçimlerinde 29 Mart’taki ilk seçimde, Ekrem İmamoğlu 13 bin puan öndeydi. 3 ay sonra 800 bin puana çıktı. Burada iki faktör var: Birincisi, İmamoğlu Erdoğan’ın İstanbul’da yenilebileceği kanaatini oluşturdu. İkincisi, İmamoğlu’na yapılan haksızlık, kamuoyunda infiâle sebep oldu. Bu dâvâyla böyle bir infial olabilirdi, ama geç kaldı muhâlefet; İmamoğlu’nun adaylığını îlân edemedi. Böyle bir şey düşünmediler.

Bir şey daha var — ki bunu daha önceki konuşmalarımızda da söylediğimi zannediyorum: Dünyanın her yerinde bütün güçlü liderler sâdece kendisi kazanmak için çalışmaz. Aynı zamanda rakibini belirlemek için elinden gelen her şeyi yapar. Erdoğan da böyle bir liderdir. Kendisi için yapabileceği her şeyi yapıyor. Ama ben, rakibini de belirlemek konusunda elinden gelen her şeyi yapacağını düşünüyorum. Olaya böyle bakmak lâzım. 

Bana göre şu anda Erdoğan için en tehlikeli aday, ya da tehlikeli demeyeyim de, Erdoğan karşısında en güçlü, kazanma şansı en yüksek olan aday İmamoğlu’dur. İmamoğlu bir şekilde diskalifiye olursa hiç şaşırmam buna. Çünkü Erdoğan’ın asıl rakibi gitmiş olacak.

Ruşen Çakır: Altılı Masa 14 Kasım Pazartesi günü tekrar toplanacak, ama adayın açıklanmasını yine beklemiyoruz. “Adayı geciktiriyorlar, yıpranmasını istemiyorlar” olayı artık inandırıcılığını kaybetti, değil mi? O defter kapandı yani. 

Özer Sencar: Kusura bakmayın, ama bundan daha zırva bir söz olamaz. Bu tam bir zırvalıktır. Erdoğan, elindeki malzemeyle bir haftada bir insanı rezil de eder vezir de. Yani herhangi bir kişinin adaylığını açıklamakla, onun yıpranmasına engel olamazsınız. Seçim sâdece yıpranmalara karşı koruma değildir, ama pozitif bir kampanyayı, kendisini anlatmayı gerektirir. Vatandaşa, kendisinin güvenilir bir insan olduğunu yansıtması, inandırması gerekir. 1- 2 ay içinde kimse bunu yapamaz. 

Ben bunu şuna yoruyorum — Temel Bey ve Ali Babacan’dan duydum, başkaları da söylemiş olabilir: “Önce seçim karârı verilsin, adayımızı ondan sonra belli edeceğiz.” 

Ruşen Çakır: Üç gün sonra. Hep öyle diyorlar: Üç gün sonra.

Özer Sencar: Dünyanın herhangi bir yerinde bu sözü söyleseler, ağzını bırakır, başka tarafıyla gülen insanlar. İki ayda seçim kampanyası yürütülebilir mi? Kabaca 200 bin sandık var Türkiye’de. Sandıkları koruyabilmek için, neredeyse 1 milyon gözü kara fedâi insana ihtiyaç var. Seçim demek, büyük bir kampanya ve para demektir. Herhangi bir aday, hattâ partileri bile söyleyebilirim, CHP bile, Hazine’den aldıkları parayla kampanyayı götüremezler; birtakım bağışlar alması lâzım. Kampanya, partilerin resmî geliriyle yürütülebilecek bir iş değildir. İki ayda hiç kimse kampanya yürütemez. Birisi, “Biz adayımızı seçime 2 ay kala açıklayacağız” diyorsa, siyâsetten zerre haberi yok.

Erdoğan gibi bir liderin… Meselâ, Ali Babacan Erdoğan’ın yanında 15 yıl kalmış, Erdoğan’ın neler yapabileceğini tahmin edemiyor bence. “Adayımızı seçimden iki ay önce açıklayacağız ve kazanacağız” diyor. Garip bir şey bu. 

Ruşen Çakır: Peki Kılıçdaroğlu’nun adaylığı meselesine gelelim. Uzun bir süre en önde gelen isim oydu. Kendisi de bunu istiyordu. Hattâ özellikle İYİ Parti tarafından bir dayatma olarak görüldü bu ve îtirazlar da oldu. Ama son birkaç aydır, belki son bir aydır, sanki Kılıçdaroğlu’nun olma ihtimâli azalmış gibi bir hissiyat mı var?

Özer Sencar: Ağustos ayında, “Erdoğan mı, Kılıçdaroğlu mu?” sorusuna karşılık Erdoğan %41, Kılıçdaroğlu %47,7 idi. Şimdiye kadar gördüğümüz en yüksek değerdi Ağustos ayında. Ondan sonra Erdoğan 4 puan arttı, Kılıçdaroğlu 4 puan aşağıya indi. Hatta bu ay daha da aşağıya indi. Yani şu anda Erdoğan Kılıçdaroğlu’ndan 4 puan ileride. Ağustos ayında 7 puan önde olan kişi 4 puan aşağıya indiyse, burada iki faktör var demektir. Birincisi: Erdoğan yükseldi. İkincisi: Kılıçdaroğlu düştü. Son iki ayda Altılı Masa içerisinde kendi aralarındaki güvensizlikler, tartışmalar ve Kılıçdaroğlu’nun uyguladığı strateji ve politikalar, Kılıçdaroğlu’nu geriye çekti; konuşulur hâle geldi. 

Bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Uzun bir süre hiç kimse –yazarlar, çizerler, siz, başkaları–, Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin adaylığı konusunda olumsuz bir şey söyleyemediniz. Çünkü birisi bir şey söylediği zaman, birileri onun üstüne çullandı. Amerika’daki bir profesör bir şey yazmış, hani çok belirgin bir şey de değil. “Böyle bir şey yazma diye bana kaç kişi telefon etti” diye anlatıyor. Yani buradan Amerika’ya yetişmeye çalışıyorlar. Mahalle baskısıyla insanları susturursanız, bir süre sonra bu patlar.

Nitekim şu anda Kılıçdaroğlu’nun, İmamoğlu’nun adaylığı konusunda herkes konuşmaya başladı. Sun’î bir baskıyla, mahalle baskısıyla iktidâra gelemezsiniz, seçim kazanamazsınız. İnsanlarda güven ortamını oluşturmanız, “Bu kişi kazanabilir” algısını üretmeniz lâzım. Başka şirketlerde de bulgular öyle. Meselâ, isim vermeyeceğim ama güvenilir bir başka şirketin, bir arkadaşımın, dostumun elinde, abonesi. Cumhurbaşkanlığı için, “Erdoğan’a oy verir misiniz?” ve “Kılıçdaroğlu’na oy verir misiniz?” diye sormuşlar. İkisine verilen “veririz” oyu %30-32.  “Oy vermeyiz” diyen de 52-55. Bu, bir başka şirketin bilgisi, kusura bakmasınlar böyle bir şey söylediğim için. Sâdece bizim bulgularımız değil, başka bulgular da böyle. “Kılıçdaroğlu’na oy veririz” diyen %32, “vermeyiz” diyen %52. Siz “seçilecek” algısını üretemezseniz, seçimi kazanamazsınız. Bizim araştırmamızda, “Erdoğan kazanır mı?” ve “Kılıçdaroğlu kazanır mı?” diye sorduğumuz bir soru var. O rakamları şimdi söyleyemem, ama o rakamlar insanların moralini perîşan eder. 

Ruşen Çakır: Muhâlefettekilerin mi?

Özer Sencar: Evet. Ama soru “Oy verir misin?” değil. “Sence Erdoğan kazanır mı?” diye soruldu. 48’e 47 çıkmış. “Kazanır” diyen %48. “Kazanamaz” diyen %47. “Kılıçdaroğlu kazanır mı?” diye sorduğumuzda, aradaki fark acayip bir fark.

Dolayısıyla söyleyeceğim şey şu: Muhâlefet, kimle olursa olsun, aday Kılıçdaroğlu da olsa, resmen kampanyasını başlatması lâzım. Halka ulaşması, kendisini anlatması lâzım. “Bizi anlayın” söylemiyle halkın sizi anlaması mümkün değil. Erdoğan “Türkiye Yüzyılı” diye bir şey yaptı. Siz gidip izlemişsiniz. İçeriği muhtemelen bomboş. Ama şovu dikkate alın. Şov insanları etkiler.

Ruşen Çakır: Evet, organizasyon büyüktü. Çok para akıtmışlar. Ambalaj vardı, doğru.

Özer Sencar: Bir şeyler yapmaya çalışıyor. Erdoğan bir kampanya sihirbazıdır. Biz Erdoğan’ı 1994’ten beri biliyoruz. Erdoğan 1994 yılında, 3-4 seküler aday karşısında yüzde 22-23’le kazandı. Bu adamlarda zerre akıl yok muydu? Bir araştırma yapmadınız mı kardeşim? Erdoğan’ın oyunun ne kadar olduğunu tahmin etmediniz mi? Dört tane seküler aday karşı karşıya geçtiniz ve muhâlefeti dörde böldünüz.

Ruşen Çakır: O günleri çok iyi hatırlıyorum: Milliyet gazetesinde çalışıyordum. Erdoğan’ın kazanma ihtimâli olduğunu söylediğimde benimle çok dalga geçmişlerdi, ama kazandı. 

Özer Sencar: Sen yakından bildiğin için öyle. Ama o günlerde Demirel de araştırma yaptırıyordu. Bir araştırma şirketi vardı, şimdi o arkadaşın oğlu sürdürüyor o işi. Yani araştırma yaptırabilirlerdi. Ama Türkiye’deki muhâlefet bilgiye ve veriye îtibar etmiyor.

Ruşen Çakır: Peki, HDP meselesine bakalım. Muhâlefetle ilgili birçok konuda dönüp dolaşıp yine bu konuya, özellikle İYİ Parti’nin oradaki rezervlerine geliyoruz. Bugün ilginç bir şey oldu. Aslında ilginç ya da şaşırtıcı değil bence. Birileri, Devlet Bahçeli’nin, Bekir Bozdağ ve AKP Grup başkanvekilinin HDP’ye gitmesine bağırıp çağırmasını bekledi. Ama Bahçeli gayet sâkin bir şekilde, “Bu doğru ve doğal olandır” dedi ve konuyu kapattı. “HDP’ye kesinlikle gidilmez, kapısı bile çalınmaz” gibi bir tavır göstermedi. Bir de, “Benim gözümde HDP ve CHP aynıdır zâten” dedi ve konuyu bitirdi. 

Ama mesela İYİ Parti, HDP ile yan yana görünürse başına ne gelebileceği konusunda rezervlerini hâlâ ciddî olarak muhâfaza ediyor. 

Özer Sencar: Burada Erdoğan’ın ve Devlet Bahçeli’nin ne kadar pragmatist olduğunu görüyoruz. “Kazanmak için ne gerekiyorsa onu yaparız” diyorlar. Ve karşısındakilere de, “HDP ile bir araya gelirseniz sizi terörist îlân ederiz” diyorlar. Karşısındakiler de bunu satın alıyor. Bu söylemle İYİ Parti’yi sürekli geri adım attırdılar. Şimdi Meral Akşener’in, Devlet Bahçeli’nin bu sözüyle ilgili ne düşündüğünü merak ediyorum. Devlet Bahçeli teröristlere yakın mı oldu? Hayır, seçime ve zafere yakın oldu.

Herkes biliyor ki HDP’lilerin ve Kürtler’in desteğini almayan seçimi kazanamaz; başkanlık seçimini de alamaz, Parlamento’da çoğunluğu da sağlayamaz. Dolayısıyla pragmatist olan insan, HDP ile düşman görünmez. En azından, meselâ Meral Hanım’ın söylediği gibi, “Aynı masada oturmayız” demez; işi geri plandan idâre eder. Bana sorarsan, Devlet Bahçeli şu anda Meral Hanım’a çok güzel bir ders vermiş; ne olunmayacağını göstermiş. Meral Hanım merkeze doğru yürüyüşünü sürdüremediği için oyları çok aşağıya indi ve adaylık konusunda yeterli tavrı alamadığı için de yükselişe geçemedi.

Ruşen Çakır: Sizinle bir önceki yayınımızda da bu konuda çok konuştuk. Benim bildiğim kadarıyla İYİ Parti çevreleri sizi ve sizin araştırmalarınızı çok ciddîye alıyorlar. Bu söylediklerinize de herhalde çok şaşırmamışlardır. Sizin bu merkezle ilgili söylediklerinize onlardan doğrudan ya da dolaylı bir geri dönüş aldınız mı hiç? 

Özer Sencar: Son zamanlarda bir şey almadım. Ama daha önceleri, bana genel başkan yardımcıları seviyesinde –hattâ Meral Hanım da– “Bize karşı çok cimrisiniz” diyorlardı. Hani sanki biz elimizle dağıtıyormuşuz gibi. Ama ben Meral Hanım’ın bizim bulgularımıza inandığını ve güvendiğini kendi ağzından biliyorum. Akıllıca olur; çünkü biz gerçekten rakamlara kutsiyet atfediyoruz. Rakamlarla oynamayız; alandan gelen rakamları yansıtıyoruz. Muhâlefet, inanmasa bile rakamlarımızı ciddîye alsın. Önlerine getirilen o abartılı şeyleri dikkate aldıkları kadar, bizimkileri de dikkate alsınlar, zarar etmezler. Çünkü ben bir noktada olsam, benimle ilgili iyi söylenenlere değil kötü söylenenlere dikkat ederim; “Orayı nasıl aşarım?” diye bakarım.

Ruşen Çakır: Ortada şöyle bir şey var Özer Bey — ben sizin bulgularınıza baktığımda da görüyorum: Meselâ bir ara İYİ Parti neredeyse CHP’yi yakalıyor gibiydi — yanılıyorsam düzeltin lütfen.

Özer Sencar: Bizim şimdiye kadar gördüğümüz en yüksek İYİ Parti oyu 17,8’dir.

Ruşen Çakır: Ama şimdi CHP’nin yarısı kadar gibi, değil mi?

Özer Sencar: Aşağı yukarı. Şu anda 12.

Ruşen Çakır: Yani neredeyse CHP’nin yarısı kadar, hattâ yarısından da az. Bu çok bâriz bir gerileme. Hani iktidarda olan bir parti olsa, “Şu sorunlardan, bu sorunlardan dolayı kaybetti” deriz. Ama yükselişte olan bir partinin, yükselirken kaybediyor olması çok anlamlı değil mi?

Özer Sencar: Ben bu konudaki yorumumu kendilerine de aktardım. Meral Hanım, başkan adaylığından çekildikten sonra, bu senenin başından îtibâren, siyâset sâhasını Kılıçdaroğlu’na terk etti ve Kılıçdaroğlu, Altılı Masa’nın adayı gibi değil de, bir aday gibi “ben” öznesini kullanarak sahnede çok hareketli oldu. Bu hareketlilik, Meral Hanım’ın hem kişisel popülaritesini hem İYİ Parti’nin oyunu 17’lerden 12’lere indirdi. Kemal Bey’in de aktivitesi, çalışması ve halkla ilişkileri, kendisinin popülaritesini 30’lu değerlerden 45’li değerlere yükseltti, ama CHP’nin oyunu bir milim kıpırdatamadı. 

Ruşen Çakır: Evet, esrarengiz olan bir husus da bu.

Özer Sencar: Bunu çözmeleri lâzım. Meselâ geçenlerde bir araştırma şirketinin sonuçlarını okuyorum: “CHP AK Parti’yi yakaladı” diyor. Bizim ölçümlerimizde, aynı ayda AK Parti ile CHP arasında 9 puan fark var. Böyle bir şey mümkün değil. Raporlarımızda görebilirsiniz; 2015’ten bu yana her partinin aldığı, kararsızlar dağıtılmadan oylarını oraya grafik hâlinde koymuşuz. AK Parti’nin oyu %43’ten %50’ye çıkmış, %50’den %24’e inmiş, şimdi de %32’ye yükselmiş. CHP’nin oyu ortalama olarak %20 — kararsızlar dağıtılmadan. 7 yılda milim yukarıya çıkmamış. Zikzaklar var; bâzen %22 olmuş bâzen %17 olmuş, ama %20 çizgisinde devam ediyor. CHP’nin bunu çözmesi lâzım. Ben CHP’lilerin bu verilerimize inandıklarını düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Özer Bey, ilk turda, muhâlefette birden fazla adayın çıkma ihtimâli hâlâ söz konusu olabilir mi?

Özer Sencar: Şimdi bu mahkemeden sonra böyle bir ihtimal ortaya çıkabilir. Eğer İmamoğlu’nu diskalifiye ederlerse, yani mahkeme kararıyla diskalifiye olursa, o zaman Meral Hanım’ın tavrının ne olacağına bağlı. Meral Hanım bunu kabullenip Kemal Bey’in yanında mı duracak yoksa başka bir önerisi mi olacak? Eğer Kemal Bey’in yanında durmazsa, o zaman bir aday çıkarması lâzım. Ya kendisi olur veyahut Mansur Yavaş veya bir başkası olur. Böyle bir durum olursa, muhâlefette iki aday çıkabilir. 

Ruşen Çakır: Yani Kılıçdaroğlu artı Mansur Yavaş gibi mi?

Özer Sencar:  Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş veya Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Meral Akşener. Bu iki üçlüden herhangi birisi gerçekleşirse, ikinci tura Erdoğan ve Kılıçdaroğlu kalır. Çünkü HDP’liler, Kürtler bu konuda çok net. Şu anda Kürtler’den, “Hem Mansur Yavaş’a hem Meral Hanım’a oy veririz” diyenler var. Ama kampanyaya girdiğimizde, herkesin eski dosyaları, eski konuşmaları sahneye çıkacak ve Kürtler bunun intikamı peşinde koşacaklar. Dolayısıyla Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve muhâlefetten herhangi birisi üçlü olarak birinci tura girerlerse… Biz bunu ölçtük; ölçümlerle konuşuyorum. Bazılarını paylaşmıyoruz kendimiz görelim diye. Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş ölçümünü yaptık. Kılıçdaroğlu ile Mansur Yavaş arasında 10 puan fark vardı. Onunla da Erdoğan arasında 10 puan fark var tabiî. Dolayısıyla, eğer karşı çıkacaklarsa, Erdoğan-Kılıçdaroğlu ikilisinin yanına daha güçlü birisini, mevcutlardan daha farklı birisinin konması gerektiğini düşünüyorum. Mansur Yavaş’la Kılıçdaroğlu yan yana geldiği zaman –yani bunu söylememin gerekçesi bu– Erdoğan’ın oyu şu anda %40’ların üstünde, 44’e çıktı. Mansur Yavaş’la Kemal Kılıçdaroğlu aynı noktaya gelirler mi, böyle bir ihtimal olur mu bilmiyorum. Ama olursa, Kılıçdaroğlu kesinlikle onu geçer. 

Ruşen Çakır: HDP henüz karârını açıklamadı. Büyük bir ihtimalle muhâlefetin ortak adayını bekliyorlar. Ona göre kendilerinin ilk turda aday çıkartıp çıkartmayacağını bekliyorlar. Diyelim ki HDP muhâlefetin adayını benimsedi ve kendi adayını çıkartmadı. İlk turda muhâlefetin adayının kazanma ihtimâli var mı sizce?

Özer Sencar: Yok. Muhâlefetin adayı hangisi olursa olsun –Kılıçdaroğlu veya Mansur Yavaş–, CHP+HDP, hattâ İYİ Parti’nin bir kısmı, % 50’yi bulmuyor; ikinci tura kesin kalıyor.

Ruşen Çakır: Peki ya küçük partiler? Gerçi “küçük” deyince kızıyorlar, çoğu “yeni olan partiler” diyelim. Bu konuya programın başında biraz değindiniz aslında. Son araştırmanızda benim dikkatimi çekti bu. Meselâ Zafer Partisi % 3’e çıktı.

Özer Sencar: DEVA Partisi de %3’e çıktı. Ama hepsi birden geriye çekildi.

Ruşen Çakır: Yeniden Refah Partisi?

Özer Sencar: O da %1,5’a kadar çıktı. Şimdi %0,5 civarlarında. Yani Erdoğan vakum gibi, çekebileceği her yerden oyu çekti. Şu anda AK Parti’nin, kararsızlar oransal dağıtıldıktan sonra oyu: 36 puan. MHP’nin de 10 puan. Topladığınız zaman 46 puan ediyor Cumhur İttifâkı’nın oyu. Muhâlefetin bunu görmesi lâzım. Biz muhâlefete, “Bakın, durumunuz bu. Tedbirinizi alın, gerekeni yapın. Kampanyanızı başlatın. İyi veya kötü adayınızı çıkarın. Aday da toplumun karşısına aday gibi çıksın. Kılıçdaroğlu aday olacaksa bırakın aday olsun ve mücâdelesini versin” diyoruz.

Ruşen Çakır: Her kim olacaksa… 

Özer Sencar: Her kim olacaksa kampanyasını başlatsın. Erdoğan kampanyasını Ağustos ayında başlattı. Devletin bütün imkânları elinde. Bütçesi elinde, Hazine’si elinde, Merkez Bankası’ndaki matbaa elinde. Gidip bankadan bir para çekin, 200’lük, 100’lük, 50’lik veriyor bankalar parayı. En alttakiler matbaadan yeni çıkmış. İlk defa baskıdan çıkmış yani. 100’lükler, 50’likler eski. Erdoğan, kazanmak için ne yapması gerekiyorsa onu yapılabilecek bir güce ve akla sâhip. Ben Erdoğan’la diğerlerini mukayese ediyorum. Hayal kırıklığına uğratacak bir durum.

Ruşen Çakır: Şimdi bu yayından sonra yine sizi kurşuna dizilebilirler. 

Özer Sencar: Beni kurşuna dizmesinler. O kurşunu kendi kafalarına sıksınlar. 

Ruşen Çakır: Ama her halükârda sert bir seçim olacak, değil mi?

Özer Sencar: Evet. Erdoğan’ın kaybetme şansı yok. Erdoğan kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapacak. Bunun karşısında, bir kişinin şansı olması için, Erdoğan’la dişe diş, tırnak tırnağa cedelleşebilecek birisi olması lâzım — ki onun bile kazanacağını garanti edemem. Erdoğan çok güçlü bir adam. Ben muhâlefet kesiminin, hattâ Erdoğan’ın yanında 15 yıl kalanlar da dâhil, hâlâ Erdoğan’ı tanıdıkları kanaatinde değilim. Seçimin ertesi günü görüşeceğiz. Seçimden sonrasındaki ilk gün burada bir araya gelelim, toplantı yapalım.

Ruşen Çakır: Beni bulursanız.

Özer Sencar: Beni de bulamayabilirsin.

Ruşen Çakır: Burada noktalayalım Özer Bey. Metropoll Araştırma’nın Başkanı Prof. Özer Sencer ile yine çok dinamik, zihin açıcı bir söyleşi yaptık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.