Emre Erdoğan yazdı: Seçmen ekonomiden ne anlar?

Önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerin siyasi pratik gereği zamanında değil, erken bir seçim olacağı ve tarihinin mayıs ayının ortasını geçmeyeceğine dair spekülasyonlar ayyuka çıktı, muhtemelen de doğru. Seçim bu kadar yaklaşmışken rekabet edecek tarafların araç ve stratejileri, en önemlisi de adaylarının kim olduğu da yaygın bir merak konusu. Cumhur İttifakı’nın adayı belli, Cumhurbaşkanı Erdoğan. Zaten seçimin zamanından önce yapılmasının en önemli nedeni de kendisinin adaylığı için Meclis’in kendisini feshetmesi ve seçime gitmesi. İster Millet İttifakı diyelim, ister Altılı Masa, muhalefet tarafında resim o kadar net değil. Resmi bir açıklama olmasa da birkaç aday adayı var ve herkes de kendi meşrebine uygun adayın doğru olduğuna inanıyor. Eğer muhalefet seçime üç kala adayını açıklama geleneğini sürdürürse, bu merakın da kısa dönemde giderilmeyeceğini söyleyebiliriz, muhtemelen şubat ayı civarında adayın kim olduğunu öğreniriz.

Seçim tarihi ya da yarışacak adayların isimleri belli olmasa da seçim kampanyası aslında fiilen başladı. Muhalefet tarafında yapılan ortak açıklamaların yanı sıra münferit etkinlikler ısınma turları olarak kabul edilebilir, örneğin CHP’nin 3 Aralık etkinliği bu süreçte önemli bir kavşak olabilir, beklentiler hiç az değil. Öte yandan hem davulun hem de tokmağının sahibi olan hükümet ve destekçisi somut politika adımları atabilme lüksüne sahip. Öğrencilerin kredi borçlarının faizlerinin silinmesi, sözleşmelilere kadro verilmesi, asgari ücrette ve emekli maaşlarında yapılması beklenen yüzde elliyi aşkın artış ve milyonları etkileyecek EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) düzenlemesi gibi adımlar hükümetin bonkör bir döneme girdiğini gösteriyor. Önümüzdeki dönemde de devam edecek bu girişimlerin zamanlamasını manidar bulanlar çok, seçim öncesinde böyle bir cömertliğin motivasyonunun ne olduğunu anlamak çok zor olmasa gerek.

Aslında iktidarların seçim yıllarında neredeyse helikopterle para dağıttıkları bilinen bir şey, literatürde ismi bile var: Politik İş Döngüsü. Bundan yaklaşık elli yıl önce ortaya atılan bu kuram, seçmenlerin oy verirken ekonomik koşullardan etkilendiklerini bilen siyasetçilerin, bu koşulları manipüle ettikleri iddiasını öne sürüyor. Kuramın orijinal halinde iktidarın seçim öncesinde para basarak ekonomiyi ısıttığı, işsizliği düşürdüğü ve buna karşılık da seçimden sonra enflasyonun yükselmesini göze aldığı söyleniyor, bu da haliyle bir döngü yaratıyor. Zaman içinde gözlemlenen gelişmeler, hükümetin söz konusu manipülasyonu sadece para arzı ve benzeri para politikalarıyla değil; bütçe açığı vermek pahasına kamu harcamalarını arttırmak gibi mali politikalarla da gerçekleştirdiğini göstermiş durumda. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin çoğunda ve birçok bizim gibi “gelişmekte olan” ülkede de bu döngüler gözlemleniyor. Tabii ki seçim sistemi gibi siyasi ve Merkez Bankası bağımsızlığı gibi kurumsal etkenlerin yanı sıra küresel ekonominin durumu da bu müdahalenin boyutunu ve etkisini sınırlıyor; akıntıya karşı kürek çekmenin de bir sınırı var.

Ülkemiz de bu kurama istisna oluşturmuyor. Bir dizi çalışma para politikalarının etkisinin sınırlı da olsa varlığını gösterse de esas seçim öncesinde mali politikalarda gevşeme olduğu biliniyor. Seçimden üç ila altı ay öncesinde hükümet harcamaları ve kamu yatırımları artarken bütçe açığı yükseliyor, öte yandan hükümetin transfer harcamalarına da gaz verdiği görülüyor. Bu tür bir “gazın” sandıkta karşılığı görülüyor mu derseniz, evet. Yine elimizdeki veriler iktidardaki partinin oyunu koruyabilmek için ekonomik büyümeye, düşük enflasyona ve düşük işsizliğe ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Enflasyondaki on puanlık artış bir yüzdelik puan düşüşe denk gelirken, işsizlikteki yükseliş de benzer bir oranda oy götürüyor. Öte yandan ekonominin büyümesinde bir puanlık artış da hükümetin oyunu bir puan arttırıyor. Tüketici Güven Endeksi’ne odaklanacak olursak, benzer bir resim görüyoruz; ekonomik büyüme Tüketici Güven Endeksi’ni arttırırken, enflasyon ve işsizlik azaltıyor. Döviz kurundaki dalgalanmalarınsa etkisi sınırlı, ilk bir aydan sonra olumsuz etkisi azalıyor.

Resim böyleyken, maliyetini seçimden sonra ödemek üzere bol keseden harcama yapmak iktidar partileri için çok cazip olabiliyor. Üstelik bu iktidar partisi ihtiyacı olanlara hak temelli ve adil bir aktarım yapmak yerine, seçmen ağalarını kullanarak bol keseden yardım dağıtmak gibi merkez sağ partilerinin kadim alışkanlarını sürdürüyorsa bu silahı kullanmaktan çekinmesini bekleyemeyiz. Pekiyi, seçmen bu duruma ne diyor, bugün sağ elle bol keseden verilenin gelecekte sol elle fazlasıyla alınacağını bilmiyor mu? Ekonomik meseleler çok karmaşık ve anlaşılmaz olsa da bu olasılığı bilen seçmen sayısı hiç az değil. Bazıları seçmenin hediyeyi kabul edip sandık başında yine bildiğini okuyacağını düşünse de öyle yapana pek rastlamıyoruz. Tıpkı bonkör siyasetçiyi ahlaken cezalandıran seçmene de rastlamadığımız gibi.

Bu durumun birden çok sebebi var. Öncelikle her zamanki öykümüze dönelim, kutuplaşmış bir ülkede bağımsız ve tarafsız haber kaynakları yoksa, her kesime hitap eden “orta saha” oyuncuları yok olmuşsa ve herkes sadece kendi düşüncelerini destekleyen kanalları takip ediyorsa aynı gerçeklikte yaşanmıyor. O nedenle muhalefet seçmenine “Bay Yanlış” gibi gözüken, iktidar seçmenine “Doğru Ahmet” gibi gelebilir. İkincisi, bu konuların karmaşıklığı göz önünde tutulursa, seçmenin liderinin ipine sarılması şaşırtıcı olmaz, “lider ne derse o” diyebilir. Keza yaşananların sorumluluğunu dış güçlere ya da iç düşmanlara bağlamayı başaran bir lider, seçmenlerinin gözünü kamaştırabilir. Eh, sosyal medya çağında da seçmenin aklını ve algısını karıştırmak ve çarşıdaki manzara hakkındaki görüşünü bozmak çok da zor olmasa gerek…

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bunlar seçmenin algı bozukluklarıyla ilişkili ve çoğu kişi için “irrasyonel”. Bir de işin rasyonel tarafı var. İnsanlık hali, kısa vadeli kesin kazançları uzun vadeli muhtemel kayıplara tercih ediyoruz; eldeki bir kuş her zaman daha kıymetli oluyor. Eğer cezanın bize kesilmeyeceğine, bedelinin iyisi tanımadığımız kişiler tarafından ödeneceğine inanıyorsak, hile yapmak her zaman cazip gelebiliyor; yerlerdeki çöplere bir de o gözle bakın siz. Bir de ülkenin ahlaki ekonomisi şaşmışsa, insanlar kuralları esneterek kendilerine kâr sağlayabileceklerine inanıyorlarsa; kim tutar onları… Her koyunun kendi bacağından asılacağına dair propaganda sadece beyinlerde değil, kalplerde de yer etmişse herkes kendi gemisini yürütmeye bakar. Üstüne borsadan, “coinlerden”, at yarışından, olmadı imar affından yararlanarak birden zengin olma olasılığı da varsa; ağanın veren elini tutmak pek akıllıca olmaz.

Pekiyi, insan denen varlık bu kadar şapşal ve kötü huyluysa, iflah olmayacak gibiyse; hiç mi umut yok? İnsan olmanın güzel yanı kolayca unutabilmesi ve kolayca öğrenebilmesi, unutmasak yaşayamazdık zaten. Yaşadığımız yaşamdaki kuralları ya da kuralsızlığı nasıl öğrendiysek, tam tersini de öğrenebiliriz. Doğduğumuzda dişi kanlı neoliberal canavarlar değildik; girdiğimiz sınavlar, önümüze konan ya da konulmayan kurallar bizi bu hale getirdi. Nasıl öğrendiysek öyle de unutabiliriz, yeter ki öğretecek birileri bulunsun ve öğrenmek beyhude olmasın. 

O zaman önümüzdeki tercih basit bir hükümet, “o değil de bu yönetsin” tercihi değil. Her zaman zayıfın aleyhine çalışan ve bir gün gelip bedelini mutlaka ödeyeceğimiz bir düzen ile insanın insan için kurt değil dost olduğu bir ütopya arasında bir tercih yapılması gerekiyor. Zayıfı ezmeyi değil güçlendirip denk kılmayı hedefleyen, herkesin haysiyetine uygun bir yaşam sürmesine olanak sağlayan ve farklılığından dolayı hiçbir varlığı dışlamayan bir birlikte yaşam hayalini gerçeğe dönüştürmek için bir fırsat olabilir önümüzdeki seçimler. Böyle bir ülke düşlemeye cesaret etmek, aday sandalyesine kimin çıkacağından kat be kat daha kıymetli.