Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

6 yaşındaki çocuğa cinsel istismar davası haberinin gösterdikleri: Hedef gösterilen gazeteci Timur Soykan süreci Ruşen Çakır’a anlattı

İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel‘in kızı H. K.G., altı yaşındayken “imam nikahıyla evlendirildiğini” ve yıllarca cinsel istismara maruz bırakıldığını iddia ederek hukuk mücadelesi başlattı.

Gazeteci Murat Ağırel ile birlikte olayı kamuoyuna duyuran ve bu nedenle hedef gösterilen gazeteci Timur Soykan, süreci Medyascope’a anlattı.

Ruşen Çakır yaşananları yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye, âilesi tarafından 6 yaşında evlendirilen kadının açtığı dâvâyı konuşuyor. Bayağı ciddî bir tartışma söz konusu. Nakşibendîliğin İsmailağa Cemaati’ne bağlı bir vakfın yöneticileri söz konusu ve dolayısıyla bu olay sâdece sıradan bir âile içi mesele olmanın ötesinde çok ciddî bir sorun, yarayı deşen bir olay. Siyâsî yönü çok güçlü bir olay ve bu olayı gazeteci arkadaşlarımız Timur Soykan ve Murat Ağırel sâyesinde öğrendik. Onlar bu dâvâyı haberleştirdiler ve bu yüzden de bâzı kesimlerin saldırısına mâruz kalıyorlar. Ben olayla ilgili düşündüklerimi anlatmadan önce, Timur’a birazcık neler yaşadığını sormak istiyorum. Timur, merhaba.

Timur Soykan: Merhaba Ruşen ağabey, iyi yayınlar. 

Ruşen Çakır: İyi yayınlar, sağ ol. Murat’ın çok önemli bir işi vardı, o katılamadı; ama onun adına da konuşabilirsin. Sen Birgün gazetesinde ve Halk TV’desin. Murat, Yeniçağ gazetesi ve Halk TV’de. Aslında Birgün ve Yeniçağ gazeteleri siyâsî yelpazenin iki ucu gibi duruyor, ama neyse. İlginç bir birlikteliğiniz var. 

Timur Soykan: Gazeteciliğimiz ortak.

Ruşen Çakır: Türkiye’nin gündemine bu olayı soktunuz. Çok da iyi oldu. Tebrik ederim öncelikle. Bir kere şöyle bir husus var: Bu olay önce bir haber oldu, ama sonra patladı. Yanlış mı biliyorum?

Timur Soykan: Evet, önce Birgün gazetesinde cumartesi günü yayınladık ilk bölümünü. İkinci bölümünü de Salı günü yayınladık; ama daha öncesinde Halk TV’de anlattık. Çünkü Murat Ağırel’le birlikte fotoğraflara ulaşmıştık. 

Ruşen Çakır: Yani ilk günden büyük bir yankı uyandırmadı, sonra zamanla yankı uyandırdı ve şimdi giderek artıyor. Farklı farklı tepkiler geliyor. Tabiî ki size destek verenler, tebrik edenler var benim gibi; ama bir de olay senin hakkında hashtag açılmasına kadar gitti. Etiket neydi? “Timur Soykan tutuklansın.”

Timur Soykan: “Yargılansın, tutuklansın.”

Ruşen Çakır: Şimdi burada haklarında 22’şer yıl istenen anne, baba ve 67 yıl istenen eski koca varken –ki hiçbirisi tutuklu değil, mahkemenin takdiri diyelim– senin tutuklanmanı istiyorlar. Ne diyorsun bu konuya? 

Timur Soykan: Bu konuda söylenecek aslında çok fazla bir şey yok. Ama şu tabiî çok can acıtıcı; yani söz konusu olan, bir kadının çocukluğuyla ilgili cinsel istismar iddiaları. Şimdi böyle bir konuda ilk ne düşünür insan? Birazcık vicdânı olan bir insan ve Türkiye gibi tarîkatların karanlık sabıkasıyla dolu bir ülkedeki bir insan, ilk olarak şunu düşünür: “Ya, bu çocuk niye bunları söylüyor? Bu bir araştırılsın, ortaya çıksın”. Yani mağdurun yanında olursunuz, değil mi? Ama öyle bir refleks gelişiyor ki, maalesef, o tarîkat karanlığı kendisini kutsal bir yere koymak ve tartışılmaz kılmak ve bu iddialar gündeme geldiğinde de bunu baskılamak yolunu tercih ediyor. Ne bekliyorlar bizden? Yani biz böyle bir iddianâmeyi göreceğiz, böyle bir iddianâme okuyacağız. Bir kadın 6 yaşında evlendirildiğini ve istismârın kendisine bir oyun gibi gösterildiğini, babası tarafından 29 yaşındaki müridine verildiğini, yıllarca bunun baskısı altında yaşadığını, 13 yaşında nişan töreni yapılıp 14 yaşında düğün yapıldığını, bunun hastâneye sevk edildiğini, hastanedeyken bir doktorun fark edip polise haber verdiğini, açılan soruşturmanın kapatıldığını… bütün bunları anlatacak; evlendirildiği o adamla, o kişiyle ses kayıtlarını dosyaya koyacak, fotoğraflar dosyaya koyacak, bütün bunlar olacak, biz gazeteci olarak bunu göreceğiz ve susacağız. Niye? Tarîkatlar kutsaldır, tarîkatlar tartışılmaz. Böyle bir ülke mi istiyorlar? Hayır, yani biz buna tabiî ki susmayacağız, tabiî ki yazmaya devam edeceğiz, tabiî ki anlatmaya devam edeceğiz. Ama bize yönelik iddialar üzerine hem o kadına saldıranlara hem bize saldıranlara bir çift lâfım var: Ya, biraz vicdanınızı dinleyin. Yani burada artık politikası da yerin dibine batsın, siyâseti de batsın. Bir çocuk söz konusu. Bir karanlık var. O karanlıkta tekrar tekrar aynı şeyi yaşıyoruz. Çocuklarımız o karanlık bataklıkta yok olup gidiyor. Buna karşı refleks göstermek, buna karşı tepki göstermek yerine; “Aman, 28 Şubat. Aman, din düşmanları”. Yahu ne ilgisi var? Ne ilgisi var? Bunun fâillerini sorgulamaktan ziyâde o siyâsî egemenlikleri, o örgütlü egemenlikleri, özellikle bu süreçte, bu siyâsal İslâm döneminde Türkiye’de elde ettikleri ayrıcalıklarla holdingleşmiş bu yapıların gerçeği örtmeye gücü yeter mi? Tabiî ki yetmeyecek, tabiî ki yazmaya devam edeceğiz. En son kararı yargı verecek; ama tabiî ki bu vicdansızı da herkes hatırlayacak.

Ruşen Çakır: Şimdi, âileden ağabeyi ve kardeşlerin bir videosu var, biliyorsun. Onu izledim. En sonunda ağabeyi diyor ki: “Ben kardeşimi Timur Soykan’dan daha çok seviyorum”. Ben onu izledikten sonra, o âna kadar iddianâmeyi okumamıştım. Biliyordum sizin haberlerinizi, ama iddianâmenin kendisini okuyunca, yani bir kadının alenen suçladığı, anne-babası ve eski kocası var. Yani şimdi öyle bir hava yaratılıyor ki, karışık bir olay var, sen ve Murat oturmuşsunuz artniyetli bir şekilde, kadının ağzına söylemediği lâfları vermişsiniz filan gibi bir intibâ. Bu olay sizin olayınızmış gibi. Halbuki bakıyoruz ki olayda doğrudan kabul edilmiş bir iddianâme var. İddianâmede senin anlattığın bütün beyanlar var. Aslında siz yoksunuz olayda. Sizin yaptığınız, ᅳöyle değil mi?ᅳ iddianâmeyi bulup, “Bakın, böyle bir iddianâme var” demekten başka bir şey yapmadınız. Yani şimdi iddianâmeyi okumayan birisi, âilenin, âile fertlerinin o açıklamasından sonra şey gibi düşünebilir; yani ortada bir dâvâ filan yok, sen birisiyle röportaj yapmışsın. Halbuki yapamadınız galiba değil mi? Kadınla röportaj söz konusu değil. 

Timur Soykan: Koruma altında. Yani o uzak bir şehirde koruma altında. Onunla konuşamıyorsunuz zâten. Biz onunla hiç konuşamadık. Yani denedik aslında, ulaşmaya da çalıştık; ama konuşamıyorsunuz, hayır. Onun kimliğinin deşifre olmaması, yeni başladığı hayâtının iyi devam etmesi için. Sonuçta çocuğu da var. Dediğin gibi, yani bu bir iddianâme ve bu iddianâmede ᅳbiz her iddianâmeye baktığımızda da sonuçta bu meslekte oldukça vakit geçirdiğimiz için o iddianâme içindeki delilleri, var olan tabloyu az çok çözebiliyoruzᅳ ve bu delilli bir iddianâme. Çünkü “Hâle” yıllar sonra bir istismâra uğradığını fark ediyor. Oyun olarak anlatıyorlar ona ve daha sonra istismâra uğradığını bir doktordan aslında öğreniyor. Önce bir radyoda duyuyor, sonra doktora gidiyor. Radyoda çocuk yaşta evlendirmeyle ilgili program dinliyor. Gittiği doktor da, “Sen 6 yaşından îtibâren kocanın tecâvüzüne uğramışsın” diyor ve ondan sonra yaşadıklarını anlamlandırıyor ve zâten yıllar süren istismârın ağır travması altında olduğunu anlatıyor iddianâmede ve bununla da yetinmiyor, fotoğraflar ve o evlendirildiği kişiyle ses kaydını koyuyor. O anlamda baktığımızda, yani savcı da çok iknâ olmuş bir şekilde dâvâyı açıyor. Çünkü daha önce kapatılan dosyayı biliyor. Yani “2012’de aslında 14 yaşındayken bu kızımız hastâneye götürüldüğünde bu istismar çemberinden çıkartılabilirdi” diyor savcı ve bütün bunları ortaya koyuyor. Ama şimdi öyle bir iklim var ki Türkiye’de, böyle bir durumda o mağdurun ifâdesinden yola çıkarak gerçeği aramak esastır. Şimdi görüyoruz, partiler bu konuda açıklamalar yapıyorlar. Yani AKP de açıklama yaptı. Âile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da dâvâya müdâhil oldu. Türkiye’de biz yaşayarak şunu öğreniyoruz, Ensar Vakfı olayından sonra da öğrendik, Dikili’den sonra da Erzurum’dan sonra da, Sakarya’da o Uşşakî tarîkatından sonra da, hattâ 15 Temmuz’dan sonra da şunu öğrendik biz: Laiklik hava gibi, su gibi bir ihtiyaç. Bizim ülkemizin temeli. Yani bizim ülkemizde herkesin özgür ve eşit bir şekilde, çocuklarımızın güvende olduğu koşullarda yaşaması için laiklik ilkesine dört elle sarılmamız gerekiyor. Yurtları, okulları… devletin buraları kontrol etmesi gerekiyor. Yani bu o kadar büyük bir ihtiyaç ki laiklik. Devletin de bu konuda, insanların hiçbir tarîkata mecbur bırakılmadığı… yani Enes Kara olayını yaşadık. Öğrenci yurdunda tarîkat baskısıyla intihar eden bir insanı yaşadık. Burada artık bunu defâlarca deneyimliyoruz ve buna karşı sistemli bir karşı koyuş gerekiyor. “Hâle” de, bu gördüğümüz “Hâle” olayı da bunun öncülerinden biri olabilir, yani bu karanlığa karşı. Çünkü bu karanlık şöyle bir karanlık: Şeyh Allah katında, müritlerse tamâmen kişiliksizleştiriliyor, robotlaştırılıyor. Yani en temel sloganlardan biri; “İmamın önündeki ölü gibi” olmaları isteniyor müritlerden. Cennete gitmenin şartı olarak bu koşuluyor ve Allah katındaki şeyhle bu kadar kişiliksizleştirilmiş mürit arasındaki o uçurum bir istismar bataklığı aynı zamanda ve engellenemiyor bu. Bunun defâlarca örneklerini yaşadık. Bunun için de devletin çocukları, insanları tarîkatlara kaptırmadığı, tarîkatların o istismar bataklığına insanların sürüklenmediği adımları atması gerekiyor. Bunun sisteminin inşâ edilmesi gerekiyor. Bu vakada da gerçeğin ortaya çıkartılması gerekiyor. Çünkü bakıyoruz: Ya, tarîkatlar o kadar güçlü ki! Aladağ’ı da hatırlıyoruz. Yani denetlenemiyordu tarîkatın yurdu. Niye? Çünkü tarîkata dokunursam yanarım diye düşünüyor herkes veya tarîkatla ilgili bir soruşturma açmak kolay mı zannediyorsunuz? Her savcı bir tarîkat gördüğünde, “Ben soruştururum bunu kolay kolay. Ben bağımsız Türkiye savcısıyım” diyor mu sanıyorsunuz? Tarîkat olduğunda herkes bir geri çekiliyor. Bütün devlet kurumları, hattâ polis de öyle. Çünkü tarîkatlar siyâsî güçlerin arkasında olduğunu hissediyorlar. Siyâsî partiler 3-5 oy alacağız diye o tarîkatların dokunulmazlığına, onların îtibârına öncülük ediyor ve bu durum da onların bu dokunulmazlığı da, etki alanlarını artırması gibi, devletteki kadrolaşmasını artırması gibi, bu tür vakaları daha sık yaşamamıza neden oluyor. İşte burada yapması gereken tek şey var yargının: Gerçeği ortaya çıkartmak. Âile de bir savunma yapıyor, evet. Kardeşleri de bir savunma yapıyor. O kardeşler için de çok üzüldüm. Gerçekten çok üzüldüm. Böyle bir şeyi hiçbir âile yaşamamalı. Ebeveynler böyle şeylere asla neden olmamalı. O çocuklar da yaşamamalı bunu. Ama ortada bir tablo var ve şimdi burada en önemli birinci nokta; aydınlatılması, tarafsız bir şekilde, mahkemeye baskı olmadan, sonuna kadar üzerine giderek aydınlatılması. İkincisi de bir daha böyle olaylar olmaması için devletin gerekli mekanizmalarının harekete geçmesi, bu tedbirleri alması. 

Ruşen Çakır: Şimdi zâten mahkemenin târihi Mayıs ayı diye biliyorum. 

Timur Soykan: 22 Mayıs, evet.

Ruşen Çakır: Timur, çok sağ ol. Çok teşekkürler. Tebrik ederim tekrar. Murat’a da selâmlarımızı iletelim buradan. Bu olay bir gazetecilik başarısı; ama esas olarak başarı, burada şikâyetçi olan kadının yıllar sonra da olsa bu yüzleşmeyi yapması. Çok riskli bir şey, yaptığı ortada. Siz gazeteci hâlinizle bu kadar şeye mâruz kalıyorsunuz. Kim bilir o neleri göze aldı? Nelere mâruz kalıyor ve kalacak? Onu da ayrıca takdir edelim ve tabiî ki bağımsız bir yargı süreci temenni edelim diyorum; ama bunu derken de suratıma acı bir gülümseme geliyor tabiî ki, maalesef. Tekrar çok sağ ol Timur. Murat’a da, sana da çok teşekkürler. 

Timur Soykan: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Sonuna kadar haberi geliştireceğinizi düşünüyoruz, inanıyoruz. Tâkip etmeyi sürdürüyoruz. Çok sağ ol. İyi günler.

Timur Soykan: Çok sağ olun. İyi yayınlar. Hoşça kalın. 

Evet, Timur Soykan anlattı. Ortada bir iddianâme var, kabul edilmiş bir iddianâme var ve burada anne-babaya 22 yıl 6’şar ay, eski eşe 67 yıl 10 ay cezâ isteniyor. Mayıs ayında dâvâ başlayacak. Sonuç olarak iddianâmeyi okuyanlar… ki ben de bunlardan birisiyim maalesef; maalesef diyorum çünkü çok acı bir olayı anlatıyor iddianâme. Bir olaylar dizisini, zâten “zincir” diye bahsediyor birçok şeyden, suistimalden; “Zincirleme sûistîmal” diyor ve çok ciddî bir olayı gözler önüne seriyor. Bunların sayısı ne kadardır, çok mudur? Neden böyle oluyor? Nasıl böyle oluyor? Bunun tarîkatlarla doğrudan ilişkisi ne? Kesinlikle bir ilişkisi var. Örneğin AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin bugün, “Sonuna kadar gidilmeli. Cemaatse cemaat de dinlenmeli” diye bir çıkış da yaptı. O anlamda onu da vurgulayalım. 

Şimdi buradan hareketle söylenecek çok şey var. Şunu unutmayalım: Türkiye’de tarîkatların içerisinde, özellikle kadınlara, çocuklara yönelik sûistîmallere –ki büyük kısmı cinsel sûistîmal oluyor bunların maalesef–, değişik olaylara tanık olduk. Hayâtını kaybeden, intihar edenler, şikâyetçi olanlar vs.. Ve bunlar hep belli bir yerde bayağı bir gündem olup, sonra bir şekilde unutuluyor. Hem sayıca fazla oldukları için unutuluyor hem de irâde olarak unutulması tercih ediliyor. Yaşadığımız çok olay var. Birtakım cemaatlerin yurtlarında kalan öğrencileri –ki içlerinde erkekler de olduğunu biliyoruzᅳ, değişik târihlerde yaşanan, vakıflarda, İslâmî birtakım vakıflarda yaşanan olayları biliyoruz. Bu olayların bu tür kapalı yapılarda cereyan etmesi çok rastlantı değil. Dünyanın her yerinde bu tür, kapalı olan, kendisini toplumdan soyutlayan ve buna da birtakım ulvî ya da yasal gerekçeler bulan yapıların içlerinde neler olduğu konusu hep konuşulagelir. Timur’un da söylediği gibi, burada önemli olan bunların denetlenebilmesi. Burada insanların, özellikle gücü yetmeyenlerin, güçsüzlerin, yani gençlerin, kadınların, çocukların şikâyetlerini ânında tespit edebilecek ve bunun gereğini yapabilecek mekanizmaların oluşturulması gerekiyor. Bu yapıların varlığı, yokluğu… Kimileri buradan hareketle “yasaklansın” vs. diyorlar. Pazar günü yazacağım yazıda bunu yazmayı düşünüyorum. Orada uzun uzun bunu ele alacağım Medyascope’taki yazıda. Yıllardır konuştuğumuz bir konu. Değişik olaylar yaşandığında tekrar tekrar tartıştığımız bir konu. Bunun yasaklamayla filan olacağını asla düşünmüyorum. Yasaklamanın zâten mümkün olduğunu da düşünmüyorum. Onların detaylarını konuşacağız. Ancak burada öncelikle şunu söylemek lâzım: Denetleme. Denetlemeyi devletin, ama aynı zamanda sivil toplumun yapabilmesi lâzım. Sivil toplumun çok güçlü bir şekilde, örgütlü bir şekilde birtakım böyle süreçlere, kamu yararına olan durumlarda müdâhil olabilmesi lâzım. Bu olayda söz konusu olduğu gibi âilelerin de râzı olduğu süreçlerden haberdar olmak gerçekten çok zor oluyor. Âilelerin şikâyetçi olduğu durumlarda birtakım şeyleri ortaya çıkartmak daha kolay; ama âilelerin de râzı olduğu bu olay gerçekten üst düzeyde rahatsız edici bir olay. Bunun ortaya çıkması için bir kadının yıllar sonra da olsa cesâret ederek bir şeyleri dile getirmesi gerekli. Bunlardan eğer bir sonuç alınabilinirse, yasal olarak, yasal süreçlerle sonuç alınabilirse, bunun devâmı kesinlikle gelecektir pozitif anlamda. Daha çok ifşâlar gelecektir. Daha çok olay, geçmişte kaldığı sanılan, üstü örtüldü sanılan olaylar ortaya çıkacaktır. Dünyada bunun örneğini çok gördük. Hâlâ görüyoruz. Özellikle kiliselerdeki cinsel tâciz olaylarının yıllar sonra dile getirilmesiyle ortaya çıkarılan çok sayıda olay oldu ve birilerinin buradan somut sonuç alması üzerine, başkaları da cesâret alıp kendilerini dile getiriyorlar. Burada önemli olan, birilerinin cesâret sâhibi olup bunları dile getirmesi, daha sonra bağımsız yargının burada mağdurdan yana bir şekilde tavır alabilmesi, medya başta olmak üzere birtakım kamusal araçların bu olayları mağdurdan yana bir şekilde aktarabilmesi ve bunun ardından birçok şeyin düzelmesi zor olsa bile, en azından bâzı mağduriyetlerin az da olsa giderilmesi mümkün olabilir. 

Bu süreçte ilginç bir şey yaşanıyor. Mâlûm, seçim sürecindeyiz ve seçim sürecinde herkesin her oya ihtiyacı var ve tarîkatlar da bu anlamda belli bir yer tutuyor. İsmailağa Cemaati de bu anlamda öyle. İktidârın ürkek davranmasını anlamak mümkün; ama muhâlefetin içerisinden de bâzı muhâfazakâr bilinen yapılar ᅳAltılı Masa’da meselâ bir Saadet Partisi, ilk önce o geliyor aklaᅳ, onların da burada mağdurun sözlerini esas alma pozisyonunun çok uzağında durduklarını görebiliyoruz. Bunlar da aslında çok öğretici oluyor. Burada siyâsetler üstü duruşu herkesin sergileyebilmesi lâzım. Baktığımız zaman bu son olay bize, cemaatler söz konusu olduğu zaman akla sâdece iktidârın gelmemesi gerektiğini gösteriyor. 

Timur’un başta bahsettiği gibi, buradan çıkartılan bir diğer husus; yok yeni 28 Şubat süreci gibi, yok Fadime Şahin olayı. O dönemleri yaşamayanlar bilmez. Ama Fadime Şahin olayı bambaşka bir olaydı. Sonradan tam olarak da aydınlatılmadı, bilerek aydınlatılmadı. Fadime Şahin’in nerede ne yaptığı da bilinmiyor vs.. Ama buradaki olayın bir komplo, herhangi bir gruba yönelik ya da bir bütün olarak İslâmî câmiaya yönelik bir komplo olduğunu gösterebilecek hiçbir şey yok. Açık söylemek gerekirse bu, Timur ve Murat iddianâmeyi bir şekilde edinip haberleştirmeseler arada kaynayıp gidecek bir şey. Belki hiç kimsenin rûhu duymadan, o yargılama olacak mı olmayacak mı, nasıl gelişecek, bunları bilmeyeceğimiz bir şey olacaktı. Burada bir gazetecilik başarısı var. Bir şekilde bu iddianâmeyi bulup haberleştirme var ve ondan sonra da kamuoyunun bu konudaki duyarlılığı nedeniyle bunun hızla yayılması var. Buradan hareketle, yok “İslâm’a saldırıyorlar”, yok işte “Yeni bir 28 Şubat yapılıyor”, “İsmailağa aslında böyle değil, şöyle” gibi olaya siyâsî anlam yüklemek, buradan komplo teorileri üretmeye çalışmak hep yapılagelen bir şey. Şimdi de yapılıyor. Demin de bahsettik, iş gazetecilerin tutuklanmasını istemeye kadar varıyor. “Biz bu oyunu çok gördük” demeler ve tabiî bu arada olay örtbas edilmek isteniyor. Burada çok ciddî bir olay var. 

Olayın etkisini azaltmaya yönelik bir diğer iddia da şu tabiî ki: “Münferit. Böyle bir şey olmuş olabilir. Diyelim ki oldu; ama bunu niye genelleştiriyorsunuz?” vs. Şimdi bunun münferit olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu, ama kimi durumlarda münferit dahi olsa bu tür olaylar birçok şeyin işâretini verir. Münferit dahi olsa diyorum. Münferit olduğunu kesinlikle söylemiyorum. Başka olaylar da çıkabilir. Hele bu olayın bağımsız yargı tarafından serinkanlı bir şekilde, kamu vicdânını tatmin edecek şekilde sonuçlandırılması durumunda başka olaylar da varsa bunların da çıkma ihtimâli olacağını düşünüyorum. Burası münferit de olsa yine de düşünmek lâzım; herkesin, diyelim ki İsmailağa Cemaati’nin ya da başkalarının, bu olayın bir şekilde gündeme gelmesinden rahatsız olanların, hani o çok meşhur, “Hırsızın hiç mi suçu yok?” meselesini gündeme getirmesi lâzım. Neden böyle bir şey olabiliyor? Neden bir anne-baba, 6 yaşındaki çocuklarını 29 yaşındaki bir erkeğe eş olarak verebiliyorlar? Neden yıllarca bu konuşulmuyor? Daha sonra söz konusu olan olay da polisin fark ettiği, ama savcının kapattığı soruşturma. Neden kapatılıyor? Bütün bunların hepsini ciddî bir şekilde sorgulamak gerekiyor. Burada çok ciddî bir yara var. Bu yaranın sâdece cemaatlere özgü olmadığı muhakkak. Türkiye’de çok yaygın bir şey çocukların sûistîmali, özellikle cinsel açıdan sûistîmali çok yaygın bir şey maalesef ve genellikle üstü örtülen bir şey. Hele burada büyüklerin rızâsı varsa iyice böyle olan bir şey. Ama bu olayların bu tür kapalı yapılarda yaşanma ihtimâlinin yüksek olduğu da ayrı bir gerçek. Bunlarla yüzleşmeden, burada sâdece aracı olan, yani var olan bir iddianâmeyi kamuoyuna duyurarak gerçekten bir kamu görevi yerine getiren gazetecileri işâret etmenin hiçbir açıklanabilecek tarafı yok. Arkadaşlarımızı bir kere daha tebrik edelim. Bu konuda hassâsiyeti sonuna kadar koruyalım ve burada, bu tür yapıların, dinî ya da başka türlü, bu tür gizli ya da kendini gizleyen ve gizlemeyi kendine hak gören yapıların kamuya açık bir şekilde denetlenebilir yapılara dönüşmesi için çalışmamız gerekir diye düşünüyorum. Evet, bu akşam saat 20.00’de Meral Akşener konuğumuz olacak canlı yayında. Siz de sorularınızla benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarından chat bölümlerinden sorularınızla bu yayına katılabilirsiniz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.