AKP’li yıllara içeriden bakış (3): Herkesin başbakanı

2003 yılı Türkiye için başından sonuna kadar zor bir yıl. Aslında dikkatle bakılırsa yirmi yılın sonunda geldiğimiz noktanın işaretleri o günden görülebilirmiş. Perşembenin gelişi çarşambadan belliymiş.

AKP hükümeti göreve başlayalı henüz iki ay olmuş. 8 Ocak 2003 tarihinde İstanbul-Diyarbakır seferini yapan THY uçağı Diyarbakır’a inmek üzereyken yoğun sis sebebiyle eğimli arazide kaza geçiriyor. Kazada 75 kişi hayatını kaybederken, beş kişi ağır yaralanıyor. Ölen kişilerin cesetleri kimlik tespiti için Diyarbakır hastanelerinin morglarına sığmayınca, Dicle Üniversitesi’nin yapımı yeni tamamlanmış spor salonu daha hiçbir müsabakaya ev sahipliği yapamadan dev bir morga dönüştürülüyor. Kazada hayatını kaybeden vatandaşların kimlik tespitleri bu salonda yapılıyor.


ABD’nin Irak’ı işgal planı tüm dünyada tepkilere sebep oluyor. İstanbul’da tüm dünya ile eşzamanlı olarak dünya tarihinin en büyük katılımlı kitlesel eylemleri olan Savaşa Hayır Mitingi düzenleniyor. Savaşta ABD’nin tarafında olduğu düşünülürse, AKP hükümetinin protesto edildiği ilk eylem olarak da düşünebiliriz.


15 Ocak 2003 tarihinde on sezon boyunca devam edecek olan Kurtlar Vadisi dizisi Show TV’de yayınlanmaya başlıyor. Bizim evde televizyon bir iktidar alanı. Ve kumanda her zaman babamın elinde. O evde yokken bir şey izleniyorsa geldiği an kumandayı eline alır, televizyonu kapatır ve kimse de bir şey diyemez. Sessizce odadan ayrılırsın. Herkesin ortak izleyebildiği ve en heyecanlı yerinde babamın kanalı değiştirmediği tek dizi o. Dizinin senaristleri Raci Şaşmaz ve Bahadır Özdener ancak senaryo danışmanı, o dönemler “Reis: Gladio’nun Türk Tetikçisi”, “Bay Pipo”, “Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” gibi kitaplarıyla tanınan ve çok ilgi gören Soner Yalçın.  Gökhan Kırdar’ın Fareli Köyün Kavalcısı gibi adeta bir ayine davet ettiği müzikleri, oyuncu kadrosu ve Susurluk’un ardından ilk defa dile getirilen derin devlet göndermeleri ile tüm Türkiye’yi ekrana kilitliyor. Dizinin yapımcısı Osman Sınav, dizinin bağlamını kendisinin belirlediği şu cümle ile açıklıyor:

“Bu ülkenin milli gelirinin yarısı vergilendirilmiyor ve bizim adına Kurtlar Vadisi dediğimiz karanlık ve puslu bir vadiden geçiyor. Biz bu vadide neler oluyor, onu anlatacağız. Bu para, ülkede yaşayan vatandaşlardan kesilmiş bir haraçtır. Bu bir mafya dizisidir. Ve yeni bir mafya tarifi yaptık. Ofisi olan, devletin içinde yapılanmış, halkın imkânlarını sömüren, onu da kullanan bir yapıdan bahsettik. Türkiye’nin hikâyesiydi ve yapılamadı bir daha, bundan sonra da çok zor.”

Osman Sınav bu cümleleri yakın zamanda TRT ekranlarında Hülya Koçyiğit’e söylüyor.

Senaryo da oyuncular da değişmemiş değil mi? Müzikler fena halde bayağılaştı yalnız.

Kurtlar Vadisi
Kurtlar Vadisi

Hükümet bir yandan ABD & Irak savaşı öncesi görüşmeleri yürütüyor, bir yandan tasarruf tedbirlerini hayata geçiriyor ve ekonominin canlanması için kaynak arayışı içerisinde farklı formülleri uyguluyor. Vergi kaçırma rekorları kırılan dönemde hükümet, açıkladığı tasarruf paketiyle vergisini vermeyen 180 bin mükellefin 10.5 katrilyon lira vergi borcunu siliyor, karşılığında 2.4 katrilyon vergi elde etmeyi planlıyor. Vergi affı paketinden yararlanacaklar arasında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın da bulunduğu haberleri üzerine bir tartışma başlıyor. Hükümetin yolsuzlukla mücadele kapsamında ilk kırık notu buradan geliyor. Seçimler öncesi çiftçilere ucuz mazot vaadinde bulunuluyor ancak mazota zam üzerine zam geliyor. Seçildikten sonraki ilk 100 günde benzine toplam yüzde 16 zam yapılıyor. 99 depremi sonrası hayatımıza giren ve seçim döneminde kaldırılacağı vaadedilen Deprem, Özel İletişim ve Özel İşlem vergileri kaldırılmıyor.

Ekonomiyle ilgili asıl iyileştirmeler iş dünyası için geliştiriliyordu. “Mali Milat” ve “Nereden Buldun” yasaları yürürlükten kaldırılıyor, Nema yasa tasarısı geri çekiliyor, Çek Yasası çıkarılarak cezaevine girmesi beklenen 115 bin kişi kurtarılıyor, TOBB ile yakın ilişkiler kuruluyor, bakanlar ve TOBB arasında ortak bir komite ihdas ediliyor. Hükümet işçi örgütlerinden ziyade sermaye grupları ile yakın ilişkiler geliştiriyor.

AKP, çalışkanlığını konuşturuyor. Henüz göreve geleli birkaç ay olmasına rağmen devlette yerleşen bir gelenek AKP iktidarı tarafından da sıkı sıkıya uygulanmaya başlıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle ilk “sarı bürokratlar” koltuklarına yerleşmeye başlıyor. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun kardeşi Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü’ne, Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın yeğeni müsteşar yardımcılığı’na, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın kayınbiraderi, Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı’na, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in ağabeyi Erdemir Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkanvekilliği’ne atanıyor. Bunlar elbette yalnızca bir kısmı.


Hükümetin dış ticaretten sorumlu bakanı Kürşat Tüzmen, Irak savaşı öncesi beraberinde 350 iş adamıyla birlikte Irak’a ziyaretinde Saddam Hüseyin ile yaptığı görüşme sonrasında Irak lideri için, “Adam gibi adam, yiğit adam” cümlesini kuruyor. Bunun üzerine dönemin TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, TÜSİAD toplantısında basının ve bakanların karşısında “Türkiye totaliter bir yönetimin yanında yer alamaz” açıklaması yapıyor. Türkiye, ABD ile bir yandan Körfez Savaşı sonrası uğradığı zararların tazmin edilmesini, bir yandan Irak’ta Türk askerinin görev almasını tartışıyor, öte yandan Irak Savaşı sonrası bölgede kurulacak Kürt Bölgesel Yönetimi ile ilgili endişelerini gündeme getiriyordu.

Ancak olası Irak harekâtının ana gündem maddesi her daim ABD’nin Türkiye’ye konuşlandıracağı askeri gücün karşılığında Türkiye’ye ödeyeceği bedel. Bu konunun sürekli gündemde tutulması ve görüşmelerin basına yansıyan detayları “Teksas’ta at pazarlığı” olarak nitelendiriliyor. Bu konu sadece uluslararası medyada ve toplumda değil, AKP vekilleri arasında dahi eleştiri konusu oluyor. Dönemin Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın açıklamaları kamuoyunda şok etkisi yaratıyor:

“Musul ve Kerkük petrolleri üzerinde antlaşmalardan doğan hakkımız olup olmadığını inceletiyoruz.”

1 Mart Tezkeresi

Tezkere öncesi, babası Mahmud Esad Coşan’ın uğradığı suikast sonucu vefat etmesinin ardından İskenderpaşa Cemaati’nin yeni lideri olarak açıklanan Muharrem Nurettin Coşan, hem kamuoyuna açık bir mektup yayınlayarak hem de kendisine yakın AKP milletvekillerine doğrudan telefon mesajı göndererek tezkereye ret oyu verilmesi yönünde uyarıda bulunuyor

CHP Milletvekili Önder Sav, tezkereye karşı çıkıyor ve Amerikan gemileri için “düşman gemileri” ifadesini kullanıyor. Bir dönem Abdullah Gül’ün danışmanlığını yapan Ahmet Sever:

“Özellikle Beşir Atalay, Mehmet Aydın, Ertuğrul Yalçınbayır, Bülent Arınç, Zeki Ergezen, Azmi Ateş ve Kemalettin Göktaş gibi önemli isimler tezkereye karşıydı ve parti içinde açıkça bunun kulisini yapıyordu. Recep Tayyip Erdoğan ise tezkerenin mutlaka Meclis’ten geçmesi gerektiğini vurguluyordu”, “Cüneyt Zapsu, Ömer Çelik ve Egemen Bağış tezkerenin kabulü için çırpınıyorlardı. Özellikle Zapsu, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ile telefonda sürekli temas halindeydi.”

Hükümet içerisinde bugün artık açıkça gördüğümüz ayrışmanın ilk çatlakları o gün oluşmuş. Bugün “yerli ve milli” olmakla övünen kanat, o gün ABD& Irak savaşı tezkeresinin geçmesi için çırpınıyormuş. Bakaralar, makaralar sarılıyormuş. 

Yapılan oylamaya 533 milletvekili katılıyor. 250 ret, 264 kabul, 19 çekimser oy kullanılıyor. AKP’li 99 milletvekili tezkereye “Hayır” oyu veriyor. Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen 267 salt çoğunluğa ulaşılamadığı için tezkere geçmiyor.

1 Mart Tezkeresi
1 Mart Tezkeresi

6 Mart’ta Çankaya Köşkü’nde Kıbrıs’ta barış süreci için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından ortaya atılan çözüm planını değerlendirmek üzere, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in başkanlığında; KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Başbakan Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu ile Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın katıldığı Kıbrıs Zirvesi düzenlendi. Zirveden sonra yapılan açıklamada, Annan Planı’nın mevcut haliyle Türk tarafının temel kaygı ve beklentilerini karşılamaktan uzak olduğu bildirildi.


13 Mart’ta Anayasa Mahkemesi, HADEP’i kapattı. Gelen hangi hükümet olursa olsun, devletin Kürtler ile ilgili politikası hiç değişmedi.


Tüm bu yoğun gündem maddeleri arasında Erdoğan kendisinin milletvekili seçilme sürecini takip ediyor. Erdoğan’ın siyasi yasağı CHP’nin desteği ile kaldırılıyor. Peki, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bu vizeye nasıl onay vermişti? İddia odur ki Meclis’te yapılacak bir madde değişikliği öncesi Erdoğan ve Baykal Beylerbeyi’nde bir yalıda yapılan özel görüşmede bu konuyu müzakere eder ve Erdoğan, Deniz Baykal’a kendisine milletvekilliği yolunu açması halinde ileride cumhurbaşkanlığı makamını vadederek, oylamada CHP’nin desteğini talep eder. Seçimlerden üç ay sonra Siirt’in Pervari ilçesinde sandıkta usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle seçimler yenilenir ve 97’de Siirt’te Ziya Gökalp’in Asker Duası şiiri sebebiyle belediye başkanlığından olan Erdoğan, “Artık muhtar bile olamaz” denilirken Siirt’ten milletvekili ve başbakan olarak huzurlarımıza geri dönüyor. Erdoğan, düşmanlarına karşı her zaman rövanşist, safını değiştirmediği müddetçe dostlarına karşı her zaman vefalı oldu. Kendisine atılan kazığı da uzanan eli de hiç unutmadı. Ancak Baykal’a verdiği sözü tutmadı ya da tutamadı.

Erdoğan & Baykal
Herkesin başbakanı Erdoğan & Baykal

O dönemler 32. Gün programında gündemi değerlendiren R. Tayyip Erdoğan’a programın sunucusu M. Ali Birand “Seçilir seçilmez başbakanlık görevini devralacak mısınız, yoksa bu Irak savaşı gündeminin yatışmasını bekleyecek misiniz?” diye soruyor. Erdoğan’ın gözlerinden alevler çıkıyor ancak sinirlerine hâkim olmaya çalışıyor:

Erdoğan: Bizim, sayın başbakanla aramızda böyle bir problem yok, biz şu anki mevcut şartların anormal şartlar olduğunu, gerek sayın başbakan, gerekse diğer arkadaşlar hep ifade etmişlerdir, etmişizdir. Bu noktada tabii önce Siirt seçimi bitmeli, bittikten sonra da aramızda yine değerlendirmelerimizi yapıp, anormal durumun normal duruma dönmesi için gerekli takvim belirlenir, adımlar da gerekli şekilde zaten atılır.

Birand: Yani sizin sözlerinizden şunu anlıyorum, önümüzde savaş varken başbakanın bir süre daha görevde kalması?

Erdoğan: Yani biz aramızda değerlendiririz, ıhhımm.

Birand: Yani benim acelem yok diyorsunuz? Erdoğan iyice sinirleniyor ancak sakin kalmaya çalışarak,

Erdoğan: Ihhmm ıhhımm, evet bu konuda aceleciliğimiz yok.

Birand: Başbakan bir süre daha görevde kalır, ondan sonra ben?

Erdoğan: Bu konularda aceleciliğimiz yok, bu konularda rahatız.

14 Mart 2003. Recep Tayyip Erdoğan, başbakan olarak ilk açıklamasını yapıyor:

“59. hükümetin başbakanı olarak, huzurlarınızdayım.”

Erdoğan, milletvekili seçilip başbakan olarak görev başına gelir gelmez yarım bıraktığı işi tamamlıyor. 1 Mart tezkeresinde ret oyu veren vekiller yine bir telefon mesajı ile toplantıya çağırılıyor ve fırçalanıyor. Ardından 19 Mart gecesi saat 23.00’de Meclis’e sevk edilen Hükümet Tezkeresi, 20 Mart 2003 günü Genel Kurul’da görüşülerek kabul ediliyor ve 21 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlandıktan beş saat sonra ABD Irak’ı bombalıyor. 


Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi konusunda BM destekli müzakerelerin başarısız olduğunu duyuruyor. Erdoğan “En kötü çözüm, çözümsüzlükten iyidir” diyerek Annan Planı’nın uygulanması yönünde görüş bildirerek, daha önce 58. hükümet tarafından alınan karara rağmen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile medya üzerinden tartışıyordu. Türkiye’nin kırmızı çizgilerinden biri daha alarm veriyordu.

Irak savaşı ve Kıbrıs konusunda Erdoğan’ın aldığı tavırlar halkta tedirginlik yaratıyor, özellikle muhafazakâr kesimde “Acaba Necmettin Erbakan haklı mıydı?” sesleri yükseliyordu. Erbakan, Türkiye’nin son hahambaşı ve siyasetçi Haim Nahum Efendi’ye atfettiği sözlerle AKP’yi eleştiriyordu.

“Dış güçler AKP’yi iş başına getirdiler. Ve bütün emirlerini yerine getirmek için beş sene onu kullandılar. Bu beş sene içerisinde yaptırılan iş, Haim Nahum doktrininin taşeronluğudur.


Haim Nahum Doktrini yedi maddedir: Aç bırakacaksın, işsiz bırakacaksın, borca esir edeceksin, dininden uzaklaştıracaksın, böleceksin, böldüklerini birbiri ile çarpıştıracaksın, yumuşak lokma haline getirip yutacaksın…”

Bu cümleyi neden şimdiden yazdım? Çünkü 2003 yılı içerisinde El-Kaide tarafından Türkiye’ye çok önemli bir mesaj iletilecek.


28 Mart 2003

Türk Hava Yolları’na ait Airbus A310 tipi uçak, İstanbul’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra kaçırıldı. THY’nin İstanbul-Ankara seferini yapan Ergene adlı yolcu uçağı, Özgün Gençaslan adlı kişi tarafından kaçırıldı. Uçak, Atina’ya indirildi. 196 yolcu arasında AKP milletvekilleri Vahit Erdem, Turan Çömez ve Ali Rıza Alaboyun’un da içinde bulunduğu uçak kaçırma eylemi olaysız sona erdi. Bu eylem, yedi ay sonra kasım ayında gerçekleşecek bombalı eylemler öncesi yerine ulaşmamış bir mesaj mıydı?


24 Nisan’da Irak’ta Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı bir grup Türk askeri tutuklanıyor. Bu olay büyümeden kapatılıyor ancak iki ay sonra çok daha vahim bir olay yaşanacak.


1 Mayıs’ta Bingöl’de 6.4 büyüklüğünde bir deprem meydana geliyor. 17 saniye süren depremde en çok hasar gören, çürük kamu binaları ve okullar oluyor. Yıkılan binalardan biri de depreme müdahale etmesi gereken Afet Şube Müdürlüğü. Depremde Afet Şube Müdürü de başka bir binada ailesi ile birlikte hayatını kaybediyor. Depremde en fazla can kaybı, Çeltiksuyu Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nda 200’ün üzerinde öğrencinin kaldığı yatakhanede yaşanıyor. Depremde 176 kişi öldü, 521 kişi yaralandı.

Bölgeyi ziyaret eden Erdoğan, 90’lı yıllarda inşa edilen binaların denetimsizliğine işaret ederek “Buna ihmal denmez, buna dense dense denetimi iyi yapılmamıştır, malzemeden çalma var diyebiliriz.” diyor.


20 Mayıs’ta Yazar Orhan Pamuk, “Benim Adım Kırmızı” adlı romanıyla dünyanın en büyük edebiyat ödüllerinden “İmpac-Dublin”e layık görüldü. 

24 Mayıs’ta Sertab Erener’in 48. Eurovision Şarkı Yarışması’nda “Every Way That I Can” adlı parçasıyla Türkiye Eurovision tarihinde ilk defa birinci oldu. Türkiye, halk oylaması ile Eurovision’a kimin katılacağını belirlemiş, oylama sonucu birinci olan Sertab Erener, TRT’ye tek bir şart sunarak yarışma teklifini kabul etmişti: Şarkı İngilizce olacak. Ve Türkiye tarihinde ilk defa Sertab Erener’le Eurovision’da birincilik elde ediyor. Başka bir hükümet olsa İngilizce şarkıya cesaret eder miydi, bilmiyorum. Muhafazakârların kalplerinde yine bir burukluk, onların hükümetinde böyle mi olmalıydı? Bu olay aynı zamanda endişeli modernler için “Şimdilik ciddi bir tehdit yok” dozuydu. Erdoğan hükümeti geri dönülemez biçimde yozlaşana kadar her daim böyle dozlar sundu topluma.

Eurovision
Eurovision

25 Mayıs’ta Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak” adlı filmi 56. Cannes Film Festivali’nde “Büyük Ödül” kazandı; filmin başrol oyuncuları Mehmet Emin Toprak ve Muzaffer Özdemir aynı festivalde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü paylaştılar. Ancak oyuncu Mehmet Emin Toprak bu başarıyı göremeden hayatını kaybetmişti.


26 Mayıs 2003’de UM Airlines’a ait Yakovlev Yak-42 tipi uçak, Afganistan’daki görevden dönen İspanyol askerleri Bişkek’ten Zaragoza’ya götürüyordu. Trabzon Havalimanı’na yakıt ikmali için inmek isteyen uçak iki denemenin ardından üçüncü denemede saat 04.20 civarlarında yoğun sisten ötürü dağa çakıldı. 62 yolcu ve 13 mürettebatın tamamı öldü. Uçakta aynı zamanda İspanya ordusuna ait mühimmat da bulunduğundan birkaç seri patlama da oldu. Kazaya bölgesine ilk olarak yörede görev yapan imam Sait Topçu gidiyor. Kazadan sonra askerlere ait cesetlerin ailelere tesliminde karışıklık olduğu şüphesi ile soruşturma açılıyor. Ailelerden biri kazada ölenlerin tamamen yanması sebebiyle İspanyol Savunma Bakanlığı’na dilekçe yazarak “Cesetleri nasıl tespit ettiniz” diye soruyor. İspanyol yetkililerin “Künyelerinden tespit ettik” sözleri üzerine aile yakınları “Yalan söylüyorsunuz, Türkiye’den bir imam bize künyeleri gönderdi” diyor ve İspanya’da üç generalin görevden alınmasına sebep oluyor. Daha sonra bu imama İspanya hükümeti tarafından Jandarma Liyakat Nişanı veriliyor. Bölgeye kazada hayatını kaybedenler anısına bir anıt dikiliyor.


24 Nisan’da tutuklanan askerlerin ardından, 4 Temmuz’da bu sefer Kuzey Irak’taki Süleymaniye kentinde Türk Özel Timi Bürosu’nu basan 100 kadar ABD askeri, üçü subay, sekizi astsubay olmak üzere 11 Türk askerini gözaltına alarak Kerkük’e götürdü. Olayın ardından Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’i arayarak olayı protesto etti ve Türk askerlerinin serbest bırakılmasını istedi. Olay, Türkiye’de uzun süre tartışıldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, olayın Türk ve ABD Silahlı Kuvvetleri arasında “en büyük güven bunalımını” yarattığını söyledi. Askerler 6 Temmuz’da serbest bırakıldı. Yıllar sonra Kurtlar Vadisi’nde olay yeniden canlandırılarak Polat Alemdar tarafından intikamı alındı. (!)


26 Haziran, Susurluk kazasından sağ olarak kurtulan Sedat Bucak, “cürüm işlemek amacıyla çete kurmak” suçundan beraat etti. “Abdullah Çatlı’nın yerini bildiği halde yetkili mercilere haber vermeyerek saklamak” ve “vahim nitelikte silah bulundurmak” suçlamalarına ilişkin dava ise Şartla Salıverilme ve Dava ve Cezaların Ertelenmesi Kanunu kapsamında ertelendi. Bu olay elbette zihnimizin arka planında takip etmeye devam ettiğimiz Susurluk’ta cenazesi kaldırılan devlet algısına gönderilmiş bir çiçek. Yaşadığımız deneyim göstermektedir ki bu ülke, yirmi yıl önce bıraktığımız yerin daha da aşağısındadır. Sadece müteveffa gözleri açık gitmiştir, o kadar.


2 Temmuz İtalya Altın Küre Ödülleri’nde Sinema hayatını İtalya’da sürdüren Ferzan Özpetek’in yönetmenliğini yaptığı “Karşı Pencere” adlı film ise En İyi Film Ödülü dâhil toplam beş ödül kazandı.


1 Eylül’de Türkiye’nin “Süper Valisi”, farklı yönetim anlayışı ile dikkat çeken Denizli Valisi Recep Yazıcıoğlu, Ankara’ya 30 kilometre kala trafik kazası geçirdi. Vali 5 Eylül günü vefat etti.

Vali Recep Yazıcıoğlu
Vali Recep Yazıcıoğlu

27 Eylül, TÜBİTAK-BİLTEN tarafından teknoloji transferi yöntemiyle üretilen Türkiye’nin ilk mini gözlem uydusu BİLSAT, Rusya’dan uzaya gönderildi. Gençler bilmez, Teknofest’ten önce de bu ülkede teknolojik gelişmeler yaşanırdı. 


Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle Çankaya Köşkü’nde düzenleyeceği resepsiyon için eşli ve eşsiz olmak üzere iki ayrı davetiye gönderilmesi tartışmalara neden oldu. Resepsiyona eşleri türbanlı olduğu gerekçesiyle tek kişilik davetiye alan AKP milletvekilleri katılmadılar. Resepsiyonda Başbakan Erdoğan ile Bakanlar Kurulu üyeleri ve partinin yöneticileri bulundular. Hükümet ne kadar uygunsuz olursa olsun, yapıcı bir şekilde davranıyor, olay çıkmadan köprüyü geçmeye gayret ediyor. Muhafazakâr kesim öfkesini yutmaya devam ediyor. Zamanı gelecek, sabırla bekliyor.


15 Kasım 2003 Cumartesi günü yani Yahudiler için kutsal gün Şabat’ta sabah saat 09.30’da Şişli Sinagogu’nda, ayin sırasında bir patlama gerçekleşiyor.

Bu patlamadan tam 4 dakika sonra 09.34’de bu sefer Beyoğlu’nda bulunan Neva Şalom (Barış Vahası) Sinagogu’na saldırı düzenleniyor. O esnada sinagogda üç ayrı salonda ayin ve bir Bar Mitzvah töreni (reşit olan Yahudi çocuklar için yapılan bir tören) vardı. Bu saldırılarda 26 kişi hayatını kaybederken 262 kişi yaralı olarak kurtuluyor. Türkiye henüz bu iki saldırının şokunu üzerinden atamamışken beş gün sonra bir ikiz saldırı daha gerçekleşiyor.


20 Kasım 2003 Perşembe günü ilk saldırı sabah saat 10.55’de Levent’te bulunan HSBC Genel Müdürlük binasının önünde gerçekleştiriliyor. 600 kişinin çalıştığı 20 katlı binanın önünde patlayan kamyonet, çok sayıda iş merkezinin bulunduğu bölgeyi savaş alanına çeviriyor. 

Olaydan beş dakika sonra olay mahalline ulaşan Atv muhabiri Burak Ersemiz:

“İğrenç bir koku var. Burası yine aynı kokuyor, amonyak kokuyor” diyor.

Gazeteciler HSBC binası önündeyken yine Beyoğlu’nda saat 11.00’de İngiliz Konsolosluğu saldırısı gerçekleşiyor. Saldırıda çok sayıda vatandaş ile birlikte İngiliz Başkonsolosu Roger Short da hayatını kaybediyor.

20 Kasım’da düzenlenen saldırılarda toplamda 33 kişi hayatını kaybederken, 450’den fazla yaralı vardı. Batı dünyası Türkiye’de yaşanan iki ikiz patlama için “Türkiye’nin 11 Eylül”ü ifadesini kullanıyor. Amerika’nın 11 Eylül’ünde hedef alınan İkiz Kuleler’in ardından Türkiye’de hedef alınan özellikle Yahudiler arasında nasıl bir bağlantı vardı ki? ABD’ye verilen mesaj ile Türkiye’ye verilen mesaj arasında nasıl bir paralellik vardı?

Saldırıyı kısaca İBDA-C olarak bilinen İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi “Müslümanlar’a yapılan baskıyı önlemek” için yaptığını belirterek üstleniyor. Aynı şekilde El-Kaide bağlantılı Ebu Hafsa el-Mısri Tugayları da farklı medya kanallarına ulaşarak saldırıyı üstleniyordu. Olayların detayları için Ruşen Çakır’ın hazırladığı Gomaşinen serisinin ilgili bölümüne göz atabilirsiniz.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan saldırıları, “Türkiye’nin istikrarına ve barışına yönelik bu saldırıyı, hangi taraftan olursa olsun ve hangi düşünce, eylem grubu olursa olsun, kesinlikle lanetliyorum” sözleriyle kınadığını ifade etti. 

“Hangi taraftan olursa olsun ve hangi düşünce, eylem grubu olursa olsun.” Onlarca insanın hayatını kaybettiği, yüzlerce insanın yaralandığı dört bombalı saldırının ardından neden böyle bir parantez açılır ki? Erdoğan, ayrıca Türkiye Hahambaşı İsak Haleva’ya gerçekleştirdiği taziye ziyaretinde sadece taziye sözcükleri kurmak, acısını paylaşmak yerine “Müslüman, Yahudi veya başkası, hepsi benim vatandaşım. Sadece Müslümanlar’ın değil, hepsinin başbakanıyım. Türkiye tarihinde hahambaşını ziyaret eden ilk başbakanım” sözlerini kullandı. Böyle vahim bir olayda ön plana çıkardığı nokta gerçekten çok ilginç.


22 Kasım – Karaman’ın Ermenek ilçesinde meydana gelen grizu patlamasında, göçük altında kalan 10 işçi hayatını kaybetti. Şaşırtıcı bir şekilde o dönemde patlamayla ilgili sorumlular tutuklanıyor.


Taraftarlarınca yıllardır beklenen muhafazakâr kanadın iktidarı, daha görev başına gelir gelmez yayılan kadrolaşma ve kayırma iddiaları, Avrupa Birliği macerası, Kıbrıs sorunu, ABD ile yakın ve tehlikeli ilişkiler, devlette adı konmayan bir laik & dindar çekişmesi derken, tüm kesimlerde kekremsi bir tat bırakıyor AKP iktidarı. Bir yıla sığan bu kadar çok olaydan sonra, o çok heveslendikleri başörtüsü probleminin çözümünün en az iki-üç yıl daha erteleneceğini hissediyor muhafazakârlar. Ancak yıllarca hükümetin vitrinindeki en civcivli ürün olacaklarını henüz bilmiyorlar.

Serinin önceki yazıları:

-AKP’li yıllara içeriden bakış (2): “Ayrı bir parti değil, yeni bir parti”

AKP’li yıllara içeriden bakış (1): Partinin doğuşu

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.