Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Roj Girasun yazdı: Peki bu paralel devlete ne diyorsunuz?

1977 seçimleri öncesi.

Kıbrıs Harekâtı’nın getirdiği şan ve “ortanın solu” ile kendisini halkçı yapan söylemleri siyasetinde birleştiren Ecevit yurt çapında mitingler düzenleyerek Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe hükümetini sallamaktadır.

Ama mitingler olaylı geçmektedir. Neredeyse her yerde Ecevit ve CHP’lilere yönelik saldırılar düzenlenmektedir. Saldırıların arkasında iktidardaki bir parti vardır:

Milliyetçi Cephe’nin koalisyonun ortağı MHP.

MHP lideri Türkeş’in talimatıyla organize biçimde süren saldırıların en kötüsü İzmir Çiğli Havalimanı çıkışında yaşanır.

Seçim çalışmaları için İzmir’e gelen Ecevit ve yanındakiler havalimanında silahlı saldırıya uğrar.

Saldırıyı düzenleyen ise bir polistir.

Devrimciler’in Pol-Der’ine karşı polis içindeki ülkücülerin kurduğu Pol-Bir üyesidir saldırgan polis.

Bir polisin birkaç yıl önce başbakanlık yapmış olan anamuhalefet liderine silahlı saldırı düzenleyebildiği yıllardı 70’ler.

Ecevit bu saldırıdan şans eseri kurtulmayı başaracak ve kurşun yakın arkadaşı Mehmet İsvan’ın diz kapağına isabet edecekti.

Bu Pol-Bir üyesi ülkücü polislerin karıştığı ilk saldırı da değildir.

Ülkücü itirafçılardan Ali Yurtaslan, “İtiraflar” adıyla Aydınlık gazetesi tarafından kitap olarak da basılan anılarında MHP’nin birçok yasadışı işte polisten destek aldığını anlatmıştı.

Onun hatıralarına göre Pol-Bir’in kurucularından Bekir Baz, MHP ve Ülkü Ocakları yetkilileriyle yakın ilişkideydi ve cinayet işleyen bir ülkücü arandığı zaman onlara içeriden bilgi veriyordu.

12 Eylül darbesiyle Türkiye’nin siyasi iklimi keskin bir şekilde değişti. Siyaseti ciddi ölçüde denetleyen ve yeniden dizayn etmeye çalışan askeri cunta, yeni yaptığı anayasada polislerin sendikaya üye olma, sendika ve dernek kurma haklarını yasakladı.

Askeri cunta yeniden dizayn ettiği Türkiye siyasetinde polisi de sağ ve muhafazakâr bir yere çekti.

MHP ve Ülkü Ocakları 12 Eylül sonrasında kapatılmış ve liderleri yargılanmıştı.

MHP, siyasi yasakların ardından 90’larda yeniden siyasete döndüğünde devlet kurumları içerisinde örgütlenmeye başladı. Polislik MHP için cazip bir alandı.

Milliyetçi hamasetlerin doğallığında karşılık bulduğu polislik, MHP için yeniden örgütlenmesi gereken bir mevzi haline gelmeye başladı. 90’larda Kürt hareketinin gelişmesi ve şehirlerde yasadışı sol hareketlerin de eylemlerini yükseltmesiyle MHP, polis içinde örgütlenmek için doğal bir iklim buldu kendisine.

Bugün çok az insan hatırlıyor ama 2000 senesinde, iktidarda DSP-MHP-ANAP koalisyonu varken polisler Terörle Mücadele Kanunu’nun bağlayıcılığından dolayı silah kullanamadıkları ve kendilerini koruyamadıklarını söyleyerek İstanbul Valiliği’nin önüne yasadışı bir yürüyüş gerçekleştirmişlerdi.

Yol boyu silahlarını havaya kaldıran polisler tıpkı bir siyasi örgüt militanı gibi tehdit sloganları atmışlardı: “Dişe diş kana kan”, “Çevik burada, tetikçiler nerede”, “Örgütler savulun silah kullanacağız”, “Bu vatan Apo’ya mezar olacak”

Tüyleri ürperten an ise polisler İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi önünden geçerken yaşanmıştı. Polisler silahlarını yeniden havaya kaldırarak ve İstanbul Üniversitesi’ni işaret ederek “İşte burası terör yuvası” diye bağırmıştı.

Eylem bir şekilde yatıştırıldı ancak bu eylem polislerin ideolojik pozisyonlarını göstermesi açısından önemli bir deneyim oldu.

Daha sonra AK Parti’nin iktidara gelmesi ve AB mevzuatlarının Türkiye’de daha özenli bir şekilde uygulanmasıyla polisin toplumdaki eski algısı büyük ölçüde değişti. Polisteki görünürde olan MHP etkisi de büyük ölçüde azaldı.

AK Parti’nin iktidarıyla beraber polis içerisinde MHP’nin yerine Fethullahçılar’ın örgütlenmesinin ve güç kazanmasının da payı vardı dönüşümde.

2010 senesinde dönemin AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, geçmişte sarkık bıyıklı özel harekâtçı polislerin Kürt illerinde yaptığı şiddet eylemlerinden şikâyet ediyordu. Çelik, AK Parti sayesinde bu tür siyasi angajmana sahip kişilerin polis içerisinden temizlendiğini belirtiyordu. Bu açıklamaya sinirlenen MHP Genel Başkanı Bahçeli, ”Ne yapacağız şimdi, özel bir ordu kuruyorlar. Bu ordu, badem bıyıklılar ordusu mu olacak?” diyerek Fethullahçı örgütlenme çıkışı yapmıştı.

15 Temmuz sonrası AK Parti’nin devletin bütün kurumlarından Fethullahçılar’ı temizlemeye başlamasıyla polis içerisinde de yoğun bir tasfiye dönemi başladı. AK Parti ile MHP’nin ortaklığıyla beraber ülkücülük marjinal olmaktan çıkarak devletin kurumlarında yeniden örgütlenmeye başladı. Sarkık bıyıklılar polisliğe geri döndü. Yakın dönemde polislerin mezuniyet törenlerinden görüntüler yayınlanmıştı. Yüzlerce yeni mezun polis bozkurt işareti yapıyor ve ülkücü marş söylüyordu. Polisin, saldırgan ve ırkçı bir ideolojiyle örtüşmesi ve taraf olması görmezden gelindi ve buna sessiz kalındı. Şüphesiz bu sessizliğin sebeplerinin başında bahse konu polislerin Cumhur ittifakı kalkanıyla korunan MHP’ye yakın olması geliyor.

Muhalefetteki İYİ Parti’nin kadrolarının ana omurgasının da buradan gelmesi muhalefetten de gerekli tepki gelmesini engelledi.

İşte bu göz yumulan devlet içindeki paralel devlet, geçen hafta eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı’nın Ankara’da öldürülmesiyle görünür oldu.

Cinayet soruşturmasında aralarında iki Özel Harekat polisinin bulunduğu dört kişi daha tutuklandı. Şüpheli Mustafa Uzunlar, cinayet tetikçisini İstanbul’dan Ankara’ya getirenlerin Özel Harekat polisi olduğunu söyledi.

Cinayetin sanıklarından biri öldürülen Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in halefi olan MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinden çıktı. Kılavuz’un ise polis ve Özel Harekatçılar ile çekilmiş onlarca fotoğrafı yayınlandı.

Bütün bunlar Emniyet ve yargı içerisindeki yeni bir paralel yapılanmaya işaret ediyor.

Ama dün Fethullahçılar’ın paralel devletini eleştirmek gibi bugün de bu yeni paralel yapıyı eleştirmek kolay değil.

Fethullahçılar’ın polis içerisinde örgütlenmesine birtakım muhalefet çevreleri AK Parti ile Fethullahçılar’ın (O zamanki adlarıyla “Cemaat” ya da “Hizmet hareketi”) araları iyiyken de karşı çıkıyordu.

Ama AK Parti’yi daha en başından itibaren Fethullahçılar gibi cemaat veya tarikatlarla işbirliği içinde olmakla suçlayan muhalefet, bugün bu cinayet sonrasında bile polis içerisinde örgütlenen Ülkücüler’in varlığından aynı şekilde rahatsız olmuyor. Çünkü muhalefette de Ülkücüler var. Halbuki mesele Ülkücülük değil, devlet içinde ideolojik örgütlenmeye izin verilip verilmeyeceği. Üstelik bunca şeyden sonra.

Muhalefet cemaat ve tarikatların kurumlar içindeki örgütlenmesinde gördüğü tehlikeyi; 70’lerde, 90’larda birçok faili meçhul cinayete karışmış, kitlesel saldırılar gerçekleştirmiş şiddet yanlısı bir geçmişe sahip Ülkücü grupların polis içerisinde örgütlenmesinde de görecek mi?

Bu konuda Sinan Ateş cinayeti sonrası Kılıçdaroğlu en net ve en cesur çıkışları yapan lider oldu. Ama örneğin Akşener’den henüz bu cinayet ve gerçek faillerinin bulunması konusunda birkaç kırık cümle dışında hiçbir şey duymadık.

Muhalafetteki muhafazakar partileri cemaatler ve tarikatların içinde yer aldığı skandallar konusunda suskun kalmakla suçlayan bazı sol ve liberal muhalifler ucu devlete ve bir siyasi partiye uzanan böyle bir cinayet karşısında Akşener ve İYİ Parti’nin sessizliğine anlayış gösteriyor gibi görünüyor.

Hükümet eleştirilerinin kahir ekseriyetinin AK Parti’nin milliyetçi yörüngeye girmesinde değil de İslamcı kodlarında aranması büyük bir hakikatin ıskalanmasina sebebiyet veriyor olamaz mı?

Muhafazakarlık eleştirilerindeki cömertliğin milliyetçilik için gösterilmeyişinin risklerini anlamak için Sinan Ateş cinayeti bir uyarı vesilesi olmalı.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.