Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ayşe Çavdar yazdı: Gadr, gaddar, mağdur: Delirmiyorsak imkânımız olmadığındandır!

Mağdur kelimesi Arapça “ğdr” (غدر) kökünden geliyor. Bereketli bir kök bu, pek çok kelime türetmiş. Her biri birbirinden yanık üstelik.

Onca kelime arasında neden ilk olarak “ğadir”i (غدير) seçtim bilmiyorum. Kim bilir ne çağrışımlar yaptı kafamda? Büyük bir selden sonra kalan su birikintisi anlamına geliyor. Geniş bir yatakta akmaya devam etmek için bütün gücünü kullanan cılız ve yorgun bir dere gibi de hayal edebiliriz bu kelimenin işaret ettiği manzarayı. Kudretli sel bitmiş çoktan, bu gariban dere de onun varlığına ama geçiciliğine bir delil oluşturuyor. Bir önceki anda gerçekleşmiş felaketi haber veren küçük ve zararsız, gene de ürküten ve belki de kötü anıları, kayıpları hatırlatan bir işaretten bahsediyoruz. Eğer sel olmasaydı o birikinti ya da cılız dere de olmayacaktı. Sel belki de başka her şeyi önüne katıp sürükledi, götürdü okyanus kıyısına yığdı… Sonunda hırsı geçti, havası duruldu, geriye zayıf görünüşlü ama alabildiğine ağır hatıra kaldı. Varlığıyla, gelecekteki değil geçmişteki bir felaketi haber veren, sebep olduğu kayıpları hatırlatan ama aynı anda dayanıp hayatta kalanların yeni gününü kutlayan gölgeli, çamurlu bir su birikintisi…

Belki nicedir devam eden ve geçmişten bugüne yaşadığımız topraklarda vuku bulup da hesabı sorulmamış her kötülüğü yüzümüze vuran şu sel bittikten sonra elimizde kalacak şeyin tam da böyle cılız ama acıtan bir hatıra olacağını düşünmüşümdür. İçinde kendinden önceki anın içerdiği dehşeti ima edecek kadar opak ama bize bütün olanlara tanıklık ederken neye benzediğimizi gösterecek kadar sırlı bir birikinti. Kim bilir?

Derken başka bir kelime daha çıkıyor karşıma aynı kökten türeyen: “ğadr” (غادر). Bizde tabii kelimenin “ğ” ile başlamaması kuralı olduğu için gadr diye biliyoruz onu. Terkeden ya da ayrılan manasına da geldiğini görünce şaşırdım doğrusu. Hayır efendim gadr aşka dahil olamaz! Değildir! Hüküm böylece verilmiştir. Ne demiş ecdat: “Nice sultanları tahttan indirdi, nicesinin gül benzini soldurdu, niceleri dönmez yola gönderdi, bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.” Demek gadr denilen mevzu, öyle bir şey ki, ayrılık ağrısı gibi bir ağrı veriyor insana!

Mağdur gadr’in mef’ulü. Yani gadr’den etkilenen, ona maruz kalan demek. Şu halde gadr’in bir fiil olmasını bekleriz. Fakat ne yazık ki gadr gelmek, gitmek, oturmak, ötürmek, götürmek, bitirmek, sıfırlamak gibi bir fiil değil. Çok daha karmaşık. Bir fiil ama tek bir eylemden oluşmuyor. Bir dizi eylemin bir araya gelmesiyle inşa edilmiş bir fiil söz konusu olan. Bu nedenle gadr kelimesini kullandığınızda fiil değil de fail hakkında konuşmuş oluyorsunuz. Fakat fail hakkında konuşurken yutkunma ihtiyacı hissediyorsunuz. Bir tür bulantı hissi tebelleş oluyor başınıza. Bir yandan da ciğeriniz acıyor. Birisi sırtınızdan bir bıçak saplamış gibi… Niye mi? Gadr’e karşılık gelen kelimeleri ardarda sesli okuyun anlarsınız. Hazır mısınız? Vefasız, sahtekâr, sinsi, arkadan vuran, cani, hain, kalleş! Liste daha uzun da türcülük, cinsiyetçilik vs yapmayayım diye sadeleştirdim. Neyse, aslında bu uzun listeye de pek gerek yok. Hepsini toplayıp gaddar desek yetiyor. Gaddar yani gadreden.

Mağdur da işte vefasızlığa, sahtekârlığa, sinsiliğe maruz kalan, arkadan kalleşçe vurulan, ihanete uğrayan, cinayete kurban giden gibi anlamlar taşıyor demek ki. Gadr fiil, gaddar fail, mağdur da gadre maruz kalan.

Kalbi kıran bir mantık zinciri

Hukukta kendisine karşı suç işlenmiş, suç niteliğindeki bir fiilden doğrudan zarar görmüş ya da bu fiil nedeniyle kayba uğramış kişiye mağdur deniyor ve bu bağlamda kendisinden “pasif süje” diye bahsedildiği de oluyor. Tabirin kavramsallaştırılması konusunda hukukçular arasında hayli derin anlaşmazlıklar olduğunu söyleyerekten bu bahiste yanlış bir şey söyleme riskini bertaraf edeyim usulca. Fakat kabaca, işlenen bir suçtan zarar gören kişiye mağdur diyoruz. Bir suçtan dolayı mağdur olmak için suç niteliğindeki fiilin doğrudan size yönelmesi gerekmiyor aslında. Dolayısıyla bazı koşullarda alabildiğine kapsayıcı bir kimlik kategorisi olarak bile önerilebilir “mağdur” kelimesi.

Şimdi bir farazi bir vakada bu kimlik kategorisinin kimler tarafından, nasıl inşa edilebileceği sorusuna olabilecek en mantıksız cevabı bulmaya çalışalım.

Diyelim ki, bir ülkeyi yönetenler, sahip oldukları sayısal güce dayanarak ve çeşitli hile-i şeriye yollarını kullanarak ülkenin hukukunu altüst etmişlerse… Olmaz ya böyle şeyler, farz ediyoruz işte, anayasasını kevgire dönüştürmüş ve uygulanamaz kılmışlarsa, kurumlarını tarumar etmişlerse, ve bu minvalde daha nice eylemler gerçekleştirmişlerse…. Tüm bu fiillerin mef’ulü kim olur?

O ülkede bir aklı evveller grubu çıkıp, “bütün bu yaptıklarınız suçtur, her birinin hesabını ayrı ayrı vereceksiniz, bu kadar geniş kapsamlı suçları yargılayacak mahkeme kalmadı belki ülkede, ama gerekirse o mahkemeleri de kurup bütün bu yaptıklarınızın hak ettiği sonla tamama ermesini sağlayacağız” dese… Yani bütün o işleri eden failleri suçlu ilan etse kimi mağdur ilan etmiş olur? Failleri mi?

Her biri ayrı ayrı suç teşkil eden bütün o eylemlerle söz konusu failler, o ülkenin hukukunu ve kurumlarını hedef almışlarsa, aslında o ülkede yaşayan herkesin geleceğine kast etmişlerdir. Bu durumda, işlenen o suçların makdülleri o kurumlar olsa bile mağdurları bütün bir millettir. Değil midir?

Ama tabii bu kadar büyük bir suçu, aslında suç serisini tahayyül etmek zor. Bu kadar büyük bir suçu tahayyül edip işlemiş olanlardan yaptıklarının hesabını adil bir şekilde soracak bir hukuk tahayyül etmek daha bile zor.

Aslında, özellikle ikincisi, yani kapsamı ne kadar büyük olursa olsun işlenen bütün suçların hesabını soracak adil bir hukuk tahayyül etmek o kadar da zor olmayabilirdi. Ne yazık ki, siz de tahmin edersiniz ki, bir halkın, koca bir ülke dolusu insanlar topluluğunun, kendisini onca büyük zarara sokanlara yaptıkları her şeyin hesabını soracak kadar haysiyete hiç yoksa hak sahibi olduğunu hayal etmek bütünüyle imkânsız… Haksız mıyım?

Bağrınıza taş basın, rahatınızı kaçırmayın

Eğer haksızsam buraya kadar yazdıklarımı hiç yazmadım sayın. Neme lazım, bütün bu zorlukları aşıp hayal kurmaya başlarsanız durduk yerde kendinizi ateşlere atmış olursunuz. Hiç gerek yok… Sahiden bakın… Yormayın kendinizi… Tadınızı kaçırmayın. Bir toplumun, hadi peki öyle diyelim, bir “milletin” haysiyetine seri halde kastedenlerle baş etmenin başka ve daha kolaycı, rahatınızı hiç kaçırmadan hayata geçirebileceğiniz yolları da var…

İşe, “Ne yapsam da bu suçluların daha fazla suç işlemesinin önüne geçsem” diye sormakla başlayabilirsiniz. Fakat bu sorunun sizi yanlış yönlendirmesine izin vermemek için elinizdeki imkânsızlıkları gözden geçirmeyi unutmamalısınız. Ülkenin gidişatına yön verecek güçteki tüm kurumlar suç işlediğini açıkça gördüğünüz insanlarla işbirliği yapacağını düşündüğünüz ekiplerin elinde. Öyle mi? Bu olurken siz ne yapıyordunuz? Kurallara-kaidelere aykırı işlemleri gördüğünüz halde, o işlemlerin vereceği zararı asgariye indirgeyebilmek için susuyor, hatta konuşanları susturmaya çalışıyordunuz. Çünkü biliyordunuz sahip oldukları gücü korumak için daha da fazlasını yapmaya hazır olduklarını.

Gözlerinizin önünde işlenmiş o suçlardan zarar görenlerin kendilerini o suçtan korumak için harekete geçeceklerine inanmıyordunuz belki de. Fakat karşı karşıya kaldığınız faillerin ellerine geçirdikleri kızıl elma şekerinden mahrum kaldıkları anda ortalığı ağır bir velveleye vereceklerine imanınız daima tamdı. Çünkü öyle bir anda ortaya çıkacak gürültüyü düşünmek bile istemiyordunuz. Kulaklarınız acıyor, gözleriniz kanıyordu ihtimaller aklınıza geldikçe.

Neyse artık geri dönülmez noktaya geldiniz. Şimdi yapmanız gereken şey çok açık. Bir kez daha döngünün başladığı o yerdesiniz. Milletin haysiyetine yönelmiş fiilleri, sebep olabilecekleri zararı minimize etmek için görmezden gelmeli, hatta bu güçsüzlüğünüzü sanki bir meydan okumaymış gibi yiğitçe savurmalısınız ortamlara. Ne için? Elbette milletin geleceği için. Zaman kazanmış olacaksınız böylece. Bir yandan da umacaksınız, millet belki karnındaki çalar saatin sesini duyar da uyanır, kızıl elmayı ondan alır bana verir, ben de onu yeniden pay ederim, diye. 

Sizin görmezden gelmeleriniz, çekinceleriniz ve tat kaçırmamaya ayarlı stratejileriniz sayesinde giderek kısalan geleceğinden başka hiçbir şeyi dert etmediğiniz milletin içinden bazı çatlak sesler, “ya hu delirdiniz mi, nasıl sessiz kalalım bunca gadre” dediği zaman vereceğiniz savunmayı da iyice ezberlediniz mi? Tamam biliyorum kafanız çok meşgul, ezberlemenize gerek yok. Kabaca aklınızda tutun yeter.

Yapmanız gereken şu: Ne yapıp edip, faillerin kendilerine hukuk hatırlatıldığında mağdur olacakları, yani milletle yer değiştirecekleri “hakikat”ini dile getirin. Bunu her fırsatta yapın. Çünkü yeterince tekrarlamazsanız kimse inanmaz size. Sizin işiniz gaddarı mağdur, mağduru gaddar ilan etmek. Ancak bu şekilde bertaraf edeceksiniz mağdur kisvesine bizzat büründürdüğünüz gaddarların verecekleri zararın azamisini. Mağdurlar gaddar kisvesine büründükleri için gördükleri gadr hesaba katılmayacak nasılsa artık.

Bu hikâyeyi böylece anlatmak zorundasınız. Yani herkesi gaddarların gönüllerince gadredemediklerinde mağdur olduklarına inandırmalısınız. Bunun yerine onlara ülkede bir hukuk, kanun, nizam olduğunu hatırlatırsanız -Allah muhafaza- yerlerinde zıplayarak bağırıp çağırmaya ve hepimizin üzerinde durduğu zemini sarsmaya başlarlar. Bunun olmaması için yapmanız gereken tek şey, henüz kimse harekete geçmeden, yani herkesten evvel ayağa kalkıp, gadr failine hukuku hatırlatmanın onu mağdur pozisyonuna sokup güçlendireceğini, dolayısıyla bu yola başvurmanın hiç de akıllıca olmadığını söylemektir. Böylece, gaddarla mağdurun yer değiştirmesi sürecini hızlandırmış, uzaması halinde herkesi hayatından bezdirecek bir hesaplaşma sürecini bertaraf etmiş olursunuz.

***

Durun, derin bir nefes alma ihtiyacındayım. Sevgili okur, aradan çekilir misiniz lütfen?! Hakkınızı aramak için harekete geçeceğinizi anladıkları zaman önünüzde, yenilgilerine bahane aradıkları zaman arkanızda duran aklı evvel siyasetçi ve siyasi iletişimci taifesine sitem edesim geldi.

Allah aşkına niye yapıyorsunuz bütün bunları? Kim atadı sizi haysiyeti hedef alınmış bir milletle o haysiyeti hedef alan failler arasındaki arabuluculuk pozisyonuna? Üzerinize vazife olarak aldığınız şey bu mu? Suçluları güçlü kılmak mı uzmanlık alanınız? Bu derinler derini stratejiden muradınız hepimizi delirtmekse, kusura bakmayın. İmkânımız kalmamıştır!

***

Oturup ciddi ciddi yazmaya çalıştım aslında mağduriyet kelimesi etrafında örülen laçka siyaseti. Borcum olsun. Bu defa, son birkaç haftanın olaylarını ve açıklamalarını yan yana getirirken daraldım. İçim şişti! #LaHavle’ler birbirini kovaladı. En sonunda çareyi ironiye sığınmakta buldum. Sürç-i lisan ettim ise affola.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.