Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: Türkiye işgal edilir mi?

Geçen hafta Senem Görür Medyascope’da emekli Amiral Cihat Yaycı’nın İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ile parti kurmaylarına yaptığı Mavi Vatan sunuşunun parti içinde tepki yarattığını yazdı. Görür’ün haberine göre, Yaycı isimine yönelik tepkinin nedeni geçtiğimiz aylarda yaptığı “ABD, Türkiye’yi NATO’dan çıkarıp işgal edecek” açıklamasıydı. Bu açıklama kamuoyunda bir hayli yankı uyandırmıştı. O dönemde katıldığım bazı toplantılarda bu olasılığa ilişkin sorulara ben de muhatap olmuştum. Verdiğim yanıtların soru sahiplerini ikna ettiğinden emin değilim doğrusu.

Yaycı’nın iddiasının ardında, ABD’nin Yunanistan’da giderek artan askeri varlığı yatıyordu. İYİ Parti içerisinde tepkiye neden olan bu iddianın, ciddiye alınmayı gerektirecek işaretlerin yokluğunda bile bu kadar yankı uyandırması düşündürücü, ancak şaşırtıcı değil. Zira ülkenin işgal edileceği korkusunun çok derin kökleri var. Bu kökler Sevr Sendromu ile de yakından ilintili. Sevr, insanların aklına bölünme, parçalanma, işgal ve nihayet ülkenin tamamen kaybedilmesi ihtimalini getiriyor. Dış dünyaya kuşkucu bakmaya şartlandırılmış bir kamuoyu, verili koşullar desteklemese bile “işgal” olasılığının canlı ve güçlü olduğunu düşünüyor. Hem de her daim.

Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın yürüttüğü Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması 2022’de doğrudan işgal olasılığına dair bir soru bulunmuyor. Ancak Türkiye’ye tehdit oluşturan ülkeler sorulduğunda, yanıt verenlerin % 42,7’isi ABD’yi işaret ediyor. Onu % 41,9 ile İsrail, % 33,5 ile Yunanistan, % 33,4 ile İngiltere izliyor. Bu ilk beş tehdit kaynağının ardından bölgesel rakip İran % 33,30 ile geliyor. Ukrayna’yı işgal harekatı yürüten Rusya, olası tehditler arasında 10. sırada geliyor. Yani son 20 yılda Türk kamuoyunda “işgal” olasılığı büyük ölçüde ABD ile özdeşleştiriliyor. Bir diğer ifadeyle ABD, potansiyel işgalci olarak sivrilmiş durumda. Görünür gelecekte bu algıda büyük bir değişiklik beklenmemeli.

Türkiye’nin ABD tarafından işgal edileceği korkusunun derinleşmesi 2003’te olmuştu. Anımsanacağı üzere o yıl ABD, müttefiklernin tüm itiraz ve uyarılara rağmen bildiğini okuyarak Irak’ı işgal etmişti. ABD’nin uluslararası hukuku ve normları çiğneyerek böyle bir işgali gerçekleştirmesi, Washington’un niyetleri konusunda Türkiye’de kaygı ve kuşku yaratmıştı. Üstelik Türkiye’nin bu işgale destek vermeyi reddettiği için de ABD’nin hışmına uğraması ve hatta bedel ödemesi bekleniyordu. Kaygı, bedel, aynı Irak gibi Türkiye’nin de ABD tarafından işgal edilmesi kadar yüksek kesilebilirdi. Sonraki 20 yıl boyunca Afganistan ve Irak’ı işgalinin ABD’ye maliyetinin ne kadar ağır olduğu ortaya çıktı. Zaten ABD, Irak işgalini 2011’de; Afganistan işgalini ise 2021’de sona erdirdi. Bu işgallerden ne elde ettiği tartışmalı.

2003-2011 arasında ABD askeri açıdan çok güçlü bir “komşu” ile birlikte yaşamak zorunda olunması, Türk kamuoyunun hem ABD’ye bakışını olumsuz etkiledi, hem de işgal olasılığını zihinlerde canlı tuttu. Geçtiğimiz sonbaharda Yaycı’nın ortaya attığı iddia nedeniyle, 2003 sonrası yayımlanan iki kurgu eseri yeniden okumaya karar verdim. Bu kurgu eserler (romanlar) Türkiye’nin ABD tarafından işgalini konu ediyordu. Bir tanesi büyük satış başarıları yakalamış, insanları derinden etkilemiş olan “Metal Fırtına” isimli kitapdı. Diğeri ise daha az bilinen ancak roman olarak daha başarılı örnek olan, “Bir Gün, Gece” adlı eserdi. Bu romanlar, “işgal”,özellikle de “Amerikan işgali” korkusuna dair önemli ipuçları içeriyorlar. Yazarların edebi yetkinlikleri arasında uçurumlar olsa da, işledikleri temalar arasında büyük benzerlikler var. Üstelik bu temalar aradan geçen zamana rağmen hala güncelliklerini koruyorlar.

Mine G. Kırıkkanat’ın “Bir Gün, Gece” adlı romanının ilk basımı 2003 yılında yapılmış. Kırıkkanat, Türk toplumunu en az işgal düşüncesi kadar kadar meşgul eden bir başka kaygıyla harmanlamış temayı: Deprem. Yıllardır beklenen İstanbul depremi meydana gelince, ABD Türkiye’yi işgal için uygun mazerete kavuşuyor. Depremden kurtulanlara yardım bahanesiyle Amerikalılar, Türkiye’ye ve doğal kaynaklarına çökmeye girişiyorlar. Orkun Uçar ve Burak Turna’nın “Metal Fırtına” isimli çalışması ilk baskısı Aralık 2004’te yapılmış. Bu kitapta Amerikalılar, sudan bir bahaneyle (false flag) Irak’taki kuvvetlerinin de yardımıyla işgale girişiyor. İşgal için yeterli kuvvet zaten sahada mevcut, Türkiye konusunda hiç de iyi niyetli düşünceler taşımayan bir başkan gerekli siyasi iradeyi ortaya koyunca işgal başlıyor.

Yıkım, iki kitabın da çerçevesini oluşturuyor. Birinde yıkım bir neden ya da bahane, diğerinde doğrudan Amerikan işgalinin sonucu. Yıkım hem fiziksel hem de simgesel bir anlam taşıyor. Fiziksel yıkım deprem ve işgalin kaçınılmaz sonucu. Daha önemlisi ülkenin yıkımı ya da tarih sahnesinden silinmesi düşüncesin güçlü biçimde ele alınmış olması ki burada “Sevr” göndermesi devreye giriyor. Yarım kalan bir hesap Sevr. Ve bu hesabı kapatma görevi ABD’ye düşüyor.

Bir başka ortak yön Türkiye’nin dünyanın geri kalanı için önemine dikkat çekilmesi. Yani Türkiye’nin varlığının sürmesinin tüm dünyanın yararına olacağı işleniyor yoğun biçimde. İstanbul kenti ve bor madenleri Türkiye’yi dünyanın geri kalanı için önemli kılan en önemli unsurlar. Her iki unsur da tek bir işgalci gücün (ülkenin) hakimiyetine bırakılamayacak kadar değerli oldukları için ABD işgaline karşı diğer ülkelerden örtülü ya da açık destek alınmasını sağlıyor işin sonunda. Kurguların en ilginç yanı da bu aslında. Dış dünyaya hiç mi hiç güvenmeyen, Türkiye tek başına hareket etmeli diyen bir ülke kamuoyu için, işgale direnişin yalnız mümkün olmadığının kabulü anlamına geliyor. Kırıkkanat’ın “Bir Gün, Gece”sinde ABD’ye karşı destek Avrupa Birliği’nden (Avrupa) örtülü biçimde gelirken, Uçar ve Turna’nın “Metal Fırtına”sında ABD’ye dur diyenlerin başını Putin’in Rusyası çekiyor. İster istemez şu sonuç ortaya çıkıyor: Türkiye’ye hakim olan, dünyaya hakim olur.

Aradan geçen 20 yıla rağmen, her iki kitaba damgasını vuran temalar kamuoyuna hitap edebiliyor. Sevr’in uygulanması ve bor madenlerinin denetimi hala olası ABD işgalinin en temel nedenleri arasında sayılıyor. Yaycı’nın yaygınlaşmasına katkıda bulunduğu “Mavi Vatan”ın bile aslında “denizdeki Sevr’e dur demek” olduğu ifade edilebiliyor. 2003’ten sonra ABD askeri varlığı yeniden bu kez Türkiye’ye komşu bir ülkede kendini gösteriyor. Bunun tedirginlik yaratması anlaşılabilir. Özellikle de Türk-Yunan çekişmesi açısından dikkate alınması gereken bir husus. Ancak işgal çok uç ve uçuk bir olasılık gibi duruyor. Zaten resmi çevrelerin de buna ihtimal vermedikleri Türk Kara Kuvvetleri’nin vurucu unsurlarının ülkenin batısına değil de güneydoğusuna ve hatta sınırötesine konuşlanmasından anlaşılıyor. Maalesef hakikat sonrası dünyada gerçek, korku ve kaygıdan beslenen kurguya hala yenik düşüyor. Korku ve kaygılarla zamanında yüzleşilmeyince de gelecek ipotek altına girebiliyor.     

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.