Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: Dış politikanın savunmaya etkisi

Ülke seçim atmosferine girmişken Türk savunma sanayinden hemen her gün yeni bir müjde geliyor. Örneğin geçen hafta Hürjet Jet Eğitim ve Hafif Taaruz uçağı ilk kez motor çalıştırdı. Böylece uçağın yer testleri fiilen başlamış oldu. Hürjet’in ilk uçuşunu 18 Mart 2023’te gerçekleştireceği ifade ediliyor. 18 Mart’a bir buçuk ay kaldığı düşünüldüğünde, uçak belli ki oldukça iddialı ve yoğun bir test sürecinden geçecek. Baykar Makina’nın tasarlayıp protopini ürettiği MİUS Kızıl Elma’nın testleri ise olağandışı bir hızla ilerliyor. İkinci test uçuşu tamamlandı bile. Kızıl Elma’nın insansız hava aracı olması, test sürecinde bazı limitlerin zorlanmasına izin veriyor. Ancak Hürjet pilotlu bir hava aracı olduğu için test sürecinde yer ve uçuş emniyet kurallarına harfiyen uyulması gerekiyor. Test programını seçim takvimine bağlamak ileride başka sorunlara yol açabilir. Her şeye rağmen Hürjet, Türk havacılık sanayi için çok önemli bir aşamaya karşılık geliyor. Türkiye’de ilk kez bir jet uçağı sıfırdan tasarlanıp üretilmiş olacak.

Diğer yandan MMU (Milli Muharip Uçak) tasarım, test ve üretim aşamalarındaki diğer tüm askeri hava araçlarını gölgede bırakıyor. Normalde Türkiye’nin F-35 Müşterek Taaruz Uçağı projesinde elde edeceği teknoloji ve birikimin üzerine inşa edilmesi hedeflenmişti. Ancak artık bu programa ortaklığın nimetlerinden mahrum kalındığı için 5. Kuşak muharip uçak üretiminde yer yer tekerleği yeniden icat ederek ilerlenmek zorunda. Hürjet’in ilk uçuşunun planladığı 18 Mart 2023 tarihinde MMU’nun hangardan çıkması da hedefleniyor. MMU en iyimser tahminle 2028 yılında Türk Hava Kuvvetleri’nde hizmete girebilecek. O zamana dek Türk Hava Kuvvetleri’nin gücünü ve caydırıcılığını muhafaza etmek için bir “ara çözüm” gerekiyor.

En uygun ara çözüm adayı, F-35’in bazı teknolojik özelliklerinin aktarıldığı F-16V Block 70 idi. Bu nedenle Ankara, ABD’ye 40 yeni üretim F-16 ile 79 adet F-16V yükseltme kiti satın almak için başvurdu. Uzun bir bekleyişin ardından Biden yönetimi bu satışı uygun bulduğunu Kongre’ye bildirdi. Kongre’de bu satışa itirazlar giderek güçleniyor. Başlangıçta, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’de Yunanistan’ın egemenliğini ihlal etmesi gerekçe olarak öne sürülürken, iki gün önce 28 senatör bir mektupla Başkan Biden’ı satışı İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ile ilişkilendirmeye çağırdılar.

F-16 alımı zora girdikçe Türkiye’nin mevcut hava gücüyle uyumlu alternatif arayışları yoğunlaştı. İki hafta önce İngiltere’den bir ya da iki filo (24 ila 48 uçak) kullanılmış Eurofigher Typhoon Tranche 3 alınabileceği haberleri düştü. Kısa süre sonra Middle East Eye sitesinde yer alan bir iddiaya göre Türkiye, İngiltere’den sadece Typhoon savaş uçakları değil, C-130J ulaştırma uçakları ile Type 23 fırkateynleri almayı planlıyordu. Türkiye’de savunma konularını takip edenleri en çok şaşırtan ve meşgul eden, bu demode İngiliz fırkateyninin alınma olasılığıydı. Durum Türkiye’nin müttefiklerinin her türlü silah ve teçhizat teklifini duraksamadan kabul ettiği Soğuk Savaş dönemini çağrıştırıyordu. Soğuk duş etkisi yaratan bu gelişmenin ardında ne yatıyor olabilir? İlk akla gelen acil savaş gemisi ihtiyacı. 2010 yılından itibaren Türk Deniz Kuvvetleri yeni savaş gemileri temininde güçlükler yaşadı.

Yunanistan, halen Türkiye’nin silahlanmasında öne çıkan tehdit unsuru. Ancak Atina ile ilişkilerin görece sakin olduğu dönemde, İsrail, Yunanistan’ın yerini almıştı. 2009’dan sonra hızla bozulan ilişkiler, 2010’daki Mavi Marmara saldırısı nedeniyle daha önce örneği olmadık bir gerginliğe yol açtı. Bu gerginlik ABD’nin Türkiye’ye silah transferlerine de hemen yansıdı. 2015 yılında ABD, Türkiye’ye vermeyi planladığı iki Perry sınıfı (Gabya sınıfı) fırkateynin transferini askıya aldı. Bu savaş gemilerinin İsrail’e karşı kullanılmayacağı teminatı istendiği ileri sürülüyor, Ankara belli ki iki fırkateyn transferinin şarta bağlanmasını kabul etmedi. O dönem Türk Deniz Kuvvetleri’ne ciddi katkı anlamına gelebilecek bu gemilerden mahrum kalındı.

Aynı sıralarda Türkiye, MİLGEM adıyla yürüttüğü savaş gemisi inşa programının ilk mevyelerini almaya başlamıştı. Ada sınıfı korvetler birer birer hizmete girerek açığı kapatıyordu. Ege görevleri için optimize edilen bu korvetlerden başta sekiz adet edinilmesi planlanmıştı. İlk paketteki dört geminin yapımı sürüyordu. Dört gemilik ikinci paketin yapımı RMK Marine tersanesine ihale edilmişti. Ancak bu sipariş beklenmedik biçimde iptal edildi. Deniz Kuvvetleri de fikir değiştirerek mevcut dört korvetin yeterli olduğuna karar verdi. İkinci paketteki dört MİLGEM, İ sınıfı (İstif) fırkateyn olarak inşa edilecekti. TCG İstanbul adı verilen ilk fırkateyn 2017’de sipariş edildi. Halen seyir testleri sürüyor.

Bu gelişmeler Türkiye’ye yönelik silah ambargolarının etkisini bir ölçüde kırdıysa da tamamen ortadan kaldırmadı. Artık hazır gemilerin değil, bazı kilit alt sistemlerin yurtdışından temininde sıkıntı yaşanıyor. Bunlar arasında dikine fırlatma rampası (VLS) ve helikopter yakalama sistemi (ASIST) gibi alt sistemler var. Bunların tasarımı, üretimi ve entegrasyonu testleri geciktiriyor. İyimser tahminle TCG İstanbul’un 29 Ekim 2023’te hizmete girmesi bekleniyor. Kaynak sıkıntısı nedeniyle 2017’de sadece bir fırkateyn sipariş edilebilmişti. Bu yıl üç geminin inşasına daha başlanması kararı çıktı. Ne zaman hizmete girecekleri henüz bilinmiyor.

1999 Marmara Depremi’nden beri Türk Deniz Kuvvetleri sabırla yeni gemilerine kavuşmayı ve modernize edilmeyi bekledi. Başlangıçta siyasi irade ve ekonomik kaynak yokluğu nedeniyle modernizasyon ve tedarik hedeflerinin uzağında düşen kuvvet, dış politikadaki savrulmaların bedelini de ödedi. Pek yakında kamuoyunun dört gözle beklediği bir gemi hizmete girecek. TCG Anadolu, Cumhuriyet Bahriyesi’nin ve Türk kamuoyunun dinmek bilmeyen büyük savaş gemisi özlemine bir yanıt olacak. Aslında bir amfibi hücum gemisi olmasına rağmen, karar vericiler ve kanaat önderleri ısrarla “uçak gemisi” olarak tanımlamayı tercih ediyor.

Büyük devletlerin, büyük gemileri olur. Bugün büyük gemiden murad edilen de uçak gemisinden başka bir şey değil. Kamuoyu araştırmalarında Türkiye’yi büyük güç olarak görenlerin sayısı bir hayli fazla. Türkiye’nin uçak gemisi sahibi olma düşüncesi de azımsanmayacak destek görüyor. TCG Anadolu’nun 2022 yılı sonunda Türk Deniz Kuvvetleri’ne teslim edilmesi planlanıyordu. Belki onun teslim tarihi de seçim takvimine göre yeniden uyarlanacak.

TCG Anadolu hizmete girecek girmesine de, iki sorun var. İlk sorun TCG Anadolu’nun organik hava unsurunun hangi platformlardan oluşacağı. Başlangıçta F-35B konuşlandırılması planlanırken, Türkiye’nin F-35 Müşterek Taaruz Uçağı programından çıkarılmasıyla bu ihtimal suya düştü. Rusya’dan S-400 almanın yarattığı bir başka maliyet. Varsın uçak gemisi olmasın, SİHA’lar gelene dek helikopterler görev yapar derseniz orada da sorun var. Şu anda Türk Deniz Kuvvetleri’nin Kara Kuvvetleri’nden devraldığı AH-1W Super Cobra taaruz helikopterleri dışında TCG Anadolu sürekli konuşlandırılmaya uygun hava aracı yok. Geminin denemeleri sırasında uçuş güvertesine bir AH-1W ve bir S-70B Deniz Şahin’i inerek Türk deniz havacılık tarihine geçtiler. Ama S-70B korvet ve fırkateynlerin denizaltı savunma harbinde (DSH) bel bağladığı kuvvet çarpanları. Amfibi hücum gemisinde konuşlandırılmalarının bir mantığı ve yararı yok.

Yerli üretim T-129 ATAK ve Gökbey gibi helikopterlerin günün birinde görev yapması beklenebilir. Ama sorun şu ki bu helikopterler karadaki üslerden görev yapmak üzere tasarlanıp üretildiler. Yani “denizcileşme”leri gerekiyor. Yani deniz zorlu şartlarına, özellikle de korozyona karşı güçlendirilmeleri gerekiyor. Bu da zahmetli ve zaman alan bir iş. Geçtiğimiz günlerde Kraliyet Ordusu, uçak gemilerinden görev yapmış AH-64 Apache taaruz helikoperlerini korozyon nedeniyle erken hizmet dışı bıraktı. Denizin, denizden görev yapmak üzere uyarlanmamış platformlar üzerinde böyle bir yıpratıcı etkisi var.  O zamana dek AH-1W Super Cobra’larla idare edilecek galiba. Ya da yurtdışından deniz helikopterleri temin edilerek TCG Anadolu’nun görevini layıkıyla yapması sağlanacak. Türkiye’ye bu şartlarda kim deniz helikopteri satmak ister orası meçhul.

TCG Anadolu büyük tonajlı ve kapasiteli bir amfibi hücum gemisi olarak TSK’nın denizaşırı harekât ve kuvvet kaydırma yeteneğinde muazzam bir artış anlamına gelecektir. Ancak bu kadar yetenekli bir platform, rakipler ve düşmanlar için kıymetli ve öncelikli bir hedeftir aynı zamanda. O yüzden de güçlü bir deniz görev kuvveti ile desteklenmesi gerekecektir. Sanırım asıl sorun, Türk Deniz Kuvvetleri’nin mevcut kuvvet yapısı takviye edilmeden TCG Anadolu’yu koruma ve desteklemede zorlanma olasılığıdır. Bu nedenledir ki İngiliz Type 23 fırkateynleri gündeme gelmiştir. Demode de olsalar, ilave savaş gemisi tedariki için tek seçenek gibi durmaktadırlar. Oldukça tepki toplayan bu olasılık, belki de çaresizliği yansıtmaktadır.

TSK’nın 10 yıllık tedarik planları siyasi kararlar ve hamleler yüzünden sekteye uğradıkça, giderek daha fazla “ara çözüm” ihtiyacı ortaya çıkıyor. Ara çözümlerin şekillendirdiği bir askeri gücün idamesi ve etkinliğinin sürdürülmesi TSK’nın önümüzdeki 10 yılda karşılaşacağı en zorlu sınama olabilir. Ukrayna Savaşı, tüm müttefikleri askeri güçlerini hızla modernize etmeye yönlendirmişken, Türkiye kendini bir kez daha gerilerde kalmış durumda bulabilir. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.