Neden defter tutuyorlar? Neyi not alıyorlar?

Kahramanmaraş merkezli ve 11 il ile Suriye’nin bir kısmını da etkileyen iki büyük depremin üzerinden 16 gün geçti. Yaşamını yitirenlerin sayısı ise 42 bini aştı.

Bölgede enkaz kaldırma çalışmaları sürerken dün (20 Şubat) akşam saatlerinde Hatay’ın Defne ve Samandağ ilçelerinde 6,4 ve 5,8 büyüklüğünde iki deprem daha meydana geldi. AFAD, depremde altı kişinin yaşamını yitirdiğini, 18’i ağır 294 kişinin yaralandığını duyurdu. Depremin ardından 90’dan fazla artçı meydana geldi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kahramanmaraş’taki ilk iki büyük depremin ardından yaptığı ilk konuşmada, “Gün onlarla tartışma günü değildir. Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri açacağız” demişti.

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik ise Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında 17 Şubat’ta toplanan AKP MKYK sonrası parti genel merkezinde gazetecilere açıklamalarda bulunmuş ve “Biz afet bölgemizde vatandaşlarımızla birlikte olduğumuz için siyasi tartışmaların parçası olmadık. Bunları not ediyoruz” diye konuşmuştu.

Bugün (21 Şubat) ise partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Fırsatçılığın karanlığından istifade etiketleri artıranlar, kiraları artıranlar, kasasını doldurmak için hareket edenler bu milletin bir ferdi olamayacağı gibi şerefli de sayılamazlar. Bunları tek tek not aldığımız da bilinmelidir” dedi.

Ruşen Çakır, iktidar ortaklarından gelen “not ediyoruz” şeklindeki açıklamaların, bu mevkidekilerin hesap sorma konusundaki gücünü değil, tam tersine güçsüzlüğünü gösterdiğini belirtti. Çakır, şu an bulunduğumuz ortamda, hesap vermeden hesap sormanın iktidar açısından inandırıcı olmayacağını zaten iktidarın böyle bir gücünün de bulunmadığını dile getirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bugün ikinci kez karşınızdayım. Aslında bu yayını dün yapmayı düşünüyordum. Sonra bir şekilde vazgeçtim, çok mu kafama taktım diye. Ama bugün Devlet Bahçeli de grup konuşmasında, “Bunları tek tek not aldığımız da bilinmelidir” deyince, bu konudan kaçmanın mümkün olmadığını gördüm. Mâlûm, defter tutuluyor, not alınıyor, not ediliyor. Önce Erdoğan, depremin ardından yaptığı ilk basın toplantısının bir yerinde, “Gün onlarla tartışma günü değildir. Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri açacağız” demişti. Bir meydan okuma, bir tehdit vardı. Normalde herkese barış, birlik çağrısı yapması beklenen ve bunu yapmadığı bir konuşmada, ileriye yönelik böyle bir tehdidi masaya bıraktı Erdoğan ve ardından yaptığım değerlendirmede de bunun özellikle altını çizmiştim, yadırgatıcı olduğunu söylemiştim. Tabiî ki Erdoğan olduğu için çok şaşırmıyoruz; ancak böylesine büyük bir felâketin ardından kamuoyunun karşısına ilk çıktığı ortamda kendini bunu söylemek zorunda hissetmesi çok manîdârdı.

Daha sonra AKP Sözcüsü Ömer Çelik bir MKYK toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada şöyle söyledi: “Bir yıkım siyâseti gerçekleştirseler de bunların hepsine cevap vereceğimiz bir zaman var. Bunları not ediyoruz. Ama şimdi önceliğimiz canlarımızı enkaz altından kurtarmak, yaralarımızı sarmak.” Bayağı bir ilgi çekti. İlgi dediğim: Tepkiye yol açtı. Önce: “Tutulan defter”, sonra: “Not ediyoruz”. Devlet Bahçeli, biliyorsunuz dün Hatay ve Kahramanmaraş’a gitmişti; ilk kez deprem bölgesine gitti Erdoğan’la birlikte. Onlar gittikten kısa bir süre sonra Hatay’da deprem oldu. Hattâ onların toplumun karşısına çıktıkları Hatay’daki AFAD Koordinasyon Merkezi depremden sonra tedbir amacıyla tahliye edildi. Bahçeli bugün yaptığı konuşmada dedi ki: “Depremden menfaat devşirme arayışında olanlar ahlâksızlığın markalarıdır. Bunları tek tek not aldığımız da bilinmelidir.” Bütün bunlar; “not almak”, “defter tutmak”, “not etmek”… hepsi aynı şeyi söylüyor aslında. Birincisi, şunu söylüyorlar: “Birileri bu depremden siyâsî rant elde etmeye çalışıyor”. Kim bunlar? Tabiî ki esas olarak muhâlefet partileri, muhâlif şahsiyetler, muhâlif basın — ki Bahçeli bugünkü konuşmasında üç gazetenin; birisi Cumhuriyet, birisi Birgün, diğerini şimdi hatırlayamıyorum, hattâ manşetleriyle örnek olarak verdi. Bunlar depremi suistimal ediyorlar, depremi siyâsîleştiriyorlar, yanlış yapıyorlar ve bu yaptıklarının bir karşılığı olması lâzım onlara göre. Diyorlar ki: “Biz bu karşılığı vereceğiz. Ama şimdi vermiyoruz, zîrâ şu anda biz canlarımızı kurtarmaya, insanlarımızı kurtarmaya, yaraları sarmaya odaklanmış durumdayız” — böyle bir perspektif. Bunun doğru olmadığını özellikle söylemek isterim. Bir kere şöyle bir olay söz konusu değil: “İstesek yaparız, ama şimdi yapmıyoruz. Niçin yapmıyoruz? Çünkü biz olaya siyâsî olarak bakmıyoruz. Başka önceliklerimiz var. Ama bunları da unutmuyoruz. Sırası gelince hesaplaşacağız.” Bunu derken bir güç atfediyor kendisine, atfetmek istiyor ve birçok insan da böyle algıladı. Yani ne dediler? “Bunlar yarın öbür gün yine birilerine, bu depremin ilk günlerinde yapıp ettiklerinden, söylediklerinden dolayı sorun çıkartacaklar, hesap soracaklar kendilerince” dendi.

Ben öyle düşünmüyorum. Çok ince bir fark var belki, ama şöyle düşünüyorum: “Yapmıyoruz” değil aslında, “Yapamıyoruz” diyorlar. “Yapamıyoruz” diyememeleri de, “Yapamıyoruz” dedikleri anda kendi güçsüzlüklerini îtiraf etmiş olacaklarından. Bugün Erdoğan’ın, ilk günden kendisini rahatsız eden siyâsî çıkışlara yüksek perdeden sert bir şekilde tavır almamasının nedeni, onun önceliği hayat kurtarmaya vs. vermesi değil; o anda böyle bir gücü olmamasında. Bugün Devlet Bahçeli’nin de böyle söylemesinin nedeni, Devlet Bahçeli’nin de bugün böyle bir gücü olmamasından. Çünkü öncelikle siyâsî iktidârın parçaları olarak, sorumlu mevkilerde insanlar olarak vermeleri gereken hesaplar var. Neden böyle oldu? Neden bu kadar büyük bir yıkım oldu? Neden zamânında buralara müdâhale edilemedi? Neden yardımlar tam olarak organize edilemedi? Ve en son olarak bugüne gelecek olursak — ki bugün gündüz yaptığım yayında onu söyledim: Beklendiği söylenen Hatay depremi konusunda neden hazırlıklı değildi insanlar? Neden yeterince çadır dağıtılmamıştı? Neden insanlar hasarlı binâlara girdiler, orada kaldılar ve yine en az 6 kişinin hayâtını kaybetmesine yol açtı bu deprem? Yani öncelikle bunun sorumlusu olan iktidârın sözcüleri var. Bu kişiler kendileri bir hesap vermeye yanaşmadıkları için, ama kendi destekçileri dâhil herkesin de buradaki birinci derecede sorumlunun onlar olduğunu bildikleri için –ki kendileri de biliyor böyle olduğunu–, dolayısıyla böyle bir ortamda hesap vermeden hesap sormaya kalkmak hem inandırıcı olmaz, hem de böyle bir güçleri yok. Şu hâliyle hâlen o durumdalar. Depremin ilk ânından îtibâren girmiş oldukları şoku atlatma çabasındalar. Erdoğan dün Hatay’da yaptığı 40 küsur dakikalık basın toplantısında, “Yıkılmadık, ayaktayız, her şey kontrol altında” havası verebilmek için bir yığın rakama boğulmuştu ve “Orada varız, şurada varız, şunu şöyle kontrol ediyoruz, bunu böyle kontrol ediyoruz” diye aslında adını koymadan bir hesap verme konuşmasıydı. Ama tatmin edici olmadığı ortada. Nitekim o gittikten birkaç saat sonra Hatay 6.4’lük bir depreme mâruz kalınca, yine yıkımlar oldu, yine insanlar hayatlarını kaybettiler. 

Burada şu hususun özellikle altını çizmek istiyorum: Bu tür çıkışlar, bu tür meydan okuyuşlar, bu tür tehditler bir güç mü gösterir yoksa güçsüzlük mü? Ben bu olayda –başka olaylarda farklı olabilir, ama bu olayda– Erdoğan’ın defter tutma, Ömer Çelik’in not etme, Devlet Bahçeli’nin not alma örneklerinin birer güçsüzlük ifâdesi, îtirâfı olduğu kanısındayım. Fakat bu çıkışların ardından tepki veren ve kendilerini bu siyâsetçilere, yani iktidâra uzak olarak tanımlayan insanların önemli bir bölümünde bunlara bir güç atfetme var. Bu benim bir takıntım gibi oldu nedense. İzleyenler bilir. Genellikle iktidârın sözcülerinin, başta Erdoğan olmak üzere, Bahçeli, Ömer Çelik, bu kişilerin çâresizlikten söylediklerini, çâresizlikten dile getirdikleri meydan okumaları çok ciddîye alıp buna karşı kendilerini zayıf gören, kırılgan gören insanlar var. Aslında olay böyle değil. Kırılgan olan şu hâliyle iktidar. Çok ciddî bir sınavdan çok ciddî bir şekilde çakmış bir iktidar söz konusu. Erdoğan yıllarca bize Başkanlık Sistemi’ni tam da böyle olaylar için en gerekli sistem olarak pazarladı, kendi tabanına, kendinden olmayanlara. Yani şuna çok eminim: Başkanlık Sistemi’ne oy vermeyenler de, Erdoğan istediği için buna karşı çıkanlar da, aslında Başkanlık Sistemi’nin ya da Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin çok da kötü bir şey olmayabileceğini düşünmüş olabilirler, düşündüler. Ama gördük ki hiç de öyle değil. Şu hâliyle baktığımız zaman, bütün sistemin nasıl kilitlendiğini gördük. Bu sistemin nasıl kilitlendiği konusunda Erdoğan’ı kayırmaya yönelik bir iddia, kendisine geç haber verildiği iddiasıydı — ki Süleyman Soylu net bir şekilde 5 dakika sonra Erdoğan’ı bilgilendirdiklerini söyledi, o tartışmalara nokta konuldu. Ve 5 dakika sonra bilgilenen Erdoğan’ın Hatay’a, Adıyaman’a, Kahramanmaraş’a, Malatya’ya, Antep’e, Urfa’ya, Osmaniye’ye, bütün bu bölgelere zamânında kurtarma ekiplerini yollayamamasını, zamânında yardımları yollayamamasını, bunun için yerel kurtarma ekiplerinin yaşadıkları sıkıntıları gerekçe göstermesini insanlar biliyorlar. Burada eğer inisiyatif daha da dağıtılmış olsaydı ve buralarda yerel yönetimlere belli bir güç tanınmış olsaydı… Bir diğer tartışma da biliyorsunuz askerî birlikler… bölgede çok ciddî askeri birlikler var ve bunlar da Marmara depreminin aksine burada ilk anda müdâhil olmadılar. Bu konuda Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar yalanlamaya çalıştı; ama tam da kamuoyunu iknâ edebilmiş değil.

Bütün bunlar, dönüp dolaşıp Başkanlık Sistemi’nden, “Tek adam rejimi”nden –ya da Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ydi değil mi?– evet, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nden kaynaklanıyor ve depremle berâber yaşanan, aslında bu sistemin çöküşü. Çökmüş olan bu sistem de aynı zamanda bu sistemin savunucularının üzerine çöktü ve o çöküntünün içerisinden kalkıp yarına yönelik olarak yapılan birtakım meydan okuyuşların, verilen hesaplaşma randevularının vs. çok da anlamlı olduğu kanısında değilim. Daha doğrusu bir anlamı var: Ama bu çıkışlar, not almalar, deftere yazmalar iktidârın artık iyice güçten tükendiğini bize gösteriyor. Yoksa Recep Tayyip Erdoğan’ı yıllardır biliyoruz. Kafasına taktığı birisine, kendisini rahatsız eden birisine yargıyı kullanarak, şunu bunu yaparak ânında kendince cezâsını verdirmiş birisidir — ki aslında biliyorsunuz, depremin ilk ânından îtibâren de gözaltılar oldu, sosyal medyada bant daraltma oldu vs. oldu. Hiç de öyle yarına bırakmadılar. Düşünün, “Bizim en önemli derdimiz şu anda canlarımızı kurtarmak, insanlarımızı kurtarmak, yaraları sarmak ve bu yüzden de ağzımızı bozmayacağız, hesapları sonraya bırakıyorum” diyorsunuz ve sonra bütün bu hayat kurtarma faaliyetlerinde merkezî bir rol oynayan sosyal medyaya kısıtlama getiriyorsunuz. Orada da zâten o olay da bize siyâsî iktidârın hiç de öyle, “Önceliğimiz yardımların ulaşması, önceliğimiz hayatları kurtarmak” olmadığını gösterdi. Öncelik baştan îtibâren siyâseten buradan en az zararla nasıl çıkılacağıydı. Muhâlefet hiçbir şey yapmasa bile –ki çok da güçlü meydan okuyuşlar görmedik, Kılıçdaroğlu’nun çıkışı dışında–, bu olaydaki siyâsî iktidârın performansı, olmayan performansı ya da yetersiz performansı, zâten siyâseten iktidârın üzerine çok ciddî bir faturayı yükledi. Dolayısıyla burada “birileri” deyip olayın siyâsî faturasının sorumlusu olarak başkalarını göstermesinin pek işe yaramadığı anlaşılıyor. Bir diğer seçenek de tabiî ki berâber gidiyor. Özellikle bugünkü Devlet Bahçeli’nin konuşmasında bunu gördük: Bu “Asrın Felâketi” söylemi, “O kadar kötü ki zâten dünya da kabul ediyor. Burada kim olsa böyle olur” deniyor. Hiç de öyle bir şey değil. Çok daha yüksek şiddetteki depremlerde dünyanın birçok yerinde çok az hasarla insanların kurtulduğunu biliyoruz. Dolayısıyla o yarına yönelik, “Defter tutuyoruz, hesâbını göreceğiz” türünde bu çıkışlardan iktidârın kendine bir güç devşirme çabasının çok da anlamlı olmadığını söyleyerek bitirmek istiyorum.

Bitirirken de tekrar şunu söyleyeyim: Süreci sâhadan izliyoruz. Bu dönemlerde gazeteciliğin zor, ama ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Şu anda üç ilde arkadaşlarımız var. Daha önce dört ildi, şimdi üç ilde var ve sürekli biz gidebildiğimiz kadar, bu olay iyice bir yoluna konulana kadar bölgeden bu olayı aktarmaya çalışacağız. Ama bunları yapabilmemiz sizlerin destekleriyle mümkün. Bu anlamda tekrar sizlerin Medyascope’a sâhip çıkmanızı ricâ ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.