Depremin ardından “memleket masası” neden kurulamadı?

Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce, 23 Şubat günü paylaştığı bir tweet‘te, “Sayın Cumhurbaşkanı, büyük bir felaket yaşadık. Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var. Ancak kullandığınız dil ve seçtiğiniz sözler kutuplaşmayı artırıyor. Lütfen bu dilden vazgeçin, siyasi parti genel başkanlarını bir masa etrafında toplayın ve bu badireyi birlikte atlatalım” diyerek görüşlerini belirtti.

Peki bu masa neden kurulamadı? “Memleket masası” fikri gerçekçi mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle bir masanın kurulmasnı ister mi?

Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. “Memleket masası” nedir? Aslında buna “Türkiye masası” demek daha doğru olabilir belki; ama ben burada bir incelik yapmaya çalıştım, becerebildim mi bilmiyorum. Bunu deprem sonrasında açıkça ilk kez telaffuz eden kişi, Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce oldu. O nedenle buna “memleket masası” dedim. Muharrem İnce bir geceyarısı –ki depremden yaklaşık 15-16 gün sonra– sosyal medyada bir tweet attı. Önce ona bakalım; diyor ki: “Sayın Cumhurbaşkanı, büyük bir felâket yaşadık. Birlik ve berâberliğe ihtiyâcımız var. Ancak kullandığınız dil ve seçtiğiniz sözler kutuplaşmayı artırıyor. Lütfen bu dilden vazgeçin, siyâsî parti genel başkanlarını bir masa etrafında toplayın ve bu bâdireyi birlikte atlatalım.” Çok büyük ilgi görmüş, orada görüyoruz: An îtibâriyle 7 milyon 700 bin görüntülenme, daha da artmıştır. Böyle bir çıkış yaptı Muharrem İnce. Burada söylediği: “Bir masa etrâfında toplayın. Ama 23 Şubat sabaha karşı olan bir şey ya da 22 Şubat’ın geceyarısında olduğunu hatırlıyorum. Geç kalmış bir çağrı. Tabiî burada, “kullandığınız dil” diyor; Erdoğan’ın Kızılay konusunda eleştiri yapanlara Kızılay’la ilgili söylediği acayip lâflar vardı biliyorsunuz: “Âdî’’ vs.. Erdoğan bayağı bir küfür etti yani. Ondan hareketle atılmış bir tweet.

Ama aslında bu bizi başka bir olayın üzerinde düşünmeye çağırıyor. O da “memleket masası” ya da “Türkiye masası” dediğim olay. Şimdi, çok kötü bir deprem oluyor; “Asrın felâketi” diyor iktidar sözcüleri ve yanlıları. Evet, gerçekten son dönemlerde Türkiye’nin yaşadığı, belki de Cumhuriyet târihinde yaşadığı en büyük felâketlerden birisi ve Cumhuriyet’in 100. yılında yaşanıyor böyle bir olay. 11 ili kapsayan bir deprem, sabaha karşı oluyor ve herkes büyük bir korkuyla bunu yaşıyor. Bu illerin içerisinde büyükşehir statüsünde olanlar da var, daha alt düzeyde olanlar da var. Türkiye’nin güneyi, doğusu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz’i birlikte vuran bir deprem ve kar var, ulaşım zorlukları var. Türkiye gerçekten hazırlıksız yakalandı; ama en önemlisi devlet hazırlıksız yakalandı. Özellikle ilk iki gün, hattâ üç günde kurtarma konusunda gösterilen beceriksizlik, âcizlik vs. çok sayıda insanın kurtarılabilecekken ölümüne yol açtı. Bütün bunları biliyoruz. 

Böyle bir olayın ardından ne beklenir? Ülkede tek adam rejimi var: Başkanlık Sistemi. Ama Başkan’ın hemen belli bir aşamadan sonra –olayın vahâmeti hemen anlaşılmış belli ki; aynı anda 11 il, aynı anda yıkılan çok sayıda yer– Türkiye’yi büyük bir seferberliğe çağırması gerekirdi. Geç oldu. Erdoğan’ın kamuoyu karşısına çıkması geç oldu. Öncelikle ilk çıkan yardımcısı Fuat Oktay oldu ve tüm Türkiye’yi çağırması, yani Muharrem İnce’nin söylediği birlik ve berâberlik çağrısını yapması ve bunu da tabiî ki öncelikle toplumun farklı kesimlerinin temsilcileri olan siyâsî partiler üzerinden yapması beklenirdi. Yani bu masayı daha baştan kurması gerekiyordu. Çünkü yıkım çok büyüktü, anlaşılıyordu böyle olduğu ve bunu tek başına, hele zamânında da müdâhil olamamış olan devletin, iktidârın tek başına kaldırması mümkün değildi. Erdoğan, gecikmeli bir şekilde çıktı ve o yaptığı uzun konuşmada da açıkçası bu çağrıyı yapmadı. Sert olmamaya çalıştı. Olayın şokunu hâlâ atlatamadığı belliydi, görüyorduk. Ama “Bütün partiler hep birlikte gelelim” diye, isimlerini anarak bir çağrı yapmadı. Hattâ tam tersine, “Deftere yazıyoruz, bu defteri de daha sonra açacağız” demeyi de ihmal etmedi. 

Halbuki benim bildiğim kadarıyla iktidâra ve muhâlefete yakın çevreler diyeyim –hani herkes “kulis haberi” diyor–, onlar için ilk anda bu seçenek ortadaydı, beklenen buydu. Erdoğan bir çağrı yapıp, özellikle muhâlefete çağrı yapıp; muhâlefetin de bir şekilde o çağrıya icâbet etmesinin söz konusu olmasını bekledik. Olmadı ve geceyarısı Kılıçdaroğlu o sert videoyu yapıp Erdoğan’la hizâlanmayacağını söyledi. Arada benim anladığım kadarıyla Erdoğan’a bir süre tanımış ve o süre içerisinde kendisine yönelik herhangi bir çağrı olmadığını görünce; kendisine, partisine ve temsil ettiği kitlelere yönelik herhangi bir çağrı olmadığını görünce, bu sefer o radikal kopuşu yapıp bir strateji izledi ve bunda ısrarlı bir şekilde devam etti. Muhâlefetin diğer partileri tam bu stratejiyi benimsemediler, bunu da biliyoruz. 

Erdoğan niye böyle bir çağrı yapmıyor? Bütün parti liderlerini gördüğümüz fotoğraflar çok az. Yani böyle hatırlıyorum; bir 19 Mayıs’ta Samsun’da bir fotoğraf vardı, 2019’daydı gâlibâ, yıldönümünde, 100. yılında. Çok az; hattâ Deniz Baykal’ın cenâzesini hatırlayın: Ekrem İmamoğlu’nu, Ahmet Davutoğlu’nu ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu pas geçip Muharrem İnce’nin elini sıktı ve öyle saf tuttu. Yani Deniz Baykal’ın cenâzesinde dahi, en azından CHP Genel Başkanı olması hasebiyle –çünkü Baykal da CHP’li– Kemal Kılıçdaroğlu’nun elini sıkıp başsağlığı dilemedi. Bunu yapmıyor. Bunu yapmamasının en öncelikli nedeni tabiî ki Erdoğan’ın kutuplaşmayı bir siyâset stratejisi olarak benimsemiş olması ve buradan yürüyor olması. Deprem, işte “Bu kutuplaşma stratejisinden acaba vazgeçecek mi?” beklentisine yol açtı. Vazgeçmediğini gösterdi, kutuplaşmaya devam… ve işte Muharrem İnce’nin de şikâyet ettiği o sert çıkışlar, hakaretler, küfürler vs. hepsiyle berâber yoluna devam etti. Herhalde önümüzdeki günlerde bunlar daha da artacaktır. Çünkü depremle baş etme konusunda çok büyük bir fiyaskoyu Türkiye yaşamaya devam ediyor.

Ama bir diğer boyutu da şu: Erdoğan böyle bir masadan korkuyor. Çünkü böyle bir masayı kurduğunuz andan îtibâren iktidârınızı o masadakilerle paylaşmak zorunda kalacaksınız. Tabiî ki onun gönlünden geçen şöyle bir şey olabilir: Kendisi bildiğini yapacak, ama kendisiyle muhâlefet partileri birlikte fotoğraf verecek ve sonuçta, olduğu gibi her şeyin yetkilisi Erdoğan, hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenmeyen bir Erdoğan çizgisini orada sürdürmek isteyecek. Ama muhâlefetin buna yanaşması herhalde söz konusu olmayacaktı; o yüzden o masa toplanamadı. Normal şartlarda bir memleket masası, bir Türkiye masası söz konusu olsaydı eğer, orada Erdoğan diğer muhâlefet partilerine tâlîmat vs. veremeyecek; tam tersine bir şekilde hesap vermek zorunda kalacaktı ve belki de bir şekilde onların birtakım taleplerini kabul etmek, onların birtakım önerilerini, taleplerini, eleştirilerini kabul etmek zorunda kalacaktı. Bu da onun şu âna kadar çizmeye çalıştığı bütün imajına aykırı bir şey olacaktı ve bunu yapmadı.

Bunu yapsaydı ne olurdu? Böyle bir masa kurulsaydı büyük bir ihtimalle Türkiye bir geçiş süreci yaşardı seçime kadar. Bu geçiş sürecinde muhâlefet de bir şekilde iktidârın birtakım alanlarında yer alabilirdi. Seçime az süre kalmış olsa dahi bunu yapabilirdi ve sonra da seçimi muhtemelen kazanıp yumuşak bir geçişle sonradan Türkiye’nin yeniden yapılanmasını üstlenebilirdi. Ve bu aslında Erdoğan için –hep söylenen– bir “çıkış planı” olabilirdi. Bu çıkış planı meselesi, hatırlanacaktır, yerel seçimlerin ardından da söz konusu oldu. Yerel seçimler aslında Erdoğan devrinin kapandığını bize bâriz bir şekilde göstermişti. İstanbul, Ankara 25 yıl sonra gitmiş. Adana, Mersin, Antalya, Hatay; hepsi CHP’nin eline geçmiş; İzmir zâten öyle, Aydın zâten öyle. Böyle bir olay karşısında Erdoğan, yaşadığı şokun ardından bir “Türkiye koalisyonu”, “Türkiye ittifâkı” lâfı etmişti –o zaman masa değil, ittifak diye söyleniyordu–; ama Bahçeli’nin îtirâzı üzerine bu lâfını unuttu. Bize de unutturdu. O anda da vardı bu. O günlerdeki tartışmaları hatırlayın. İstanbul seçimlerinin tekrarlatılması meselesinde Erdoğan’dan ziyâde iktidârın diğer aktörleri daha fazla öne çıktılar ve Erdoğan orada bir şekilde şansını tekrar denemeye râzı oldu ve ilk baştaki tereddüdünde haklı olduğunu da çok acı bir şekilde gördü, fark açıldı.

Burada da artık, deprem konusunda yaşanan kötü durum bâriz. Şöyle bir kötü durum var — bunu özellikle vurgulamak lâzım ve bunu yapıyorum, hep yapmaya da devam edeceğim: Erdoğan bize Başkanlık Sistemi’ni, Türk Tipi Başkanlığı’nı tam da böyle kriz anlarında ihtiyâcımız olan sistem olarak sundu. Nedir Başkanlık Sistemi? Ne için? Bürokrasi, ülkeyi yönetenlerin elini kolunu bağlıyor; kararlar hızlı alınamıyor, adımlar hızlı atılamıyor. Dolayısıyla bürokrasiyi en aza indirgemek lâzım, iktidârı tek elde toplamak lâzım. Bunun özellikle bu tür kriz anlarında yarârını göreceğimizi söyledi ve Türkiye büyük bir felâket yaşadı ve bu felâkette, Türk Tipi Başkanlık Sistemi çarpan etkisi yarattı. Ne oldu? Her şeyi tek elinde toplamış olan Erdoğan, 5 dakika sonra haberdar olduğu depreme müdâhil olabilmek için tek tek herkesi bizzat –herhalde öyle olmuştur– aramak zorunda kaldı. Çünkü herkes ona bakıyor: Vâliler, kaymakamlar, belediye başkanları, milletvekilleri, bakanlar… herkes ona bakıyor. Hattâ ordu ona bakıyor. Herkes ona bakıyor ve Erdoğan herkese tek tek ulaşıp –11 il söz konusu, bunlardan üç tânesi, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Hatay çok büyük etkilenmiş– bütün bunlara yetişemedi. Yetişmesi zâten mümkün değildi. Böyle bir hesap yapılmamıştı. Bu olayla berâber, bu depremle berâber aslında Başkanlık Sistemi de tam anlamıyla bir enkaz hâline geldi. 

İşte o masa kurulsaydı eğer, Erdoğan Başkanlık Sistemi’nin, Türk Tipi Başkanlığın, tek adam yönetiminin de aslında fiilen sonlandığını kabul etmek zorunda kalacaktı. Yapmadı, bu masa kurulamadı. Muharrem İnce şu hâliyle bakıldığı zaman deprem sürecinde iktidar yanlılarının en sevdiği muhâlefet lideri olarak öne çıkıyor farkındaysanız. Günler sonra Muharrem İnce’nin uyarısıyla bu masa gündeme geldi; ama ortada masa falan yok. Bir Türkiye masası, bir memleket masası yok. Kurulacağı da yok. Seçimler zamânında, Mayıs’ta da olabilir, en geç Haziran’da yapılacağa benziyor. Ve iş yine kutuplaşma üzerinden gideceğe benziyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Depremle berâber Türkiye bir başka fırsatı da kaçırmış oldu. Başkanlık Sistemi’nin bir şekilde tüm partilerin katılacağı bir geçiş süreciyle cenâzesinin kaldırılması ertelenmiş oldu — öyle söyleyeyim.

Bitirirken haber vereyim: Bugün birkaç saat sonra yurtdışına çıkıyorum, Amerika Birleşik Devletleri’ne gidiyorum. 3-4 gün ortada gözükmemek, yayın yapmamak niyetindeyim. Ama öyle bir ülkede yaşıyoruz ki her an her şey olabiliyor. Mecbur kalabilirim. Mecbur kalmazsam, yayın yapmazsam, “Bu adamın başına ne geldi?” diye merak etmeyin. Bir şekilde tekrar, herhalde perşembe ya da en geç cuma günü tekrar karşınızda olacağım. En azından cuma günü “Haftaya Bakış”ı Kemal Can’la birlikte stüdyoda yapma sözünü vereyim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.