Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haluk Levent yazdı: İnsan hakları sorunu olarak Türk Kızılayı

Türk Kızılayı, bilindiği gibi Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin üyesidir. Bu hareketin amacı, dil, din, ırk, sınıf, cinsiyet, milliyet gibi herhangi bir ayrım gözetmeksizin insanların acı çekmesini önlemek ve acılarını dindirmektir. Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin yedi temel ilkesi bulunmaktadır. İnsan yaşamının ve sağlığının korunmasını, acılarının hafifletilmesini, halklar arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi ve barışın, anlayışın hakim kılınmasını sağlamak gibi amaçlara sahip insaniyetçilik. İnsanlara herhangi bir farklı tutum almaksızın ve ulusal sınırlarla kendini bağlamayan bir anlayışla yardım ulaştırmayı hedefleyen “ayrım gözetmeme” ilkesi. Herhangi bir iç veya dış çatışmaya taraf olmadan güven kazanmayı hedefleyen ve siyasi, dini, ideolojik, ırk temelli ayrımcılıklardan kesinlikle uzak durmayı gerektiren “tarafsızlık” ilkesi. Ulusal derneklerin kuruldukları ülke yasaları ile bağlı ve hükümetlerinin insani faaliyetlerine yardımcı ancak uluslararası hareketin dayandığı ilkeleri üstün tutan bir özerkliğe sahip olmasına işaret eden “bağımsızlık” ilkesi. Herhangi bir çıkar elde etme amacını reddeden, diğerkâmlığı ve fedakârlığı tek amaç olarak ortaya koyan “gönüllülük” ilkesi. Her ülkede tek bir dernek olabileceğini ve bunun herkese açık tüm organları, kurumları ve faaliyetleriyle şeffaf, erişilebilir ve kayıtsız koşulsuz kapsayıcı olduğunu iade eden “birlik” ilkesi. Hareketin üyesi derneklerin eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu ifade eden “evrensellik” ilkesi. Daha geniş bilgi için Emine Karacaoğlu’nun makalesine bakılabilir.

Hareketin üç temel organı bulunmaktadır. Hareketin kurucu organı Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC), 1863 yılında İsviçre’de kurulmuştur. Hareket tarafından yürütülen yerel Kızılhaç ve Kızılay derneklerinin yardımlarını, faaliyetlerini koordine eden ve tamamı İsviçre vatandaşlarından oluşan 25 üyeli bağımsız, tarafsız bir örgüttür ve tüm dünyada 12,000 kadar çalışanı vardır. Hükümetlerin ve yerel derneklerin bağışları ile finanse edilir. 188 derneğin üye olduğu 1919’da kurulan Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu ise koordinasyonu sağlamakla görevlidir. 100 milyondan fazla gönüllü üye tarafından desteklenen bu örgüt, ICRC ile birlikte Nobel Barış Ödülü almıştır. Son olarak, hareketin temel birimlerini oluşturan Ulusal Kızılhaç ve Kızılay dernekleri vardır. Ulusal dernekler esas itibariyle ulusal sınırlar içinde ve ulusal yasalar çerçevesinde çalışırlar ama kapasiteleri elverdiği ölçüde insan hakları hukuku temelinde ve ulusal sınırları aşan faaliyetlerde bulunabilirler.

Bu uzunca tarifi iktisadi kavramlarla ifade edecek olursak uluslararası kamusal mal/hizmet üretimi şeklinde tanımlamak mümkün. Kamusal mal çünkü kullanıldıkça tükenmiyor, diğer bir deyişle insani yardım hizmetinin bir fiyatı yok. Eğer fiyatı olsaydı ve ancak bu fiyatı ödeyenlerin derneklerin sunduğu insani hizmetlere erişim hakkı olsaydı özel mülkiyete konu olan ve piyasa işleyişi içerisinde sınırlı kullanıma ve erişime sahip bir hizmet olarak sınıflandırılması gerekirdi. Hiç kuşkusuz, en kırılgan insanlık durumunu ifade eden, çatışmalara ve felaketlere maruz kalmış, yaralanmış ve belki de aile fertleri, yakınları gözlerinin önünde vefat etmiş, bildiği, tanıdığı ve alışık olduğu yaşam ortamı yıkılmış, yok olmuş kişilere insani yardımı para karşılığı ulaştırmak ufacık vicdan kırıntısına sahip olan birinin herhalde aklının ucundan bile geçmez. O yüzden insani yardım doğası gereği kamu malı niteliğindedir, dayanışmayı, karşılıksızlığı ve diğerkâmlığı esas alır. Bu niteliği ile de piyasanın, kâr odaklılığın ve fiyat sisteminin acımasızlığına, hoyratlığına terk edilemez.

Öte yandan insani yardımın ulusal sınırlar içerisine hapsedilmesi ve ulusal sınırlarla daraltılmış zihni çerçevenin içerisine sokulması da mümkün değildir. Yani devletiniz filanca komşu devletle çatışıyor olabilir, Kızılay ve Kızılhaç derneği bu çatışmadan zarar gören her bireye temel ilkeleri gereği, vatandaşlık farkı gözetmeksizin insani yardım götürmek durumundadır. Bu niteliği ile insani yardımın uluslararası bir kamu malı niteliğinde olduğu açıktır.

Kamu malı niteliğindeki mal ve hizmetlerin fiyatı olmadığından ve kolektif tüketime, yani tanım gereği ihtiyacı olanın ihtiyaç duyduğu süre ve miktarda kullanması mümkün olduğuna göre mal ve hizmet üretiminin maliyetleri de kolektif bir şekilde karşılanmak durumundadır. Hükümetlerin bütçeleyecekleri fonlar ve bağışlar bu finansmanın temel kaynağını oluşturur. Yani insani yardım faaliyeti olarak örgütlenen Kızılay’ın hizmetleri bütçe kalemlerinden ve bireysel bağışlardan kolektif olarak karşılanır. Kolektif olarak karşılanan ve tam kamu malı niteliğindeki mal ve hizmetlerin fiyatının olması ve sadece bu fiyatı ödeyebilenlerin ulaşımına açık tutulması suça konu bir faaliyettir.

Şimdi, holdingleşen Kızılay’ın durumunu bir de bu ilkeler ve tanımlar etrafında gözden geçirelim. Deprem sırasında Kızılay’ın faaliyetinin son derece yetersiz kalması büyük ölçüde holdingleşmeyle birlikte kâr odaklı bir faaliyeti önceleyerek “insani yardım” eksenli faaliyet odağını yitirmiş olmasından kaynaklanıyor. İnsani yardım odağı kaybolmasa ani gelişebilecek bir felaket ihtimaline karşı çeşitli bölge depolarında çadır ve yiyecek, içecek stoklar, acil durumda harekete geçirmek üzere yerel ve uluslararası mal temin bağlantılarını hazır tutardı. Aslında 2019 yılına kadar Kızılay’ın dernek olarak örgütlenmesi de bu şekildeydi ve dernek kamusal kaynaklardan elde ettiği gelirler ile bu sistemi aktif tutardı.

Holdingleşmeyle birlikte faaliyetlerin ana ekseni ve kontrolü fiilen dernekten şirketlere devredilmiş durumda. Dernekler yasasına göre iktisadi işletme ve dolayısıyla şirket kurulması mümkün. Ancak bu şirketlerin derneğin faaliyet amacına uygun olması gerekir. Kızılay’ın faaliyet ilkelerini ilk paragrafta ele almıştık, bu şirketlerin ne ölçüde bu ilkeler ve faaliyet amacıyla yani insani yardım ile ilgili olduğunu tartışmak gerekir.

Kızılay ilk kez II. Abdülhamid zamanında gelir getiren bir iktisadi işletmeye “Kızılay Madensuyu” işletmesine sahip olmuştu. Bu işletme vakfiye niteliğindedir. Yani, kâr odaklı olarak çalışır ve tüm kazancı faaliyetlerini desteklemek üzere Kızılay’a aktarılır.  Şirketin faaliyet konusu ile derneğin faaliyet konusu tamamen farklı olduğu için bir sorun gözükmemektedir. Tıpkı bağışlanan bir mülkün dernek tarafından kiraya verilmesi ve elde edilen gelirin dernek faaliyetlerinde kullanılması gibi. Elbette işletme ve kiralama faaliyetlerinin açık, denetlenebilir ve tamamen kayıt esaslı olması kaydıyla ve bir de onurlu bir tüccarın sahip olması gereken ticari ilkelere uygun davranılması koşuluyla. Yani bazı kişilerin ve grupların kişisel çıkarlarını ve kazançlarını öncelememek şartıyla.

Kızılay’ın içecek grubu dışında kalan şirketlerini iki grupta ele alabiliriz. İlk grup, Kızılay’ın hizmetleri için destek hizmeti sayılabilecek alanlarda faaliyet gösteren şirketler. Çadır imalatı, sağlık şirketleri, bakım şirketleri ve sosyal projelerde danışmanlık hizmeti veren şirketler gibi. Eğer bu şirketler kârlılıktan çok Kızılay’ın faaliyetlerini daha etkin bir şekilde yürütebilmesi için olanak yaratan ve maliyet düşüren şirketler gibi çalışsalardı, yani bunların ürettiği mal ve hizmetlerin başlıca tüketicisi Kızılay olsaydı ve örneğin Kızılay’a maliyetine satış yapsalardı bir ölçüde kabul görebilirlerdi. Ama yakından bakınca kesinlikle bu tür bir bağ görülemiyor. Örneğin Kızılay hastaneleri kâr odaklı, yüksek fiyatlarla neredeyse VIP hizmet veren sağlık kurumları. Kızılay ile pay sahipliği dışında bir bağı, faaliyet ortaklığı söz konusu değil. Örneğin ellerindeki kapasiteyi hızla deprem alanına yönlendirerek sahra hastaneleri kurmak, doktorların bir bölümünü alana kaydırmak ve alanda çalışmak üzere gönüllü olan sağlık görevlilerini koordine etmek gibi bir eylem hiç akıllarına gelmedi. Alanda ABD ordusu, İtalyan gönüllüleri gibi kurum ve kişiler tarafından süratle kurulmuş hastaneler gördük ama Kızılay’ın bu tür bir adım atabilecek kapasitesinin olmadığı net olarak ortaya çıktı.

Çadır üretim şirketini alalım. Kızılay Başkanı Kerem Kınık’tan bu şirketin, Kızılay’ın çadır temininde zorluk çekmemesi ve kaliteli çadırı uygun maliyetlerle üretmeyi amaçladığını duyduk ama şirketin web sayfasından gördüğümüz kadarıyla şirketin odağının pazar araştırması sonucunda piyasada oluşan talebe uygun hayvancılık çadırı vb. gibi malları üretmek olduğu anlaşılıyor. Zaten Kızılay’ın dernek olarak çadır depolamadığını, dolayısıyla zihnen ve maddi olarak felaketlere hazırlanmadığını da görmüş olduk. Elbette bunun en önemli göstergesi şirketin deposunda bulundurduğu 2000 civarında çadırı Ahbap Derneği’ne satmasıdır. Kızılay’ın bağışlarla yani kamu finansmanı ile kurulmuş şirketleri, ellerindeki çadırları Kızılay kanalı ile derhal deprem bölgesine göndermek yerine bir başka kurum tarafından toplanan bağışlarla yaratılan kaynak karşılığında satış gerçekleştirdi. Artık Kızılay Holding piyasanın insanların en kırılgan durumlarını yaratan felaketlerden kâr etmekte beis görmeyen bir akbaba sermaye kurumuna dönüşmüştür. Felaket kapitalizminin en aşağılık kurumu denilse abartılmış olunmaz, çünkü felaket kapitalizminin bir kurumu olarak çalışırken kuruluş sermayesinin kaynağı da milyonlarca kişinin en erdemli davranışlarının ürünü olan bağışlardır.

Diğer grupta ise zaten VIP yaşlı bakım şirketi Saye Bakım Hizmetleri, Emek İnşaat vb. gibi salt kâr etmek amacıyla kurulmuş şirketler bulunmaktadır. Bunlar içerisinde en fazla dikkat çekeni ise hiç kuşkusuz Kızılay Portföy Yatırım Şirketi’dir.  PYŞ bünyesinde iki gayrimenkul ve iki adet girişim ve bir adet biyoteknoloji şirketleri girişim fonu bulunmaktadır. Bu fonların içeriklerinde ne tür şirketler ve projeler bulunduğunu bilmiyoruz. Ama net olarak bildiğimiz şey, fonların yönetim kurulları var ve Kızılay Başkanı hepsinde üye. Ne kadar ücret aldığını bilmiyoruz ama ortalıkta dolaşan söylentilere göre iki asgari ücret tutarında huzur hakkı ödeniyormuş.

PYŞ’nin ilgili yasanın amir hükümlerine rağmen oldukça geriden gelen mali tablolarına bakılacak olursa 8 milyonluk sermaye ve 5 milyondan fazla birikmiş zarar bulunuyor. Diğer bir deyişle şirketlerin kâr aktarması gerekirken tersine Kızılay’dan fonlanıyor. Yani bağışlar ve kamu kaynakları bu zararın finansmanında kullanılıyor. Bir de gönüllü faaliyet gösterdiğini düşündüğümüz Başkan Kınık’ın masraflarını karşılamakta.

Kınık, ben bu göreve seçilerek geldim diyor. Doğrudur. Kızılay bir dernek ve periyodik olarak yönetim ve denetim kurulu seçiliyor. Ancak eski başkanlar tarafından birkaç yıl önce illerdeki şubelerin kapatılıp tekrar açılarak delege yapısının değiştirildiği belirtiliyor. Dolayısıyla ortada bir seçim var ama epeyce şaibeli olarak.

Derneklerin her yıl bir de mali genel kurulları olur ve idari ve mali ibra işlemleri gerçekleştirilir. Kurumun “seçilmiş” denetim kurulunun raporlarını bilemiyoruz ama Kızılay’ın web sayfasında biraz dolaşılarak da olsa ulaşılabilen 2021 yılı bağımsız denetim raporuna göre Kızılay genel merkezinin şubeler ile olan ilişkilerinde, varlık değerlemelerinde ve şirketlerin bir bölümü ile olan ilişkilerde görülen usulsüzlükler, evrak eksiklikleri ve kayıt karışıklıkları nedeniyle “sınırlı olumlu görüş” verilebilmiş. Usulsüzlüklere konu olan miktarları tam olarak ölçmek mümkün olmamakla birlikte özellikle gayrimenkul değerlemeleri ve değerli varlıkların kiralama işlemleri söz konusu olduğundan epeyce önemli miktarlardan bahsediyoruz. Denetim raporu ortadayken yönetim kurulunun nasıl ibra edildiği de ayrı bir merak konusu.

Bütün bunlar buzdağının görünen kısmından, detaylara inme olanağımız şimdilik yok. Ama bunlar bile Kızılay’ın, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin yedi ilkesini de pek çok kez ihlal ettiğini gösteriyor. Kızılay Holding artık bizim bildiğimiz insani yardım kuruluşu olmaktan çıkmış, çeşitli delege oyunları ile ele geçirilmiş ve yolsuzluklara batmıştır. Uluslararası insani yardım hareketinin bir parçası olarak yaklaşık 150 yıldır faaliyet gösteren bir kurumun bunca yıldır bağışlarla birikmiş varlıklarının ne durumda olduğunu bilemiyoruz. Holdingleşmeyle birlikte piyasa kurallarına göre çalışmaya başlayan, şeffaflığını yitiren, kamu denetiminin dışına kaçan ve son depremde de görüldüğü gibi felakete uğramış insanlara yardım etme görevini açıktan ihmal eden bir kuruma dönüştürülmüştür. Dayanağını insan hakları hukukundan alan ve yüz yıldan fazla bir süredir milyonlarca insanın fedakârlığı ile, bağışlarıyla birikmiş Kızılay varlıkları bağış amacı dışında gayri insani ve kâr odaklı faaliyetlerde kullanılır hale gelmiştir. Bu yönüyle derin bir insan hakları ihlali ve ağır bir insanlığa karşı suç durumu ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Bu gayri insani tutum ve örgütlenme ne yazık ki sadece Kızılay ile de sınırlı değil. Ruşen Takva’nın haber videosundan da izlenebileceği gibi umursamaz bir vahşet ve kibir en dipten en tepeye kadar merkezi afetlere müdahale ve yardım kurumuna hakim olmuş durumda. Yardım organizasyonu adı altında, iman edenler açısından her iki dünyada da sonuçlar yaratacak gayri insani tutumun dayanılmaz ağırlığı altında eziliyoruz. Bizi öncelikle bu dünyada olan bitenler ilgilendiriyor tabii ki.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.