Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haluk Levent yazdı | Otomasyon: Giriş

Kapitalist üretim tarzından farklı olarak, kapitalist üretim ilişkileri, bir emek piyasasının yokluğu ve hatta işyeri üzerinden tesis edilen toplumsal kontrol mekanizmasının yokluğu ile de uyumludur. Kapitalist egemenliğin alanı bu nedenle tipik olarak düşünülenden daha geniştir*.

Uzun zamandır ara verdiğim teknoloji yazılarına kaldığım yerden devam ediyorum. Önceki yazılarda teknolojinin gündelik hayatımızı derinden etkilemekle birlikte fazla da görünür olmayan veya dikkat çekmeyen ancak sahip olduğu niteliklerle bugüne kadar görülmedik ölçüde güçlü bir toplumsal kontrol mekanizması olarak ortaya çıkan veçheleri üzerinde durmuştum. “Deepfake” uygulamalarından metaverse’e kadar sahte gerçekliğin, eğer bolluk toplumunu kuramazsak yeni doğmakta olan sınıflı toplumun temel “toplumsal kontrol mekanizması” olarak işlev görmesini bekleyebiliriz. 

Aslında yeni toplumun Meszaros ve Karatani tarafından birbirlerinden bağımsız olarak geliştirdikleri yaklaşımlar çerçevesinde, sermaye (Meszarosçu anlamda) ve meta mübadelesi (Karatani anlamında) açısından bir süreklilik taşıdığı söylenebilir. Fakat bu sürekliliğin fiilen bolluk toplumunun fiziksel-teknolojik altyapısı kurulmuş olmasına bağlı olarak değer teorisinden azade, dolayısıyla da sahte gerçekliğin bir parçası olarak ortaya çıkacağını öngörebiliriz. Bir de yine uzun uzadıya üzerinde durduğumuz üretilen devasa veriler üzerinden kurulan davranışsal artık meselesi vardı. Davranışsal artık üretimi, kapitalist toplumun bağrında, bir yandan bir iktisadi artık mekanizması diğer yandan da toplumsal kontrol mekanizmasının güçlü parçalarından biri olarak yeni sınıflı toplumun nüvesi gibi işlev görmekte. 

Bütün bunları çok sayıda yazı ile olabildiği kadar ayrıntılı bir şekilde ele almıştım. Şimdi artık bu düzenin temel iktisadi altyapısı üzerinde durmak gerekiyor. Teknolojik gelişmeler ve otomasyonun bugün ulaştığı seviyenin üretim sürecinde neden olduğu derin dönüşümün sarsıcı toplumsal etkileri iyice görünür hale geldi. Teknolojik işsizlik, güvencesiz çalışma ve vasıflı emeğin düşen getirisi ilk hissedilen gelişmeler olarak değerlendirilebilir. İkinci Dünya Savaşı sonrası olgun kapitalist ülkelerde dünya sosyalist sistemi ile rekabetin, kolonyal yapının ve toplumsal mücadelelerin sonucunda oluşan refah devleti ve refah devletinin alamet-i farikası olan orta sınıf bu gelişmelerle birlikte irtifa kaybetmeye başladı. Bizim gibi ülkelerde ise neredeyse yok oldu. 

İkinci önemli gelişme, pandeminin etkisiyle hızlanan işyerinin fiziksel olarak mekansızlaşması veya tersinden okuyacak olursak fiziksel planda genişleyerek özel yaşam alanlarımızı tekrardan kapitalizm öncesi ekonomi biçimlerinde olduğu gibi üretim sürecinin bir parçası haline getirmesi olmuştur. Çalışmanın ve bu bağlamda işyerinin toplumsal kontrolün asli unsurlardan biri olduğu düşünüldüğünde genişleme tarafından bakmak ve sermayenin toplumsal kontrol alanını sıçramalı bir şekilde geliştirdiğinin altını çizmek gerekiyor. Bu aynı zamanda ücretli emeğin, yaygınlaşan “sıfır saatli iş sözleşmeleri” yoluyla fiilen tüm toplumsal kazanımlarından sıyrıldığı, hatta ücretli iş sözleşmesinin fiilen ortadan kaldırıldığı yeni tip bir iş ilişkisinin oluştuğunu da gösteriyor. Ken Loach’un “Üzgünüz Size Ulaşamadık” adlı filminde olanca açıklığı ile mükemmel bir şekilde ortaya koyduğu gibi teknolojik gelişmelerin yarattığı verimlilik artışları ile çalışma saatlerinin düşmesi, çalışanların refahının yükselmesi beklenirken tam tersine çalışma saatlerinin yükseldiği, insanlık dışı bir temponun hakim olduğu ve çalışan yoksulluğunun arttığı, kırılganlıkların tavan yaptığı bir yeni döneme girildi.

Üçüncü önemli gelişme ise üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ortadan kalkmadan ortaya çıkan devasa ve yaygın teknolojik gelişmelerin yarattığı rant toplumudur. Aslında rant ana akım iktisat tarafından da hoş karşılanmaz. Ana akım iktisat ortaya çıkan rantları negatif veya pozitif dışsallıklar şeklinde kavramsallaştırarak mümkün olduğu kadar parasallaştırıp vergi, sübvansiyon, ceza vb. gibi yollarla kamusallaştırır ve/veya yeniden dağıtıma tabi tutar. Çünkü dışsallık anlamındaki rant bir fonksiyonel gelir değildir. Yani rant sahibi üretim süreci içerisinde herhangi bir rol üstlenmediği halde rant yoluyla elde ettiği gelir (kullanım değerine dönüşebilecek genel eşdeğer) sayesinde bölüşümden pay alır. Toplam gelirler içerisinde rant gelirlerinin payı yükseldikçe üretim yapmaktansa bu tür gelirlerin peşinde koşmak daha zahmetsiz ve çekici bir hale dönüşür. Dolayısıyla rantın bu ölçüde büyümesi ve kontrolden çıkması bir servet aktarım mekanizması olarak işlev görmesinin ötesinde, bildiğimiz kapitalizmin ve değer teorisinin işleyişini aşındıran bir rol üstlenmesine neden olur. Herhalde bildiğimiz kapitalizm açısından bir varlık sorunu olarak yorumlanabilecek en önemli etki budur. İlk olarak finansal sektörde ortaya çıkan fiyat değişimleri üzerinden yapılan kontratlar, ardından salt fiyattan ibaret coin piyasaları ve nihayet fikri mülkiyet üzerinden şekillenen teknolojik gelişmeler ile ortaya çıkan rantların ulaştığı boyut düşünüldüğünde bunun en önemli etki olarak sınıflandırılmasını normal karşılamak gerekir.

Teknolojik rantın önemini vurgulamak açısından kısa bir parantez açmakta fayda var. Genetik başta olmak üzere sağlık alanında, enerji alanında, yapay zeka temelli teknolojiler alanında vb. ortaya çıkan gelişmeler bir yandan insan varoluşuna doğrudan etki eden, toplumsal yeniden üretim koşullarını radikal olarak değiştiren ve nihayet üretim sürecini insansızlaştıran sonuçlar doğurmaktadır.

Sağlıkta doğrudan insan ömrünü uzatacak, toplumsal norm olarak “güzellik” eksenli müdahalelerin etkinliğini artıran çok sayıda buluş gerçekleştiriliyor. Genetik alanında baş döndürücü bir hızla gerçekleşen gelişmeler, kendi başına üreme kapasitesine sahip sentetik hücre yaratımından canlı hücrelerin kısmen programlanabilmesine kadar binlerce buluş ve bireysel tıp alanında atılan devasa adımlar sonuçları itibariyle fiyatlanması kolay olmayan ürünler doğuruyor. Ancak üretim araçları üzerinde özel mülkiyet devam ettiği sürece bunların hepsinin bir fiyatı olacak elbette. Fiyattan bahsediyoruz çünkü bir kurum olarak piyasa tüm bu gelişmelerden sonra zayıflamak bir yana giderek güçleniyor. 

Bu aşamada belki de önümüzdeki haftalarda ele almak üzere bir tartışma başlığına atıf yapmakta fayda var. Marksist anlamda üretim ilişkilerini salt bir mülkiyet bağı, yasal olarak tanımlanmış sahiplik durumu olarak değil kişiler ve üretici güçler üzerinde oluşturulmuş etkin güç ilişkileri olarak tanımlamak. Üretici güçler üzerindeki güç ilişkisi, üretim süreci içerisinde ortaya çıkarken toplumu oluşturan bireyler üzerinde güç ilişkisinin devlet başta olmak üzere çeşitli kurumlar kanalıyla oluştuğu açık. Ama artık içinde bulunduğumuz aşamada ürünün sahip olduğu nitelikler itibariyle güç ilişkilerini piyasa üzerinden de kurmak mümkün müdür? Sağlık başta olmak üzere bütün önemli kamusal alanların dağıtılarak piyasalaştırılmasını bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda var. 

Bu bağlamda koronavirüs salgını bağlamında yaşadığımız aşı üretimi ve aşıya erişim epeyce aydınlatıcı anekdotlar barındırıyor. Son olarak, genetik alanında ortaya çıkan gelişmelerin bütün ekosistem üzerinde hakimiyet kurmaya ve insanlık üzerinde bir de ekosistem dolayımı ile güç ilişkisi tesis etmeye müsait olduğunun altını çizmekte fayda var.

Enerji alanına gelecek olursak, çok sayıda önemli teknolojik gelişme yaşanıyor. Bunların bir bölümü, -eğer ilk uç verdiklerinde hak ettikleri desteği bulabilselerdi- iklim yıkımının bu derece derinleşmesini belki de engelleyebilecek gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Ancak iklim yıkımı ile mücadelenin bir sınıf mücadelesi olduğunun altını çizmeyi ihmal etmemek gerekir. Özellikle Aralık 2022’de ABD’de kurulu Tokamak Reaktörü’nde giren enerjiden daha fazla enerjinin çıktı olarak elde edilmesi soğuk füzyon alanında büyük bir sıçrama olarak değerlendirilebilir. Artık görünür gelecekte, şayet iklim yıkımını durdurabilirsek, buradan elde edilen enerjiyi faydalı enerjiye dönüştürebilecek son derece zorlu mühendislik ve malzeme bilimi sorunlarını çözme ihtimali belirdi. Bu gerçekleştiğinde ise sınırsız ve temiz enerji kaynağına kavuşacağız. Ancak elbette, fikri mülkiyet kanunu ile garanti altına alınmış mülkiyet hakkı temelinde ve piyasa mekanizması yani fiyat sistemi üzerinden. Bu piyasada ortaya çıkabilecek rant miktarını tahayyül dahi etmek mümkün değil.

Üçüncü olarak yapay zeka alanında görülen dönüşümü ele alalım. Ana akım iktisat, teknolojinin üretim sürecinde yarattığı büyük dönüşüm ve canlı emeğin üretim sürecinden süratle dışlanması olgusu karşısında olanca sakinliği ile, sorun yok bu bir “yaratıcı yıkım” durumudur tespitini yaptı. Bunun nedeni mekanizasyon ile otomasyon arasındaki farkı önemsiz bulmaları ve daha fenası, teknolojik gelişmeyi herhangi bir üretim sürecinin belirli bir bölümünde ortaya çıkan ve o bölümde devasa verimlilik artışlarına yol açan teknik ilerleme ile sınırlı görmeleri. Bu durumda üretimin o aşamasında canlı emeğin tümüyle otomasyon tarafından ikame edilmesi sonucunda ortaya çıkan işsizlik, işgücüne yeni vasıf ve yetenekler kazandırılarak başka alt bölümlerde veya başka sektörlerde istihdam edilmeleri ile çözülebilirdi. Hatta yeni teknoloji ile yeni işlerin de çıkması mümkün olabileceğinden orta/uzun vadede istihdam artışı bile yaşanabilirdi. Yaratıcı yıkım kavramının temeli budur.

Peki ya bütün üretim sürecini ve/veya neredeyse bütün sektörleri etkileyen bir teknolojik sıçrama ile karşı karşıya kaldığımızda ne olacak?  Elbette bu durumda ana akımın yaratıcı yıkım kavramının yaratıcı kısmı ortadan kalkar veya büyük ölçüde sınırlanır. Biraz daha ileri gitmek gerekirse, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin devam ettiği koşullarda küçük bir azınlığın hem üretim sürecinde hem de “piyasa” dolayımı ile tüm toplum üzerinde sınırsız bir hâkimiyet kurduğu bir toplum oluşur. Genel amaçlı teknoloji olarak yapay zeka bu türden bir teknoloji olarak sınıflandırılmalıdır. Dolayısıyla, son aylarda Geoffrey Hinton öncülüğünde çok sayıda uzman ve bilim insanı tarafından imzalanan dikkat çekici bildiri/manifestoların bilim kurgu eserlerine özgü tınılarının öncesinde böylesine gerçek ve yakın bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzun altını çizmek gerekir. Daron Acemoğlu’nun son kitabını da bu bağlamda ele almak faydalı olur.

Önümüzdeki hafta da çeşitli veçheleri ile teknoloji ve otomasyon konusuna devam edeceğim.  

  • Nicholas Vrousalis (2017), Capital Without Wage-Labour: Marx’s Modes of Subsumption Revisited.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.