Haluk Levent yazdı: Yeni düzene doğru – İki değer teorisi

İktisadi analizin temelinde değer teorisi bulunur. Diğer bir deyişle iktisat, “bu malın/hizmetin değeri nedir?” sorusu ile başlar. Elimizde ise bu sorunun yanıtına yönelik iki değer teorisi bulunmakta. İlki Smith ile başlayan ve rasyonel noktasına Marx’ın kapitalizm eleştirisi ile ulaşan emek değer teorisi, diğeri ise halen ana akım iktisadın temel aldığı fayda değer teorisi.

Emek değer teorisine göre bir malın değeri o malın içinde kristalize olmuş emek miktarı ile belirlenir. O mal veya hizmeti üretmek için kullanılan hammadde, makine-teçhizat ve emek gibi üretim faktörlerinden ne kadar harcandığı malın değerini belirlemektedir. Emek dışında kalan üretim faktörleri de daha önce bir üretim sürecinin çıktısı olarak üretim sürecine dahil olabildiklerinden onların ilgili üretim sürecinde kullanılan bölümünü de emek cinsinden ifade etmek mümkündür. Marksist ekonomi politik yaklaşımında emek dışında kalan diğer iki üretim faktörü bu nedenle donuk kabul edilirler ve içerdikleri emek miktarının dahil oldukları üretim sürecine aktarılmasından ibaret bir fonksiyonları vardır. Dolayısıyla kristalize olmuş emek miktarı denildiğinde o üretim sürecinde kullanılan canlı ve donuk emek miktarlarının tümünün oluşturduğu bir iktisadi değerden bahsedilmektedir. Makine-teçhizat için amortisman ve üretim sürecinde kullanılan diğer girdilerin fiyatları, donuk emek miktarlarının ürüne taşınmasını ifade eden büyüklüklerdir.

Marx buradan hareketle sermayenin basit dolaşım sürecini ifade eden PARA – META – PARA’ sürecindeki PARA’ ile PARA arasındaki farkı yaratma kabiliyetine sahip tek faktörün o üretim sürecinde kullanılan (canlı) emek, olduğunu gösterir. Artı değer teorisinin özünü oluşturan bu yaklaşımda emek, ürettiği değerin bir bölümünü elde edebildiğinden karşılığı tam olarak ödenmeyen, ürettiği değerin bir bölümüne el konulan asli üretici güç konumuna sahiptir. El koyma, diğer bir deyişle sömürü, esas olarak özgür sözleşme yapma hakkına sahip emeğin kurduğu ücretli iş ilişkisine dayanır. Ücretli emek, bütün bu üretim sürecini kurgulayan sermaye sahibi tarafından üretim sürecinde kullanılmak üzere kiralanır. Ancak kiralama bedeli yani ücret, emekçinin ve ailesinin yeniden üretimini sağlamak için gerekli harcamaları yapabileceği miktarda belirlenirken üretim sürecinde teknolojinin (sermaye stoku olarak da okunabilir) ve sahip olunan becerinin fonksiyonu olarak yaratılan değerin altında kalır. Emeğin yarattığı değer ile ücret seviyesi arasındaki fark toplumsal olarak seviyesi değişkenlik göstermekle birlikte tarihsel olarak artmaktadır. Üstelik artış doğrusal değil üstel bir bağıntıya uygun olarak gerçekleşmektedir.

Sermaye ise bütün bu süreci kurgulayan hakim güç olarak üretilen artı değere sahip çıkma imkanına kavuşmaktadır. Dolayısıyla sermaye, bir üretim tarzı olarak kapitalizme adını veren faktör, tüm sürecin iktisadi kontrolünü elinde bulundurma özelliğine sahiptir. Bu süreci başlatma motivasyonu ise sürecin sonunda başlangıca göre daha büyük bir sermaye miktarına ulaşmaktır. Sermaye dolaşım süreci kendiliğinden kapanan, sonlanan bir süreç değildir. İçsel sorunlara, değerlendirme hatalarına ve kriz, savaş vb. gibi az-çok dışsal sayılabilecek nedenlere bağlı olarak her tekil dolaşım süreci beklendiği gibi sonuçlanmayabilir. Bu nedenle dolaşım sürecine başlayan her sermaye miktarı için işin niteliğine, tarihsel ve toplumsal duruma bağlı olarak değişkenlik gösteren ve sürecin tamamlanmama olasılığını niteleyen bir risk bulunmaktadır.

Dolayısıyla sermayenin artık beklentisi risksiz sermaye getirisini temsil eden faiz oranı ile bu riskin karşılığını temsil eden getiri miktarından anlamlı ölçüde büyük olmalıdır. Minimum sınır budur ancak maksimum getiri için bir sınır yoktur. Bu tür konular basit dolaşımın sınırları dışına taşmakta ve analizi karmaşıklaştırmaktadır. Ancak para ve kredi piyasalarının da işin içine katılması anlamına geldiğinden modern kapitalizmi anlamak için son derece sınırlı bir ölçüde de olsa ilerideki yazılarda ele almak gerekecek. Bu noktada bütün bu getirilerin her durumda emeğin üretim sürecinde ödenmeyen payına bağlı olarak ortaya çıktığının altını çizerek devam edelim. Bizim bildiğimiz, normal kapitalizmin işleyişi açısından.

Emek değer teorisi kapsamında üzerinde alt edilmesi güç bir sorun, bir zayıflık olarak durulan en ilginç konulardan biri dönüşüm (transformasyon) sorunudur. Emek değer yaklaşımı esas itibariyle kapitalizmin kökü, üretim sürecinin bizatihi kendisi ile ilgilidir. Dolayısıyla piyasa fiyatları ile ait olduğu üretilen değerler arasında bir denklik/tekabüliyet bağı olmalıdır. Bağdan söz edilirken elbette özdeşlikten bahsedilmiyor. Ancak iki farklı fiyat olduğunu, birinin kök üretim ilişkilerine bağlı olarak ortaya çıkan üretim fiyatları, diğerinin piyasalarda oluşan spekülasyon ve manipülasyonları da içeren piyasa fiyatları şeklinde adlandırıldığını söyleyebiliriz. Kaba bir benzetme ile hareket edecek olursak Marx’ta artı değerleri de ihtiva eden ve kök üretim ilişkilerine bağlı olarak ortaya çıkan bir değer, üretim sürecinin sonucunda oluşan üretim fiyatları ile temsil edilen bir değer vardır; piyasa fiyatları ise üretim fiyatlarının etrafında salınan fiyatlardır. Teorik olarak bu iki fiyatın akıldışı sayılabilecek miktarlarda ayrışması beklenmez. Bir kez daha altını çizmeli, eğer kapitalizm normal olarak işliyorsa.

Bu bağıntının kopmasını engelleyen önemli mekanizmalardan biri krizlerdir. Tıpkı genel toplumsal krizlerin gösterdiği gibi lokal piyasalarda da bu iki fiyat arasında ölçüsüz bir açılma sürgit devam edemez. İrrasyonel fiyatları, ya akıl dışı fiyatlamaya neden olan gelişmeler ortadan kalktığında veya fiyatın yanlış olduğu fark edildiğinde oluşan büyük çöküş ve ona bağlı değersizleşme düzeltir. Aslında kapitalizmin fetiş karakterini ortaya çıkartan nedenlerden biri de bu olanağın varlığıdır. Bu tür dalgalanmaları yine krizlerden öğrendiğimiz gibi irili ufaklı servet transfer mekanizmaları olarak değerlendirmek de mümkündür.

Kapitalizm bir yandan da geniş (neredeyse sınırsız) bir göreli fiyatlar sistemidir. Göreli fiyatlar kaynak dağılımını yaratan sinyalleri üretir. Diğer bir deyişle, kapitalizmin odak noktasını oluşturan sermayenin dolaşım sürecini başarıyla tamamlayabileceği alanları, ana akımın jargonu ile ifade edersek yatırımın yöneleceği sektörleri bu sinyaller belirler. Göreli fiyat sistemi ise tüketicilerin tercihlerini ve buna bağlı olarak ortaya çıkan davranışlarını yansıtır. Ana akım iktisada göre bu tercihlerin ardında tüketicilerin faydalarını en yüksek seviyeye çıkartma isteği yatmaktadır. Diğer sosyal bilim dallarına göre son derece zayıf kabul edilebilecek bir rasyonel birey/tüketici tarifine bağlı olarak davranışlar ise tercihlerin ve gelirin bir fonksiyonu olarak tarif edilebilirler. Kısaca ifade etmek gerekirse tüketici talebi diğer pek çok faktörün etkisinin yanı sıra, büyük ölçüde ve esas olarak faydayı temsilen tüketici tercihlerine ve bu tercihlerin piyasaya yansımasını düzenleyen gelir seviyesine bağlıdır.

Dolayısıyla, ana akıma göre bir mal veya hizmetin fiyatını belirleyen esas olarak onun giderdiği ihtiyacın önemi ve miktarı, diğer bir deyişle faydasıdır. Fayda değer teorisi olarak adlandırılan bu yaklaşıma göre değer teorisinde üretim süreci ve üretim ilişkileri görünmez olmuştur. Elbette ana akım iktisadın bir üretim teorisi vardır ancak bu yaklaşımda üretim sermaye, doğal kaynaklar, emek ve bütün bunları biraraya getiren girişimci olmak üzere dört üretim faktörü bulunmaktadır. Üretim sürecinde piyasa fiyatları ile ölçülen değerin üretimine katkıda bulunan tüm faktörler sağladıkları katkı yani verimlilikleri ölçüsünde paylarını alırlar. Dolayısıyla fayda değer teorisi çerçevesinde yapılan açıklamaya göre üretim sürecinde karşılığı tam olarak ödenmeyen herhangi bir üretim faktörü bulunmamaktadır.

Her üretim faktörü üretim süreci içinde sağladığı katkıya ve zımni olarak kıtlık seviyesine bağlı olarak bir getiri elde eder. Genellikle sermaye “her zaman kıt olduğundan” ve tersine emek “her zaman bol olduğundan” sermayenin getirisi yüksek ve emeğin getirisi yani ücretler ise görece daha azdır.

Bu yaklaşımda karışıklık yaratan unsur girişimci adı verilen kesimdir. Çünkü diğer üretim faktörleri net olarak faktör gelirleri ile ilişkilendirilebilirken girişimcinin faktör geliri kalıntı olarak hesaplanır. Ücret emeğin, faiz sermayenin ve rant doğal kaynakların faktör geliridir ve fiyatları az-çok belirlidir. Girişimci ise kar elde eder ve kar dalgalanmaktadır; genellikle girişimci ile sermaye sahibi aynı kabul edilebilirdi ancak özellikle finansal piyasaların oluşmasıyla birlikte ödünç verilebilir fonlar ve bu fonları talep ederek sermaye ihtiyacını karşılayan girişimciler (başlangıçta yatırım kredisi, ilerleyen dönemlerde ise işletme sermayesi vb. olarak) biçiminde bir ayrıştırma ortaya çıkmıştır.

Her iki değer teorisinin ve modern iktisadi hayat içindeki görünümlerinin, bin bir farklı uzantıları var ancak bu kısa yazıda sadece en temel özelliklerini ele almak mümkün oldu. Daha geniş bilgi için çok sayıda kitap ve makale bulunabilir. Ancak kısa bir karşılaştırma yapılacak olursa emek değer teorisinin üretim sürecinin kendisini tek yaratıcı güç olarak emek üzerinden kurguladığı ve piyasa işleyişini bu kök ilişki üzerinde oluşan bir kabuk gibi gördüğü söylenebilir. Diğer bir deyişle emek değer teorisinde piyasa işleyişi merkezi bir rol üstlenmez ancak açıklamanın önemli bir parçasıdır. Fayda değer teorisinde ise göreli fiyatlar sistemi şeklinde ifade edilebilecek piyasa işleyişi değer teorisinin merkezine yerleşmiştir. Göreli fiyatlar sistemi bir yandan kaynak tahsisinin esasını oluştururken diğer yandan bireylerin/tüketicilerin tercihlerini, faydayı esas alarak yansıtır.

Bu noktada ilginç bir soru ortaya çıkmaktadır. Teknolojinin üretim sürecinde yarattığı ve artık kolayca gözlemlenebilen ciddi dönüşüm bu iki değer teorisinin dünyaya dair açıklamalarını nasıl etkiliyor?

Önümüzdeki hafta bu soruyu ele almaya çalışacağım.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.