Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haluk Levent yazdı: Türkiye’de afet yönetiminin değişen kurumsal yapısı ve Kızılay

On ilimizi etkileyen (Afet bölgesi ilan edilen Elazığ ile 11) korkunç depremin ilk saatlerinden itibaren acil yardım ve kurtarma faaliyetlerindeki büyük eksiklik tartışılmaya başlandı. Açıkça görülen ve iktidar tarafından da kısmen kabul edilen (en tepeden yapılan açıklamaya göre sadece ilk günle sınırlı) plansızlık, keşmekeş ve müdahale etmeme/edememe hali hakimdi. Her konuda olduğu gibi kendini imal edilmiş sahte gerçekliğin parçası olarak tarif etmeye özen gösteren bir yalan makinası suretinde örgütlenmiş iktidarın propagandalarını bir kenara bırakacak olursak, gerçek durum günler boyu süren ve binlerce cana mal olan bir donup kalma hali olarak tanımlanabilir. İlk anda müdahale etmeye çalışanlar depreme maruz kalan insanların kendileri ve çabucak örgütlenerek bölgeye ulaşan yurttaşlar, hükümet dışı kurumlar yani sivil toplumdu. Çok sayıda siyasi parti de meşrebine göre çeşitli biçimlerde harekete geçti.

Bu hareketsizlik halini ortaya çıkartan çok sayıda nedenden bahsedilebilir. Öncelikle ve haklı olarak çokça üzerinde durulan aşırı merkezi ve otoriter rejimin, toplumun can damarlarını tıkayacak ölçüde ceberut yönetim anlayışını saymak gerekir. Bu anlayışa göre yurttaş inisiyatifine dayalı her türlü merkezkaç eğilim görüldüğü yerde boğulmalıdır. Deprem öncesinde pek çok farklı alanda yapıldığı gibi deprem sonrasında da boğulmaya çalışıldı. Fakat kılcal damarlara kadar her şeye hakim olması ve bütün kararları alması beklenen merkezin yetenek, çalışkanlık ve kapasite olarak bu becerinin çok uzağında kalan bir boşluktan ibaret olduğu açıkça ortaya çıktı. Nefrete, yok etmeye ve öldürmeye dayalı örgütlenme hayat kurtarmaya gelince çuvalladı.

Devletin deprem, yangın, sel ve salgın gibi afetlere müdahale yaklaşımı hep benzer özellikler taşıyor. Muhtemel felaketlerin öncesinde kapsamlı ve hayat kurtarmaya dönük ciddi bir kamusal faaliyetin olmadığı üzerinde herkes hemfikir. Felaket sırasında ve hemen sonrasında devletin müdahale yöntemlerinin ve kararlığının son derece yetersiz kaldığı net bir gözlem. Felaket sonrasında devletin rehabilitasyon planının piyasa eksenli ve felaket kapitalizmi ile kavramsallaştırılan işleyişe uygun kararlardan ve uygulamalardan oluştuğu ise açık bir gerçek. Bütün bunlar, iktidarın iki temel özelliğini yani piyasayı kutsal kabul eden ve kâr odaklılık dışında herhangi bir amacı içermeyen bir yaklaşımı ve hamasi bir söylem etrafında olan biteni normalleştirmeyi hedefleyen bir anlayışı açık ediyor.

Bu, özellikle deprem gibi bilimin nerede ve nasıl olacağı konusunda kesin bilgiye sahip olduğu ve bunu elindeki her olanağı kullanarak toplumsallaştırmayı başardığı bir konuda net olarak ortaya çıkıyor. Marmara Bölgesi’nde meydana gelen 1999 depreminden sonra “bir daha asla böyle olmayacak” denilerek yola çıkıldı, büyük bir mali kaynak yaratıldı ve sonrasında bu kaynak bütçe içerisinde başka alanlara yönlendirildi. AKP iktidarıyla birlikte kentsel dönüşüm adı altında kağıt üzerinde tarif edilen amaç ile hiç ilgisi bulunmayan, salt imar rantı yaratmak ve bunu parasallaştırmak üzerine kurulu ve sonuçta beklenen depremin gerçekleştirebileceği hasarı büyüten bir süreç yaşandı. AKP iktidarı insan hayatını parasallaştırılmış ranta kurban etti. Sonuç olarak, aradan geçen 24 yıl sonunda İstanbul’da riske maruz insan sayısı katlandı, muhtemel yıkımın boyutu arttı ve ekonomide yaratabileceği hasar büyüdü. Üstelik Maraş – Hatay ekseninde yaşadığımız üç depremin sonrasında ortaya çıkan manzara arama kurtarma faaliyetinin yetersizliğinden ötürü can kaybının artabileceğini de gösterdi.

Bu düzeninin oluşumunu besleyen kanalları geçen yazımda ele almıştım. Bu yazıda ise biraz Türkiye’de yardım ve kurtarma sisteminin kurumsal dönüşümü üzerinde durmak istiyorum. Son yıllara kadar felaket sonrası müdahale sisteminin iki temel unsuru vardı: kurtarma işlerinden sorumlu sivil savunma ve gerektiğinde ordu; iaşe, sağlık ve barınma işlerinden sorumlu Kızılay. Savaş ve felaket ortamında silahsız, koruyucu ve kurtarıcı önlem ve faaliyetleri içeren sivil savunma, Türkiye’de 2009 yılına kadar içişleri bakanlığına bağlı bir genel müdürlük olarak örgütlenmişken 2009 sonrasında kapatılarak işlevleri Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na (AFAD) devredildi. Büyük ölçüde profesyonelleştirilen ordunun sivil savunma faaliyetlerini gerçekleştirilebilecek birimlerinin ise geniş oranda tasfiye edildiği anlaşılıyor. Yani, 1999 depreminde ordu felakete müdahale ederken iyi kötü bir planı, bu planı gerçekleştirebilecek birimi ve yetişmiş personeli vardı. Bu birim sahaya indiğinde kimin nerede hangi görevi icra edeceği belliydi ve tatbikatlarla müdahale yeteneği canlı tutulurdu. Hatta 1999’un hemen sonrasında, beklenen İstanbul depremine yönelik müdahale planlarını güncellediği, çıkarma gemilerinin kullanılacağı vb. gibi söylentiler de revaçtaydı. Bugün ordu sahaya inse bile eskisi kadar etkin olamayacağının altını çizmek gerekir. Yani ordunun ilk andan itibaren sivil savunma tanımı kapsamındaki faaliyetleri etkili bir şekilde icra edebilecek yeterlilikten yoksun olması müdahale yeteneğini kısıtladı. AFAD’ın bu açıdan orduyu da ikame etmesi gerekiyordu, en azından teorik olarak. AFAD’ın tasfiye edilen kurumların yıllar önce sahip olduğu güçten çok uzakta kaldığı ve organizasyon, bütçe ve personel yeterlilikleri bakımından acilen yeniden örgütlenmesi gerektiği ortada. Yeniden örgütlenmenin yurttaş katılımı ile ve yerel birimlere özerklik verecek şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği de açık.

Kızılay tarafında olan biten ise çok daha trajik ve neo-faşist enternasyonelin mensubu bir iktidarın zihniyet dünyasını kavramak açısından oldukça öğretici. Kızılay 2019’da holdingleşince kamuoyunun dikkatini çekmişti. Bu konu özellikle Birgün muhabiri İsmail Arı’nın çok sayıda haberi ile kamuoyunun gündemine geldi. Basit bir Google taraması ile İsmail Arı’nın haberlerinden Kızılay’ın şirketleri ve holding yapısı, buralarda ihdas edilen kadrolara yapılan ahbap çavuş atamaları, ahbap çavuşların ölçüsüz maaşları, tarikat şirketleri ile kurulan iş ilişkileri vb. gibi konular hakkında detaylı bilgilere ulaşılabilir. Açık Radyo’da “Altın Saatler” programında Gürhan Ertür’ün, konuğu Av. Murat Cano ile holdingleşmenin hukuki bir değerlendirmesi açısından kapsamlı bir program yaptığının altını çizmeliyim (Açık Radyo kayıt arşivi 25.09.2019). Benim gündemime ise Gazete Pencere’de yolsuzluk kültürü üzerine yazdığım yazıda (https://www.gazetepencere.com/yolsuzluk-kulturu/) Kızılay’ı bir ağ merkezi (network hub) olarak nitelendirmem üzerine gönderilen Kızılay açıklamasını yanıtlamam ile girdi (https://www.gazetepencere.com/kizilayin-yazisi/). Yazılar, o dönemde Kızılay’ın kamu yararına dernek sıfatıyla sahip olduğu ayrıcalıkları “şartlı bağış” adı altında özel kişiler arasındaki uluslararası para transferinde kullandırtmasıyla ilgiliydi. Para transferi yeteri kadar kuşkuluydu ve Kızılay’ın bu işe dahil edilmesi ise kurumun bilinen faaliyet alanını çoktan terk ettiğinin ilanıydı.

Kızılay, hukuki statüsünü tanımlayan tüzüğünün dördüncü maddesine göre Uluslararası Kızılhaç-Kızılay Konferansı’nda alınan karar ile Türkiye’nin de taraf olduğu bir uluslararası antlaşmadan alan, özerkliğe sahip. Sıradan bir dernek değil uluslararası hareketin bir parçası olarak dahil olduğu hareketin ilkeleri ile kendini bağlayan bir kurum. Dolayısıyla bu tür bir kurumun yönetimini hasbelkader ele geçiren bir topluluğun kişisel hırs ve çıkarlarına uygun bir şekilde hareket edemez. Örneğin biz derneğiz ve Türkiye’de derneklerin iktisadi işletme kurması mümkündür diyerek amaç ve ilkeleri ile çelişen şirketler kuramaz, holdingleşemez ve ticari ilişkiler tesis edemez.

Uluslararası hukuki metnin ötesinde Kızılay, bu topraklarda 150 yıllık bir geleneğin ardılıdır. On binlerce bağışçının katkılarıyla yaratılmış varlıkları ile bu topraklardaki insanların zor zamanlarında ihtiyaç duydukları yardımı getirmek üzere çalışır; kurumsal örgütlemesinin tek amacı da bu yardımlarda etkinliği en üst seviyede gerçekleştirmektir. Kâr odaklılık amaçları arasında yer alamaz. Dolayısıyla, iş ve işlemlerde ortaya çıkabilecek kötü uygulamaların ötesinde salt bu ilkelere aykırı hareket etmek bile cezai sorumluluk doğurur.

Web sayfasına bakılacak olursa Kızılay’ın 13 şirketi bulunuyor. Şirketlerin bir bölümü lojistik, çadır-tekstil vb. gibi insani yardım faaliyetlerinin ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlerin üretimini gerçekleştirmek üzere kurulmuş. Bir bölümü sağlık, evde bakım gibi yardımcı hizmetlerin verilmesini amaçlıyor. Bunların arasında Saye Rezidans gibi lüks bakım hizmeti veren şirket de var.

Bir diğer grup ise Kızılay’a gelir sağlamak amacıyla faaliyet gösteren şirketlerden oluşuyor. Kızılay Maden Suları bunlardan biri. Şirketin web sayfasına göre II. Abdülhamid döneminde Şişli Etfal Hastanesi’nin finansmanına kaynak oluşturması için hastane imtiyazına verilmiş bir kaynağa ve yine 1926 yılında bağışlanan bir diğer maden suyu kaynağına dayanıyor. Şirketin sahip olduğu işletmeler bağış veya tahsis yoluyla derneğin bünyesine geçmiş varlıklar. Kuruma bağlı en ilginç şirketlerden biri Kızılay Gayrimenkul ve Girişim Sermayesi Portföy Yönetimi. Şirket bünyesinde iki adet gayrimenkul yatırım fonu, üç adet girişim sermayesi yatırım fonu bulunuyor. Dolayısıyla Kızılay, derneğin ötesine geçerek 13 şirketli bir holding yapısı oluşturmuş.

Holdingleşen Kızılay’ın şirketlerinin web sayfasına bakılacak olursa 2019’da oluşturulan bu yapı ile insani yardım faaliyetlerinin daha etkin ve verimli bir şekilde gerçekleştirilmesi amaçlanıyor. Ancak, özellikle felaket bölgelerinde kullanılmak üzere konteyner üretmesi beklenen Kızılay Sistem Yapı adlı şirketin konteyner stokunun bulunmaması bütün bu organizasyonun asıl amacından uzaklaşıp uzaklaşmadığını sorgulama ihtiyacını doğuruyor.

Önümüzdeki hafta bu konuya devam edeceğim.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.