Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu mu görmek istiyordu, neden? Kılıçdaroğlu sağ seçmeni kapsayabilir mi? Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı yardımcısı adaylarının Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş olması iktidarı nasıl etkiledi? Millet İttifakı krizini iktidar nasıl izledi?
Ruşen Çakır yorumluyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Bir efsâne vardı; o efsâneye göre iktidar, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, karşısında rakip olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu görmek istiyordu. Kılıçdaroğlu’nun aday olması durumunda seçimi garanti olarak görüyorlardı. Bu, uzun zamandan beri; Kılıçdaroğlu’nun adaylığını ilk deklare ettiği, yani yaklaşık bir yıldan beri gündemde olan bir husus. Bu çok konuşuldu. Tabiî ki bunun en temel gerekçesi, yapılan kamuoyu araştırmalarında bir Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, hattâ Meral Akşener’e kıyasla Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında çok az oy alıyor gözükmesiydi. Ama onun da dışında tabiî ki Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu kolay lokma olarak görmesiydi. “Bay Kemal” vs. diyerek bir şekilde onu küçük düşürmeye çalıştı uzun bir süre ve daha önce girdiği seçimlerde –son yerel seçim hariç– hemen hemen hepsinde Kılıçdaroğlu’nu yenmiş olması. Hemen hemen hepsi diyorum; çünkü 2015’te Haziran’da çok bâriz bir yenilgi yaşamıştı. Bir diğer husus da tabiî ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin Türkiye’de çoğunluğu oluşturduğu varsayılan sağ seçmen nezdinde târihsel olarak antipatik bir durumunun olması. Ve şunu söylediler: “Çok istiyorsan ol. Hadi adaylığını açıkla” diye sürekli onu teşvik ve tahrik ettiler. Sonunda da Kılıçdaroğlu, Millet İttifâkı’nın adayı oldu. Ama bakıyoruz, pazartesiden bu yana iktidar çevreleri hiç de zil takıp oynuyora benzemiyorlar. Hattâ morallerinin çok bozuk olduğunu da söylemek mümkün.
Buradaki mesele sâdece cuma günü yaşanan o krizin –ki ona çok mutlu olmuşlardı– sonra düzelmesi, tekrar masaya altı partinin oturması değil; onun da ötesinde, Kılıçdaroğlu’nun adaylığının cuma gününden pazartesi gününe kadar geçen süre içerisinde çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkması. Şöyle söyleyeyim: İlk başta bütün bunlar yaşanmadan, İYİ Parti’nin o büyük kopuşu, Meral Akşener’in cuma günkü o büyük meydan okuması olmadan, bir şekilde sîneye çekerek, istemediğini belli ederek, “Ama ne yapalım?” diyerek Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul etmesi durumunda işler çok daha değişik olacaktı — ki bu senaryo herhalde Erdoğan’ın ve birçok iktidar yanlısının aklındaki en geçerli senaryoydu. O da neydi? Kılıçdaroğlu bir şekilde İYİ Parti tarafından da kerhen desteklenecek, bu arada Ekrem İmamoğlu’nu ya da Mansur Yavaş’ı isteyenler de bir şekilde Kılıçdaroğlu’na oy verip vermeme konusunda tereddüt yaşayacaklar ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığı açıklandıktan sonra seçim yapılana kadar muhâlefeti bölüp parçalamak için, muhâlif seçmenin kafasını bulandırmak için yeterli sayıda malzeme olacaktı. Örneğin ne olacaktı? İYİ Parti’den birtakım isimler yine, “Tamam, Kılıçdaroğlu aday oldu, ama kazanacağına emin değiliz” gibi açıklamalar yapacaklardı. “Keşke Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu olsaydı” gibi bir hava yaratılacaktı, böyle açıklamalar olacaktı ve muhâlefet tek adayla; ama birlik ve berâberlik duygusu olmadan seçime girecekti. Burada da Erdoğan’ın oyu artacaktı ya da Kılıçdaroğlu’nun oyu azalacaktı. Bir diğer husus da tabiî ki Kılıçdaroğlu’nun adaylığının İYİ Parti tarafından kabul edilmesinde belki birtakım şartlar söz konusu olacaktı ve ondan dolayı da Kılıçdaroğlu HDP seçmeniyle kuracağı ilişkide bayağı zorluk yaşayacaktı. Ama şimdi bir bakıyoruz, bütün bunların hepsi ortadan kalktı. Nasıl kalktı? Şöyle söyleyebilirim: İYİ Parti ve Meral Akşener, Kılıçdaroğlu’na îtirazlarının kotasını bir çırpıda, bir günde hepsini doldurdular. Öyle büyük bir çıkış yaptılar, öyle büyük bir meydan okuyuş ve kopuş yaşadılar ki cuma günü, artık pazartesi günü masaya tekrar döndükten sonra herhangi bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla ilgili herhangi bir îtiraz, eleştiri, memnûniyetsizlik gösterisi yapma imkânları da sanki ellerinde kalmadı, hepsini tükettiler. Eğer Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, CHP yöneticileri ve masanın diğer ortakları ve öyle gözüküyor ki tabiî ki dışarıdan destek verecek olan HDP, İYİ Parti’nin onurunu zedeleyecek birtakım çıkışlar yapmazsa –ki çok az bir süre kaldı, herhalde buna çok dikkat edeceklerdir– İYİ Parti’nin bu önümüzdeki seçime kadar Kılıçdaroğlu konusunda artık çok da fazla sorun çıkartacağını sanmıyorum. Ne kadar angaje olurlar, ne kadar kampanyaya dâhil olurlar bu tabiî ki önemli; ama bir yerden sonra bu adaylıkta mutâbık kaldıkları için onun da çok fazla önemi kalmayacak. Yani şöyle söyleyebilirim: Meclis seçimlerinde, milletvekili seçimlerinde İYİ Parti’ye oy verip, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na oy vermeyecek seçmen sayısının çok yüksek olacağı kanısında değilim. Zâten burada Meral Akşener’in de cumhurbaşkanı yardımcısı olarak yer alacak olması, yani milletvekili adaylığını düşünmemesi de ayrı bir şeyi gösteriyor. Çünkü Meral Akşener’in önümüzdeki dönemde etkili bir şekilde siyâseti sürdürebilmesi için Kılıçdaroğlu’nun kazanması gerekiyor. Şu âna kadarki süreçte neydi? 2018’de aday oldu, aday olduğu için milletvekili adayı olamadı; aday olarak kaybetti, milletvekili de olamadı ve partisini milletvekili olmadan yönetti. Şimdi önünde iki seçenek vardı: ya milletvekili olacak ve grubun da başına geçecek ya da cumhurbaşkanı yardımcısı olacak ve orada iktidârın güçlü bir figürü olarak partisinin liderliğini sürdürecek. Sonuçta Kılıçdaroğlu’nun kazanması aynı zamanda Meral Akşener’in de İYİ Parti’nin de kazanması olacak ya da Kılıçdaroğlu’nun kaybı onların da kaybı olacak. Bir kader birliğinin kesinleşmiş hâli var.
Bir diğer husus da tabiî ki Kılıçdaroğlu’nun adaylığının karşısına “kazanabilir aday” argümanıyla çıkartılan Mansur Yavaş’ın ve Ekrem İmamoğlu’nun da, o bulunan formülle cumhurbaşkanı yardımcısı olacaklarının îlân edilmesi. Zâten seçim kampanyasına katılacaklarını varsayıyorduk; ama şimdi müstakbel cumhurbaşkanı yardımcısı olarak aynı zamanda kendileri için de oy isteyecekler ve İmamoğlu ile Yavaş’ın da aktif bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun ekibinde yer alan iki figür olarak kampanyaya katılacak olması da Kılıçdaroğlu’nun elini epey güçlendirecek. Bunun sonucunda, başlıkta dediğim gibi; Erdoğan için en kötü senaryo gündeme gelebilecek Kılıçdaroğlu eğer kazanırsa. Bunu daha önce birçok yayında söyledim: “Kılıçdaroğlu’nu ister mi istemez mi aday olarak bilmiyorum; ancak Erdoğan’ın en istemediği husus Kılıçdaroğlu’na kaybetmek olacaktır”. Dünkü “Adını Koyalım”da Kemal Can da bunu –ki o da benzer bir görüşteydi– uzun uzun tekrar anlattı. Neden? Çünkü diyelim ki Meral Akşener’e karşı mücâdele etti ve Meral Akşener’e yenildi. Böyle bir durumda, “Sonuçta birbirimize komşu kişileriz. Dolayısıyla seçmen artık bir değişiklik istedi” deyip, Meral Akşener’le bir yumuşak geçişi söz konusu edebilirdi. Meral Akşener’le biliyorsunuz Erdoğan çok ciddî kapışmalara girmedi. Arada sırada eleştirdiği oldu; ama bir Kılıçdaroğlu’na yaptığı gibi onu diline dolamadı. Dolayısıyla Meral Akşener’e karşı kaybetmek onun için çok da acı olmayabilirdi. Mansur Yavaş olsaydı benzer şekilde şunu diyebilirdi: “Sonuçta Mansur Yavaş’la komşu sayılırız. Benim yerime Mansur Yavaş’ın seçilmesi aslında milletin tercihinin çok da değişmediğini gösteriyor”. Ekrem İmamoğlu konusu biraz daha karışık. Ama Ekrem İmamoğlu’nu bir şekilde kendisine benzetenler var biliyorsunuz, Karadenizli olması vs.. Onu da herhalde istemezdi. Zâten Ekrem İmamoğlu’na karşı, o İstanbul’u kazandığı için –nasıl diyeyim?– özel bir rahatsızlığı var diyelim. İlk aklıma gelen kelimeyi söylemedim. O yine memnun olmazdı; ama bir Mansur Yavaş’a ya da Meral Akşener’e kaybetmek gibi olmazdı. Ekrem İmamoğlu’nu genellikle kendisine rakip olarak görmedi Erdoğan ve karşısına rakip olarak çıksaydı herhalde Ekrem İmamoğlu’nu yıpratmak için elindeki bütün kozları oynardı.
Şimdi Kılıçdaroğlu aday oldu. Kılıçdaroğlu’nu daha fazla ne kadar yıpratabilir Erdoğan? Şu âna kadar zâten Kılıçdaroğlu’na bunca yıl, 2010’dan bu yana diyebileceği ne varsa dedi. Edebileceği bütün hakaretleri de etti. Aşağılayıcı cümleler de kurdu vs.. Bundan sonra neyi kullanabilir? Ne yapabilir? Onun mezhep durumunu kullanmaya çalışır mı? Sanmıyorum. Çalışmaya kalkarsa da bu çok ters teper. Onun dışında “CeHaPe zihniyeti ”diyecektir; ama zâten orada, Masa’da Saadet Partisi’nin, DEVA’nın, Gelecek’in, Demokrat Parti’nin ve İYİ Parti’nin olduğu yerde artık bu da çok fazla işe yarayacak bir şey değil. Geriye ne kalıyor? Geriye kalan şey HDP’nin destekleyecek olması. Öyle gözüküyor şu hâliyle, çok büyük bir sorun olmazsa — ki Kılıçdaroğlu da HDP ile tabiî ki görüşeceğini söyledi. Benim bugün Selahattin Demirtaş’a yolladığım, “Kılıçdaroğlu’nun adaylığına nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevap: “Artık hedef, Kılıçdaroğlu’nu tüm Türkiye’nin adayı yapmaktır ve buna ulaşacağımıza inanıyorum” dedi. Bunların hepsi verilmiş açık çeklerdir. Bunun üzerinden yürümeye çalışabilir. Yani işte, “PKK ile işbirliği yapıyor. FETÖ ile işbirliği yapıyor” vs. diyebilir. Ama bunların pek bir işe yaramadığı son yerel seçimlerde görüldü. Hattâ bunun, tam tersine Kılıçdaroğlu’nun gücünü artıracağını sanıyorum. Şöyle ki bu cins bir kara propaganda, yani olumsuz propaganda, kendi yapacaklarını anlatmak yerine rakibini karalamaya yönelik propaganda, seçmene –hepsine olmasa bile büyük bir kısmına– o kişinin elinde çok da fazla bir şey olmadığını düşündürtüyor. Erdoğan kalkıp ileriye yönelik bir şey söyleyemediği müddetçe –ki bence söyleme şansı pek yok– işte, HDP üzerinden, PKK vs. diyerek bir negatif propagandayla yürürse, bu büyük ölçüde Kılıçdaroğlu’nun işine yarar. Hattâ şöyle söyleyeyim: HDP’nin parti olarak ya da Selahattin Demirtaş gibi isimlerin desteğini alenen dile getirmelerine rağmen tereddüt edenler varsa, bunların tereddütlerini de giderir.
Bir diğer husus da şu: HDP’nin, HDP seçmeninin oy verecek olması –eğer bu netleşirse– Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlini çok yükseltiyor. Hele ilk turda HDP’nin aday çıkarmayacağını düşünelim. Sonuçta Erdoğan ve Kılıçdaroğlu kalacak. Belki imzâ toplayarak düşük oy alması beklenen birtakım adaylar olabilir, başka partilerden ya da bağımsız adaylar, belki diyorum. Ama iki aday olacak ve büyük bir ihtimalle seçim ilk turda bitecek. Dolayısıyla ilk turda bitecek olan seçimde HDP’nin oylarının belirleyici olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz ve HDP’nin de desteğini alacağı kesinleşen bir Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlinin yüksek olduğunu gören muhâlif seçmen de, HDP’den hoşlansın hoşlanmasın ona daha fazla oy verebilecektir. Yani o İYİ Parti çevrelerinin bir yıla yakın süredir dile getirdiği, “kazanacak aday, kazanamayacak aday” olayının artık sonuna geldik. Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacağını söyleyebilen, açık açık “Kesin kazanamaz” diyen pek kimse kalmadı. Hattâ aday tartışmaları olurken, “Kılıçdaroğlu aday olursa sandığa gitmem” diyen, ama kendini muhâlif olarak tanımlayanların da artık seslerini kestiklerini görüyoruz. Çünkü burada ilginç bir şey oldu. O yaşanan kriz –tekrar olacak ama– hem İYİ Parti’nin bütün îtirazlarının tam anlamıyla ortadan kalkmasına yol açtı, Kılıçdaroğlu’na alternatif olarak sunulan İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın bu seçim projesine cumhurbaşkanı yardımcısı olarak monte edilmesi –ki kimin aklıysa bence çok yaratıcı bir fikir, aslında öteden beri söyleniyordu; ama son anda bu bir şekilde hayâta geçirildi– onlardan gelebilecek artı oyları da Kılıçdaroğlu’na taşıma potansiyelini getiriyor. Meselâ diyelim ki gençler İmamoğlu’nu istiyor, meselâ böyle bir genelleme yapalım, Kılıçdaroğlu’nu da yaşlı buluyorlar. Ama orada ne olacak şimdi? Genç olarak gördükleri, kendilerine yakın gördükleri İmamoğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun yanında olduğunu görecekler, oy verecekler ya da milliyetçi muhafazakâr seçmen Mansur Yavaş’ı tercih ediyor, ama bakıyorlar ki Mansur Yavaş yok; “Kılıçdaroğlu’na mı oy verelim? O olmazsa vermem” diyenler, onun aynı zamanda orada olduğunu da görecekler, görüyorlar. Dolayısıyla bu yaşanan büyük kriz garip bir şekilde ve hızlı bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun önünü iyice açtı ve Erdoğan’ın kâbusu gibi olan senaryoyu Erdoğan’ın önüne koydu. O da nedir? Yıllardır hep küçümsediği, dalga geçtiği ve kendisine en büyük rakip yani olmayan rakip gibi gördüğü, resmettiği Kılıçdaroğlu’nun kendi jübilesini yaptırtması. Ve tabiî ki Kılıçdaroğlu’yla berâber yeni dönemdeki geçişin doğrudan Erdoğan ve destekçilerine daha hızlı ve daha sert bir şekilde zarar verme ihtimâli. Dolayısıyla şu aşamada bu senaryonun gerçekleşmemesi için elinden geleni yapacak. Ama ne yapabiliyor? Şu anda bakıyoruz meselâ ne deniyor? HÜDA PAR destek verecek, yani Hizbullah’ın devâmı olan. Olabilir, ne kadar gelir belli değil. Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi Cumhur İttifâkı’na katılacakmış. Böyle partilerin adları var; kendileri gelse ne olur? Büyük Birlik Partisi ile bugün görüştü. Zâten o Cumhur İttifâkı’nda. Büyük Birlik Partisi’nin nasıl bir katkısı olur? Hattâ MHP’nin nasıl bir katkısı olur? Bir de depremin yaraları sarılamamış ve bunun altında kalmış bir tek adam sistemi var. Bütün bunlardan çıkabilmesi pek mümkün gözükmüyor. Ne yanına tâze kan bulabilecek gibi gözüküyor ne de insanlara sunabileceği, halka sunabileceği bir şey yok; yani “Bir yıl verin, evleri yeniden yapalım”ın dışında söyleyebileceği çok fazla bir şey yok. Dolayısıyla tekrar muhâlefetin parçalanmasını ummakla yetinecek ve bu konuda elinden geleni yapmaya çalışacak. Ama cuma günü yaşanan olay o kadar sertti ki, onun atlatılmış olmasından sonra artık Erdoğan’ın bu muhâlefet blokunu parçalama şansının sıfıra düştüğünü söyleyemesek de çok çok azaldığını düşünüyorum ve sonuçta kendisi için en kötü, en berbat senaryo; yani Kılıçdaroğlu’na karşı kaybetme senaryosunun şu anda fiilen gündemde olduğunu düşünüyorum.
Bitirirken, Ankara gazeteciliğinin önde gelen isimlerinden arkadaşım İsmet Demirdöğen’i bugün kaybettik. Kendisi bir dönem Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti Derneği Başkanlığı’nı yapmıştı. Bir dönem de CHP kontenjanından RTÜK üyeliği yapmıştı. Erken yaşta kaybettik. Çok iyi bir gazeteciydi İsmet. Kendisine rahmet diliyorum. Toprağı bol olsun. Bütün sevdiklerine, yakınlarına, eşine, âilesine, hepsine sabırlar diliyorum. Gerçekten iyi bir gazeteci arkadaşımızı erken yaşta kaybettik. Çok üzgünüz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.