Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kılıçdaroğlu nasıl kazanabilir? | Kadri Gürsel ve Ruşen Çakır tartışıyor

Altılı Masa içerisinde yaşanan üç günlük kriz, 6 Mart Pazartesi günü varılan uzlaşma ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmesiyle son buldu. Yarın (10 Mart), seçim tarihinin 14 Mayıs olduğu açıklanacak. Böylece 10 Mart itibariyle Türkiye resmen seçim sürecine girecek. Cumhurbaşkanlığı seçiminin Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ve Cumhur İttifakı adayı Recep Tayyip Erdoğan arasında kıran kırana bir mücadeleye sahne olması bekleniyor.

Altılı Masa’daki krizi ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’in masaya geri dönüşünü değerlendiren Kadri Gürsel, İYİ Parti ve onun Genel İdare Kurulu’nun millet tarafından “tedip” edildiği görüşünde. Kılıçdaroğlu’nun isabetli bir seçim olduğunu söyleyen Gürsel’e göre, Millet İttifakı bileşenleri çok büyük hatalar yapmadıkları sürece seçimi kazanacaklar. Gürsel, iktidarın ideolojik olarak tükendiğini, doğal ömrünü tamamladığını ve deprem felaketinin de bu durumu pekiştirdiğini belirterek, bu nedenle Millet İttifakı’nın işinin daha da kolaylaştığını dile getirdi.

Kılıçdaroğlu nasıl kazanabilir? Seçimde ittifaklar nasıl stratejiler izleyecek, nasıl söylemler üretecek? HDP-Millet İttifakı ilişkileri nasıl sürdürülecek? İktidar, moral üstünlüğü ele geçirmiş görünen Millet İttifakı’na karşı nasıl hamleler yapacak?

Gazeteci Kadri Gürsel ve Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Kadri Gürsel stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle Millet İttifâkı’nın ortak adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanıp kazanmayacağını ya da nasıl kazanabileceğini konuşacağız. Kadri hoş geldin. 

Kadri Gürsel: Hoş bulduk. 

Ruşen Çakır: Her şey çok hızlı değişti, alt üst oldu, ama sonunda bir sürpriz çıkmadı. Kılıçdaroğlu, adaylığı en çok gündemde olan isimdi. Ama geçtiğimiz cuma ve pazartesi günleri arasında olay, Millet İttifâkı ve Türkiye’de gidip geldi. Önce krizi bir değerlendirir misin? Neden oldu? Hayırlara vesîle mi oldu? Yoksa Millet İttifâkı’nı tahrip mi etti? Bundan sonraki sürece olumsuz etkisi olacak mı? Kimilerine göre de tam tersi, daha iyi oldu. Sen ne düşünüyorsun?

Kadri Gürsel: Biraz çelişkili bir durum. Bir yönüyle Millet İttifâkı’na bir zarar verdi; ama telâfîsi mümkün olmayan bir zarar değil. Aktörlerin bundan sonraki tutumları, duruşları, birlikte hareket etme tarzları, bu hasârın kontrolü ve telâfîsi için çok önemli olacak. Vazo çatladı, ama darmaduman olmadı. Şimdi yeni Millet İttifâkı, yani 6 Mart’tan sonraki Millet İttifâkı, dağılmış, kırılmış bir vazonun yeniden tutkalla yapıştırılmış hâli değil. Vazoda bir çatlak var, ama vazo ayakta. 

Bu kriz ihtimâlinin en azından potansiyeli vardı; çünkü en başından beri, sâdece Meral Akşener’den değil, İYİ Parti’nin teşkilâtı ve yönetiminden de Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı bir direniş olduğu belliydi. Meral Akşener partisini bir arada tutmak çabasında olan bir lider. Hem de seçimde aldığı oyu artırması lâzım. İYİ Parti CHP’den alacağını aldı. CHP’nin eski merkez sağ kökenli, CHP’yi tamâmen içselleştirmemiş, biraz kerhen CHP’ye oy veren, içinde biraz da ulusalcıların olduğu seçmeninin bir kısmı İYİ Parti’ye yöneldiler. Ama bu, İYİ Parti’nin aldığı oyu artırmaya yetmiyor. 2018’de yüzde 10 oy almıştı İYİ Parti. Biraz onun üzerine çıkmış gibi gözüküyor; ama Meral Akşener’in parlamenter rejime geçtikten sonra başbakanlık gibi bir hedefi varsa, bu oyu çok daha artırması lâzım. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına muhâlefet ederek bu oyu artırmak mümkün müydü? Belki AKP ve MHP’nin kalan tabanına yönelik bir sempati hamlesi olabilirdi. Çünkü Kılıçdaroğlu, 2010’da CHP’nin başına geldiği andan beri, Erdoğan ve iktidar medyası tarafından sürekli hakarete, saldırıya uğrayan, sürekli darbelenen, ötekileştiren, âdeta şeytanlaştırılan, linç girişimine dahi hedef olan biri. Çubuk’taki bu linç girişimi hâdisesinin gelişimi ve sonucuna baktığımız zaman, iktidar çevreleri tarafından organize edildiği çok açık olarak gözüküyor. Bu, organize bir linç hareketiydi. Buna kadar vardırılan bir nefret objesi hâline dönüştürüldü Kılıçdaroğlu. Dolayısıyla, “Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığının arkasında hizâlanmış bir parti görünümünü vermek Meral Hanım’ın işini zorlaştıracak” diye bir rasyonel okuması olabilir bu direncin. 

Aynı zamanda, Anadolu’nun târihine kadar uzanan, Anadolu’daki derin fay hatlarından kaynaklanan bir îtiraz da var. Bu çok ilkel, dürtüsel, anlamsız bir şey, ama öyle. Bu bir gerçeklik ve bunun yönetilmesi lâzımdı. Meral Hanım bunu en iyi bu şekilde yönetebileceğini, aynı zamanda CHP’ye tam kontrol vermemenin daha iyi olabileceğini düşündü. Ama baştan beri tutturmuş olduğu yol siyâseten yanlıştı. En son tutumundan örnek verelim: Bir ara, kriz çözülürken, Meral Hanım’ın Parlamento’da olmak istediğini duyduk. Ama daha sonra kendisinin de, “Öyle şey olmaz” dediğini işittik. Kendisine Parlamento’da bir pozisyon bulmak, oraya kapağı atma düşüncesi baştan yenilgiyi kabul etmek anlamına geliyor. Ama Kemal Bey kaybederse, yine açığa düşüyor. Parlamento’da yer almayı kabul etmek, yenilgiyi peşinen kabullenmekti. “Bu yüzden ben Cumhurbaşkanı Yardımcılığını kabul ettim” diyor. Aynı şey, daha büyük denklemde Kemal Bey’in adaylığı için de geçerli. 

Bu konuda çok yazılıp çizildi biliyorum, ama burada da tekrar etmem câzım: Bir rejim değişikliği tasarlıyorsunuz. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceksiniz. Komisyonlarınız ve heyetlerinizle altı parti toplanıyorsunuz. Önce, güçlendirilmiş parlamenter demokrasi belgesi hazırlıyorsunuz. Sonra, detaylı bir ortak anayasa taslağı hazırlıyorsunuz. Çok kaliteli metinlerdi bunlar. Önceki Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim Vizyon Belgesi de öyleydi. Anayasa taslağı da çok iyi çalışılmıştı. Al bunu, bugün anahtar teslim olarak uygula. 360’ı bulursa, hiç beklemeden bu hâliyle referanduma götürebilir. Daha sonra da çok uzun, çok detaylı, 2300 maddelik bir hükûmet programı hazırlıyorsunuz. Bugüne kadar Türkiye târihinde böyle şeyler olmadı. Çok iddialı bir hükûmet programı. Artık kampanya başlıyor ve hükûmet programı, Anayasa, her şey hazır. Altı lider de kürsüye çıktıklarında ne diyecekleri belli. Bir yıl boyunca bütün bu çabayı gösteriyorsunuz. Muazzam bir entelektüel faaliyet, muazzam bir zihinsel efor ve muazzam bir müzâkere. 30 Mart’ta Ankara’daki o toplantıya gittiğimde –ki sen de oradaydın–, o büyük salonda şunu gördüm: “Daha önce bir iskelet vardı, şimdi bu iskelet ete kemiğe büründü, Millet İttifakı’nın dokusu oluşmuş” diye düşündüm. Çünkü benim o salonda gördüğüm, herkes gayet coşkulu, güleryüzlü ve çok kalabalıktılar. Farkındaysan çoğunluk sağdaydı. Sağ derken hepsini kastetmiyorum tabiî. 

Bütün bunları yapıyorsun, sonra, “Bizim içimizden bir tâne bile kazanacak aday çıkmıyor” deyip, bütün bu süreçlere yabancı, bu süreçlerin içinde bulunmamış ama çok popüler bir belediye başkanına –ikisinden birine– teslim etmeye kalkıyorsun: “Al kardeşim, sen bizim adayımız ol” diyorsunuz. Bu süreçlerin hiçbirini yönetmemiş; bu süreçlere kendi yönetim zekâsını, aklını aktarmamış, belki de içselleştirmemiş; bu müzâkerelerde, en azından vekâleten, kendi vekilleri aracılığıyla da bulunmamış birine, “Biz kazanamıyoruz. Buyrun gelin, siz alın. Ortaklaşa ürettiğimiz bütün bu belgeler manzumesinin gösterdiği yolda siz yürüyün” diyorsunuz. Üstelik bir de diktatoryal yetkiler veren… Bugün görüyoruz işte, bu yetkilerle gelen biri seçilmiş tirana dönüşüyor. Bu yetkileri kullanmaya kalktığın an, seçilmiş tiransın. Başka türlü bir yol yok. “Biz kazanamıyoruz diye kazanacak birini buluyoruz. Bu süreçlerin yabancısı biri. Onu seçilmiş bir tiran hâline getiriyoruz ve ondan bütün ortaya koyduğumuz bu yol haritalarına, her şeye uymasını istiyoruz.” Peki, ya uymazsa? Nerede bunun garantisi? “Ama olsun, o kazanacak aday.” Bu baştan sona yanlış bir tutumdu. “Kazanacak aday” diye diye, aslında Kılıçdaroğlu’na hakaret edildi. Üstelik de kendi kendisini gerçekleştiren bir kehânete dönüştü. Olmayacak bir şeyi “oluyor” diye îlân edip… “Kazanacak aday” ne demektir? “Kılıçdaroğlu kazanamaz” diye diye, Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını önlemek için her şeyi yapmaktır bu. 

Ruşen Çakır: Peki, şu anda Kılıçdaroğlu kazanır mı?

Kadri Gürsel: Ona biraz sonra geleceğim. Ve ondan sonra da 6 Şubat depreminin yerle yeksan ettiği siyâsî denklemde, o yeni durumu okumamak, o yeni duruma göre gerçeklik denetimini yapmamak, kendi siyâsetini, tutumunu o yeni duruma uyarlamak zahmetini bile göstermeden bildiği yolda körlemesine devam etmek ve sonra bir krize neden olmak. Artık geride kaldı, ama bunun tartışılması lâzım. İki parti depremden çok zarar gördü. Bir tânesi AK Parti; enkazın altında kaldı ve çıkamayacak. İkincisi de İYİ Parti. Onun da altındaki zemin kaydı. O zemin zâten yanlış bir zemindi, o da kaydı. Doğru bir zemin oluştu; ama İYİ Parti hangi zeminin üzerinde durduğunu anlama çabasına bile girmedi. Tuttuğu yolda devam etti. 

Şimdi gelinen noktada, 6 Mart sonrasında gelinen bu yeni denklemde, bütün bu verilen hasârın onarılması için her türlü imkân mevcut. Çünkü paradoksal bir şekilde, Millet İttifâkı bu krizden bence güçlenerek çıktı. Bunu en başta söyledim. 6 Mart’ta yayındaydım. Temel Karamollaoğlu çıkıp ilk açıklamasını yaptı. O açıklamaya verdiğim ilk reaksiyon: “Millet İttifâkı buradan güçlenerek çıkmıştır” oldu. Şu tâbiri kullanmakta hiçbir sakınca görmüyorum, sırtımda yumurta küfesi yok: İYİ Parti’nin Genel İdâre Kurulu ve lideri, millet tarafından tedip edilmiştir. Başka bir açıklaması yok bunun. Millet İttifâkı gitti, millet onu geri getirdi. Bu çok net. Bundan sonra benzer krizlerin yaşanması ihtimâli var mı? Aktörler bundan gerekli dersleri çıkarmazlar ve sorumsuz davranmaya devam ederlerse, olabilir. Ama millet öyle bir ağır baskı oluşturdu ki ittifak üzerinde, âdeta çelikten bir korse gibi onu sararak, dağılmasını önledi. Bu bakımdan da ben kendimden şüphe ettim: Ben Millet İttifâkı fenomeni için “târihsel blok” nitelemesini yapmıştım, yanıldığımı düşündüm. Çünkü târihsel bloklar böyle dağılmaz. Ve dağılmadı. “Müsterih ol, doğru söylemişsin” dedim kendime. Bundan sonra ne olacak, nasıl kazanılır? Onu konuşuruz. 

Ruşen Çakır: Hem özel olarak biliyorum, hem yaptığımız yayınlardan biliyorum. Sen baştan beri, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konuşulduğu zaman, “kazanacak aday” sorusuyla Kılıçdaroğlu’nun geri plana itilmesine hep karşı çıktın. Ama yine de Kılıçdaroğlu’nun aday olmama ihtimâlinin olduğunu da kabul ettin. 

Kadri Gürsel: Doğru, kabul ettim.

Ruşen Çakır: Ama seni izlediğim kadarıyla, sen, Kılıçdaroğlu’nun en isâbetli seçim olacağını düşünüyordun. 

Kadri Gürsel: Evet. 

Ruşen Çakır: Bütün bu olup bitenden sonra, yayınımızın başlığında sorduğumuz “Kılıçdaroğlu nasıl kazanabilir?” sorusundan önce, bugünün verili koşullarında aktörler belli, sorunlar belli, aşağı yukarı kadrolar belliyken, bugünün koşullarında bir seçim olsa, “Kılıçdaroğlu kazanır” der misin? Açıkçası ben “Evet” diyorum. 

Kadri Gürsel: Evet. Bugün seçim olsa Kılıçdaroğlu kazanır. İki ay sonra bir seçim olsa, bugünden îtibâren iki ay zarfında çok fâhiş, akıllara durgunluk veren bir hatâ yapılmazsa Kılıçdaroğlu kazanacaktır. Burada iki faktör var: birincisi Millet İttifâkı, ikincisi de iktidar. İktidar Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını önlemek için ne yapabilir? Ona da bakmak lâzım. 

Ruşen Çakır: Orada akla HDP geliyor. Ama şöyle bir şey var: HDP büyük bir ihtimalle aday çıkarmayacak ya da ikinci turda destekleyecek. Her hâlükârda, Kılıçdaroğlu’na îtiraz etmeyecekleri görünüyor. Ama meselâ Erdoğan yerel seçimde bunu kullandı ve geri tepti. Stratejisini beka söylemi üzerine oturttu ve geri tepti. Bu sefer bunun işleme imkânı var mı?

Kadri Gürsel: Yok. Aslında Erdoğan 21 yıllık iktidârında, çârelerini, söylemlerini, yollarını ve yöntemlerini tüketti. Cephânesini de tüketti. Artık elinde büyük bir silâh kalmadı. Olumlu anlamda konuşuyorum. Bir silâhı varsa bile bunun cephânesini de tüketti. Bugünkü olaya, bazı ön kabullenmeler çerçevesinde bakmamız lâzım. Çünkü Millet İttifâkı’nı da geri getiren, bu ön kabullenmeler çerçevesinde yaptığımız tespitlerdi. O da şu: Bugün Anti-Erdoğanizm Türkiye’deki en güçlü ve var olan bütün akımları yatay kesen, bu anlamda birleştiren bir ortak mutâbakattır. “Anti” olduğu için olumsuzdur tabiî, ama kendi içinde olumluyu barındırır. Çünkü anti-Erdoğanizm, Türkiye’deki sorunların çözümünün ön şartının Erdoğan’ın demokratik yollardan gitmesine bağlı olduğunu kabullenmekten ileri gelen bir tutum almıştır. Erdoğan’ın baş çelişki olması, Türkiye’nin bütün sorunlarının çözümünün ön koşulunun, Türkiye’nin Erdoğan’dan demokratik yollardan kurtulmasıdır. İşte 14 Mayıs’ta bu fırsat karşımıza çıkıyor. Ben tabanda bunun çok çok iyi kavrandığını görüyorum. Millet veya halk bu mânâda ferâset göstermiştir, asla küçümsenmemelidir. Anti-Erdoğanizm HDP’de de çok güçlüdür, İYİ Parti’de de çok güçlüdür. Biz, “Biri varsa öteki yok, öteki varsa diğeri yok” gibi bir denklem kuruyoruz ya? Bu doğru değil. Bu sâdece yönetilmesi gereken bir çelişki. İYİ Parti ve HDP, Anti-Erdoğanizm zemininde veyâhut pekâlâ uzlaştırılabilecek olan İYİ Parti’nin deklarasyonuyla, Millet İttifakı’nın bugüne kadar açıkladığı bütün ortak belgelerin, çok kuvvetli bir ortak paydası var aslında. 

Ruşen Çakır: HDP’nin deklarasyonu hariç. 

Kadri Gürsel: Evet. Kürt sorunu hariç. Geçen sene yayınladıkları 11 maddelik deklarasyon. O deklarasyonun da çok güçlü bir ortak zemini var aslında. Üst üste koyduğunda çakışan birçok ortak alan var. Bunun uzlaştırılması pekâlâ mümkün ve senin de çok doğru olarak tespit ettiğin gibi 2019 yerel seçimlerinde bu zâten seçmen bazında yapıldı. Yani kimse kimseye îtiraz etmedi bu mânâda. Çünkü İstanbul seçimlerinin kazanılmasının, hem de bu kadar halkın irâdesine, seçmene hakaret eder şekilde, alay edercesine geçersiz sayılmış bir seçimin tekrârında bu seçimin kazanılmasının Türkiye’de bir demokrasi umûdunun güçlü tutulması için ne kadar elzem olduğu görüldü. Halk bunu gördü ve bu yönde hareket etti. Şimdi yine aynı yönde hareket edecek. Hele 6 Şubat’tan sonra, yani “Siyâsî sonuçları ne olur?” sorusunun tartışılmasının ayıp olduğu günlerde verdiğim reaksiyon, artık “kazanacak aday” söyleminin boşluğa düştüğüdür — depremi kastediyorum. Bu söylem tamâmen terk edilmesi gereken bir söylem. Çünkü Kılıçdaroğlu optimal ve artık ideal adaydır. Optimal aday şuydu: Bir defâ, Millet İttifâkı’nın mîmârı, birinci derecede rolü var, baş oyuncu Kılıçdaroğlu. İkinci başrol oyuncusu Akşener, doğru. Ama aslında Millet İttifâkı’nı kurgulayan beyin Kılıçdaroğlu’dur, bunu kabul etmek lâzım. 2014’ten beri bu deneniyor. Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin bu darboğazdan, bu açmazdan ancak ittifaklar yoluyla çıkabileceğini çok erken anladı ve bu yönde denemeler yaptı. Evet, ilkinde başarılı olamadı belki; ama ikincisinde, olmak üzere.

Ruşen Çakır: Burada şu notu da düşmekte yarar var: Bu krizin çözümünde Ahmet Davutoğlu ve kısmen Ali Babacan’ın çok etkili olduğu söyleniyor. “Onlar küçük partiler, ne gerek var?” muhabbeti dönüyordu ya bir ara? Böyle bir yerde de krizin çözümünde devreye girmiş olmaları aslında çok ilginç. Onlar da bayağı etkili olmuşlar yani.

Kadri Gürsel: Etkili oldular da, onlar da kendileri için yaptılar bunu.

Ruşen Çakır: Herkes kendisi için yaptı zâten.

Kadri Gürsel: O yüzden anlayamadığım şu: Meral Akşener ve İYİ Parti için bu ittifakta bulunmak, bu ittifak çatısı altında Parlamento’ya girmek ve iktidar olmak, bakanlıklar almak ve ülkenin geleceğini yönetmek, geleceğinde rol sâhibi olmak varken, neden hem kendisinin kaybettiği hem de Millet İttifâkı’nın da kaybetmeye çok yakın bir noktaya düştüğü bir tutum aldı?

Ruşen Çakır: Derin devlet teorilerine ne diyorsun?

Kadri Gürsel: Bâzı siyâsî hamleler, siyâsî akıl, mantık ve ahlâkla açıklanamadığı zaman, akla tabiî konspirasyon (fesat) teorileri geliyor ve konspirasyon var. Bu olayda vardır demiyorum, ama Türkiye siyâsetinde var. Türkiye siyâsetinde, aklımızın almadığı, anlam veremediğimiz pek çok şey parayla da açıklanabilir. Ama yanlış anlaşılmasın, ben bu son olay, Millet İttifakı’ndaki kriz bağlamında konuşmuyorum, bir genelleme yapıyorum. Bir defâ, iktidârın çok parası var. Yani iktidar sâhiplerinin, iktidar âilelerinin, iktidar oligarklarının muazzam bir parası var. Bu parayı iktidarda kalmak için kullanırlar. Nasıl kullanacaklar? Bir şekilde kullanacaklar, kullanıyorlardır. Bu genel bir kabullenme. Bu son olay hakkında bilmeden, belgesiz, bilgisiz konuşmak doğru değil tabiî ki; ama izini sürmek gerekir.

Fakat velev ki bazı bilmediğimiz tazyikler, tehditler, baştan çıkarıcı ön teklifler oldu diyelim. Yine de millet buna izin vermedi. Başarılamadı. Bu olay yakın geçmişteki bir olay. Ben attığım tweet’lerde, Meral Akşener’in Millet İttifâkı’nı köprüleri atarcasına, ipleri koparırcasına terk etmesini ihânet olarak nitelendirdim. İhânet, ama ihâneti başaramadı. Teknik olarak, objektif olarak ihânet etti, fakat başaramadı. İhânet edemeyeceğini o üç gün içinde gördü, partisi de gördü. Ama bundan sonra, İYİ Parti’nin duyarlılıklarına, alınganlıklarına, hassâsiyetlerine özel önem gösterilmesi gerekiyor. Davutoğlu ve Babacan’ın da Türkiye’nin geleceğinde, gelecekteki güneşin altında bir yere sâhip olmalarının yegâne yolu Millet İttifâkı’nın içinde olmaktır. Aslında herkes için bu geçerli. Türkiye’nin bugünkü sorunlarını aşarak aydınlık bir geleceğe ulaşmak isteyen herkesin yolu bu bence. HDP konusuna girmek gerekiyor belki. 

Ruşen Çakır: Tam da onu soracaktım. Salı günü Kılıçdaroğlu’nu grup toplantısında izledim. Sonra bir grup gazeteciyle sohbet etti. Orada da kendisine sorduk. Öncelikle, tekrar deprem bölgesine gidiyor. Cumartesi günü Malatya ve Kahramanmaraş programı var, eğer değişmezse. Hattâ deprem bölgesine hep birlikte gitmeleri de söz konusu — bu cumartesi olmasa bile daha sonra bir zamanda. Grup toplantısı yapmayacak artık Anadolu’da; bütün şehirlere gideceği söyleniyor. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın da kampanyada çok aktif bir şekilde yer alacakları söyleniyor. Tabiî ilk aşamada en çok merak edilen hususlardan birisi HDP ile ilişkiler. HDP görüşme beklediğini açık açık söyledi. Masa’daki İYİ Parti dışındaki diğer partiler de “Tabiî ki görüşülmeli” dedi. Aslında İYİ Parti de “Görüşülmesin” demiyor. “Biz görüşmeyiz, siz görüşün” diyor. 

Kadri Gürsel: “CHP’nin görüşmesine karşı çıkmayız” diyor. Zâten bu yeter. Onun dışında bir şeylere karşı çıkarmış gibi yapıyor. Meselâ, Akşener’in Fatih Altaylı’nın yayınında söyledikleri: “HDP Masa’ya gelemez” diyor. Zâten HDP’nin Masa’ya gelmek gibi bir derdi, talebi yok.

Ruşen Çakır: Bakanlık istemiyor. 

Kadri Gürsel: Öyle bir talebi yok. Burada HDP’nin haysiyetinin tanınması gerekiyor. Çünkü HDP ve ittifâkı siyâset yapıyor. Eh, siyâset yapıyorsun, aday göstermen lâzım. HDP aday göstermekten feragat ediyorsa bunun tanınması lâzım. “İyi tamam, sen cebime koy. Ben senden almış olmayayım. Sen cebime koy” denmez. Bu nezâketsizliktir. Bunun tanınması lâzım. Bu konuda sembolik değeri büyük bir siyâsî jest yapılması gerekiyor ve bunun da pekâlâ yapılabileceğine dâir, Akşener de kendi zımnî onayını verdi. En azından bunu sorun etmeyeceğini söyledi ve bu olacak. Özgür Özel de söyledi zâten. Bu olacak.

Ruşen Çakır: 2018’de Muharrem İnce Selahattin Demirtaş’ı ziyâret etmişti.

Kadri Gürsel: Evet, tabiî. Kimse dert etmedi o zaman bunu. Herkes “Bravo, çok iyi yaptı” dedi. “Aferin” dedik Muharrem İnce’ye. Gerçekten cesur ve girişkence bir siyâsî zekâ sergiledi. Ama orada bunun hiçbir mâliyeti olmadı ki Muharrem İnce’ye. 

Ruşen Çakır: Şu hâliyle bakıldığı zaman, HDP ilk turda sanki aday çıkartmayacak gibi gözüküyor. 

Kadri Gürsel: İktidâra hiçbir îtiraz hakkı, oyunbozanlık etme hakkı tanımamak için, bu işin ilk turda bitmesi lâzım. Az bir fark değil, çok fark oluşması gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Erdoğan ve Kılıçdaroğlu dışında üçüncü bir aday, belki imzâ toplayıp girenler olabilir. Doğu Perinçek yine imzâ toplamaya çalışacakmış galiba. 

Kadri Gürsel: Doğu Perinçek’in Erdoğan’ı desteklemesi gerekmiyor mu?

Ruşen Çakır: Sanki yine aday olacak gibi. 

Kadri Gürsel: Çünkü onlar da Cumhur İttifakı’nın adı konmamış, gayri resmî…

Ruşen Çakır: Bu arada, Mahmut Övür’ün yazdığına göre, DSP ve Anavatan Partisi de Cumhur İttifâkı’na katılıyorlarmış.

Kadri Gürsel: O partiler var mı hâlâ?

Ruşen Çakır: Var. HÜDAPAR da katılıyor; ama anladığım kadarıyla HÜDAPAR, MHP ile aynı ittifakta olmadan, bir şekilde katılacak. 

Kadri Gürsel: Bunları yapmaları çok tuhaf değil mi? Dün Rus medyasında da gördük: “Erdoğan’a karşı 8 kişi” gibi bir başlık atmıştı. Hani “8’i bir araya geliyor, ancak 1 Erdoğan ediyor” gibi. Halbuki doğru değil. Cumhur İttifâkı da 3 kişi. Bahçeli ve Destici de var. Bunların sayısını artırıp 8’e mi tamamlamaya çalışıyorlar yani? 

Ruşen Çakır: Kurcalıyorlar işte. O zaman, iki aday kalırsa, Muharrem İnce’nin aday olup olmayacağı belli değil. Ben olacağını sanmıyorum.

Kadri Gürsel: Muharrem İnce’ye de milletvekilliği teklif edileceği yönünde bazı kulis haberleri dolaşıyor ortada. O da zâten “Dereyi görmeden paçayı sıvamam” demiş. 

Ruşen Çakır: Sonuçta iki adaylı bir seçim olabilir pekâlâ, 14 Mayıs’ta, ikinci tur diye bir şey olmuyor o zaman.

Kadri Gürsel: Fiilen iki aday. 

Ruşen Çakır: Oylardan bir fazlasını alan kazanıyor. 

Kadri Gürsel: Yüzde 0,5 karşılığı olan bir üçüncü adayı olursa o iki adaylı seçimdir. Üçüncü aday marjinaldir. Marjinal adaylar olabilir. Onlar da iki adaylı bir seçimde oy alamazlar. O zaman ilk turda biter. 

Ruşen Çakır: O zaman çok garip bir şey olacak. Eğer HDP aday çıkartırsa ikinci tura kalacak. Öyle gözüküyor.

Kadri Gürsel: Evet. HDP’nin daha önce aday çıkarmakta çok istekli olduğunu biliyoruz. Pervin Buldan’ın da defaatle bu konuda söyledikleri var. Mithat Sancar’dan ziyâde, Pervin Buldan’ın söyledikleri. Ama artık HDP’nin aday çıkarması, siyâsetin doğal akışının mantığının tersine bir iş olur. Doğrudan kendi siyâsî çıkarlarının aleyhinde bir tutum olur bu. Burada eğer Millet İttifâkı fâhiş bir hatâ yapmazsa HDP aday çıkarmayacaktır.

Ruşen Çakır: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a açılan alan meselesine gelelim. Sonuçta onlar da kampanyanın çok önemli bir parçası olacaklar.  Bu, Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimalini katladı herhalde değil mi?

Kadri Gürsel: Bence çok artırdı. Bir de tabiî Yol Haritası’na eklenen 12. maddede Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın da tanımlanmış yetkilerle Cumhurbaşkanı Yardımcılığı yapacaklarına dâir o vaadin eklenmesi. Kampanyada zâten onların görev almaları gerekiyordu. Onların, Millet İttifâkı kampanyasında görünür olmaları ve ortak aday kimse onun için oy istemeleri gerekiyordu. Şimdi artık bu kaçınılmaz. Bu, artık programı bir parçası hâline geldi. 

Aslında baktığın zaman, 2024’te yerel seçim var. Ankara’da, eğer Mansur Yavaş belediye başkanlığına devam edecekse, genel seçimlerin muhâlefet tarafından alınması, yerel seçimlerin de alınması açısından çok önemli. Bunun devâmını sağlamak için zâten kendilerinin de sâhaya çıkmaları gerekiyordu. İmamoğlu’na siyâsî yasak getirilir ya da getirilmez; kesinleşmedi, ama kendileri açısından uygun görülecek bir anda kesinleştirilebilir. Benim ilk tepkim, artık İmamoğlu’nun yollara düşmesi gerektiği, Millet İttifâkı’nın ortak adayı kim olacaksa onu desteklemesi, kampanyada seçime kadar aktif ve güçlü bir şekilde rol alması gerektiğiydi. Bu, olacak. Çünkü İmamoğlu’nun da kariyeri ve siyâsî geleceği, Millet İttifâkı adayının kazanmasına bağlı. Eğer Millet İttifâkı adayı kazanırsa, İmamoğlu siyâsî yasaklı durumuna düşürülse bile, bu geri alınır. Seçimler muhâlefet tarafından kazanılsa bile, yargı bir süre daha eski iktidârın kontrolünde olabilir. Yâhut eski iktidârın yargıdaki militanları, yargıyı yeni iktidâra karşı silâh olarak kullanmaya devam edebilirler. 14 Mayıs’tan sonra, o öfke ve kızgınlıkla İmamoğlu’na bir siyâsî yasak getirilmesi pekâlâ ihtimal dâhilindedir.  

Ruşen Çakır: Peki, bu derin devlet ya da devlet meselesine gelelim. “Devlet Kılıçdaroğlu’nu tercih etmiyor” gibi bir önerme var. Yumuşak geçiş meselesi. Kılıçdaroğlu sert geçiş yapar, ama diyelim ki İmamoğlu ya da Mansur Yavaş yumuşak geçiş yaparlar diye onu tercih ederler. Şimdi artık bütün bunlar geçti gitti. Kılıçdaroğlu’nun seçileceği, ama yanında cumhurbaşkanı yardımcıları olarak diğer liderlerin olacağı bir formülün, Türkiye’de millî irâde dışındaki birtakım dirençleri tahrik etme ihtimâli var mı sence? 

Kadri Gürsel: Zannetmiyorum. Ben bu önermeyi satın almıyorum. Devlet diye bir özne yok. Bu özne yok edildi. Devlet âdeta, eleştiri söz konusu olduğu zaman iktidârı eleştiriyormuş gibi gözükmek istemeyenlerin başvurduğu bir tercihli yol hâline geldi. Devleti eleştirebilirsin, çünkü devlet kim? Derin devlet diye bir şey yok. Türkiye’de devlet iktidârın sopası hâline geldi ve bu sopa, iktidârın keyfi o gün neyi arzu ettiyse, ister yasadışı, ister hukuksuz, ister gayrimeşru, fütursuz bir şekilde kullanılıyor. Hiçbir yasadışılığa meyletmeme kaygısı falan yok. Yasalar, hukuk, kurallar, kaideler, hepsi anlamsızlaştı. Bütün kurumların içi boşaltıldı. Bütün kurumlar fonksiyon tanımlarının dışında hareket eder oldu. Hâriciye’sinden Mâliye’sine, AFAD’ından Kızılay’ına hepsi böyle. İhâle diye bir kavram yok. Biz ihâle diyoruz, ama ihâle diye bir şey yok. İstediğine veriyor. Bu ihâle değil, alım yapıyor. İstediğine istediği fiyattan istediği şeyi veriyor. Yani babasının çiftliğini yönetmek gibi bir şey. Dolayısıyla devlet diye bir şey kalmadı. Devlet yok. Devletin yeniden kurulması gerekiyor. Tamam, bir iskelet, bir kabuk var, bunun içinde doldurulması lâzım. 

Ben sözümü şuraya getireceğim: Burada bir çifte pazarlık yöntemi var. Kendisine belki devlet süsü veren birtakım siyâsî ajanlar, kırıp dökmeden, yumuşak bir geçiş olsun diye… Yani bu, şu demek: “Siz bu 418 milyar doların hesâbını sormayın. Soracaksanız az sorun ya da sorarmış gibi yapın. Olan olmuş bir kere, geleceğe bakalım. İnsanları ürkütmeyin”. Tabiî bunun yanına tehdit unsurunu da koyuyorlardır: “Eğer bunu yaparsanız, şu olur, bu olur” gibi. Bu tür bir tercih, takdir de var. Bir de, meselâ Mansur Yavaş ülkücü kökenli bir CHP’li. O devlet dediğin şeyin içindeki MHP’lilerin, aşırı milliyetçi unsurların, Erdoğan sonrası dönemde pekâlâ iyi geçinmeyi umdukları bir figür Mansur Yavaş. Onu görmek isterler. Bir de tabiî Kılıçdaroğlu’nun şahsında, bütün bu saydığımız iktidar aktörlerinin, ajanlarının nezdinde oluşan bir alerji var. O da ayrı bir konu. Ama kendileri alerjik reaksiyonu istedikleri zaman gösteriyorlar. Bakalım şimdi seçimlerde gösterecekler mi? 

Ben, seçimi kazandırmamak için, kör değneğini bellermişçesine, mezhepçilik, dincilik, kutuplaştırma siyâseti, Cumhuriyet ve Cumhuriyet Halk Partisi korkusu aşılamayı kullanacaklarını düşünüyorum ve HDP’ye karşı da ikili kampanya yapacakları kanaatindeyim. O çevreler de, Akşener’in koalisyondaki varlığını kullanacaklardır. Bunun bir provasını Bursaspor maçında gördük. İkimiz de 90’lardan beri tribündeyiz. Grup ismi vermeyeyim şimdi, ama oradaki holiganların kaç yaşlarında olduklarını biliyoruz. Bunlar en fazla 30’una merdiven dayamış, 20’li yaşlarda, 20’nin altında çocuklardır. Bunların Yeşil’i, Mahmut Yıldırım’ı, “Beyaz Toroslar”ı filan anımsaması mümkün değil. Bunlar zâten ne okur ne eder. Türkiye’nin yakın tarihini mi okumuşlar? 90’lı yıllarda daha bebeydi onlar. En yaşlılarından bahsediyorum. Bu, bir operasyondu. Bu operasyon, sübliminal mesaj vermeyi amaçlıyordu. Gerçekten böyle oldu. Çünkü devamlı, o maçtan sonra, tribündeki “Yeşil” ve “Beyaz Toros” imajları çıkıyor. Tehdit içeriyor. Ölüm tehdidi var burada. “Sizi öldürürüz” demeye getiriyor. Meral Akşener o yıllarda 8 ay kadar İçişleri Bakanlığı yapmıştı. Bu aynı zamanda, Millet İttifâkı ekseninde, Kürt seçmenle Millet İttifâkı seçmeninin dayanışmasını zehirlemeye dönük bir hamleydi. Bakalım arkası gelecek mi gelmeyecek mi?

Ruşen Çakır: Her türlü provokasyon söz konusu olabilir tabiî. 

Kadri Gürsel: Bu böyle basit bir aşırı sağcı, sokak faşisti, holigan ya da neyse, onların bilgisi ve zekâsıyla olacak iş değil. 30 yıldır taraftar davranışı gözlerimizin önünde. Böyle bir taraftar yok Türkiye’de.

Ruşen Çakır: Bu tür davranışlar olur da, önemli olan ona nasıl reaksiyon vereceği. 

Kadri Gürsel: Hiç çalışmaz. 

Ruşen Çakır: Bir kere, Millet İttifâkı’na baktığın zaman, HDP’nin de dışarıdan destek verdiğini düşünürsen, Türkiye’deki bütün kesimler var: İslâmcısı var, merkez sağcısı var, merkez solcusu var, Kürdü var, Alevîsi var, Karadenizlisi var. 

Kadri Gürsel: Temsil edilmeyen bir şey yok. Türkiye’de olup da, geniş Millet İttifâkı’nda temsil edilmeyen HDP’yi de katıyoruz bunun içine. Gerçekten oturuyor artık târihsel blok gerçeği. Burada temsil edilmeyen bir şey yok ve bunlar çalışmaz artık. Zâten baştan beri söylediğimiz bu. 

Ruşen Çakır: Evet. Meselâ şimdi, “Vay efendim. Saadet Partisi’nin önünde ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ sloganı atıldı” diyorlar. Eh ne güzel işte! Buradan vurmaya çalışıyorlar. Saadet Partisi’ne, “Sen burada ne arıyorsun?” demeye getiriyorlar. Ama bunları hiçbirisi yürümüyor. Şimdi büyük bir ihtimalle, tek tek, Davutoğlu, Babacan, Karamollaoğlu üzerine yönelik birtakım yıpratma çalışmaları başlayacak. Ama onlar çok sağlam duruyorlar. Onlar sağlam durduğu ölçüde, bir çatlama olacağını sanmıyorum. 

Kadri Gürsel: Meral Hanım da kendi konumunu bu yoldan bir yerde tahkim etmiyor mu? Ne diyor Meral Hanım? “Burada iktidâra karşı biriken bir öfke ve nefret var. Ey AK Partililer! Ey MHP’liler! Bana oy verin! Beni desteklerseniz bunu dengelerim. Çünkü burası kazanacak. Şimdi kaybetse dahi, gelecekteki seçimi mutlaka burası kazanacak. Beni destekleyin, yumuşak geçişi böyle yapalım” diyor. Dolayısıyla, her hücûmun çok güçlü bir cevâbı var. İktidar ideolojik olarak tükenmiş olmasaydı, bu işler bu kadar kolay olmazdı. Şu deprem 10 yıl önce olsaydı, bu kadar büyük bir siyâsî sonuç yaratmazdı.

Ruşen Çakır: Ya da depreme ânında müdâhil olabilselerdi. 

Kadri Gürsel: Depreme müdâhil olma kapasitesini de tüketti bu iktidar. Halk, devlet değimiz olgunun, içi boşalmış, anlamsızlaşmış bir duruma dönüştüğüne çıplak gözleriyle, acılar içinde kıvranırken bizzat tanık oldu. 

Ruşen Çakır: Bütün bu konuşmalarımızı toparlarsak, şunu diyebilir miyiz? HDP’nin de dâhil olduğu bu büyük koalisyon, kendi içerisinde sorun yaşamadığı müddetçe, Erdoğan’ın kazanması mümkün değil.

Kadri Gürsel: Değil, hayır. Tabiî Erdoğan’ın şapkasında çıkaracak tavşan kaldı mı? Vallahi, acaba Ayasofya’yı çok erken açtıklarına pişmanlar mıdır bilmiyorum. 2020’nin yazında, pandeminin hemen sonrasında, câmiler de kapatılmıştı. 

Ruşen Çakır: O zaman da çok sıkışmışlardı, Böyle bir şeye ihtiyaçları vardı.

Kadri Gürsel: Şimdi bir seçim ekonomisi uygulayacaklar, ama bunu uygularken ekonomiyi daha da batıracaklar. İlâve bir kaynak bulmaları lâzım. Para da basabilirler. Korkunç bir dönem bekliyor bizi. Biz bu dönemi bu iktidarla çıkartamayız. Ancak bu iktidârın değişmesi hâlinde, Türkiye’nin bu dönemi mümkün olan en az ıstırapla ve meşakkatle çıkarması mümkün. 2015’te denenen yöntemler, yaklaşımlar tekrar tatbik edilebilir mi? Hiç zannetmiyorum. 

Ruşen Çakır: 2015 Haziran-Kasım arası.

Kadri Gürsel: Evet. Zannetmiyorum, etkili olmayacaktır, çalışmayacaktır, çalışmaz.

Ruşen Çakır: “Bir gece ansızın gidilebilecek” yer de kalmadı. 

Kadri Gürsel: Evet. Bu da aslında iyice anlamsızlaştı. Bunun bir siyâsî karşılığı yok. Hiçbir karşılığı yok. Deprem bunu da değiştirdi; bu gerilimin de zeminini ortadan kaldırdı. Şurada seçime iki ay kalmış, bir gece ansızın nereye gidiyorsun? Çok zor. Bir sihirli değnek gerekiyor. Ben o sihrin dahi çalışacağı kanaatinde değilim. Böyle bir imkân ve ihtimal kalmadı. Doğal ömrünü zâten tamamlamış bir iktidar var. Onu diriltecek herhangi bir imkân yok. Fehmi Koru yıllar önce, eski rejimin kendisini savunmak için yaptığı ve güçlü görünen bâzı hamleleri târif ederken, “son gürlüğü” diye bir tâbir kullanmıştı. “Son gürlüğü”, Anadolu’da eskilerin kullandığı, ağır, ölümcül hasta olan kişinin, hayâta vedâ etmeden önce bir canlanması hâli. O son gürlüğünü de geçti bu iktidar. O son gürlüğü de, çeşitli vaatler, ücret zamları ile kullandı. Yani olumlu kampanya izlediği Kasım-Aralık-Ocak döneminde, oylarının 2-3 puan arttığı, kaybetmiş olduğu kararsız kitlesini geri aldığı bir dönemdi o. Artık bir “son gürlüğü” daha yok bu iktidârın. Tekrar bir dirilme, bir hayat belirtisi gösterme ihtimâli kalmadı. Böyle bir imkân kalmadı maalesef.  Böyle bir imkân kalmadı, nokta. Lâfın gelişi “maalesef” dedim, onu geri alıyorum. Maalesef diyecek bir durum yok ortada çünkü.

Ruşen Çakır: Kadri çok teşekkürler. Kadri Gürsel’le, “Kılıçdaroğlu nasıl kazanır? İktidârın kazanma ihtimâli var mı?” konusunu ve o mâlûm krizi enine boyuna tartışarak ele aldık. Kendisine çok teşekkür ederiz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.