Cemaatlerin zor seçimi

Türkiye 14 Mayıs seçimlerine hazırlanıyor. Peki Sünni İslami cemaatler bu seçimlerde nerede duracak? İktidar-AKP-Cemaatler/tarikatlar ilişkisi ne durumda? Eğer seçimlerin ardından iktidar değişirse cemaatler nasıl bir tutum alacak?

Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. 14 Mayıs’ta Türkiye târihî bir seçim yapacak. Birçok şeyin iyice netleşeceği, belki değişeceği önemli bir seçim olacak. Belki bir dönüm noktası olacak ve bu seçim öncesinde saflar iyice netleşmeye başladı; ama hâlâ birtakım belirsizlikler var. Kimin nerede durduğu, kimin kimin yanında duracağı konusunda hâlâ netleşmemiş durumlar var ve Türkiye’deki Sünnî-İslâmî cemaatlerin, grupların da bu noktada birer adım öne çıkmaya başladığını görüyoruz; her zaman olduğu gibi cemaatler Türkiye’de iktidardan yana tavırlarını açıklamaya başlıyorlar. Her zaman derken, AKP’nin döneminde Erdoğan iktidârına destek verme konusunda cemaatler kendilerini göstermeye başlıyorlar ve bu seçim öncesi de tıpkı 5 yıl önce olduğu gibi Nakşibendîliğin Menzil kolu birinciliği kimseye kaptırmadı — bir açıklama yayınladılar. Tabiî ki tarîkat adına açıklamıyorlar. Tarîkatın yan kolu olan vakıf ve dernekler adına açıklıyorlar. Semerkand Vakfı, Beşir Derneği, GENÇKON ve TÜMSİAD bir açıklama yaptılar. 2018’de de Semerkand Vakfı ilk fitili ateşlemişti. Ardından başka tarîkatlar, cemaatler gelmişti. Bu seçim öncesi de benim gördüğüm kadarıyla yine birinciliği kimseye kaptırmadılar.

Burada depreme âfet olarak çok gönderme var ve biliyoruz ki özellikle Beşir Derneği aracılığıyla Menzilciler bu deprem döneminde çok ciddî bir faaliyet yürüttüler. Adıyaman’dan gelen, âilesini ve yakınlarını kaybetmiş bir arkadaşımla sohbet ettiğimde, ilk günden îtibâren Beşir Derneği’nin çok aktif bir şekilde kurtarma ve yardım faaliyetlerine katıldığını söylemişti. Ama böyle bir derneğin, yardım amaçlı kurulmuş olan bir derneğin böyle bir seçim öncesinde açık bir şekilde tavır alması başlı başına ilginç bir olay. Vakıfların, derneklerin, iş insanlarının –herhalde TÜMSİAD öyle bir dernek–, bunların böyle açık bir şekilde tavır almasını bir yana not etmek lâzım. Benzer bir açıklamayı muhâlefet lehine başka dernekler yapsa ne olur, başlarına neler gelir? Bunları da bir kenara koyalım. Ama burada şöyle bir husus var, öncelikle onu vurgulayayım: Biz bunun haberini yaptıktan ve paylaştıktan sonra gelen izleyici, okuyucu tepkileri genellikle Menzil Tarîkatı’nın Erdoğan’a, Cumhur İttifâkı’na desteğine “şaşırmadıkları” yolundaydı — ki bu açıklamada onu söylüyorlar: “Hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekili seçimlerinde Cumhur İttifâkı’nı destekliyoruz” diyorlar. Ne için destekliyorlarmış? İstikrâra ihtiyacı varmış Türkiye’nin. Hedeflerin hızlıca ve kararlılıkla hayâta geçirilmesi gerekiyormuş. Bunun için tecrübeyi önemsiyorlarmış. Yani sorunları, 20 küsur yıldır süren iktidârın, bütün bunlar onlardan kaynaklanmıyormuşçasına bu iktidârın çözeceğini düşünüyorlar.

Şimdi, “Şaşırmadık” diyenler var. Ben açıkçası şaşırdım. Cemaatleri az buçuk bilirim. Menzil özellikle yakından bildiğim bir gruptur, cemaattir, tarîkattır — artık ne derseniz deyin. 5 yıl önce ilk açıklamayı yapmış oldukları zaman da birazcık şaşırmıştım, şimdi daha fazla şaşırdım. Şundan şaşırdım: Menzil’in oyunu AKP’ye vereceği, Erdoğan’a vereceği ve Cumhur İttifâkı’na vereceği bir sır değil; ama bunu açıklaması şaşırtıcı. Yani hiçbir açıklama yapmasalar, herhalde Erdoğan, “Bunlar açıklama yapmadı, yoksa bize oy vermeyecekler mi?” diye düşünmezdi. Bu açıklamanın açıkçası neye yaradığını da çok kestirebilmiş değilim. Çünkü cemaatler zâten kendi müritlerine, tâkipçilerine ulaşabilen yerler. Zâten cemaatlerin en büyük sihri de budur. Bu kurdukları bir ağdır; yani bir mesajın hızlı bir şekilde tüm ağda yayılabilmesidir. Dolayısıyla bu cemaatler, bu tarîkatlar açıklama yaptığı zaman, sosyal medya hesaplarından bunu duyurdukları zaman taraftarlarını bilgilendirmiş olmuyorlar, taraftarlarını bilgilendirmek için buna ihtiyaçları yok. Onlara seçim konusunda tâlîmat vermek için böyle bir şeye ihtiyaçları yok. Burada yaptıkları, kendilerinden olmayanlara göstermek, ama daha önemlisi iktidâra gösteriyorlar. İktidâra diyorlar ki: “Bakın, biz size bîat etmiş durumdayız. Bunu açık açık da söylüyoruz, gizlimiz saklımız yok. Biz size güveniyoruz” diyerek tam bir kader birliği ediyorlar. Şunu da özellikle vurgulayayım: Meselâ bir Menzilci değilseniz ya da diyelim ki İsmailağacı ya da bir başka Nakşibendî kolundan –herhalde onlar da benzer açıklamaları dernekleri, vakıfları üzerinden yapacaklardır– değilseniz ve seçimde kime oy vereceğinizi bilmiyorsanız, onların açıklamalarına bakıp: “İşte, Menzilciler Erdoğan’a oy veriyormuş. O zaman ben de Erdoğan’a vereyim” mi dersiniz, yoksa başka bir şey mi söylersiniz? Bu da ayrı bir tartışma konusu.

Burada şaşırtıcı olan; böyle bir seçimde, iktidârın kazanma ihtimâlinin çok da yüksek olmadığı bir seçimde bu kadar kendilerini bağlıyor olmaları. Bu kadar açık ve net bir şekilde bu açıklamayı yaptıktan sonra, seçimi Cumhur İttifâkı kaybederse, Menzilciler, şu dernekler, şu vakıflar ve bunların ağları yeni iktidarla nasıl bir ilişki kurmayı düşünüyorlar? Şunu mu diyecekler: “Ya, biz size oy vermedik, ama biliyorsunuz biz siyâset üstü bir yapıyız. Onun için bizim bu hayır işlerimizde lütfen engel çıkarmayın. Yardımcı olun. Hattâ bize destek verin, teşvik edin.” Bunu mu diyecekler? Bir kere bunu yapmakla berâber bu yapılar, meselâ demin söylediğim, depremde o kadar çaba sarf etmiş olduğunu bildiğimiz Beşir Derneği benim gözümde, eyvallah, iyi güzel ama, bu aynı zamanda siyâsî bir dernektir. Çünkü esas derdi siyâsettir ve belki de depremde yaptığı o faaliyetler bu siyâsî poziyonunu güçlendirmek içindir. Yani hiçbir şey düşünmeden, sadece hayır için yapılmış faaliyetler olarak görme imkânımızı bu tür açıklamalar elimizden alıyor. Bugün cemaatlerin varoluşlarının temelindeki en büyük iddiaları, kendilerinin bu dünya işleriyle değil, öbür dünya işleriyle uğraştıkları; Allah’ın rızâsı için çalıştıkları iddiası ve bu da her şeyden önce Türkiye gibi siyâsetin bu kadar parçalanmış olduğu bir yerde partiler üstü olmayı gerektirir. Düşünün, eskiden Türkiye’de bir tarafta İslâmî bir parti, diyelim ki Millî Selâmet Partisi ya da daha sonra Refah Partisi, bir tarafta milliyetçi bir parti, MHP, bir tarafta sol parti, merkez sol CHP, bir tarafta sağ parti Adalet Partisi ya da sonra ANAP ya da Doğru Yol’un olduğu dönemlerde her şeyin daha net olduğu, bu kadar karmaşık olmadığı dönemlerde bile, cemaatler siyâsî çizgilerini belli etmez, açık açık tavırlar almazlardı. Tabiî AKP iktidârıyla birlikte birçok şey değişti, bu bununla alâkalı bir şey; ama şu anda baktığımız zaman her tarafta İslâmî partiler var. Bir bakıyorsunuz: Cumhur İttifâkı’nda AKP var; ama Millet İttifâkı’nda Saadet var, Gelecek var ve bir ölçüde DEVA da var. Onun dışında Yeniden Refah Partisi var. Sağ partiler, milliyetçi partiler –dün yayında ülkücü hareketi konuşurken bahsettim– bir yerde MHP var, bir yerde İYİ Parti var, bir yerde Zafer Partisi var, bir yerde Büyük Birlik Partisi var. Yani siyâsetin ideolojiler içerisinde bile bu kadar parçalanmış olduğu bir yerde, bir cemaatin çıkıp açık açık, “Ben şu ittifâkı destekliyorum. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bunu destekliyorum” demesi, bir kere bu cemaatlerin şu âna kadar bildiğimiz tabiatına aykırı bir durum. Ama bu tabiat, daha önceki yayınlarda çoklukla söylediğim gibi özellikle AKP iktidârının son yıllarında iyice bozuldu. Fethullahçılar’la girdiği savaşın ardından Erdoğan’ın cemaatlerle ilişkisi bambaşka bir şekilde seyretti. Çünkü Fethullahçılar döneminde büyük ölçüde o alan Fethullahçılar’a bırakılmıştı. Sonra onların tasfiyesiyle berâber açılan alana denetimli bir şekilde diğer cemaatler yerleştirilmek istendi. Fakat bu cemaatlerin hiçbirisi ne tek tek ne de toplamı Fethullahçılar gibi bir performans sergileyemediler; ama onun bıraktığı boşluğa resmen üşüştüler. Yani bir ganîmet avcılığı gibi, eğitim, sağlık, medya gibi birçok alanda büyük bir hızla yer kapmaya çalıştılar, bürokrasinin içerisinde yer kapmaya çalıştılar; ama bunları da Fethullahçılar’a kıyasla büyük bir beceriyle yapabildikleri söylenemez. Bu anlamda baktığımız zaman, bu açılışı yapan Menzilciler yeni döneme en fazla uyum sağlayan grup oldu. Normalde Menzilciler bütün diğer cemaatlerin aksine siyâsete en uzak durmaya çalışan, siyâsetle ilişkisi olmadığını en çok kanıtlamaya çalışan hareketti ve birdenbire siyâsî angajmanlarını en erken açıklayan harekete dönüştü. Çok büyük bir dönüşüm. Bunun Menzil’in içerisinde yaşanan birtakım gelişmeler ve kopmalarla da doğrudan ilişkisi var. Çünkü Menzil çok büyük kopuş da yaşadı, onun da etkisi var. Ama şu geldiği hâliyle bakıldığı zaman, Menzil kendini bir nevi reddedip yeniliyor ve tamâmen siyâsî bir yapıya dönüşüyor. Sâdece bu değil; meselâ geçen seçimlerde Hizmet Vakfı vardı, Nurculuğun Yazıcılar kolunun bir vakfı; onlar da yapmıştı — ki Hizmet Vakfı, Yazıcılar, uzun bir süre, değil siyâset yapmak, kamusal alanda hiçbir şekilde görünmemeye özel önem atfeden bir yapıydı. Onlar da birden alabildiğine siyâsî olarak angaje oldular.

Bu seçim 2018 seçimleri gibi değil. 2018 seçimleri de cemaatler açısından riskliydi; ama o açılışı yaptılar. Ondan önce, hatırlanacaktır; darbenin ardından toplu açıklama yaptılar, referandumun ardından toplu açıklama yaptılar, 2018’de tekli açıklamalar gelmeye başladı. Şimdi de öyle olacağa benziyor. Ama ilginç bir not: 2018’de Menzil’in Semerkand Vakfı’nın yaptığı açıklamanın hemen ardından, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı –bu da Nakşibendîliğin Erenköy Cemaati, mâlûm BİM krizinde çok konuştuk– destek açıklaması yapmıştı Erdoğan’a. Erenköy Cemaati’nin bu seçimde Cumhur İttifâkı lehine aynı şekilde açıklama yapmasını beklemiyorum. Belli olmaz tabiî, ama çok ciddî sorunlar yaşadılar; özellikle MHP tarafından hedef gösterildiler, iktidar yanlısı birtakım medya kuruluşları tarafından hedef gösterildiler. Muhâlefete yaklaştıkları, hattâ CHP ile bile ilişki içerisinde oldukları söyleniyor. Bakalım bu seçimde destek verecekler mi? 

Bu seçimde şaşırtıcı olan, desteklerini açıkça söylemeleri. Şimdi ne olacak? Seçim olacak ve eğer iktidar değişirse –ki bana göre bugün îtibâriyle seçim yapılacak olsa Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâli daha yüksek–, bunu yaparak aslında cemaatler iktidârın değişmesi hâlinde yaşanacak olan yeni dönemde yeni iktidar sahiplerinin ellerini bayağı bir güçlendiriyorlar. O da nedir? Bir yeniden yapılanma; devletin, toplumun birtakım şeylerden arındırılmasına çok elverişli bir zemin hazırlıyorlar. Şimdi kalkıp bir iktidar değişiminde, yeni bir iktidar diyelim ki Sağlık Bakanlığı’nda ya da başka bakanlıklarda, İçişleri Bakanlığı’ndaki Menzilciler’in kadrolaşmasını tasfiye etmeye kalktığında çok da fazla ses çıkartamayacaklar. Çünkü açık bir şekilde aldıkları tavırla kendilerine yakın kadroların da aslında Cumhur İttifâkı yanlısı olduğunu beyan etmiş oluyorlar ve yeni gelen iktidar, diyelim ki Millet İttifâkı gelirse, bu siyâsî kadrolarla çalışmak istemeyecek. Yani şöyle bir şey olacak: Eskiden olsa, sessiz kalsalar, cemaatler yapılacak olan operasyonu biz diyelim ki Sağlık Bakanlığı’nda Menzilciler’e operasyon olarak göreceğiz ve onu tartışacağız. Ama ne olacak yeni dönemde? Şu hâliyle Menzilci olmanın yanına bir de Cumhur İttifâkı yanlısı olmak eklendi. Yani partizan kimliklerini beyan ettiler ve böylece birçok kişinin işini kolaylaştırıyorlar. Olayın bir yönü bu. İkinci yönü: Aslında cemaatlerin büyük bir kısmı Türkiye’de büyük ölçüde mîadlarını doldurdular. Yeni dönemde, 21. Yüzyılın ortasına doğru Türkiye’de bu cemaatlerin eskisi gibi etkili bir şekilde kalabileceklerini kesinlikle düşünmüyorum. Kendi kendilerini yok eden bir tercih yaptılar. O da devletle çok fazla içli dışlı olmaktı. Kendi ayakları üzerinde durmamaktı. Devlete, iktidâra çok bağımlı olmaktı. Onlara tâbi olmak, onlara ses çıkarmamak, hiçbir yanlışlarını söylememek, aşırı politizasyon ve aşırı angajmandı. Ve bunun sonucunda da kaderlerini iktidarlara bağlamış oldular. İktidarlar değişince cemaatlerin de durumu çok kötüye gidecek, bana göre. Her ne kadar Prof. Mustafa Öztürk, “Onlar bir yolunu bulur. Yine birtakım partiler üzerinden yeni iktidâra da yaranmayı bilirler” dese de, bence bütün bunlar bir şekilde –o mâlûm lâfla söyleyecek olursak– “not ediliyor” ve cemaatlerin, tarîkatların hakkında tutulan notlar bayağı bir çoğalmış durumda. Yani kendilerinden beklenilmeyen, kendilerinden istenilmeyen –yani tabiî ki Erdoğan istiyor bunu, ama normal olarak beklenilmeyen şekilde– aşırı bir politizasyonun içerisine girmiş durumdalar ve bu hareketlerin yarın öbür gün yaptıkları hesâbın, yatırımın boş çıkması hâlinde, “Ya, biz aslında siyâsetle ilgili değiliz” deyip tekrar eski hallerine dönmeleri de çok mümkün olmayacak. Bu yaptıklarıyla hem kendi kaderlerini Erdoğan’a endeksliyorlar hem de geri dönülmez adımlar atmış oluyorlar. Kendi bilecekleri iş; devâmı gelecektir büyük bir ihtimalle. Ama bu sefer daha ürkerek devam edeceklerini düşünüyorum. Hele bu Millet İttifâkı’ndaki son kriz aşıldıktan sonraki kamuoyu araştırmaları bir çıksın, ondan sonra saflar biraz daha netleşecek. Ve belki de herhangi bir kanada doğru birtakım hamle etmiş olanların bir kısmı, “İyi ki bu adımı atmıştım” derken; bir kısmı da, “Ya, biz ne yaptık? Keşke biraz acele etmeseydik” diyeceklerdir. Ve tahmin ediyorum, bu içlerine girdikleri aşırı politizasyon sarmalı cemaatlerin, tarîkatların içerisinde çok kişiyi bir şekilde rahatsız ediyordur; ama bu sarmaldan çıkamayacaklarını görüyorlar ve bir anlamda kaderlerine boyun eğiyorlar.

Bakın, burada çok iddialı lâflar var. Yani şimdi tekrar bu basın açıklamasına bakıyorum: “…Türkiye târihinin en büyük âfeti eklendi. Güzîde ülkemizde âfetzede kardeşlerimizin bütün ihtiyaçlarının karşılanması, kentsel dönüşüm başta olmak üzere bütün gerekli âfet tedbirlerinin alınması…” Yani kentsel dönüşüm vs…. Bir tarîkatın uğraştığı şeylere bakar mısınız? Tabiî ki “toplumun dertleriyle dertlenmek” vs. denilir; ama şu uzun metne baktığınız zaman bunun içerisinde dînî hiçbir şey yok. Olay bu kadar basit. Yani bu tarîkatlar siyâsetle, birtakım sorunlarla ilgilenmeyi, kendilerine dert edinmeyi o kadar öne çıkarttılar ki, esas yaptıkları yapmaları beklenen değil. Hele dinin en üst seviyede, tasavvufî yorumları vs.’nin yerinde yeller esiyor ve hepsi birer partizan kimliğiyle ortaya çıkıyorlar. Bu tercihi kendileri yaptılar. Erdoğan kazanırsa yine bir müddet devlet eliyle palazlanmaya devam edecekler; ama Erdoğan kaybederse birçok şeyi de kaybetmiş olacaklar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.