Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: Yeni Avrupa Güvenlik Sistemi ve Türkiye

Geçtiğimiz hafta TÜSİAD Küresel Siyaset Forumu’nun düzenlediği “Ukrayna Savaşı Sonrası Dünya ve Avrupa’da Güvenlik ve Düzen” başlıklı webinarda, Dr. Fiona Hill konuşmacıydı. Brookings Enstitüsü’nde görev yapan Dr. Hill, batının önde gelen Rusya uzmanlarından biridir. Benim de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimiyle başlayan savaşa dair görüşlerini merakla takip ettiğim bir isim. Rusya ve Putin’e ilişkin analiz ve öngörülerinde pek yanılmadı. Güvenlik ve düzen tartışmasını hem küresel hem de bölgesel ölçekte yaparken, aynı webinara yorumcu/moderatör olarak ev sahipliği yapan Evren Balta ve Soli Özel hocaların sorularıyla Türkiye’nin olası düzendeki yeri ve rolüne de değindi.  

Hill’in konuşmasından çıkardığım kadarıyla, dünya ve Avrupa güvenlik sisteminin geleceğini tartışırken dikkate alınması gereken unsurlardan belki de en önemlisi Amerikan iç politikası. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası Biden yönetiminin Kiev’e desteği, ABD’yi yeniden Avrupa güvenliğinin kilit aktörüne dönüştürdü. Şu ana dek Ukrayna’ya en büyük askeri yardımı ABD yaptı. Biden yönetimi işbaşında kaldığı sürece, bu yardım kesintisiz devam edeceğe benziyor. Ancak Kasım 2024’te yapılacak başkanlık seçimlerinden sonra ABD’nin bu politikasında önemli bir değişim olası. Zaten Ukrayna’ya yapılan askeri yardımın içeride giderek daha fazla sorgulanmaya başlanması ABD’nin gelecekte Avrupa güvenliğindeki rolünün zayıflayabileceğine işaret ediyor. Bu ise önümüzdeki iki yılda NATO içinde “külfet paylaşımı”nın ötesinde yeni tartışmaları tetikleyebilir. Elini giderek daha az taşın altına koymaya hevesli ABD’nin yerini kimin ya da hangi örgütün alacağı bugünden bakıldığında belirsiz.

Avrupa güvenliğinin geleceğini şekillendirme konusunda en güçlü aday Almanya. Ancak şu ana dek Berlin, yeterince hızlı ve kararlı adımlar atabilmiş değil. Dönüp dolaşıp aynı konuya sözü getiriyorum ama Scholz, bundan bir yıl önce Bundestag’daki tarihi konuşmasında müjdelediği savunma harcamalarının semeresini henüz toplayabilmiş değil. Tahsis edilen 100 milyar euroluk ilave kaynağın Bundeswehr’in yeteneklerinde anlamlı bir iyileşme yaratmadığını bizzat Alman kaynakları teslim ediyor. Dünya ve Avrupa güvenliğinin dönüşümünün kilit ülkesi Almanya’nın gerekli zihinsel ve yapısal dönüşümü becerip beceremeyeceği hala belirsiz.

Geleneksel olarak Avrupa bütünleşmesinde Almanya ile birlikte itici güç olarak işlev gören Fransa ise kaynakları ile mütenasip olmayan bir liderlik hevesiyle hareket ediyor. Özellikle Avrupa Birliği’nin NATO’dan özerk bir güvenlik boyutuna kavuşması için onyıllardır uğraş veren Paris açısından, Rus tehdidinin NATO’ya yeni bir hayat vermesi yeni bir sınama. Orta vadede NATO ve ABD olmadan Avrupa güvenliği mümkün gözükmüyor. Zaten Hill’in konuşmasında vurguladığı hususlardan biri de buydu. İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin aniden ortaya çıkan NATO üyeliği arzusunun altında ortalarda güvenlik için NATO dışında bir seçenek bulunmaması yatıyor.

Özetle Avrupa güvenliği için orta vadede NATO tek seçenek. Bu da Türkiye’nin Avrupa güvenliği için önemini arttırıyor. Ancak orta vadenin ötesindeki bir Avrupa güvenlik sisteminde yeri ve rolü konusunda Türkiye’nin bir karar vermesi gerekiyor. İçinde mi olacak dışında mı? Webinar yapıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan henüz Finlandiya’nın üyeliği için yeşil ışığı yakmamıştı. O nedenle Hill, İsveç ve özellikle Finlandiya’nın NATO üyeliğinin Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına uygun olduğunu ısrarla vurgulama ihtiyacı hissetti. Küçük nüfusuna rağmen Finlandiya, askeri açıdan “ağır sıklet” sayılabilir. Hem silah altındaki asker sayısı (200 bin civarında) hem de seferberlikte silah altına alınabilecek yedek sayısı (800 bin) itibarıyla NATO’da güvenlik tüketen değil güvenlik üreten bir üye katılmış olacak. Ayrıca geçen yıl 64 adet F-35 siparişi vererek 5. nesil savaş uçağı kullanıcıları ligine de katılmış oldu. Finlandiya Cumhurbaşkanı’nın Ankara ziyareti sonrası, nisan ayında bu ülkenin NATO üyeliğinin TBMM’de onaylanması neredeyse kesinleşti. Hill’in tespitlerinin Ankara tarafından da paylaşıldığını gösteren bir gelişme; hatta Erdoğan’ın NATO genişlemesini bloke ederek Rusya’yı kolladığı eleştirilerine bir yanıt bile sayılabilir. İsveç ise bir süre daha beklemek zorunda.

Orta vadenin ötesinde ise Avrupa güvenlik sistemi baştan tanımlanmak ve kurgulanmak zorunda. Büyük olasılıkla Amerikalıların savunduğu türden, katı siyah-beyaz, doğu-batı ya da demokratik-otoriter ayrımlarına dayalı bir saflaşma damgasını vurmayacak bu düzene. Bu kurgu sırasında NATO şu an olduğu kadar önemli bir yer işgal de etmeyebilir. Fiona Hill, “Türkiye bir karar vermeli. İçinde mi, dışında mı olacak” dediğinde kendisine itiraz mahiyetinde bir soru sordum. “Bu sadece Türkiye’nin kararıyla olabilir mi?” diye. Geçtiğimiz 20 yılda Türkiye’yi AB ve Avrupa güvenlik tasarımları dışında bırakmaya ilişkin kararlı tutumdan kaynaklanıyordu bu itirazım. Zira aklımda AB’nin ağır topları Almanya ve Fransa vardı.

Dr. Hill, soruma net bir yanıt vermedi ama sonra düşündüğümde fark ettim ki öğrenilmiş çaresizlik sayılabilecek düzeyde bir ezberle şekillenmişti sorum. Kafamın arkasında Avrupa güvenliği yeniden kurgulanırken Berlin ve Paris’in belirleyici rol oynayacağı varsayımı takılı kalmıştı. Aslında Hill’e hak vermek lazım. Bugünün ezberleriyle düşünmemeli. Kültürel gerekçelerle Türkiye’yi Avrupa, hatta batı dışında tutmayı çıkarlarına uygun görenler olduğu kadar, Rusya’nın başlıca tehdide dönüştüğü bir Avrupa’da Türkiye’yi güvenlik ortağı, müttefiki olarak görenler de vardı. Ukrayna, Polonya, Baltık ülkeleri, Britanya, Norveç ve hatta Finlandiya, Türkiye ile aynı safta yer almayı yeğleyen ülkeler. Dolayısıyla Avrupa ve Türkiye’ye dair ezberleri unutmak gerekiyor. Almanya ve Fransa’ya takılıp kalmadan Avrupa güvenlik sisteminde Türkiye’nin yeri ve rolü konusunda uzun soluklu bir değerlendirme ve tartışmanın bir an önce başlaması gerekiyor. Baştaki çekincelerimi bir kenara bıraktım. Artık Fiona Hill’e hak veriyorum. Başkalarının ne düşündüğüne, ne düşüneceğine bakmadan Türkiye’nin önce kendi kararını vermesi gerekiyor. Tıpkı 1949’da NATO kurulduğunda yaptığı gibi. Başkaları ona NATO’da üyelik önerdiği için değil, kendi güvenlik çıkarlarının gereği saydığı için ısrarcı olmuş ve üç yıl sonra ittifaka katılmıştı. Tercih de karar da esasen Türkiye’nindir.

Not: Webinarı bu linkten izleyebilirsiniz.

e-mail: guvencserhat@gmail.com

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.