Soli Özel anlatıyor: Niçin Kılıçdaroğlu? | Ruşen Çakır’ın sorularıyla

17 Ekim 2022 tarihinde Politikyol sitesinde yayımladığı “Kemal Bey’in adaylığı” başlıklı yazısında, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığına mesafeli bir tutum aldığını söyleyen gazeteci ve akademisyen Soli Özel, 15 Mart 2023’te aynı sitede yayınlanan “Seçime doğru…” başlıklı yazısında görüşlerinin, özellikle 6 Şubat’taki deprem felaketinin ardından değiştiğini şu satırlarla dile getirdi:

“Bu denli hayati bir seçimde Kemal Bey’in aday olmasını kendimce neden uygun görmediğimi daha önce burada yazdım. O yazıdaki görüşlerim aradan geçen zaman zarfında değişmedi, 5 Şubat gecesine kadar da olsa olsa perçinlendi. Ancak hiçbir zaman aday olduğu takdirde oy vermemeyi de düşünmedim. Böyle bir tutumun sadece yanlış değil aynı zamanda derin bir sorumsuzluk olduğuna inanıyorum. Deprem bu durumu iki açıdan değiştirdi.”

Peki deprem felaketi sırası ve sonrasında Kılıçdaroğlu neyi doğru yaptı? Soli Özel’e görüşlerini değiştiren Kılıçdaroğlu performansını nasıl yorumlamalı? Soli Özel, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtlıyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler. Soli Özel stüdyo konuğumuz. Kendisiyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ekseninde bir sohbet yapmak istiyoruz. Soli, hoş geldin.

Soli Özel: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Soli sen 17 Ekim’de PolitikYol’da “Kemal Bey’in adaylığı” başlıklı bir yazı yazmıştın ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığını bayağı açık, net ve sert bir şekilde eleştirmiştin. 

Soli Özel: Hayır, ben taraf olmadığımı yazmıştım. 

Ruşen Çakır: Ama karşı çıkmıştın, doğru olmadığını söylemiştin. O yazın üzerine seninle bir yayın yapmıştık; epeyce de konuşuldu biliyorsun. Geçtiğimiz günlerde yine PolitikYol’da “Seçime doğru” başlıklı bir yazı yazarak, artık Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını eleştirmedin, hattâ Kemal Kılıçdaroğlu’na, özellikle deprem sonrası aldığı tavırdan dolayı da takdirlerini belirttin diye özetleyeyim. Ekim ayındaki argümanlarınla Mart ayındaki argümanların arasında değişenler var mı?

Soli Özel: Ben yazımda da şunu söyledim: 5 Şubat akşamına kadar, benim 17 Ekim’de yazdığım yazıdaki fikirlerimi değiştirmem için hiçbir neden olmadığı gibi, tam tersine, 17 Ekim ile 5 Şubat arasında yaşanan olayların pek çoğu, bunların katmerlenerek, benim zihnimde doğru yerde ya da kendimce düşüncelerimin doğru olduğunu düşündürttü bana. 

6 Şubat sabahı, biz bambaşka bir Türkiye’ye uyandık. İkincisi, her şeyi bir yana bırakalım, Ekim ayında “Aday kim olsun?” tartışmasını yapmak anlamlıydı. Artık Şubat’a geldiğimizde ve seçime de en fazla 3 ay kaldığının bilindiği bir noktada, bu tartışmayı yapmanın bir anlamı yoktu. 14 Aralık’ta İmamoğlu’na cezâ verildiğinde ortaya çıkan heyecanla, belki yeniden bu konuyu açmak, sürdürmek, o heyecânı yaratmış olan kişinin kimliği üzerinden bir adaylık tartışması yapmak da anlamlı olabilirdi belki. Ama Şubat’a geldiğimizde bu artık söz konusu değildi. Kemal Kılıçdaroğlu, bir şekilde kendisine rakip olabilecek olan herkesi pasifize etmeyi de becerdi. Onu da bir beceri olarak görebilirsiniz. 

6 Şubat’ta ise zâten deprem yaşandı ve depremde, en azından olaylara daha mantıklı bakabilen Türkiye açısından kabul edilemeyecek olan bir tablo ortaya çıktı. Bana göre de bu tablonun en başat unsurlarından birisi, Türkiye’de devletin kurumlarının içinin boşaltılması nedeniyle artık işlevlerini yerine getiremeyecek ve getiremediği işlevlerinden dolayı en ufak bir şekilde utanç duymayacak bir hâle gelmesi; ar damarı çatlamış bir devlet ve devlet teşkilâtı ve onun çalışanları vardı. O noktada, bence Kemal Kılıçdaroğlu iki doğru tavır aldı. Birincisi, dedi ki: “Ben devletle hizâlanmayacağım”. Buna karşılık, en büyük partneri, yani İYİ Parti’nin Genel Başkanı Meral Akşener, “Bizim susma, devletin ise konuşma zamânıdır” dedi ve iki buçuk gün ortalarda gözükmedi. Kemal Kılıçdaroğlu, “Bütün bunların hesâbını soracağım” dedi. Bana göre, depremden sonra alınacak olan doğru tavır oydu, onu da aldı. Dediğim gibi, o saatten sonra da artık bir adaylık tartışması içinde olmanın bir anlamı kalmamıştı. O nedenle artık bu saatten sonra benim ne düşündüğümün de hiçbir önemi kalmadığından, aday da belli olduğundan ve bu seçimin tahminlerimizin de ötesinde varoluşsal bir seçim olduğunun bence bu depremle bir kez daha teyit edilmesi sonucunda, “Aday o ise bizim de işimiz ona destek vermektedir” dedim. 

Yalnız, yazıyı okumamış olan izleyiciler için eklemem gerekir: Ben yazımda, Bilgi Üniversitesi’ndeyken 15 gün ağırladığımız, popülist hareketler, demokrasi, otoriterlik konusunda dünyanın en önde gelen akademisyenlerinden Jan-Werner Müller’in, Project Syndicate sitesinde çıkmış olan yazısından da alıntılar yaptım. Çünkü Müller’in eşi Macar olduğu için Macaristan’ı da çok iyi bilir. Macaristan’da da, bizdeki gibi masa değildi, ama altılı bir koalisyon vardı. O koalisyon, Orban’ın muhâfazakârlığına karşı, küçük bir şehrin muhâfazakar Katolik belediye başkanını aday yaptılar. Werner Müller diyor ki: “Sen eğer iktidardakinin söylemini, şartlarını, değerlerini benimseyerek muhâlefet yapmaya kalkarsan, ‘Aslı varken sahtesini ne yapalım?’ dedirtirsin”. O nedenle buna dikkat edilmesi ve muhâlefetin mutlaka yeni bir dil üretmesi gerektiği; gelecekle ilgili vermiş olduğu mesajlarda, bugünkünden farklı olduğunu anlatması gerektiği; bunu yaparken de bir enerji yaratması gerektiği –ki birinci yazımda da o enerji işine çok vurgu yapmıştım– uyarısında bulunarak, “Bunları gerçekleştirmek koalisyonun ve liderin işidir. Bu şartlarda onlara destek vermek de bizim işimizdir” diye bitirdim. 

Ruşen Çakır: Enerji demişken, Bekir Ağırdır da ruhtan bahsediyor ve Millet İttifâkı’nın henüz bir rûhu olmadığını söylüyor.

Soli Özel: Eh yok, “Dış politikayı değiştireceğim” diyorsun; bugünkü batağın içinde olmamızın baş müsebbibi o masada oturuyor. “Kadınlardan yanayım. İktidâra geldiğimin ilk günü İstanbul Sözleşmesi’ni hemen yeniden imzâlayacağım” ya da “yeniden gireceğim” diyorsun; İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkmayı kendi mütemmim cüzü olarak takdim eden bir parti orada oturuyor. İktisâdî koşullardan şikâyetçi oluyorsun, 2015 yılına kadar AKP’nin izlediği ekonomi politikasının mîmârı ya da uygulayıcısı orada oturuyor. Üstelik de bütün bu şikâyet edilen yolsuzluklar, Îmar Yasası’nın 1520 defa değiştirilmesinde bunların imzâsı var. Burada bir sıkıntı var. 

Bir de, yazıda benim vurguladığım bir şey daha var: Sadece deprem değil, Meral Hanım’ın o zehir zemberek açıklamasıyla açığa çıkan büyük krizin de ve o krize kamuoyundan gelen tepkinin de…

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım sana… 

Soli Özel: O tepkinin, Altılı Masa’nın ya da Millet İttifâkı’nın konsolide olmasına yol açtığını düşünüyorum paradoksal olarak. Bir kere, Kemal Kılıçdaroğlu baştan îtibâren, belediye başkanlarını fotoğrafın dışında tutmaya çalışıyordu. Bütün enerjisini de neredeyse buna harcadı. Çünkü onları rakip olarak görüyordu. Buna karşılık Meral Akşener, onları bir şekilde içinde tutmak istiyordu. Belki aralarından birisini, İmamoğlu’nu ya da Yavaş’ı da aday yapmak istiyordu. Onlara yaptığı çağrıyla zâten bu adamların öyle bir imkâna sâhip olmalarının önünü kesmiş oldu. Bana göre çok hatâlı bir çıkıştı o. O zehir zemberek metin de hakîkaten bugünün koşullarına uygun değildi. 6 Mart Pazartesi günü yapılan toplantıda da, aslında büyük kavgalar çıktığını sonradan dedikodularla filan öğrendik. 

Ama ne oldu? Belediye başkanları o fotoğrafa girdiler. Bugün muhâlefet etkili bir kampanyayı yapabilecekse, o iki başkanın da o kampanyanın içinde bilfiil çalışıyor olmaları önemli. Eğer bundan sonra Kemal Kılıçdaroğlu ya da Cumhuriyet Halk Partisi, o belediye başkanlarını çeşitli manevralarla gene dışarıda tutmaya çalışırsa büyük bir hatâ olacağını düşünüyorum. Çünkü konsolide olmuş yapıyı da parçalamış olurlar. 

Ruşen Çakır: Meselâ dün İstanbul’da Gelecek Partisi’nin düzenlediği bir iftar vardı. Ekrem İmamoğlu oradaydı, Kılıçdaroğlu’nun yanında. Ankara’da da, Kent Konseyi’nin iftarına Mansur Yavaş’la berâber Meral Akşener gitti. Bugün yine Meral Akşener ve Mansur Yavaş birlikte program yapıyorlar. Meselâ Meral Akşener deprem bölgesine gittiğinde, yanında başkanlardan birisi, Kemal Kılıçdaroğlu gittiğinde, yanında diğeri mutlaka oluyor. Öyle görünüyor ki belediye başkanları kampanyanın içerisinde ciddî bir şekilde olacaklar 

Soli Özel: Bence olması gereken şey bu. Çünkü başkanların, daha doğrusu başında oldukları belediyelerin, özellikle hükûmetin neredeyse ölüme terk ettiği Hatay’da yapmış olduklarına, bunun ne kadar sistematik olarak yapıldığına, ne kadar ayrımcılık yaşanmadan gerçekleştirildiğinde, şuna buna baktığın takdirde, onların o potansiyellerini de görmüş olanların, onların da bu sâhada, bu bünyenin içinde olduğunu görmelerinde yarar var.

Bir şey daha var: Bu seçimin geleceğiyle ilgili; onu yazıya koymadım, çok uzamıştı yazı zâten. İlk yazımda da var. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevîliği beni hiç rahatsız eden bir şey değil. Tam tersine, bir Alevî’nin cumhurbaşkanı olmasını, hem dünya görüşüm açısından hem de gerçek anlamıyla laik bir Türkiye’nin gerçekleşmesi açısından önemli bulurum. Saadet Partisi’nin büyük binâsının üzerine Atatürk posteri konmuş olan, üçü İslâmcı geleneği temsil eden parti başkanlarının arkasında durduğu bir şekilde, Kandil gecesi bir Alevî Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının cumhurbaşkanı adayı îlân edilmesinin de simgesel olarak çok önemli olduğunu düşünüyorum açıkçası.

Dediğim gibi benim siyâseten ne düşündüğümden bağımsız olarak, eğer Kemal Kılıçdaroğlu seçilmiş olursa, bence Türk laikliği açısından da çok önemli bir handikap aşılmış olacak ve önemli bir adım atılmış olacak.

Ruşen Çakır: 6 Mart’ta Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleştikten bu yana, nasıl bir tablo görüyorsun? Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlini yüksek görüyor musun?

Soli Özel: Ben kimseyi suçlayarak veyahut bir îmâda bulunarak söylemiyorum bunu, ama Nisan sonuna kadar baktığım hiçbir kamuoyu araştırmasını ciddîye alacak durumda değilim. Çünkü açıkçası bence çok mikro düzeyde birtakım kararlar verilecek. Onun için de biraz böyle toz dumanın yatışması gerektiği kanaatindeyim. Aslında Cumhur İttifâkı ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaptığı birtakım tercihlerle çok daha keskin bir çizgi çizmiş oldu bu seçimle ilgili.

Ruşen Çakır: HÜDA PAR ve Yeniden Refah meselesi.

Soli Özel: Tabiî. HÜDA PAR ve Yeniden Refah’ın ittifâka dâhil edilmesiyle, dindarı dinsizi, laik olanı olmayanıyla Türkiye’de oy verecek olan seçmenlerin, başka pek çok mülâhazanın yanı sıra, nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediklerine dâir de bir karar vermeleri gerekiyor diye düşünüyorduk zaten. Böyle bir karar vermenin önemi ya da karârın ne kadar keskin bir karar olması gerektiği de bu tercihlerle ortaya çıktı. Dediğim gibi, bir tarafta simgesel olarak akıllara belki bundan iki sene önce gelmeyecek olan bir tablo çıktı ortaya. Diğer taraftaysa, kadınların köleleştirilmesine, kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak kalmasına yönelik bir projenin, bir programın sâhiplenicisi olanlar. Bir de HÜDA PAR örneğinde baktığınız zaman, çok da parlak, temiz bir sicilin olmadığı bir harekete bağlı bir partinin, iktidar ortağı olma ihtimâlinden bahsediyoruz. 

Ruşen Çakır: Peki, sence Erdoğan böyle bir şeyi sâdece birkaç oy fazla almak için mi yapıyor, yoksa bu tamâmen siyâsî tercih mi?

Soli Özel: İkisini birbirinden net çizgilerle ayırabileceğimizi sanmıyorum. Aynı gün, hem Erbakan konusunda hem Mehmet Şimşek konusunda bir fiyasko yaşandığına tanıklık etmiştik. Sonra ne olduysa oldu, adından başka ne için o partinin başında olduğunu ya da Türkiye’ye ne katacağını anlamadığım Fatih Erbakan çark etti ve bu koalisyona dâhil oldu. Mehmet Şimşek böyle bir şey yapmayacağını da söyledi. Özellikle Mehmet Şimşek’inki son derece net bir tavırdı ve sanırım epeydir de takındığı bir tavırdı. Bunu garantiye almadan o toplantıyı yapmak zâten büyük bir hatâydı. Öyle bakınca da bir panik havası olduğunu düşünüyorum şahsen. O nedenle, bunu siyâsî bir tercihle mi yaptı? Yoksa her oya ihtiyâcı yok bence çok anlamlı bir soru değil. İkisi birlikte işin içindedir diye düşünüyorum.

Bir de şunu da görmek lâzım: Meselâ, bu hükûmet dış politikada iki hafta önceye kadar uyguladığının 180 derece tersi birtakım uygulamalara başladı son iki haftada. Yani bunun nereden geldiğini ya da ne amaçladığını bilemiyorum. Şimdi Rus ve Belarus uçaklarına yakıt ikmâli yapılmıyor. Gemilerin yükü kontrol ediliyor. İkinci S-400 bataryasının alınmayacağı söyleniyor. Finlandiya’ya yeşil ışık yakılıyor. Bana sorarsan, İsveç’inki de seçimden sonraya bırakılmış oluyor. İbrahim Kalın’ın ne yaptığını bilmediğimiz bir haftalık Amerika ziyâreti var. Orada Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Jack Sullivan ile konuşuyor. Bütün bunlar, dış politikada da aslında bir farklı manevranın içinde olduğunu düşündürtüyor. Her tarafa mı saldırıyor, yoksa gerçekten ileriye yönelik olarak daha farklı bir siyâset izleyeceğinin işâretlerini mi veriyor bilmiyorum; ama oy verecek olanları birinci derecede ekonomi konusunun ilgilendireceğini düşünecek olursak, Mehmet Şimşek’in reddi, ne olduğu belli olmayan bugünkü ekonomi politikasının devam edebileceğini gösteriyor. Bu şekilde Türkiye’nin dışarıya güven vermesi, dolayısıyla dışarıdan kaynak alabilmesi da mümkün değil. Gittiğimiz bütün konferanslarda, konu ne olursa olsun eninde sonunda seçimle ilgili soruyorlar. Yavaş yavaş büyük bir ilgi de oluşmaya başladı. Bugünkü hâliyle Türkiye’nin, ne müttefikleriyle düzgün bir ilişki kurması mümkün, ne de paranın giderek daha sıkılaşacağı bir dünya finans piyasası ortamında, kendisine yönelik paraları alabilmesi mümkün. “Aman ha! Ola ki iktidar değişir” ihtimâliyle, bir yandan göz ucuyla artık Türkiye’ye bakılıyor artık. Yani, iktidarın değişebileceği ihtimâli dışarıda daha güçlü bir ihtimal olarak…

Ruşen Çakır: Bir ara pek yoktu.

Soli Özel: Hiç yoktu. O bakımdan deprem çok büyük bir kırılma noktası oluşturmuş gibi gözüküyor açıkçası. Çünkü normalde herkesin beklentisi, böyle bir deprem ve böyle bir sefil müdâhale ya da müdâhalesizliğin sonucunda herhangi bir iktidârın ayakta kalması mümkün değil. Bizim açımızdan şaşırtıcı olan, belki de anketlere yansımayan, eğer yansıyorsa da o zaman farklı galaksilerden gelen insanların yaşadığı bir nüfus olduğumuzu düşündürecek şey, depreme rağmen, sâdece kutuplaşmanın derinleşmesi, oy kaymasının gerçekleşmemesi. 

Ruşen Çakır: Anketler son dönemde Muharrem İnce’ye ciddî bir şekilde dikkat çekiyor. Hattâ geçen gün Can Selçuki’yle bir yayın https://medyascope.tv/2023/03/21/secimler-yaklasirken-yukselenler-ve-dusenler-can-selcuki-ve-rusen-cakir-tartisiyor/ yaptım. Yayına önce kendisinden özür dileyerek başladım. Zira Memleket Partisi’yle ilgili rakamları ilk Can Selçuki söylemişti. Ben de “abartıyor” diye sağda solda konuşuyordum. 

Soli Özel: Senin dünkü yazını https://medyascope.tv/2023/03/26/rusen-cakir-yazdi-muharrem-incenin-onemi-ve-degeri-uzerine-tezler/ da okudum. 

Ruşen Çakır: Ama sonra güvendiğim birçok kişiyle konuştum. Hepsi de bunu bir realite olarak söylüyor. Zafer Partisi de önce bir çıkış yaptı, sonra söndü. CHP’lilerde, Memleket Partisi’nin bu çıkışının seçime doğru azalacağı beklentisi var. Sen ne düşünüyorsun?

Soli Özel: Dediğim gibi ben Nisan sonuna kadar okuduğum hiçbir şeyi, üzerinde analiz yapabilecek ölçüde ciddîye almama eğilimindeyim. Senin dünkü yazının üstüne belki bir şart daha ekleyebilirim. Tekrar ediyorum: Şu andan sonra Kemal Bey’in adaylığını tartışmanın bir anlamı yok. Fakat bu adaylık bir dayatma şeklinde gerçekleşti. Kemal Bey hiç değilse partisine kendi adaylık meselesini açmış olsa ve hiç değilse kendi partisi içinde yanında çalıştığı arkadaşlar değil, geniş bir tabanın bunu cânı gönülden istediği izlenimini vermiş olsaydı, o zaman tabandan gelen bir enerjinin varlığından bahsedilebilirdi. Türkiye’nin geneline açarak bunu yapmış olsa daha da iyi olurdu. 

Şimdi kamuoyu yoklamalarıyla değerlendirme yapmak doğru değil; ama bütün kamuoyu yoklamaları da aslında önümüze konmuş olan o üçlü ya da dörtlü mönüde, aslında en az rağbet görenin kendisi olduğunu gösteriyordu. Deprem öncesinden bahsediyorum tabiî. Bu durumda, çok kapalı bir çevrenin tercihi olarak üzerimize bu dayatılınca, örneğin gençler ve protesto etmek isteyenler, kendilerine protesto edecek bir figür aradılar gibime geliyor. Bunu da 2002’deki Genç Parti olayına benzetiyorum. İzmir’in iki bölgesinde Genç Parti’ye %17 oy çıktı. Bu sâdece konserlerde döner-ekmek dağıttı diye açıklanacak bir şey değil. O günün Türkiye’sinde müthiş bir öfke vardı. O öfkenin büyük bir kısmı Adalet ve Kalkınma Partisi’ne gitti. Genç Parti de, daha seküler olan ve hoşnutsuz olan, özellikle genç kesimin o îtirâzının bir sözcüsü olarak ortaya çıktı. O nedenle Doğru Yol Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi Meclis’e giremediler. Ben Muharrem İnce’nin çıkışıyla ilgili bir analiz okumuş değilim ya da rakamları tahlil etmiş değilim. Ama durumun böyle olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, ona bugün destek veren kitleye hitap edecek inandırıcı bir dili Millet İttifâkı üretebilecek mi? Bence önümüzdeki 50 günün sorusu bu gibime geliyor. 

Ruşen Çakır: Şu aşamada, İnce’ye oy vermesi söz konusu olan kişilere değil de bizzat kendisine gitmek ve bir pazarlıkla onu iknâ etmek sanki daha doğru gibi. 

Soli Özel: Şimdi öyle bir kibir de var; hani “Tamam, bu sonunda bizimle uzlaşacak da el yükseltiyor” gibi. Yapar yapar, babamın oğlu değil, tanımıyorum, ne yapacağını da bilmiyorum. Muharrem İnce’nin, hâlâ hesâbını vermemiş olduğu bir seçim gecesi rezâleti var. Ama belli ki ilk defâ oy verecek insanlar da, “5 yıl önce ne yaptı, ne yapmadı?” konusuyla ilgilenmiyorlar. Tekrar ediyorum: Muharrem İnce’nin, bugün iki tarafa da karşı çıkan, yani laiklik üzerinden söylemleriyle Cumhur İttifâkı’na, güya daha kişiselleştirmeden yapmaya çalıştığı îtirazlarla Millet İttifâkı’na karşı çıkışının, insanlarda, “Birisi de benim öfkemi dile getiriyor” diye ona yönelmelerini sağlıyor gibi geliyor bana. Millet İttifâkı’nın bunu nasıl yönetebileceği üzerine düşünmesi gerekiyor bence. Ona hakaret ederek bir yere varılabileceğini sanmıyorum. Çünkü hakaret edersin, hattâ belki satın da alırsın. Bu sefer ona destek vermiş olanlar, hem ona hem sana lânet ederler ve evde kalırlar. 

Bana öyle geliyor ki bu seçimi de, tıpkı 7 Haziran 2015 ve bir ölçüde, belki İstanbul seçiminin iki turunda olduğu gibi, kimin kazanacağını, belki kimin taraftarlarının ya da kime oy vermesi ihtimâli yüksek olanların evde kalmayı tercih ettikleri belirleyecek. Bildiğim kadarıyla, 7 Haziran 2015’te, AKP’nin önemli sayıdaki seçmeni seçime katılmamıştı. Sonra, 1 Kasım’da geri döndüler. Benzer bir şey, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul seçimlerinin 2. turunda oldu. Yani “Bu kadarı da fazladır” diyerek sandığa gitmediler. Sandığa gitmeme tercihi çok belirleyici bir tercih olabilir diye düşünüyorum şahsen. O bakımdan, hakaret işinden vazgeçmelerinde bence çok yarar var.

Ruşen Çakır: Son olarak, cumhurbaşkanı adaylarından Sinan Oğan dün nihâyet 100 bin imzâyı toparlayabildi, ama Zafer Partisi’nin bir zamanlar gördüğü ilgi pek yok sanki. Sen nasıl görüyorsun bunu? Çünkü bir ara Ümit Özdağ öndeydi, Muharrem İnce arkasından geliyordu. Ama şimdi tamâmen tersine dönmüş vaziyette.

Soli Özel: Üzerinde çok düşündüğümü söyleyemem, düşünmedim. Ama Zafer Partisi ya da Ümit Özdağ’ın da bir îtirazı, bir isyânı, ona çok inanmasam bile, “Birisi de benim dert ettiğim meseleyi söylüyor” diye ona eğilimler oldu. Suriyeli mülteciler meselesini ortaya getirdi. Fakat Ümit Özdağ bence duracağı sınırı da bilemedi. Bunu çok ciddî şekilde, çok ırkçı, çok çirkin, nefretle dolu bir söyleme dönüştürdü. Belki orada toplum bir çizgi çizdi ve Muharrem İnce’yi tercih etti gibime geliyor. Zâten onun da mültecileri göndermek gibi bir derdi olduğunu sanıyorum. Hattâ Millet İttifâkı’nın da öyle bir derdi olduğu açıklandı.  

Bir de îtiraf edeyim: Duygularıyla oy verecek olan genç bir kitle açısından Muharrem İnce, Ümit Özdağ’a göre çok daha heyecan verici bir konuşmacı. 

Ruşen Çakır: Soli, PolitikYol’da yazdığın ilk yazıdan sonra başına bir şeyler geldi mi?

Soli Özel: Hayır. 

Ruşen Çakır: Şunun için soruyorum. Çünkü yazdığın mecrâ Kılıçdaroğlu’na çok sıcak bakan bir yer. 

Soli Özel: Hayır, bir şey olmadı. Hattâ merak edenler de olmuş, “Bu adama yazı yazdırmıyor musunuz?” diye. Doğruya doğru, Ekim’de yaptığımız yayında da söylemiştim: PolitikYol yönetimi son derece olgun davrandı. Hem o yazıya yer verdi, hem de benim herhangi bir şekilde yazılarımı ya da konularımı kısıtlamam gibi bir talepte bulunmadı. Ben uzun bir zaman yazmadım. Ama bu ikinci yazıyı yazmamın da bir borcum olduğunu düşündüm. Yani bugün varmış olduğum noktada ne düşündüğümü okurlarla paylaşmak istedim, kötü bir şey de yapmadığımı sanıyorum. 

Ruşen Çakır: Kılıçdaroğlu’na yakın birilerinden gelmiş dolaylı bir mesaj filan da olmadı mı?

Soli Özel: Beni ciddîye almaları için bir neden yok ki. 

Ruşen Çakır: Peki, sence seçim ne olacak? Kılıçdaroğlu kazandığı takdirde, 7 tâne cumhurbaşkanı yardımcısı olacak.

Soli Özel: O bir felâket. Ben, Kılıçdaroğlu’nun Meral Hanım’la vardığı asıl mutâbakatın –ki anlaşılan, ertesi günkü toplantıda Meral Hanım’ı delirten de o oldu– Anayasa’ya uygundu ya da değildi, ayrı bir tartışma konusudur; ama o iki belediye başkanının başkan yardımcısı olacağını söylemek işi farklı ve bence doğru mecrâya getiriyordu. Belki bunun bir tarafında Meral Hanım’ın tek başkan bardımcısı olmayı istemesi vardı, ama daha önemlisi şu: Millet İttifâkı bize ne vaat ediyor? Diyor ki: “Biz sizi 2 sene içerisinde parlamenter rejime döndüreceğiz”. Parlamenter rejime döndürmeyi birinci siyâsî hedefi hâline getiren bir ittifâkın, o ittifâkı oluşturan partilerin başkanları niye Meclis’te olmayacaklar da başkan yardımcısı olacaklar, bana biri söylesin. Bu, zımnen bize, “Asıl iktidar orada. Aslında biz Meclis’i pek önemsemiyoruz. Meclis el kaldırıp indirenlerin yeridir. Biz de onlara ne yapılması gerektiğini söyleriz…” Bu, Meclis’e saygısızlıktır. Meclis’e bu kadar saygısız olanların, Türkiye’yi güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçireceklerine inanmam. Geçirselerdi, onun neye benzeyeceğini de, açıkçası şu an şurada edep dâhilinde söylemek istemem. Benim görüşüm bu. Meclis’te olursunuz ve orada parlamenter sisteme geçişin bütün temelini hazırlarsınız. 

Bir de şunu soralım: Diyelim ki kaybettiler, ne olacak? Şu oldu bu oldu ve Kemal Kılıçdaroğlu seçilemedi. Hepsi Meclis dışında kalacaklar. O partiler kalacak mı? Zâten çoğu beş para etmiyor. Yani alayını toplasanız bir Cumhuriyet Halk Partisi etmiyor. Eh o zaman bu parlamenter sistem, geçiş dönemi filan, bunlar ne olacak? Meral Hanım’ın Fatih Altaylı ile yayında söylediği, “Biz orada olacağız” demesi filan… bunun bir mantığı yok ki. Parlamenter sisteme dönecek olanlar, partilerinin başında Parlamento’da yer alırlar. Onlara bir görev verilirse, Parlamento’dan istifâ edip, bugünkü sisteme göre bakan olabilirler, o ayrı hikâye. Ama sen Parlamento’ya saygını göstermiyorsan, Parlamento’yu önemsediğini gösterecek bu hareketi yapmıyorsan, ben de senin o hedefini çok ciddîye alamam. Açıkçası, bunun çok kızdırması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, şöyle de bir sorun var tabiî: Seçimi kimin kazanacağına yoğunlaşmaktan, “Kim kazanırsa, sonra Türkiye de neler olur?” meselesini konuşmaya pek mecâlimiz olmuyor. Ama ortada gerçekten bayağı bir soru işâreti var.

Soli Özel: Çok var. Fakat bence depremle iyice teyit edildi ki, sonrasında ne olacaksa olacak, ama önce bugünün bitmesi gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Hani Brezilya Devlet Başkanı’nın söylediği o cümle…

Soli Özel. Evet. “Cehennem kapılarını kapatıp cennet kapılarını açmak”. Biz henüz bu cümlenin birinci kısmındayız. Cehennem kapılarının mutlaka ve mutlaka kapatılması gerekiyor. Yani, deprem bölgesinden gelen haberler hakîkaten akıl alır gibi değil. Depremin üzerinden 1,5 ay geçmiş hâlâ çadır yok. Bugün bir fotoğraf gördüm Twitter’da: Çadırlar bir yere yığılmış, bekliyor. Dağıtacak kimse yok. Ben büyük gayret ve büyük fedâkârlıklarla kurtarma çalışmalarına katılmış arkadaşlarımla da konuştum. Devlet kurumlarının yaptıklarını rezil diye tanımlamaktan başka bir şey en azından benim elimden gelmiyor. Umursadıklarını da sanmıyorum. Açıkçası, ben bizi yönetenlerin gözünde bir üzüntü belirtisi bir aradım; onu da göremedim. O yüzden, hakîkaten bu cehennemin kapılarını kapatmaktan başka bir hedef yok. Ona odaklanmak ve onun için gereken her şeyi yapmak lâzım. Sonrası? Evet, yönetemeyebilirler, yeniden seçime gitmek zorunda kalabiliriz — ki uzun zamandır Bekir Ağırdır’ın tezi bu. Fakat ondan sonra su yolunu bulacaktır. Önce bunun bir kırılması lâzım. 

Ruşen Çakır: O zaman biz de yayını bitirelim. Çok teşekkürler Soli. Soli Özel’le “Niçin Kılıçdaroğlu?” başlığı üzerinden, PolitikYol’a yazdığı son yazısını konuştuk. 

Soli Özel: Ruşen, bu canlı yayın mıydı?

Ruşen Çakır: Tabiî ki canlı yayın.

Soli Özel: O zaman ben herkesten özür dilerim. Gecikme tamâmen benim hatâm yüzündendi. Gözlüklerimi evde unuttum, geri gidip gelene kadar gecikmiş oldum. İzleyicilerden de özür dilerim. 

Ruşen Çakır: Evet, gecikme Soli yüzündendi, biz onu bekliyorduk. Soli Özel’e çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.