Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Adını Koyalım (102): Milletvekili listelerinin düşündürdükleri

14 Mayıs’ta yapılacak seçimlere 33 gün kaldı. Parti ve ittifaklar milletvekili listelerini 9 Nisan’da Yüksek Seçim Kurulu’na teslim etti ve kamuoyuna açıkladı. O günden beridir de listeler tartışılmaya başlandı.

Milletvekili listeleri ittifakların stratejileri ile ilgili ne söylüyor? Listeler partilere ne getirir, ne götürür? Listelerdeki tartışmalı isimler kimler?

Ruşen Çakır, Edgar Şar, Ayşe Çavdar ve Kemal Can, her çarşamba olduğu gibi yine Adını Koyalım’da son güncel siyasi tartışmaları yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal 

Edgar Şar: İyi akşamlar. “Adını Koyalım”dan herkese merhaba. Her zaman olduğu gibi, Kemal Can, Ruşen Çakır ve Ayşe Çavdar ile birlikteyiz. Bugün daha çok milletvekili listeleri üzerinden konuşacağız. Listelerin muhâlefete ve iktidâra getirisi götürüsü ne olur? Listeler önemli mi? Listelerdeki isimler ne düşündürüyor? Bunları konuşacağız. Hoş geldiniz, iyi akşamlar.

Çavdar-Can-Çakır: Merhabalar.

Edgar Şar: Ayşe, seninle başlayalım. İlk turda iktidârı biraz konuşalım istiyorum. Biliyorsun Cumhur İttifakı 4 parti olarak giriyor seçime. Yeniden Refah Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nin ayrı listeleri var. Çok enteresan; bu partilerin liderlerinin seçilmesi bile zor şu anda. MHP’nin de ayrı bir listesi var. Berâber girmediler. Ve AK Parti’nin listeleri var. AK Parti’nin listelerinden giren DSP ve HÜDA PAR var. MHP’yi bir kenara koyarsak, AK Parti’nin listelerinden giren küçük partilerin seçilme ihtimâli, Yeniden Refah Partisi ve Büyük Birlik Partisi’ne göre daha yüksek. Ve büyük bir oranda AK Parti’nin şimdiki grubunun da yenilendiğini görüyoruz. Listeler açısından baktığımız zaman sen nasıl değerlendiriyorsun? 

Ayşe Çavdar: Önce MHP’yle ilgili konuşmak istiyorum. Dikkatinizi çekmek istediğim bir tarafı var hikâyenin: MHP “Ben listemi ayırıyorum” dediğinde, “Aman, n’olursun kal” sesi gelmedi AKP’den. Dolayısıyla bu iş böyle tek taraflı bir iş gibi gelmiyor bana. Belki de hani MHP’nin sırtında –çünkü bir taraftan da HÜDA PAR’ı listelerinin içerisine almış– bir tür, yeni dönemde ihtiyaç duymadığı bir ortak olduğuna karar vermiş olabilir AKP diye düşünüyorum. O yüzden, MHP ve AKP’nin ne yapacağından emin olmak için son âna kadar bekledim. AKP listesinde yine de MHP’ye yakın birtakım isimler var mıdır yok mudur diye de şöyle bir gözden geçirdim AKP listesini. Öyle bir durum da yok. Yani bir şekilde karşılıklı bir vazgeçiş ihtimâli gibi görünüyor bana — tabiî şu durumda. MHP, beklediği ve iddia ettiği gibi barajı kendi başına da zorlayabileceği bir oy oranına ulaşırsa, o zaman durum değişir elbette; o başka bir şey olur. Seçimden sonra AKP’nin ve MHP’nin aldığı toplam oylar, çıkardıkları vekil sayısı yeni bir pazarlık süreci başlatacaktır. Ama şimdiki halleriyle, birbirinden karşılıklı olarak vazgeçmiş iki eski ortak var. Dolayısıyla, MHP söz konusu olduğunda, gelecek dönemde birtakım enteresan vakalar, konuşmalar görebiliriz diye düşünüyorum.

Edgar Şar: Sözünü keseceğim özür dileyerek. MHP’nin ne yapmaya çalıştığını anlamak daha kolay. Çünkü “MHP, Cumhur İttifâkı’nın seçimi kaybetme durumuna kendini hazırlıyor” iddiası var. Günün sonunda, kazansa da, ayrı listelerle çıkmış olmasına rağmen, Erdoğan’ın Meclis’te MHP’ye ihtiyâcı devam edecek. Kaybetse de, bu kayba şimdiden hazırlanmış olacak. Yani MHP için risk daha az bence. Senin dediğin olayda, AK Parti’yi MHP’den şimdiden ayrılmak için motive eden nedir?

Ayşe Çavdar: Yeni ittifaklar kurdu; Yeniden Refah’ı listesine almadı ama yanı başına aldı. Üstelik HÜDA PAR’ı listesine de aldı. Dolayısıyla, bir noktadan sonra, “Ben sensiz daha iyiyim” demiş olabilir. Benim dikkatinizi çekmek istediğim şey, AKP’den “N’olursun kal. Gel bizim listelerimize gir” sesinin asla gelmemesi. Hattâ Devlet Bahçeli o tweet’leri atar atmaz… Ali Mahir Başarır mıydı AKP’den açıklama yapan?

Edgar Şar: Ali İhsan Yavuz.

Ayşe Çavdar: Özür dilerim, karıştırdım isimleri. Ali İhsan Yavuz, “Bu zâten böyle düşünülüyordu” deyip, Devlet Bahçeli’nin o tweet’lerindeki îtirâza ve tona rağmen, geçiştirdi o meseleyi. Ali İhsan Yavuz, “Böyle de olabilirdi, zâten böyle konuşuyorduk” mânâsına gelebilecek şeyler söyledi. Dolayısıyla kimse MHP’ye “kal” demedi. Ben bunun biraz deprem sonrasında gördüğümüz manzaralarla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bahçeli’nin kendi memleketine bile ancak Tayyip Erdoğan’la berâber gidebilmesi, orada gördüğümüz yüz ifâdeleri, oynamaya çalıştığı rol, onun işe yaramaması, hattâ belki de negatif etkisi olması –o protestolardaki mevzûlardan bahsediyorum–, Kürt şehirlerinde AKP’nin MHP’yi belki de sırtında taşımak istememesi… Ayrıca MHP’nin, listesine kimleri almak istediği veya istemediği ve eğer AKP’nin listesine dâhil olursa, meselâ listeler birleştirilmiş olsaydı, AKP İbrahim Çiftçi’yi kendi listesine nasıl alacaktı? Bunu açıklaması bayağı zor olacaktı. Ama bu, seçimden sonra şöyle ihtimalleri açıyor: Seçimden sonra bu pazarlık, MHP’nin ve AKP’nin bir arada ve ayrı ayrı aldıkları oylara bakılarak yeniden bir ittifak hesâbı yapılacak. AKP ne aldığına bakacak. Gerçekten ihtiyâcı olacak mı? Çünkü seçimi kaybederse ihtiyâcı da olmayacak elbette. Çünkü “Birlikte muhâlefet edecekler” diye bir şey yok. Şimdi birlikte iktidar etmeleri, seçimden sonraki iktidâra birlikte muhâlefet edecekleri anlamına gelmiyor. Dolayısıyla orada enteresan birtakım sahnelere tanık olurmuşuz gibi geliyor. 

Yani AKP’de, listenin içeriğinden çok, listelerin hazırlanma süreci bir hayli tedirgin olduklarını gösteriyor bence. Bir taraftan şöyle bir çelişki içerisindeler: İftarlar dolayısıyla AKP çevrelerini takip eden Ankara’dan bir iki arkadaşımla konuştum dün; bir hayli tedirginlik olduğu ve insanların birbirlerine kızmaya ve birbirlerini suçlamaya çok hazır oldukları anlaşılıyor. Bu hâlet-i rûhiyenin nasıl yansıdığı konusunda listelere döneceğim. Bir taraftan, Reis canının istediğini yapmak istiyor. Meselâ Bekir Bozdağ ile ilgili Altan Sancar’ın yazdığı o kulis, bana sanki Bekir Bozdağ’ın kendisinin ya da ona çok yakın birilerinin ortaya attığı bir şeymiş gibi geliyor. Kuliste, Bekir Bozdağ, Danıştay hâkimlerine verilecek ilâve zammı istemedi; çünkü orada hâkimler ve savcılar arasında bir tür bir adâletsizlik olacağını düşünüyor ve bunu yeniden gözden geçirmek istiyor. Fakat Erdoğan, “Ben öyle uygun gördüm” diyor. İkincisi, Urfa’dan aday olmak istemiyor. Haklı; HDP adayı Ferit Şenyaşar var orada. Sonuçta, Bekir Bozdağ’ın Adalet Bakanı olduğu dönemde Urfa’da adliye önünde adâlet nöbeti tutmuş bir âilenin bir ferdiyle karşı karşıya gelecek. Ona da, “Ben öyle uygun gördüm” cevâbını alıyor. Ordu’ya bakıyoruz: Orada çok akut olduğu düşünülemeyecek bir durum var; AK Parti İl Başkanı Erdoğan’a ulaşamıyor, vekil adaylarından memnun değil. Son bir umut, sesini ulaştırmak için Twitter’dan faydalanmaya çalışıyor. Ve görevden alınıyor. Az buz değil, bir il başkanından bahsediyoruz. Dolayısıyla Ordu’da da kendi içlerinde bir problem oldu. 

Şunu söylemeye çalışıyorum: Erdoğan tek taraflı olarak her şeyi belirliyor. Sâdece belki bâzılarına “Eyvallah” diyor. Bunu yaparken insanların irâdelerini de bir hayli zorluyor. Ben Bekir Bozdağ meselesinde böyle bir zorlama olduğundan eminim, özellikle aday gösterildiği yerde. Çünkü Ferit Şenyaşar’la Bekir Bozdağ’ın Urfa gibi bir yerde karşı karşıya gelmesi çok ağır bir vaziyet. Nitekim aşîretlerin de seslerini çıkarmaya başladıkları ve destekleyemeyecekleri söyleniyor orada. Belki adâlet hissiyle değil, ama hani, “Kaybedeceğiz, böyle de yapılır mı?” dedikleri içindir o. Ama Reis’in bu işleri nasıl ele aldığına dâir bir rahatsızlığın da belirdiği manzarası çıkıyor. AKP’den ancak çok zor koşullarda bir şeylerin yansıdığı düşünülürse, bu pek de küçük olmayacak: Tâne tâne yansımalardan böyle bir vaziyetin olduğu söylenebilir.

Öte taraftan, Erzurum’daki aday Zehra Taşkesenlioğlu’nun aday gösterilmemesi, Sedat Peker dolayısıyla çok konuşulan mevzûları da işin içerisinde kattıklarını gösteriyor. Gerçi o tamâmen partinin dışına atıldı demek değil. Bir seçim kazanması durumunda başka bir şeyler de olabilir. İlle de vazgeçtiği anlamına gelmez. Ama en azından vitrine koymaktan vazgeçtiği anlamına gelebilir. Dolayısıyla kafası bayağı karışık. Kafası da şu yüzden karışık: Reis ne yaptığından haberdar belli ki, ne yaptığını bilerek yapıyor ve bunu “sert” bir şekilde yapıyor. Fakat ona bakanlar, Reis’in ne yaptığından çok eminlermiş gibi gelmiyor bana. Dün yaptığım konuşmalar dolayısıyla aldığım hava da pek öyle değildi açık söylemek gerekirse.

Bir şey daha ekleyeceğim kısaca: Yeniden Refah’la olanlar da ayrıca o ittifakların ne kadar işe yarar ittifaklar olduğunu gösteriyor zannediyorum. Yeniden Refah’ta da teşkîlat istifâları, toplu istifâlar var. Zâten çok büyük bir kısmının sandığa gitmeme eğilimi olabileceği duyumunu daha önce söylemiştim. DSP’deki çok enteresan ve eğlenceli bir vaka. Çünkü Parti, “Bizim genel başkanımız dâhil olmak üzere AKP listesinden giren adaylar aday olma yetkisine sâhip değiller, çünkü Parti Meclisi’nden yetki almadılar” açıklamasını yaptı. Bu küçük bir şeymiş gibi görünüyor; ama bu ittifâkın nasıl bir ittifak olabildiği konusunda bize bir şey söylüyor. Dolayısıyla ben Cumhur İttifâkı tarafının, bırakın değiştirdikleri seçim sisteminden randıman almayı, eskiden alışık olduğumuz seçim düzeninde bile başarıya ulaşacak bir liste hazırlama zahmetinde bulunduklarını, bunun için uğraştıklarını düşünmüyorum. Bunun için uğraşmalarının önündeki engel de çok belli ki Reis’in irâdesi gibi görünüyor.

Edgar Şar: Teşekkürler Ayşe. Kemal Abi, “AK Parti MHP’ye hiç ısrar etmedi” konusu enteresan. Gerçi, “Arka planda konuşuyorlar, ama karşılıklı birbirlerini iknâ edemediler” meselesi konuşuldu. AK Parti niye istemedi ya da niye fazla istekli olmadı? Bir de, MHP’nin kurumsal kimliği çok öne çıkaran bir açıklaması oldu; ama MHP daha iyisini kazanabileceğini düşünse ortak liste yapardı; ben o kanaatteyim. Bu arada, illâ bütün seçim çevrelerinde AK Parti’den girmesi anlamına gelmez. Bâzı yerlerde de AK Parti girmez, MHP’nin listesi olurdu. Acaba burada mı anlaşamadılar? Sen nasıl değerlendiriyorsun?

Kemal Can: Anlaşamama ihtimalleri tamâmen yoktur diyemem; ama açıkçası, bu durumun bir anlaşmama sonucu oluştuğunu düşünmüyorum. Meselâ 2019 yerel seçimleri öncesinde grup toplantılarında, Erdoğan’ın da Bahçeli’nin de çok daha yüksek perdeden restleştiği bir “İttifak bitti” çıkışı olmuştu. O zaman iki taraf da bayağı bunu sertleştirmişti. 

Edgar Şar: Yerel seçim öncesi mi?

Kemal Can: Evet, 2018’in sonbaharında oldu bu. Sonra hemen yılbaşında tekrar ittifâka döndüler. Bence anlaşamama durumu olsaydı, bunun işâretlerini daha fazla görürdük. Ben bu olasılığı tamâmen ortadan kaldırmaksızın, bunu neden yapmış olabilecekleri konusunda birkaç faktörün etkili olduğunu düşünüyorum. En önemli faktör, bilindiği gibi, seçim yasasını değiştirdikten sonra, ittifaklar sisteminde, muhâlefet ittifâkının aynı liste olmaksızın hepsinin oyunun ittifâka yazılması formülünün aleyhe döneceği anlaşıldığı için onun önü kesilmişti. Bunu aşmak için, muhâlefetin tek parti listesinden ortak liste yapma ihtimâli masadaydı. Hattâ zaman zaman Altılı Masa’da bunun lâfı edildi; ama sonunda bir aşamada, İYİ Parti kendi listesiyle gireceğini, ortak liste operasyonunun en azından bu ayağının olmayacağı ortaya çıktı. Bence, Cumhur İttifâkı’nın ayrı ayrı girmesini kolaylaştıran en önemli faktörlerden biri buydu. Bu hem bir riski azaltma anlamında… Çünkü muhâlefet iki ayrı ittifaktan oluşuyor ve iki ayrı ittifak da yine içindeki partilerden Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda TİP, Millet İttifâkı’nda da İYİ Parti kendi listesiyle girdiği için, aslında 4 parçalı biçimde giriyor. Dolayısıyla, bütün oyları bir araya toplayarak, çeşitli seçim bölgelerinde birinci çıkma ihtimalleri eskiye göre çok daha az. 

Edgar Şar: Ama CHP ve İYİ Parti 16 seçim çevresinde birleşti. Bu rahatlatıcı bir faktördü. Rahatlatıcı olmanın ötesinde, İYİ Parti’nin her şeye rağmen bağımsız girme karârı, MHP’nin bağımsız girme karârının da belirleyici faktörlerden biri oldu bence. Çünkü İYİ Parti kendisini MHP’nin rakibi olarak konumlandırmamaya çalışsa bile, MHP’nin, 2016’dan îtibâren İYİ Parti’nin bir sınırın üstüne çıkmaması ve üç hilâlli bayrak etrafında milliyetçilik patronluğunu bırakmamak gibi bir önemli misyonu var. Bu iktidar tekrar kazansa da, kaybetse de her türlü durum için geçerli bir şey. Bu çok belirleyici bir öncelik. 

Peki AKP niye çok da ısrarcı olmadı? O konuda da, sâdece MHP’yi gözden çıkarmakla ilgili bir mesele olduğunu düşünmüyorum. Cumhur İttifâkı’nda Erdoğan’ın yürüttüğü stratejide tabiî ki Meclis’te çoğunluk elde etmek önemli bir faktör, ama ondan daha önemli faktör sayısal üstünlüğü kaybetmemek. Bu da nasıl olacak? Cumhur İttifâkı’nın alabileceği bütün oyu almasıyla; orada bileşenlerin birbirini etkileyerek herhangi bir biçimde bir arada bulunmaktan dolayı hiçbir alerjik oyun dışarıya kaçmamasıyla. Yani milliyetçilerin, AKP listesinden girdiği için AKP’ye oy basmayacak %1 MHP’li oyu varsa bile, o oyun Cumhur İttifâkı altına girmesini istiyor. Yani Meclis çoğunluğundan ya da milletvekili sayısından daha belirleyici olan, Cumhur İttifâkı partilerinin aldığı toplam oy meselesi. Bunu çok öncelikli düşünüyorlar. Bu yüzden de MHP’nin, AKP listelerinden girdiğinde hem genel imaj kaybına hem de oy kaybına uğrayacağını düşünüyorlar. Hatırlarsan bu, Kılıçdaroğlu meselesinde İYİ Parti çevrelerinin teziydi: “Biz Kılıçdaroğlu’nu desteklersek oyumuzun bir kısmı düşecek” denmişti. Benzer bir varsayım MHP için geçerli — ki bu gerçekleşmiş bir şey. Daha önce referandumda da, 2018 seçiminde de MHP’nin bir miktar oyu Erdoğan’a gitmedi. Hâlâ MHP’de, ama AKP listeleri altındaki MHP’ye gideceğinden emin olunmayan bir oy. 

Bir de eğer bu iktidar kaybetse de kazansa da Erdoğan, sonrası için zayıf partneri olmasını istemez. Yani MHP tamâmen tükenmiş, o %7 barajının bile altına inmiş ve İYİ Parti’nin bayağı gerisinde kalmış olursa iyi bir partner olmaz. Muhâlefet partneri olarak da iyi bir partner olmaz, iktidar partneri olarak da iyi bir partner olmaz. Dolayısıyla ortağını, siyâsî pozisyonunu ve gücünü koruyacak biçimde tutmak kendi açısından daha elverişli.

Edgar Şar: O zaman bayağı koordineli yaptıklarını söylüyorsun. 

Kemal Can: En azından, gerekirse 5 milletvekili gitsin, ama 2 puan MHP’ye yazsın. Yani MHP’ye gelmeyecek ve dolayısıyla Cumhur İttifâkı’na gelmeyecek iki puan gelsin; MHP’nin belki sandığa gitmeyecek %1 oyu sandığa gitsin. Ve şöyle bir şey oldu: Millet İttifâkı’nın tablosunda, gücünün üstünde milletvekili verildi. Bu çok tartışma yarattı. Burada ise, herkes kendi adıyla seçime girdiği için, Erdoğan Cumhur İttifâkı’ndaki bütün ortaklarına, neredeyse ekstra hiçbir milletvekilliği kazandırmadan onların yüzdeye tamâmen dâhil olmasını sağladı;  yani bir şey vermeden aldı. Öbür tarafta ise tam tersi: Milletvekili aldılar, ama karşılığında ne getireceği belirsiz. Burada ise, Yeniden Refah Partisi ve BBP kendi adlarıyla seçime girdikleri için, HÜDA PAR dışında kimseye doğrudan milletvekilliği vermiş olmuyor. 

Edgar Şar: Bir de DSP. 

Kemal Can: Onlar da 2 kişi galiba. Onun bir karşılığı yok. Dolayısıyla ben bu öncelik mantığının bu sonuca yol açtığını ve bu yüzden de, “Aman gitmeyin, n’olur tek liste yapalım” ısrârında olunmadığını ve AKP’nin buna çok zararlı bir şey olarak bakmadığını düşünüyorum. Sâdece MHP’nin hesabından ibâret değil, Erdoğan’ın da stratejisinin bir parçası olduğu fikrindeyim.

Edgar Şar: CHP ve İYİ Parti’nin ortak liste yaptığı bu 16 seçim çevresine şöyle bir baktım. Bu şehirlerde 2018 sonuçları hiç değişmezse, yani AK Parti ve Cumhur İttifâkı hiç düşmezse, muhâlefet de hiç oyunu artırmasa bile, sırf AK Parti ve MHP ayrı girdiği için, Adıyaman’da 1 milletvekili kaybediyor, HDP’ye gidiyor; Düzce’de 1 milletvekili kaybediyor, CHP’ye gidiyor; Erzincan’da da 1 milletvekili kaybediyor, CHP’ye gidiyor. Bu oy kayıplarını katınca, 15’e kadar çıkabiliyor hepsini yazdığımızda. Yani, kaybı söylediğinden biraz fazla olabilir.

Kemal Can: Ama Erdoğan’ın bütün stratejisi, seçimi 2. tura bıraktırmak. Ama 2. tura bırakırken, maksimum yüzde ile 2. tura gitmek zorunda — ki o maksimum yüzde ile 2. turu alma ihtimâli olsun. Herkes Meclis çoğunluğundan söz ediyor; ama bence Meclis çoğunluğu kadar belirleyici faktörlerden biri, eğer 2. tura kalırsa, iki adayın ne kadar yakınlıkta yarışı götürecekleri. Dolayısıyla Erdoğan’ın 2. tur stratejisi, 1. turda maksimum kendi ittifâkındaki her bir oyu ittifâkın altına yazdırmak; gerekirse milletvekili kaybıyla. 

Edgar Şar: Peki yine de Erdoğan’a gider mi o? Mesela 2018’de de..

Kemal Can: Bu, “Neden böyle davrandılar?” meselesinin cevâbı. TİP için de tartıştık ya? Hesap o. 

Edgar Şar: Niyet edilen olacak mı?  

Kemal Can: O ikinci kısmı. Peki, bu olur mu? Bence olmaz. Ama sonuçta hamle bu. Yeniden Refah Partisi hamlesinde de öyle. HÜDA PAR tam öyle değil.

Edgar Şar: Yeniden Refah Partisi bu işten ne kadar kazandı? Fatih Erbakan’ın bile seçilmesi zor. Belki göremediğim bir şey vardır diye soruyorum. 

Kemal Can: Şöyle bir şey: Anketlerde %2 alıyormuş denilen şeyin, DEVA, Saadet, Gelecek partileri hiçbir şey gösteremezken, Yeniden Refah Partisi kendi adıyla girdiği için % 2,5’la oradan çıkıyorsa, bunu sağlamış olacak. 

Ruşen Çakır: Ama Cumhur İttifâkı’na girmeden de yapardı bunu. 

Edgar Şar: Hattâ girdiği için şimdi oy da gelmeyebilir.

Kemal Can: Tabii yapabilirdi. Ama şimdi şöyle bir korunakla giriyor: Birincisi, Cumhur İttifâkı’nın ortağı olmak bir meşrûiyet yaratıyor. İkincisi, tamam, seçilmeyebilir, ama seçilebilir de. Belirli yerlere yüklenip, meselâ AKP’li birtakım insanların Fatih Erbakan’ı seçtirecek oy hamlesi yapması mümkün olabilir.

Ruşen Çakır: Babasının izinden gitmeyen birisi. Babası (Necmettin Erbakan) “Bağımsızlar Hareketi” diye bir şey başlatıp, Demirel’e rağmen Meclis’e girebilmiş bir adamın oğlu olarak, yıllar sonra…

Kemal Can: Bence yanlış bir kıyaslama yapıyoruz zâten. Çok uyacak bir kıyas değil. Kalibre farkı var. 

Ruşen Çakır: Ben de onun için söylüyorum zâten. Bütün bu ittifak hesaplarına baktığın zaman, en saçma karârı bence onlar verdi. İlk hâliyle, 100 bin imzâyı toplayacağa benziyordu. Kendisi bağımsız aday olarak girip kaç oy alabilirse; böyle bir şey yapabilirdi. En azından Saadet Partisi’ne, “Onlar cesâret edip giremedi” deyip, Millî Görüş’ün…

Kemal Can: Ama zâten orada çok acayip şeylerin döndüğünü biliyoruz. Bunun sâdece gözümüzün önünde gerçekleşen siyâsî simülasyonlarla yapılmadığını zâten o süreç bize gösterdi. Önce, “Biz bu günâha ortak olmayız” deyip, iki gün sonra ittifâka giriyorsan, orada başka bir şey işliyor demektir. 

Ruşen Çakır: Dün stüdyomuzda Temel Karamollaoğlu’nu ağırladık. Yanında da partili isimler vardı. Tanıdığım isimlerden iki tânesi şimdi milletvekili adayı. Birisi İstanbul’dan 1. Bölge’den, diğeri 3. Bölge’den. Şimdi onlar hiçbir şey kazanamazsa, onun üstünde milletvekili kazanacaklar. 

Kemal Can: Milletvekili kazanmanın politik getiri örneklerinden birisi TİP hâdisesi. TİP bir önceki seçimde Meclis’e bu milletvekilleriyle girdiği ve etkinlik gösterebildiği için şu anda bir seçenek olarak görüyor. Bu, politik aktörlerin nasıl strateji belirledikleriyle ilgili bir şey. Ama Yeniden Refah açısından bakarsak, bu katılma sürecinin karârı, politik münâzaralarla yapılmış gibi gelmiyor bana. Ama sonuçta, “Bunu niye kabul etti?” dediğinde, şu anda alabileceği tek şey bir yüzde göstermek. Onun dışında hiçbir karşılığı yok.

Ruşen Çakır: Ama ben de diyorum ki: Sonuç olarak gösterdiği o yüzdeyi bağımsız aday olarak girdiği zaman da gösterirdi. Şimdi 10’un üstünde milletvekili çıkaracak olan bir Saadet Partisi var. Kılıçdaroğlu seçilirse, Genel Başkan Yardımcısı Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacak, bakanlık alacak. Bakanlık almanın dışında, devlette belli bir kadro imkânı olacak. Tamam, Millet İttifâkı’na dâhil olmadın, ama oraya girdiğin zaman, en fazla şöyle bir şey olabilir: Erdoğan kazanır, Erdoğan’ın kazanmasına yatırım yapmış olur. Kazandıktan sonra, diyelim ki Fatih Erbakan seçilmemiş olsa bile oradan birilerine Kabine’de birtakım görevler verir. Bir de devlet imkânlarını bunlara verir. Ama seçimin öncesinde, bütün bu olayların öncesinde çok garip bir şey vardı. Millî Görüş gibi köklü bir hareketin devâmı olarak Saadet Partisi gözükürken, Yeniden Refah, hem Refah Partisi’nin adını, hem babasının soyadını alarak kamuoyu araştırmalarında öne geçiyordu. En büyük iddiası da Millî Görüş’ün devâmı olmak iddiası. Şimdi her şeyi bir kenara bırak, Saadet Partisi ile Yeniden Refah ne yatırıp ne kazanabilirler ikilemine baktığın zaman, tam bir dengesizlik var. Aradaki o 3-4 günde ne olduğunu bilmiyorum, “Hiçbir şey olmamışsa da bir şeyler olmuş” belli ki. Ama sonuçta belki partinin ve kendisinin bir geleceği olabilecekken, bence bunu çöpe attı.  

Diğer tarafta, HÜDA PAR Genel Başkanı’nı seçtiriyor. Bir iki isim daha var sanırım. Şu âna kadarki HÜDA PAR performanslarında, hem ittifâkı savunma hem ittifâka girdikten sonra Zekeriya Yapıcıoğlu’nun kareye girme çalışmaları çok ilginç bir durum yaratıyor. Hizbullah’ın geldiği noktanın bu olması… Beğenirsin beğenmezsin, ama Hizbullah’ın Türkiye târihinde bir yeri, bir imajı vardı. Burada çok acayip bir savrulma var. Hizbullah tabanında, daha doğrusu HÜDA PAR tabanında insanlar, “Biz bunu niye böyle yapıyoruz ki?” diyebilir. Ya da birileri kalkıp daha farklı oluşumlar yapabilir — ki zamanında oldu bu: Önce El Kaide, sonra IŞİD, İslâmcı gençler arasında çok ciddi bir karşılık buldu. Şimdi birileri de kalkıp, “Sizin İslâmcılığınız bundan ibâret” diyerek o tabanı işleyebilir. Yani HÜDA PAR’ın alacağı milletvekilini –kaç taneyse artık– Meclis’e sokmak, bir de hapishâneden hükümlüleri çıkartmak dışında… Tabiî HÜDA PAR, Yeniden Refah gibi hiçbir şey almadan yapmıyor bunu; bir şey alıyorlar. Ama yine de bana orada tuhaf gelen bir husus var. 

Meselâ DSP Genel Başkanı Önder Aksakal. Hattâ geçen haftaki Haftaya Bakış’ta, yayından önce, Önder Aksakal’ın Erdoğan’ı destekleyeceği açıklaması gelmişti; yayına “Kartlar yeniden karılıyor” diye başladık. Erdoğan, Önder Aksakal ve adını bilmediğimiz bir DSP’liye milletvekilliği verebilir. Zâten bol bol dağıtıyor. Ama sonra bu insanlar ne olacak? Sonrası yok. İnsanlar “DSP’den ne oy alacak? Yok ki böyle bir parti. Niye onlara milletvekilliği veriyor?” diye düşünebilir. Ne olacak ki? Verdiği zaman çok bir şey kaybetmiyor. 

Bir de ilginç olan, Mehmet Ali Çelebi örneğinde olduğu gibi, bunlar da kraldan çok kralcı oluyorlar. 40 yıllık AKP’liden daha fazla Reisçi de olabilir. Erdoğan’ın böyle milletvekilliği dağıtıyor olmasını sorgulayacak biri de yok partide. Orada zâten tek adam yönetimi var. O anlamda bir risk yok. DSP açısından da bir risk yok. Ama HÜDA PAR’ın veya Yeniden Refah’ın riske attığı bir şeyler var. Büyük Birlik Partisi’nin neden bağımsız girdiği konusunu Kemal’e bırakacağım.

Edgar Şar: Ben de onu soracaktım. Meselâ Mustafa Destici AK Parti listelerinden seçilmişti, Meclis’teydi. Bir kişi olmasına rağmen, en azından ara ara ona da mikrofon uzatılıyordu. Belki de şimdi bunu kaybedecek. 

Ruşen Çakır: Bir ihtimal, seçimden sonra ona bir yer verirler. Sen sormuyorsun ama ben, mâdem uygulamayacaklardı, AKP ve MHP’nin bu seçim yasasını niye değiştirdiklerini anlamış değilim hâlâ. Yeni seçim yasası çıktığı zaman, “Bunlar aralarında çok daha kolay ortak liste yapabilir” dendi. Halbuki Altılı Masa…

Kemal Can: Aslında şu andaki sonuç için yaptılar. Yasa, o sonucun gereğini de yaptı. Ama o noktadan sonra kaybettikleri için, yani o yasayı değiştirdikleri andaki pozisyonlarını koruyamadıkları için, bu da kurtarmaz hâle geldi. Çünkü aslında tam da bu olsun diye yaptılar. Yani tek liste yapmaya mecbur kalsınlar, yapamayacakları için aralarında sorun çıksın diye… 

Edgar Şar: Ayşe, bir şey mi söyleyecektin? 

Ayşe Çavdar: Kısa bir şey söyleyeceğim, Yeniden Refah’la ilgili. Sen Destici’yi de söyleyince. İkisi aynı şeyler değiller. Yeniden Refah’ın AKP’nin içerisine girmesiyle Destici’nin ya da MHP’nin girmesi aynı şey değil. MHP ayırdı, gerçi BBP de ayırdı. Çünkü benim aklıma hemen Numan Kurtulmuş geliyor. Numan Kurtulmuş, AKP’nin çok iyi zamanlarında, Has Parti’den vazgeçip AKP’ye girdi. Has Parti ne oldu? Has Parti yok oldu. Mehmet Bekâroğlu CHP’ye gitti, Numan Kurtulmuş AKP’ye geçti. Numan Kurtulmuş AKP’den sonra ne yapabilir? Bir siyâsî kişiliği kalır mı meselâ? Yeniden Refah’ın AKP’nin içerisinde erimesi ya da temsil edilmesiyle aynı şey değil — onu demeye çalışıyorum. Ruşen’i bilmem ama Kemal hatırlayacaktır: Orada “Benzerlerin rekabeti” dediğimiz bir şey var. Yeniden Refah’ı Yeniden Refah yapan, sâdece dindar olmayanlarla aralarındaki kavga değil. Bir de dindarlık içerisindeki kavga.

Edgar Şar: O zaman hiç girmeseydi Cumhur İttifâkı’na.

Kemal Can: Ama Fatih Erbakan’ın kullanabildiği şöyle bir hava da var: Milletvekilliği almadan 30 maddelik protokol koyup onu kabul ettirmiş. Erdoğan’ın açıklamasında söylediği ve seçim beyannâmesinde yazılı “Biz Millî Eğitim’de değerler eğitimi kuracağız…”

Ruşen Çakır: O daha önce de vardı.

Kemal Can: Tamam, ama buradaki değerler eğitimini kuran şey ne?

Ayşe Çavdar: O da Evanjelikler’den alıntıladığı bir şey bu arada.

Kemal Can: Ayşe’yi destekleyerek söylüyorum. Orada bir ideoloji belirleyicilik var.

Ruşen Çakır: Bunların hepsi bir yerden sonra hikâye. Seçim olacak, Yeniden Refah’tan tek bir kişi bile girmeyecek. Öyle kalacaklar. Hele Erdoğan seçilemezse, Yeniden Refah Partisi, Meclis’te belli bir temsiliyeti olup Cumhurbaşkanı yardımcılığı alan Saadet Partisi’ne karşı çok dezavantajlı başlayacak ve birtakım devlet imkânlarıyla da bayağı zorlanacak. Yeniden Refah parti olarak bağımsız girseydi, adaylarını gösterseydi, kaç oy aldığının da önemi yok, çok olmasa bile bir istikbâli olabilirdi. 

MHP meselesine gelince, ilk başta verdiğim tepkiyi yine tekrar ediyorum: Bence Devlet Bahçeli seçimi kazanamayacaklarını anladı, kabullendi ve kaybedilmiş bir iktidar sonrası için böyle bir şey yaptı. Böylesi daha mı akıllıca… 

Edgar Şar: Peki, AK Parti neden onu çağırmadı, niye ısrar etmedi?

Ruşen Çakır: Çağırmadıklarını sanmıyorum. Bir de arada Külliye’de ya da Bahçeli’nin evinde baş başa görüşmeler oluyor; onların detaylarını bilmiyoruz. Zâten birbirlerinin pozisyonlarını biliyorlar. Belli ki olmayacağını anladılar, birbirlerinin üstüne varmıyorlar. Bize sürpriz olan, onlara sürpriz değil. Erdoğan Bahçeli’nin o karârını duyduğunda, “Demek yaptı” diye karşılamış olabilir. 

Edgar Şar: Ama Bahçeli 2 gün önce açıkladığında, herkes, “Bak, kamuoyuna açıkladı” dedi. 

Ruşen Çakır: Tamam işte, bence o açıklamayı da Erdoğan kestiriyordu.  

Edgar Şar: O da normal diyorsun yani. 

Ruşen Çakır: Çünkü bir pazarlık yapıyorlar. Oturup birbirlerine iltifat etmiyorlar. İkisi de yılların siyâsetçisi. İttifak olmadan önce de birbirlerinin düşmanıydılar — bunu akılda tutmak lâzım. 

Ayşe Çavdar: İttifak yaparken birbirlerine dost değiller Ruşen. Bu yaptıkları işe dostluk denilmez.

Ruşen Çakır: Ben hâlâ bu konuda bir sorunun olduğunu düşünüyorum. Senin verdiğin rakamlar var. Seçime berâber girseler ve eski sistem olsa, bir de o rakamlara o gözle bak. Birçok yerde milletvekili sayısı artıyordu. Tamam, Kemal’in söylediği gibi belli bir oranı tutturmak istiyor olabilir; ama belli bir milletvekili sayısı da olsa, iyi olmaz mıydı? Meselâ 300’ü yakalayamasa bile 290 milletvekiliyle ikinci tura kalmayı tercih ederdi herhalde. “Biz Cumhur İttifâkı olarak toplam %45 oy aldık zâten” demek mi anlamlı, yoksa “Meclis’te 290 milletvekilimiz var” demek mi? Bahçeli için milletvekili sayısı çok önemli olmayabilir. Nasıl olsa grup kuruyor. 20 ile mi kurdun, 50 ile mi kurdun? Tabii ne kadar olursa o kadar iyi. Ama milletvekili sayısının, Erdoğan için, seçimin ikinci tura kalması hâlinde ya da tamâmen kaybetmesi hâlinde önemli olduğu kanısındayım. Hem 2. tura kalırsa onu kullanmak, hem de seçimi tamâmen kaybederse muhâlefet yapmak anlamında milletvekili sayısının Erdoğan için önemli olduğunu düşünüyorum. Bence, Erdoğan istemediği bir şeyi kabul etmek zorunda kaldı. Erdoğan’ın canına minnet, nasıl olsa MHP’nin adı altında girmeyecek seçime. MHP, girse girse AKP’nin adı altında girecekti. Erdoğan isterse onlara 100-150 milletvekilliği versin, onun için önemli değil. Meselâ Erdoğan’ın listesinde Çalışma Bakanı Vedat Bilgin var. Vedat Bilgin hangi partiye daha yakın Kemal? Başka öyle isimler de var.

Kemal Can: Tuğrul Türkeş.

Ruşen Çakır: Evet, Tuğrul Türkeş var.

Edgar Şar: Hem de 1. sıradan aday.

Ayşe Çavdar: Tuğrul Türkeş’e MHP’ye yakın isim diyemeyiz artık. 

Edgar Şar: Liste konusunu çok konuştuk, artık muhâlefet konusuna geçelim. Ayşe, bu tura yine seninle başlayalım. 

Kemal Can: İkinci tura geçmeden bir şey söyleyeceğim. Biz hep iktidârın, kaybetme ihtimâline göre pozisyonlandığı varsayımıyla davranıyoruz. Ama kazanabilecekleri ihtimâline göre strateji kurduklarını düşündüğümüzde bâzı şeyler değişiyor.

Edgar Şar: Ama kazandıkları durumda da şu değişmeyecek: Erdoğan’ın, Bahçeli’nin 20 ya da 30 –kaç ise– milletvekiline yine ihtiyâcı olacak; yine MHP ile çoğunluğu almış olacak. Bahçeli bir şey kaybetmiyor burada, ama Erdoğan kaybediyor. 

Kemal Can: Ben bütün strateji önceliğinin, Meclis tamam, ama asıl olarak ikinci tur stratejisi üzerinden Erdoğan’ın kazanmasına göre bütün stratejinin kurulduğunu düşünüyorum.

Edgar Şar: Evet, ama sonuçları îtibâriyle onun da yanlış bir strateji olduğunu sanıyorum.

Kemal Can: Sonuç olarak yanlış. Akıl yürütme biçimi oradan başlıyor. 

Edgar Şar: Ya da fazla rasyonalite atfediyoruz. Ayşe, seninle devam edelim. 

Ayşe Çavdar: Biraz önce söyledim ya…

Edgar Şar: Öteki konuya geçemiyoruz bir türlü. 

Ayşe Çavdar: Dün dinlediklerimden sonra, şu anda korkunun sebebi, “Reis ne yapıyor?” sorusu gibi geliyor bana. Bizim kadar anlam verebilmiş değiller oradaki gidişâta. Yeniden Refah’ın gelmesine de, HÜDA PAR’ın gelmesine de, MHP ile listelerin ayrılmasına da bizim verdiğimiz kadar anlam verilmiyor orada. Anlatılardan, “Bindik bir alâmete…” durumu sezdim. 

Edgar Şar: Belki MHP de, “Hiç ısrar etmediler, hayırdır?” diyordur.

Ruşen Çakır: “Blöf yaptığımızla kaldık” demişlerdir.

Edgar Şar: Evet. Gelelim muhâlefete. Milletvekili seçimleri için Türkiye İşçi Partisi ve HDP ayrı listelerde girdi; o bekleniyordu. İşin bir bu kısmı var. Bir de DEVA, Gelecek ve Saadet partilerinin CHP içinden aldıkları kontenjan var.

Ruşen Çakır: Demokrat Parti’yi saymadın. 

Edgar Şar: Doğru, o da var. O da az almadı. Onların aldığı kontenjanlar da var. İYİ Parti ile CHP’nin anlaştığı 16 yer var. Meselâ Osmaniye’de anlaşmamışlar. Osmaniye’de anlaşsalardı, belki Bahçeli’nin seçilmeme ihtimâli bile konuşuluyordu. Tabiî zor ihtimal, ama öyle bir nokta da var. Ne dersin Ayşe?

Ayşe Çavdar: Ben Bahçeli ve Osmaniye ilişkisinden o kadar emin olmayalım diyerek başlayayım. Millet İttifâkı’nın listesi, o tarafa doğru bakmak istemeyeceğimiz bir liste. Kadınlar yok, gençler yok, sivil toplum yok, hiçbir şey yok. Sâdece ittifâkın kendi iktidar hesapları ve geçiş döneminin politik faktörlerine ilişkin bir kurgu var orada. Ama bu kurgunun içinde özellikle kadınların olmaması… Çevre hareketi de yok. Toplumsal muhâlefetin hiçbir kesimi yok. Kusura bakmasınlar ama bunu sürekli hatırlatacağım: Eğer bugün siyâset yapabiliyorlarsa, bu damarlar canlı kaldığı için, direndiği, inat ettiği için yapıyorlar. Hâlâ Altılı Masa diye bir şey varsa, Millet İttifakı diye bir şey varsa, toplumda bu kadar canlı bir muhâlefet azmi varsa, siyâsî partilerin yaptıkları siyâsetten dolayı değil, toplumsal muhâlefet susmadığı, vazgeçmediği, her türlü riski alarak konuşmaya devam ettiği içindir bu. O yüzden Millet İttifâkı’nın listesine baktığımda sinirlerim tepeme çıkıyor, onu söylemem lâzım. Ama ittifaktır, “Ancak bu kadarı geliyor ellerinden” diyerek… yine bizden istedikleri şey bağrımıza taş basmamız. 

Ben geçen hafta da yazdım, dün akşam Aysuda ile yaptığımız programda da söyledim: Son kez bağrımıza taş basıyoruz. Umuyorum değil. Ben son kez bağrıma taş basıyorum, öyle söyleyeyim. 

Yeşil Sol Parti ve TİP’in listelerine gelince: Artık listeler de açıklandığına göre, pozitif tarafından bakmak istiyorum. YSP’nin listeleri kendi siyâsetini ortaya koyan bir liste. Orada da sâdece, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın adaylıkları söz konusu olduğunda kulağıma gelen söylenti ya da ileride bir müzâkere dönemi olacaksa onlar da müzâkereci olacaklar diye bir tür savunma durumu var. Öyle bir müzâkere masası kurulduğunda, niye bu insanların Kürtler’i temsil edeceklerini bilmiyorum. 

Edgar Şar: “Yeni bir çözüm süreci olursa onlar rol oynarlar” meselesi mi?

Ayşe Çavdar: Evet, ama ne alâka? 

Edgar Şar: Kim söylüyor bunu? Bu bir söylenti mi? Yani kim diyor bunu? 

Ayşe Çavdar: “Bunlar nereden çıktı?” diye sorduğunuzda, çeşitli yerlerden aldığınız cevap bu. Hakîkaten ne alâka? Ama ötesine gitmeyeceğim, burada duruyorum. “Ortadoğu’yu biliyorlar” deniyor ama… ne kadar biliyorlarsa artık. Her neyse… burada susuyorum. TİP’in listesine geleceğim: Gönül istiyor ki TİP’in, listesini yaparken aldığı kriter, keşke başkalarında, en azından ikinci, üçüncü, kriter olarak –hadi dördüncüye de râzıyım– orada olsaydı. Geçen haftaki programda da, “Liste çıktığında biz mevzûnun ne olduğunu anlayacağız” demiştim hatırlarsanız. Liste çıktı. Ünlüleri bir tarafa bırakıyorum. Zâten o kadar da kalabalık değiller o ünlüler. Şu soruyu sormuşlar insanlara: “Aday olduğun yerdeki herhangi bir mücâdeleyle bir ilişkin var mı?” Soru bu. O ilişki ölçüsünde de bir yerlerde aday gösterilmişler. Şimdi bunun pozitif şöyle bir tarafı var: Kimi yerlerde, özellikle genç seçmen, özellikle siyâsetin bu şekilde gitmesinden sıkılmış seçmen, sandığa hakîkaten kerhen gidecek ya da gitmeyecektir. Sinirlenme ihtimâli de var. Kampanyalar devam ederken sabırlar zorlanacak. 

Orada öyle bir alternatifin olması şundan dolayı: TİP’e verilecek bir oy, Kılıçdaroğlu’na oy vermeye gitmek için bir motivasyon olabilir. TİP’e oy vermeyecek olsa, belki Kılıçdaroğlu için de gitmeyecek olan kimileri, bu vesîleyle sandığa gitmiş ve oylarını vermiş olabilirler. Böylece, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın pek söylemeden yaptığı bu destek deklarasyonu, hakîkaten bir form, bir yer kazanmış olur. Bunu Kürt şehirleri için söylemiyorum. Orası başka bir alan ve onun kendi iç siyâseti var. O yüzden YSP’nin listesinden giren Kürt adaylarıyla ilgili bir şey söyleyecek durumda da değilim. Sonuçta, listelerini verdiği günün ertesi günü hâlâ Anayasa Mahkemesi ile, oradaki bir kapatma dâvâsıyla uğraşmakta olan bir siyâsî ekipten bahsediyoruz. Dolayısıyla o liste hakkında konuşma hakkım olmadığını düşünüyorum ve mevzûyu bu kadarıyla kapatıyorum.

Benim söylediğim şey, Türkiye’nin daha batısıyla ilgili. Yani Kürt nüfusun yoğun olarak yaşamadığı, ama gene de bulunduğu ve başka nüfuslarla daha fazla temas içerisinde bulunduğu yerlerle ilgili. O temas nasıl kurulacak, nasıl bir siyâsî dile dönüşecek hikâyesi. Dolayısıyla böyle bir ortamda, Türkiye İşçi Partisi’nin adayları dolayısıyla, parti dolayısıyla değil, gösterdiği adaylar dolayısıyla, o adayların yereldeki toplumsal muhâlefetle ilişkisi dolayısıyla… Çünkü hakîkaten ünlülerden ibâret bir liste değil o. Şöyle bir derine baktığınız zaman, çevre hareketi de var, sendikal hareketi de var, kadınlar da var, zâten LGBT-İ var. Dolayısıyla ana akım siyâsette temsil edilmeyen herkes var. Yeşil Sol Parti’nin listesinde de insanlar kimlikleri dolayısıyla varlar. Süryanîler var, Çerkezler var, Araplar var. Bu sefer Ermeniler’den aday göstermediler sanırım. Bu türden kimlik târifiyle varlar. Buna da bir îtirâzım yok, olması da gerekir, o ayrı. Ama öbür tarafa baktığınızda, siyâseti canlandıracak bir dinamiğe ihtiyâcınız var. O dinamik, TİP’in listesinde vücut bulabilir. Bunun Millet İttifâkı’na faydası şu olabilir: Bölgenizde gösterilen adaylara bakıyorsunuz. Var benim öyle tweet’daşlarım: Çeşitli bölgelerden bana, “Burada bu olmaz, şu yüzden olmaz” diye yazıp Millet İttifâkı adaylarının dedikodusunu yapıyorlar. Tek tek söylemeyeceğim, hiç de gerek yok. Zâten her yerde vardır böyle rahatsızlıklar. Kılıçdaroğlu’na oy vermeye gitme motivasyonu, hazır TİP’e oy vermek için giderken, ana akım muhâlefet siyâsetinden umutsuzluğa kapılmış, bıkkınlık gelmiş insanlar için şekillenebilir. Bunu söylemeye çalışıyorum. Ve bunun olacağını zannediyorum. Peki, nerelerde olacak bu? Beyaz yakalıların yoğun olarak yaşadıkları şehirlerde olacak meselâ. Onlar o listelerden bayağı rahatsızlık duyacaklar.  Çevre felâketlerinin yaşandığı yerlerde olacak. Çünkü Millet İttifâkı’nın listesinde yok o. Böylece TİP’in listesinde tamâma ermiş oluyor. 

Listelere bütüncül bakıldığı zaman, yani bu listelerin birbirleriyle hangi açılardan rekabet ettikleri, hangi açılardan birbirlerinin eksikliklerini tamamladıkları üzerinden bakıldığı zaman, manzara kötü görünmüyor. Ama TİP’in adayları olmasaydı, manzara gördüğünden daha iç karartıcı görülebilirdi.

Edgar Şar: Ayşe, kısa bir şey soracağım: Tabiî hiçbirimiz bunun cevâbını tam veremeyiz ama, İstanbul’un 3 bölgesinde adayları var TİP’in. Birinci sırada da Sera Kadıgil ve Erkan Baş var. Onları seçilebilme konusundaki şanslarıyla ilgili ne düşünüyorsun?

Ayşe Çavdar: Ben büyükşehirlerde, Antalya’da Barış Atay da dâhil olmak üzere… Barış Atay 2. Sırada ya? Bu, “Seçilmek istemiyorum” anlamına gelmiyor. Bence daha çok, “Ben burayı zorlarım” anlamına geliyor. Çünkü Antalya enteresan bir seçim çevresi; çok sayıda işçinin de yaşadığı bir şehir. Özellikle şu son dönemde Ukrayna vakası koptuktan sonra da kiralar dolayısıyla –ki memur işçi çok zâten orada–, büyük nüfûsun çok yoksullaştığı bir şehir. Mülk sahipleri çok zengin olabilir, ama çalışan nüfus… Meselâ memurlar ev kirasını ödeyemeyecekleri için Antalya’ya atanmak istemiyorlar. Bu tür çelişkilerin yaşandığı yerlerde TİP’in bu potansiyeli ne kadar gerçekleşeceği, partinin nasıl bir efor sarfedeceğine bağlı. Ama Antalya dâhil olmak üzere büyükşehirlerde bu çelişki çok yaşanıyor. Bu çelişki Millet İttifâkı’nın listelerine yansımış durumda değil. Millet İttifâkı bize devlet içinde bir pazarlığı yansıtıyor. O yüzden o tarafa böyle bakmak istemiyorum. Hardcore bir devlet pazarlığı o. Fakat toplumla nasıl bir müzâkere yapılacak mevzûuna baktığımızda, bu pazarlık ne üzerinden var? Yeşil Sol Parti’de kimlikler üzerinden var. Millet İttifâkı’nın içerisinde muhâfazakâr değerler, seküler değerler üzerinden böyle üstünkörü, bence pazarlık bile yapılmamış bir pazarlık var. Yani onlar o temsiller vaziyetinde orada dursunlar diye var. Eh, geriye kalan? Bunlardan ibâret değil ki bizim derdimiz. Geriye kalan bir sürü işimiz var. O işlerin pazarlığı tek başına TİP’e yıkılmış vaziyette. Bunu söylemeye çalışıyorum. Dolayısıyla özellikle büyükşehirlerde siyâsetten umûdunu kesmemek için bir tutunacak dal arayan insanlara bir şeyler söyleyebilir bence. Ama dediğim gibi, bu bir potansiyel; bunun üzerinde çalışılması lâzım. TİP bu potansiyeli ne kadar gerçekleştirebilecek onu da göreceğiz.

Söylemeye çalıştığım şöyle bir şey sâdece — daha geniş bir perspektiften bakalım: Bir tarafta Cumhur İttifâkı bir tarafta Millet İttifâkı varmış gibi değil de, toplam muhâlefeti alalım yan yana ve o muhâlefetin birbirleriyle hangi yerlerde çeliştiği, ama hangi yerlerde de birbirlerini tamamladığı üzerinde duralım. Bu galiba, seçmenin kendi arasında yapacağı müzâkereyle her bölgede gerçekleşecek. Parti teşkîlatları bu müzâkereyi nasıl yaptıracaklar, nasıl modere edecekler onu ancak seçim sonuçlarında göreceğiz. Belki biraz gelecek anketlerde, Nisan ayını ölçen anketlerde de ufaktan görmeye başlayabiliriz. Ama ben onun bile seçimde çok sapma gösterebileceğini düşünüyorum.

Edgar Şar: Çok teşekkürler Ayşe. Kemal Abi sen ne diyorsun? Muhâlefetin listeleriyle ilgili?

Kemal Can: Ayşe’nin dediği noktadan devam edeyim. Yani Millet İttifâkı’nın aday listeleri, aday listelerinin sıralaması ve aday yapılmayarak muhtemelen çeşitli bürokratik ve idârî kadrolar için yedeklenen listesine baktığımızda, Ayşe’nin dediği gibi, yani iktidar olunca onun nasıl paylaştırılacağı üzerine epeyce kafa yorulmuş. Ama biraz önce Cumhur İttifâkı meselesinde söylediğim gibi,  Erdoğan’ın öncelikleri açısından olan şeyin burada kurulmadığını düşünüyorum. Bu başlangıçtaki, zâten sonraya dâir gerilimlerin, Altılı Masa’nın, Masa’da olmasa bile kamuoyundaki en büyük problem olarak yaşanmasına neden olan şey buydu. Ama bunun, seçmende bir ortaklık fikrini besleyecek biçimde çalışılmasının neredeyse hiç olmadığını görüyorum. Bu listelere baktığında iyi bir paylaşım görüyorsun. Ama bu listelere baktığında Altılı Masa’nın iddiası olan, çoksesliliğin ve herkesin “Biz birlikte kazanacağız” fikrini besler biçimde bir arada olduğu hissiyâtının geçtiği bir tablo görmüyorsun. Meselâ bunun en tipik örneklerinden biri Sadullah Ergin vakası. Diyelim sen birtakım yerlerde çok iyi mutâbakatlar, yerler koyuyorsun. Ve mevzûubahis partiler o yerlere kendi seçimlerine, kendi tercihlerine göre adam yerleştiriyorlar. Oysa Millet İttifâkı’nın ortak aday listeleri mantığı, herkes tarafından desteklenebilir. Diyelim: CHP oy vermekten kaçınacak muhâfazakârı oraya taşıyacak ya da o tür muhâfazakâr seçmenin belirleyici olduğu listede, CHP’nin de bu açıdan daha teskin edilebileceği bir aday profili göstermesi, aynı şekilde, bu dâhil olan partilerin, çok alerjik gelebilecek isimlerine yer verilmemesi. 

Şöyle bir mantıkla düşünelim: Meselâ bu kampanya sürecinin öncesinde, 1 yıl boyunca, Altılı Masa kurulduktan sonra, pek çok Altılı Masa aktörünü, CHP’ye yakın kanallarda görüyoruz ve kimse yadırgamıyor. Meselâ bir DEVA Partili çıkıyor, bir İYİ Partili var, konuşuyorlar. Kimse “Bu adam niye çıkmış?” demiyor. Ama o zaman da, Sadullah Ergin’i bir kanala çıkarsaydın, muhtemelen kanalın telefonları kitlenirdi. 

Ruşen Çakır: Ben çıkarttım, ama telefonum kitlenmedi.

Kemal Can: Sen CHP’li olmadığın içindir. Onu bağımsız bir aktör olarak çıkartabilirsin, ama bu tür alerjik reaksiyonlar yaratabilecek insanları önceden hazırlamanız gerekir. Yaklaşık 1 senedir Masa’da konuşuyorsun, bunun stratejilerini geliştiriyorsun ve bu ortak listeler meselesi üç aşağı beş yukarı gerçekleşeceği bilinen bir şey. Bunun üzerine teknik çalışmalar yapıyorsun. Ama listeler çıktıktan sonra, bunun seçmendeki karşılığı üzerine aynı ölçüde çalışma yapılmadığını, çok matematiksel ve teknik çalışmalar seviyesinde kaldığını düşünüyorum. Bu birdenbire büyük oy kaymalarına neden olacak ya da birdenbire tercihleri değiştirecek bir şey mi? Öyle olduğunu düşünmüyorum. Ama artısından kayıp olduğunu düşünüyorum. Ortak listelerin sağlayacağı faydayı maksimize etmekte iyi bir planlama yapılmadığını düşünüyorum. Tam tersine, başka partilerin CHP altındaki adaylığı konusunda bile, isimler ve yerler konusunda daha dikkatli bir çalışma yapılabilir. 

Edgar Şar: Gerçi son günlere kadar DEVA Partisi kendi listesiyle girecekti, son anda bir iknâ çalışması oldu.

Kemal Can: Aslında böyle şeyler de zâten sorun yarattı. Ben listeler dolayısıyla oluşacak negatif etkinin çok belirleyici olmayacağını, sâdece Millet İttifakı açısından, listelerin olumlu etkisini kısmen zayıflattığını düşünüyorum. En azından, “Aa ne kadar ilginç. Nasıl renkli isimler. CHP’nin listelerine bak” gibi bir şey geçmedi. Yine benzer bir örnek: Daha önce Cihangir İslam seçildiğinde hiç reaksiyon olmamıştı. Ya da Mehmet Bekâroğlu listeye konduğunda olmamıştı. Buna benzer şeyler. Şimdi bu tür çalışmaların biraz zayıf olduğunu, bunun süreç içerisinde geçebileceğini düşünüyorum. 

Gelelim öbür tarafa: Yeşil Sol Parti ve Türkiye İşçi Partisi meselesinde yine benzer bir durumun olduğunu düşünüyorum. Birbirine sorun yaratmama konusunda büyük bir hassâsiyet gösterildiği iddiası var. Ama ben yine orada da aynı mantıkla düşünüyorum. Tamam, velev ki öyle. Aslında tam öyle değil; hâlâ risk var. Çok somut bâzı adaylıklar da netleşince, bâzı yerlerde böyle nokta nokta, “Burada birbirlerinin ayaklarına basacaklar” diye söyleyebiliyoruz. Görebildiğin yerler var. 

Edgar Şar: İster istemez oluyor tabiî. Mesela İstanbul’da.

Kemal Can: Ama orada da aynı şeyi söylüyorum: Pozitif katkı. TİP’in temel iddiası neydi? “Şu ya da bu nedenle HDP’ye gitmeyecek, ama ona gitmemesine rağmen bize gelebilecek, dolayısıyla bu ittifaka dâhil olacak bir seçmen var, biz onu getireceğiz.” Meselâ, özellikle tanınan adaylar profili îtibâriyle… Diğerleri, yani bölgesel olarak etkili olabilecek adaylar seçmene ne kadar geçebilecek onu bilmiyorum. Çünkü bunun çalışması nasıl yapılacak dediğinde, önümüzde aylar yok. Bahse konu 3 hafta. Dolayısıyla ben, orada da artının sağlanması açısından iyi bir çalışma yapılmadığını düşünüyorum. Sâdece aday listeleri açısından değil, pozisyonlanma açısından da doğru tercihler yapılmadığını düşünüyorum. Diyelim ki orada negatif etki en aza indirildi, en az hasarla geçildi, ama daha fazlası sağlanabilirdi. Galiba yine Ayşe söyledi: Kendisinin şu ya da bu biçimde temsil edilmediğine inanmış, sandığa gitmekten bile uzak durabilecek bir seçmeni çağıracak bir heyecan, öyle bir renklilik ve uyum olmaması. En önemlisi de uyum. Çünkü orası da Millet İttifâkı gibi, sonunda tatlıya bağlanan bir küçük kriz geçiriyor. İki ittifak da, böyle krizinden bir fayda tedârikine yöneldi; ama o heyecânı, belki sâdece moral motivasyonu artırdı, ama o büyüme enerjisini zamandan yiyerek kaybettirdi. 

Edgar Şar: Sanki HDP’de bu çok da olmadı. Çünkü onlar çözmediler ki.

Kemal Can: En azından sertleşir gibi olup sonra tatlıya bağlandı. Daha doğrusu, kimse birbirine kötü sözler söylemesin diye tatlıya bağlandı. Öbür tarafta da öyle. İkisinin de, geçen 1 yıl içerisinde, cumhurbaşkanlığı adaylığı da dâhil olmak üzere bunların çok önceden halledilip, şimdi 3 haftaya sıkışacak işleri rahatlıkla yapacakları zamanları vardı. O yüzden şimdi artık eksiğe gediğe bakmadan, aday listelerini bir özel taşıyıcı hâline getirmeden… Zâten seçmen, genel politik şeylere bakarak karar verecek.  Ben bu aday listeleri ve lokal siyâset etkisinin, eskisi kadar belirleyici olmadığını, hele bugünün Türkiye’sinde, neredeyse 10 yıldır ve son başkanlık sisteminden îtibâren, zaten bu kadar merkezîleşmiş bir siyâsette, yerel faktörlerin hiç belirleyici olmadığını düşünüyorum. Kendi bölgesinin adaylarına bakarak karar veren çok küçük bir seçmen grubu olduğunu düşünüyorum. O yüzden, şu anda bütün bu aday meselelerini bırakıp, asıl olarak “büyük söz”e yürümeleri gerekiyor. Eğer orada bir şey yaratılabilirse, 3 hafta ancak ona yeter. Yoksa ne aday tanıtmaya ne adayı kabul ettirmeye ne de onun alerjisini yatıştırmaya yeter. Ne olduysa oldu, artık bundan sonra büyük lâflarla yürüyecek bir 3 hafta var. Bakalım göreceğiz.

Edgar Şar: HDP’nin Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ı aday göstermesine sen ne diyorsun? Özellikle Ayşe dikkat çekti; olur da bir çözüm süreci filan olursa. Onun için sana sormak istedim.

Kemal Can: Ben Ayşe’nin söylediği o yorumu doğrudan yazan görmedim, ama böyle değerlendirmeler yapılıyor. 

Ayşe Çavdar: Cengiz Çandar kendisiyle yapılan söyleşide, “Böyle bir durumda ne yaparsınız?” diye sorulduğunda, “Tabiî ki böyle bir sürecin parçası olmak isterim” diye kendisi açıkladı. Artı Gerçek’teki söyleşisinden bahsediyorum. 

Kemal Can: Böyle geçmişte ve popülaritede, geçmişten kerâmet aramanın pek geçmediği kanaatini söyleyeyim. Bu anlamda bilinirlik veya böyle bir şeye yakıştırılır isimlerle, sâhiden yeni bir şeyin –bu bir sürecin tâzelenmesi bile olsa– aktörlerinin, eski denemelerin sîmâlarından oluşmasının bir problem teşkil ettiğini düşünüyorum. Bu, ünlüler bahsinde de geçerli bir şey. Ünlüleri siyâsete katmanın, hakîkaten onların bir şey getirmesiyle mümkün olacağını, ünlüleri kendi bulunduğun pozisyonu güçlendirmek için kullanmanın çok isâbetli bir siyâsî hamle olmadığını düşünüyorum. Bu, çok büyük şeylerde de böyle. AKP’nin futbolcu transferlerinde ya da İYİ Parti’nin futbolcu transferlerinde de benzer bir durum var. 

Edgar Şar: Evet. Ruşen Abi, söz sende. Millet İttifâkı’ndaki kontenjanlar, TİP ve HDP meselesi. 

Ruşen Çakır: Kontenjanlar bekleniyordu, ama bence biraz bonkör davranmış Kılıçdaroğlu. Kazanma yeri olan milletvekili sayılarına baktığımızda, çok vermiş.

Edgar Şar: 25-30 civârı gözüküyor.

Ruşen Çakır: Sanki biraz daha fazla gözüküyor.

Edgar Şar: Artırırlarsa, üstüne kendileri koyabilirler belki.

Ruşen Çakır: Ama sonuçta bir projeyi yapıyor. Onun için bayağı bir pazarlık etmişler. Bir de unutmayalım, biraz sert kaçabilir ama, bir anlamda diyet ödüyor Kılıçdaroğlu. Çünkü Altılı Masa’da kendi adaylığını dayatmada bu parti liderlerine bayağı güvendi, belli ki onlara bir söz vermiş ya da onlara böyle bir jest yapmış. Daha az sayıda olabilirdi. Ama bunun çok büyük bir sorun çıkaracağını sanmıyorum. Sadullah Ergin üzerinden yapılana gelince: Aslında bakıldığında, geçmişte bagajı olan çok kişi var böyle, Ama Sadullah Ergin, Ergenekon- Balyoz davaları döneminde Adalet Bakanı olması nedeniyle, bir de Ankara 1. Bölge’den gösterilmesi nedeniyle bu yapılıyor. Bundan dolayı birtakım fireler olabilir. Bu firelerden TİP ya da Memleket Partisi istifâde edebilir.

Kemal Can: Ama geçmiş bagajından öte, büyük bir sessizlik içinde olması, herkes çıkıp bu iktidâra bir şey söylerken –hatta partinin kuruluş sürecinde bile neden katılmadığı ayrı bir şey– öyle sessiz sessiz bekleyip, sonra birinci sırdan gelince başka bir şey oldu. 

Ruşen Çakır: Edgar’ın hemşerisidir, lâf ettirmez.

Edgar Şar: Hiç alâkası yok. Liste pazarlığını o yürüttü, partiyi o kurdu. Yani “Arka plandaki adam” diyorlar.

Kemal Can: Arka plandaki adam, tamam da…

Edgar Şar: “Çık da konuş” diyorsun.

Kemal Can: Zamanında Abdullah Gül üzerine kurulan bütün stratejiler de böyleydi ya… “Bilmiyorsunuz siz. Sizin bildiğiniz gibi değil, çok acayip frenler yapıyor” denirdi.

Ruşen Çakır: Bâzı izleyiciler, “Protesto etmek için TİP’e oy vermeyi düşünüyorum, ama Ankara’da 1. Bölgede TİP katılmıyor” diyorlar. Böyle de bir durum var. Bunun çok büyük sorun yaratacağını sanmıyorum. Ama burada diğer 4 partinin belli miktarda milletvekili sâhibi olabilmelerinin ileride bir anlamı olabilir belki. Meselâ biraz önce bahsettiğim gibi, Millî Görüş’ün devâmı konusunda Saadet Partisi’nin elini güçlendirir. Gelecek ve DEVA partileri de, kaybetmiş bir AKP’deki muhtemel çözülmeler için bir şey yapabilir ama…

Edgar Şar: Aday olabilirler.

Ruşen Çakır: Pek olacağını sanmıyorum, ama olabilir diye bir not düşeyim.

Edgar Şar: O durumda, sen İYİ Parti’nin öne çıkacağını söylüyordun. Hâlâ aynı fikirde misin?

Ruşen Çakır: Evet. Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda, TİP’in yakaladığı fırsatlar ve kaçırdığı fırsatlar var. Kaçırdığı fırsatların çok olduğu kanısındayım. Buna da başından îtibâren anlam veremedim. Ama sonuçta siyâseti onlar yapıyor. Fakat şöyle bir risk aldılar. Aslında bu seçimde böyle bir risk almaya değer miydi bilemiyorum. Tam böyle istim üzerinde bir partiyken, 4 milletvekilini rahatlıkla 8’e, 10’a çıkartabilecekken ve yine kaldıkları yerden devam edebilecekken… Onlara, “Hani siz böyleydiniz, niye hâlâ HDP’nin kuyruğuna takılıyorsunuz?” diyenler zâten TİP’i var etmezlerdi.

Edgar Şar: Kuyruğuna takılmak zorunda değildi. Bazı yerlerde TİP’in altından girilebilirdi. 

Ruşen Çakır: Şimdi çok büyük bir risk aldılar. Sen demin Ayşe’ye, “Nerelerde kazanırlar?” diye sordun. Açıkçası bu sorunun cevâbından çok emin değilim. Sonuçta bu riski almalarına gerek var mıydı?

İkincisi, geçenlerde Gain’de Mirgün Cabas’la yaptığımız yayında da söyledim: Ben hiçbir ittifâkın Meclis’te çoğunluğu sağlayabileceğini düşünmüyorum — ne Cumhur İttifâkı’nın ne Millet İttifâkı’nın. Dolayısıyla Emek ve Özgürlük İttifâkı, önümüzdeki dönemde çok kritik bir rol oynayacak Meclis’te. Onların “Evet” dediği yasalar geçecek, “Hayır” dediği yasalar geçmeyecek — bu kesin. Meclis’in şu hâliyle –ki muhâlefetin bir fonksiyonu yok– buna rağmen 4 milletvekiliyle kendini gösterebilmiş olan Türkiye İşçi Partisi, hakîkaten yasa uygulamalarının kaderini değiştirebilecek bir pozisyona geldiğinde, bu fırsatı kaçırmış olabilir. Şöyle düşün: Emek ve Özgürlük İttifâkı içerisine girmiş olan TİP’e, diyelim ki İrfan Değirmenci de ekleniyor, Mehmet Aslantuğ da ekleniyor ve birkaç kişi daha. Meclis’te resmen olmasa bile 8-10 kişilik bir grup milletvekili oldukları zaman –tabiî muhâlefetin kazanması durumunda–, yeniden inşâ, normalleşme diye bir şey olacaksa, orada çok etkili olabilirlerdi. Ama şimdiki hâliyle devre dışı kalma ihtimâli var. “Biz Meclis’e girmeden de yaparız” diyebilirler, ama öyle olmuyor. Belli bir yere kadar olabilir, ama bir yerden sonra olmuyor. 

Meselâ Erkan Baş ve Barış Atay milletvekili olmasalardı, TKP’deki o kopuşun ardından Türkiye İşçi Partisi’ni kurduktan sonra, ne kadar konuşulacaktı? Sera Kadıgil, Ahmet Şık o partiye katılacak mıydı? Soruları çoğaltabiliriz.  Bir yerde, milletvekili olmanın bir avantajı var. En iyi onlar biliyor bunu. Ve şimdi bunu riske attılar. Ben hâlâ böyle bir şeyi yapmalarına iknâ olmuş değilim. Geçen gün sokakta yürürken 3 gençle karşılaştım: “1 oy TİP’e, 1 oy Kılıçdaroğlu’na” diyorlar. Bu yeter mi? Hattâ son anda, “TİP’in çıkaramayacağı söyleniyor” diyecekler de olabilir. TİP’in, özellikle büyükşehirlerde bunu anlatabilmesi lâzım. “Büyükşehirlerde çıkartıyoruz. Hattâ birden fazla milletvekili çıkartıyoruz” meselesini anlatabilmesi lâzım. Orada son anda CHP’ye ya da belki Yeşil Sol Parti’ye oy verecekler çıkabilir. Bence, hiç gerekli olduğunu düşünmediğim büyük bir risk alıyorlar; ama sonuçta kendi bilecekleri iş. 

Millet İttifâkı’ndaki olayın çok büyük sorunlar çıkartacağını sanmıyorum, ama tekrar söyleyeyim: Fazla vermişler. Bir de Memleket Partisi’nin listesine baktım. Ama tanıdık tek isim bile bulamadım. Muharrem İnce’den başka kimsenin olmadığı bir parti. Ya da, tamam, hepsinin bir değeri vardır; kabahat bendedir diyelim. Ama bunca yıllık gazeteciyiz. En azından birilerini bir yerlerden biliyor olmamız lâzım. İstanbul listelerine bakmaya başladım, kimseyi görmeyince diğerlerine bakmadım bile. 

Edgar Şar: Sen Hasan Cemal ve Cengiz Çandar konusunda, “Partiye sorsanız, partinin tabanında önseçim bile yapsanız seçilirlerdi” demiştin. Yani Kürtler açısından onların olmasının ekstra bir değer kattığını mı düşünüyorsun?

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey var: Kürt olmayan insanların onlara bakışıyla, Kürtler’in bakışı arasında fark var. Zamânında Erdoğan’a destek oldular, “Yetmez ama evet” dediler, şu oldu, bu oldu. 1 Mart tezkeresi olsun, dış politika olsun, birçok konuda da ayrı düştük. Ama sonuçta, belli bir târihten îtibâren gerek Hasan Cemal gerekse Cengiz Çandar’ın, Kürt Hareketi tabanının nezdinde bir yerleri var. Bu ille şöyle bir şey olmayabilir: “Bunları niye milletvekili adayı göstermiyorsunuz?” demezler, ama milletvekili adayı gösterildiği zaman da, “Bunları niye bize veriyorsunuz?” diyeceklerini çok sanmıyorum. Benim gördüğüm, özellikle çözüm süreci döneminde bölgeye çok yoğun gittik. Kandil’e de gittik. Kendisine sorulsa herhalde Öcalan da îtiraz etmeyecektir. Belki de bilgisi bile vardır. Ama görüşülemiyor onunla. Sonuçta bu iki isim de orada rahatsızlık doğuracak insanlar değil; ama HDP’ye sıcak bakıp, Kürt olmayan insanlar için bir sorun olduğu ve rahatsızlık yarattığı belli. 

Cengiz Çandar Diyarbakır’da zâten seçilecek yerde. Hasan Cemal İstanbul’da seçilir mi bilmiyorum, ama Cengiz Çandar kesin seçilecek. Orada bir sorun çıkacağını sanmıyorum. “Bize niye bunları verdiniz?” diyecek değiller. Ayrıca kimler girmedi ki? Meselâ bir dönem AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı yapan Dengir Mir Mehmet Fırat HDP listesinden milletvekili seçildi. Celal Doğan da girdi zamânında. HDP’nin böyle bir şeyi hep var. Bunların kimisi kalıyor, kimisi kalmıyor. Sosyalist hareketten çok kişi girdi ve büyük bir kısmı kaldı. Saruhan Oluç, Filiz Kerestecioğlu ve daha birçok isim girmişti HDP’den. İslâmî Hareket’ten Hüda Kaya, Ömer Faruk Gergerlioğlu var. Hattâ Gergerlioğlu tekrar aday. Hüda Kaya aday gösterilmedi.

Edgar Şar: Kendisi aday olmayacağını söyledi.

Ruşen Çakır: Evet. Ama hiçbir sorun yaşamadı. Dolayısıyla HDP için bunların sorun olduğunu sanmıyorum.

Edgar Şar: Peki. Çok teşekkürler. Yine zamânımızı dolu dolu kullandık diye düşünüyorum. Ruşen Çakır, Kemal Can ve Ayşe Çavdar’la, milletvekili listelerinin düşündürdüklerini konuştuk. İzleyicilerimize çok teşekkürler. Herkese iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.