14 Mayıs’ta yapılacak milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimine çok az bir süre kaldı. Parti ve ittifakların milletvekili aday adayı listelerini YSK’ya teslim için son tarih olan 9 Nisan’a iki gün kaldı. Dün (6 Nisan) MHP, kendi aday adayı listesini YSK’ya sundu. Millet İttifakı’ndaki İYİ Parti dışındaki dört partinin seçime CHP listesinden katılması beklenirken Emek ve Özgürlük İttifakı’ndaki TİP’le yaşanan uzlaşmazlık da henüz çözüme kavuşmuş değil.
Öte yandan bugün DSP Genel Başkanı Önder Aksakal, cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’a destek vereceklerini ve AKP listelerinden seçime gireceklerini açıkladı.
Geçen hafta olduğu gibi bu hafta da gündemin en çok konuşulan konularından biri de Memleket Partisi Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin seçimlerde ne kadar şansa sahip olduğuydu.
Ruşen Çakır ve Kemal Can, geride bırakmaya hazırlandığımız haftanın öne çıkan siyasi gelişmelerini Haftaya Bakış’ta değerlendiriyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını ele alacağız. Kemal, hoş geldin.
Kemal Can: Hoş bulduk.
Ruşen Çakır: Önce en sıcak gelişmeyle başlayalım: Seçimin gidişâtını değiştirecek, kartların yeniden karılmasına yol açacak hamle Demokratik Sol Parti’den geldi; Önder Aksakal Erdoğan’ı destekleyeceklerini söyledi. Kılıçdaroğlu da ziyâret etmişti onları. Bugün de AKP yetkilileri ziyâret ettiler ve “Saat16:00’da açıklayacağız” dediler. Açıklamaları Erdoğan’ın lehine. Hattâ çok öncesinde, Sabah gazetesinde DSP’nin AKP’yi ve Cumhur İttifâkı’nı, Erdoğan’ı destekleyeceği söylenmişti. Demokratik Sol Parti’den geriye ne kaldı? Böyle bir parti gerçekten var mı? Bunun ne anlamı var? Başta söylediğimiz ironiyi bir kenara bırakacak olursak, acı bir durum aslında. Demokratik Sol Parti’nin geldiği yer açısından da acı, Erdoğan açısından da. Bazen semboller siyâsette önem arz eder; ama ortada bir sembol olup olmadığı bile şüpheli olan bir desteği sağladı. Karşılığında ne verecekler bilmiyorum. Çok da önemli bir şey olduğunu sanmıyorum. Yani şöyle diyeyim: Erdoğan için, en azından şu anda, bir iki oy alabilmesine katkıda bulunacak adımlar için verebileceği çok şey var, onu tahmin edebiliyoruz. Bakalım ne olacak? Belki bir iki milletvekilliği mi sunacaklar, yoksa başka bir şey mi olacak göreceğiz. Bugünün ilginç gelişmesi olarak bunu yaşadık.
Kemal Can: Herhalde öyle bir iki oy hesâbı bile yapılabilecek bir matematiği yok hâdisenin; ama senin söylediğin gibi, aslında sembolik bir tarafı var. Daha önceki haberde, HÜDAPAR, Yeniden Refah Partisi, hattâ Saadet Partisi, üstüne Anavatan Partisi ve DSP… Böyle birdenbire başka bir “yerli millî blok”u büyütme hamlesi. Şimdi de HÜDAPAR ve Yeniden Refah Partisi ile kurulan ve iyice kendinin de sağına doğru abanan bir ittifâka, kendince, adında sol olan, kendisi olup olmadığı da çok tartışmalı ve efsâne bir isim Ecevit’ten mîras, ama onun ne kadar mîrâsı olduğu da tartışmalı bir partiyi aldılar. Bence matematiksel hiçbir karşılığı olduğunu düşünmediğim gibi, Erdoğan’ın, “Tamam, onlar da burada olsun” ihtiyâcının da gerçekçi olduğunu sanmıyorum. Senin dediğin gibi bir iki oy değil, bir oda kadar insan eder mi etmez mi bilmiyorum. Onlara ne kadar kontenjan verecekler onu da bilmiyorum. Eğer birkaç adaylık vereceklerse, o adaylık kadar bir oy gelir mi ondan da emin değilim. Ama “Bize HÜDA PAR ve Yeniden Refah’ı kattı dediniz, bu da var” diyebilecekleri bir seçenek var. Evet, kartlar yeniden dağıtılıp bütün hesapların yeniden yapılması gerekebilir kısmına katılıyorum; ama işin matematik kısmında üstüne fazla konuşulacak bir şey yok. Siyâsî kısmında da, o semboller açısından bakıldığında bundan etkilenecek bir seçmen türü olduğunu da sanmıyorum. “Aa! DSP gelmiş. Demek ki Erdoğan, kucaklayıcı, herkesi kuşatan bir yola girdi” diyecek kimsenin de olduğunu sanmıyorum. Meselâ Mehmet Şimşek olayında konuştuğumuz gibi, bâzı sembol isimleri vitrinine katması, değil öyle parti ittifâkı, sâdece aday yapması bile bâzen, “Acaba başka bir hatta mı giriliyor?” düşüncesini yaratabilir. Bu onu da karşılayan bir şey değil. Bu, ne ittifakın kendi içinde ne dışında ne seçmeninde böyle bir etki yaratacak bir şey değil. Sadece sağda solda, birileri alanda çalışan AKP’lilere, “HÜDA PAR’ı aldınız” derse, “Ama DSP’yi de aldık” cevâbını vermeye yarar en fazla.
Ruşen Çakır: Cumhur İttifâkı’ndan devam edelim. MHP meselesini çok konuştuk. Devlet Bahçeli karârını hayâta geçirdi; listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na verdiler. Bütün bölgelerde kendi adaylarıyla çıkıyorlar. Zâten büyük ölçüde mevcut milletvekillerinin aday gösterildiğini, bunların büyük ölçüde korunduğunu gördük. Bir tek, Sinan Ateş olayında adı geçen eski Ülkü Ocakları Başkan Olcay Kılavuz’un, Mersin’de 1. sıradan 4. sıraya indirildiğini, yani seçilme şansı olmadığına dâir bir not var.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Kemal Can: Yani geçen seçimi referans alırsak seçilemeyecek bir yer olduğu söylenebilir.
Ruşen Çakır: Evet. Şimdi iyice seçilme şansı olmayan bir yere kondu. Onun dışında, çok fazla bir değişiklik yok. Büyük ölçüde kendisiyle berâber hareket eden isimlerle yola devam etmek istiyor. Ben buna “Sağlamcı davranmış” diyorum. Bunu daha önce de konuştuk; bâzı şeyleri tekrarlamak da gerekebilir: Sen “Kendi gücünü göstermek” meselesi diyordun. İşin bu boyutu var, ama bir tarafta da şöyle bir şey var: Birincisi, seçim sistemini AKP ve MHP birlikte değiştirdiler. Bu seçim sistemini değiştirirken, Millet İttifâkı ya da Altılı Masa’nın beceremeyeceğini düşündüler. “Biz zâten beceririz. Birlikte hareket eden partiler daha fazla milletvekili çıkartacak. Hattâ şu illerde AKP-MHP şu kadar fazladan milletvekili çıkarabilir” diye düşündüler. Sonrasında da, “Yeniden Refah ve Büyük Birlik Partisi kendi listeleriyle giriyorlar. O zaman ben de kendi listemle giriyorum” deyip, o kurdukları oyunu bozdular. Her halükârda, tek listeyle girilmesi hâlinde ele edilecek milletvekili sayısı, ayrı ayrı listeyle girilmesi hâlinde elde edilecek milletvekili sayısından kesinlikle fazla — ister 5, ister 10, ister 1, ama fazla. Bu hamleyi yapmasının nedeni nedir? Ben ilk duyduğumda, hatırlarsan, “Devlet Bahçeli seçimi kaybettiklerini bir anlamda kabul ediyor ve kendi ayakları üzerinde ne kadar duracağını görmek istiyor” demiştim. Bu, Meclis’te çoğunluğu kazanmaya yönelik bir hamle değil, kendini sağlama almaya yönelik bir hamle. Ama burada da şöyle bir risk yok mu? Diyelim ki böyle yaptı ve oyu çok düşük çıktı. Ne olacak o zaman?
Kemal Can: Bu riske giren başkaları da, başka ittifaklar da var biliyorsun.
Ruşen Çakır: Evet, onu da konuşacağız zâten.
Kemal Can: Dolayısıyla o da öyle bir hesap yapıyor. Bâzen yaptığınız hesabın gerekçesi, sonuçlarda sizi doğrulamaz, bu riski alırsınız. Belki tekrar olacak, ama daha önceki yayınlarda da değindiğim birkaç faktörün etkili olduğunu düşünüyorum. Birincisi, bu ittifak sistemi, senin dediğin gibi, diğer ittifâkın birlikte davranma zorlukları nedeniyle Cumhur İttifâkı’nın avantaj olarak kendisi için düzenlediği bir şeydi. 2018’de, muhâlefet ittifâkının da birlikte davranabilmesi ve 2019’da bunu tekrar ederek sonuç alabilmesiyle birlikte, iktidar için o kadar da avantajlı olmadığı anlaşılınca, bir daha bir revizyona uğradı. Yani ittifak partilerinin kendi logolarıyla girip her partinin aldığı oyun da ittifâkın toplam oyu sayılması kaybı önlüyordu ve sanki tek listeyle girmiş gibi sonuç veriyordu. Muhâlefetin böyle yapamayacağını varsayarak bunu değiştirdiler. Ama muhâlefet de bunu yapmadı zâten. Şimdi iki ayrı blok halinde giriliyor. Yani iki ayrı ittifak var: Biri Emek ve Özgürlük İttifâkı, diğeri Millet İttifâkı. Her ittifâkın da, kendi içinde bâzı partilerin kendi amblemleriyle girdiği bir seçim. Dolayısıyla o blok hâli yaratamadı. Yasa da buna izin vermiyor. Dolayısıyla mecbûriyet o. Eğer öyle yapabilseydi muhâlefet, en azından iki ittifak, ama ittifakların tek liste olması hâli gerçekleşseydi, bu kadar rahat davranamazlardı. Dolayısıyla bu bir fırsat olarak geldi önlerine.
İkincisi, sâdece kaybetme ihtimâline dönük değil bence. Evet, kaybetme ihtimâlini de hesaplayarak gücünü korumak ve sonrasına ilişkin devam arayışının da bir etkisi var; ama küçük bir olasılık bile olsa, kazandığında da, iyice küçülmüş bir aktör olarak kazanmamak. Yani tek liste girilirse kendi yüzdesini gösteremeyeceği ve tam olarak “Eridi bitti. %7’ye indirtti, ama onu da alamadı” spekülasyonlarının devam edeceği ve etkinliği devam etse bile sayısal gücü îtibâriyle ittifak içerisinde ne kadar gücü olduğunun belirsiz kaldığı, üstelik 2019’da gücünü gösteremediği için, şu anda tek veri, 2018’de %10 barajının üzerinde tutunmuş olması. Şimdi de, bence çok önem verdikleri bir şey, en azından % 7’nin altına inmeyecek bir MHP göstermek istiyor. Birkaç nedenle göstermek istiyor: Bir yenilgi vuku bulur ve iktidar değişirse, bundan sonra devam etmek için buna ihtiyâcı var. İkincisi, küçük ihtimal ama, iktidar değişmezse de oradaki ağırlığını ve gücünü korumak için buna ihtiyâcı var. Üçüncü bir faktör, bu ittifaklar sisteminin dışında, siyâsî alanda diğer politik rakipleri –ki en büyüğü İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi seçenekler– karşısında da o alanın patronluğunu bırakmak istemiyor. Orada çok geriye düşmüş, logosunu, ne kadar oy aldığını gösterememiş bir parti olarak rekabet şansının düşeceğini düşünüyor.
Bir başka faktör de, İYİ Parti’de bir ivme kaybı, bir oy gerilemesi olduğunu ve bundan faydalanabileceğini düşünüyor. Çünkü İYİ Parti’de, şöyle ya da böyle MHP’den kopmuş ve MHP’den gitmiş bir grup oy var. Eğer çeşitli nedenlerle bu oyda bir gerileme oluyorsa, bunun bir kısmı tekrar CHP’ye dönüyor. Meselâ CHP’den gelenler CHP’ye dönüyor. MHP’den gelenlerin bir kısmının da MHP’ye dönme ihtimâlinin olabileceğini, dolayısıyla bu imkânı kullanmak için de amblemini, varlığını göstermek gerektiğini düşünüyor.
Ruşen Çakır: Bunların hepsi bir risk içeriyor.
Kemal Can: Tabiî ki bir risk içeriyor. Ama risk milletvekili sayısında var. Milletvekili sayısı o kadar belirleyici bir şey olarak görülmüyor. Aslında muhâlefetin toplam milletvekili sayısı ya da iktidar ve muhâlefet bloklarının Meclis’teki çoğunluğu önemli, ama partilerin seçimden sonra tartıya çıkmalarında milletvekili sayısı kadar, aldıkları oy oranları belirleyici olacak.
Ruşen Çakır: Ama orada da…
Kemal Can: Tabiî ki orada da risk var.
Ruşen Çakır: 1991 seçimini hatırla. O dönemde Türkeş’in lideri olduğu Milliyetçi Çalışma Partisi vardı ve partinin baraj sorunu vardı. Refah Partisi’yle ittifak yaparak –ki Islahatçı Demokrasi Partisi de vardı bu ittifakta– Refah Partisi listelerinden girdi. Sonuçta %16 gibi bir oyla Meclis’e girdiler ve kısa bir süre sonra da ayrılıp kendi gruplarını kurdular. Ama sürekli olarak, “Bu oyun yarıdan fazlası bizimdir” dediler. Çünkü bunu ölçmenin imkânı yok. Şimdi burada da, AKP listesinden girmeleri hâlinde, Cumhur İttifâkı olarak alacakları oy diyelim ki %39. Pekâlâ, “Bu oyun %10’u bizim” diyebilir. Ama meselâ %5 oy aldı, böyle de bir risk var.
Kemal Can: Tamam, ama öbüründe hiçbir şey gösteremeyecek. 1991 seçiminin avantajı şuydu: 1991’in hemen sonrasındaki 1994 seçiminde çok yüksek bir oy patlamasıyla yerel seçimleri almıştı. Yerel seçimlerde özellikle kıyı bölgelerinde, batıda, İç Ege’de, Akdeniz’de büyük bir patlama yapmıştı ve bu, hemen ittifak oyu içindeki payı iddiasını güçlendiren bir şey olmuştu ve ondan sonra hızlı bir ivme kazandı. Sonrasında, 90’ların ikinci yarısında, 1999’da MHP’nin %18 ile iktidar ortağı olmasına yürüyen süreci başlattı. Dolayısıyla, bu tür biraz ideolojik omurgalı partilerin milletvekili varlığından daha belirleyici bir şey, önemli bir alanı tutmak, o gücü göstermek çok önemli. Risk içeriyor, ama öbüründe hiç gösterememe imkânı var.
Ruşen Çakır: Bunu anlıyorum, tamam. Ama meselâ %7 barajını aşması hâlinde bir iddia olur — hele İYİ Parti’yi geçmesi hâlinde. Ama meselâ İYİ Parti’den 4-5 puan geriye düşerse, o zaman birileri, “Keşke AKP listelerinden girseydik de bu duruma düşmeseydik” diyebilir.
Kemal Can: Orada hesâbı şöyle yaptıklarını düşünüyorum: Birincisi, kendi logolarıyla girdiklerinde ve ittifâkın toplam oyu açısından bakıldığında AKP içerisinde gömülü oylarının bir kısmının geri geleceğini, İYİ Parti’den kopan oyun bir kısmının geri geleceğini ve markayı korumanın hesâbını yapıyor. Çünkü MHP’nin varlığının, yani üç hilâl markasının bir karşılığı var. O marka karşılığında bir şey tutabileceğini düşünüyor. Bu hesap doğru bir hesap çıkar mı ayrı bir tartışma; ama bunu yaptıklarına şaşırmıyorum, bu yapılabilir bir hesap. Çünkü tersinde şöyle bir zorluk var: Bir kez daha AKP’nin gölgesinde ve kendi gücünü gösteremeyen bir yenilginin… Yani iktidar değişti, iktidar yenildi. Üstelik sen AKP’nin yamacında, onun listelerinden girmişsin…
Ruşen Çakır: İşte onun için benim dediğime geliyoruz yine. Yenilgi nedeniyle, yenilginin kaçınılmaz olduğunu görüp bunu yapma ihtimâli…
Kemal Can: Evet, her iki durumda da riskli bir durum.
Ruşen Çakır: İstersen diğerlerine geçelim. Şu saatlerde belli olmuştur belki de. Millet İttifâkı’nda İYİ Parti dışındaki 4 partinin, kendi logolarıyla değil CHP altında girmesi söz konusu. CHP’nin de onlara belli bir yer ayırması, belli sayıda kazanması kesin olan milletvekilliği –bir iddiaya göre her birine 5 milletvekili– vereceği söyleniyor. Onun dışında, CHP ile İYİ Parti’nin 11 ilde anlaşma yaptığına dâir haberler var. İYİ Parti oralarda CHP listelerinden girecek; ama onun dışında İYİ Parti kendi başına seçime girecek. Bence bu Cumhur İttifâkı’nın da beklemediği bir konu. Belki ittifak içindeki ittifak hamlesine, yani Saadet, Gelecek ve DEVA partilerinin birlikte girecekleri ittifâka hazırlıklıydılar; ama Gelecek, DEVA, Demokrat Parti ve Saadet Partisi’nin CHP listesinden girmesi ihtimâli çok akıllarında yoktu herhalde. Bir de, 11 ilde de olsa, CHP-İYİ Parti ortak listesi olacağını da beklemiyorlardı. Sonuçta baktığımız zaman, sâdece HÜDA PAR AKP listesinden girmiş oluyor. Onun dışındaki herkes kendi başına giriyor. Ayrıca, Büyük Birlik Partisi’nin niye böyle bir şey yaptığını da anlamış değilim. Böyle bir oyu var mı o partinin?
Kemal Can: Zâten bölge barajını geçebilecek bir durumu yok.
Ruşen Çakır: Hayır, yani milletvekili çıkaramayacağını biliyorum da, gücünü göstermek anlamında…
Kemal Can: Son birkaç seçimde listeden girdi. Bu gücü görmedik, ama herhangi bir ankette ya da yakın dönem seçim sonucunda yüzdelik dilimin içine girmiş bir oy oranı yok.
Ruşen Çakır: Yeniden Refah’ta var, ama Büyük Birlik Partisi’nde yok. Bir tarafta bu var; bir tarafta da, Emek ve Özgürlük İttifâkı’ndaki Emek Partisi (EMEP), Yeşil ve Sol Parti listesinden girmeyi kabul etti. Ama Türkiye İşçi Partisi (TİP), her ilde olmasa bile 40 küsur ilde kendi listelerinden girecek.
Kemal Can: Zaten 41 alt sınır. Yani 41 tânesinde girme mecbûriyeti var.
Ruşen Çakır: Evet, böyle bir durum var. O mesele bayağı konuşuldu; ben o konuda çok da konuşmak istemiyorum, çünkü garip yerlere doğru savruluyor. Millet İttifâkı’ndaki bu ortaklaşma arayışının, Emek ve Özgürlük İttifâkı’ndan daha fazla olmasının da mânîdar olduğunu düşünüyorum — aslında tersi beklenir. Gelecek, DEVA, Saadet gibi partilerin şu ya da bu nedenle kendi amblemleriyle girmekten vazgeçebildiği bir ortamda, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda böyle bir sorun yaşanması acayip bir şey.
Kemal Can: Bâzı yerlerde İYİ Parti’nin de onlara listelerini açmasıyla, daha yüksek bir optimizasyon sağlanabilirdi. Meselâ bazı yerlerde İYİ Parti’nin, bir tür CHP alerjisinden kaçınacak bir sağ seçmeni çekmesi anlamında…
Ruşen Çakır: Ama İYİ Parti bunu istemedi.
Kemal Can: Evet, istemedi; çünkü Altılı Masa daha yeni kurulduğu zamanlarda, yasa da değişmişti, bâzı partilerin İYİ Parti listesinden, bâzılarının CHP’den girmesi konusu üzerine çok konuşulmuştu. Şimdi hem İYİ Parti ile CHP arasında, hem diğer partiler arasında hangi yerlerden listeye girecekleri konusunda, bölge bölge daha detaylı bir çalışma yapıldığını biliyoruz. Orada bâzı kayıplar kaçınılmaz. Yani o birtakım alerjik seçmenin, o logoları görmediği için CHP logosu altına mühür basmayacak muhâfazakarlar olabileceği varsayımları nedeniyle, mümkün bir şey. Ama toplamına bakıldığında, bu seçimin sonucunu belirleyecek şey, Emek ve Özgürlük İttifâkı için de, Millet İttifâkı için de, her iki ittifâkın toplamındaki muhâlefet seçmeni için de, artık şu aşamaya geldi seçmen: Buradaki bütün meselelerin arkasında, bu değişim fikrinin gerçekleşmesine çok yakın bir umut ve bu umudun da yavaş yavaş inanç hâline geldiği bir zemin var. Burada bu değişime ilişkin talebi, beklentisi ve ihtiyâcı olan seçmenin, bu tür küçük çapaklardan çok etkilenmeyeceğini, artık o aşamayı geçtiğini düşünüyorum. Bundan etkilenen çok küçük bir yüzde yok mu? Var elbette. O küçük yüzde de zâten başka yerlerde, başka şeylerin arkasında birikiyor. Bu ittifak içerisindeki krizlerden, şu ya da bu biçimde olası krizlerden sonuç çıkartmış, ya “Oy vermeyeceğim, protesto edeceğim” diyor, ya da bu protesto oylara tâlip olanların içinde görünüyor. Dolayısıyla onların da bir kısmının, seçime yaklaştıkça kendi kararlarındaki önceliği yeniden gözden geçireceklerini ve bu tür, artık böyle çok simülasyon yaptığında, birtakım seçmen târifleriyle, “Şuna alerjik olan, onun oyunu almak için şöyle bir numara yapsak” filan denilen seçmenin de, artık kendiliğinden formülleri sandıkta kendi üreteceğini düşünüyorum. Bu kararlılığı gösteren seçmenin kazanma umûdunu artık herkesin yüklenmesi gerekiyor. Pazar günü bitiyor bu. Artık böyle, cinlikler, uyanıklıklar, hesaplar, kâğıt üzerindeki şeyler Pazar günü bitiyor. Ondan sonrası, 4 hafta buna kim inandırırsa o kazanacak.
Ruşen Çakır: Önce Konya’da, akabinde Trabzon’dan sonra bana izlenimlerim sorulduğunda, Kılıçdaroğlu’nun faaliyetlerindeki en önemli farkın, daha önce 3-6 Mart krizinde de olduğu gibi, muhâlif tabanın muhâlif siyâsetçilerin çok ilerisinde olduğunu gördüm. Bir tarafta üst ya da orta düzeyde yapılan birtakım tartışmaların, kaygıların onlarda pek olmadığını; bir de, o üst kadrolarda yaşanan bu flu halden dolayı da rahatsız olduklarını gördüm. Taban değişime daha hazır. Ama anladığım kadarıyla yönetici konumdakiler hâlâ gözlerine inanamıyor. Ama öteki tarafta, insanlarda artık böyle bir inanç var — bunu gördüm. Meselâ Konya, Trabzon gibi Cumhur İttifâkı’nın, AKP’nin, hattâ MHP’nin çok güçlü olduğu yerlerde insanlar, kendilerinde emin bir şekilde, Türkiye’yi artık kendileri gibi insanların yöneteceklerine ya da oy verecekleri insanların yöneteceğine inanıyorlar. Yöneticilerin o makası biraz kapatması fenâ olmazdı, ama çok da fazla zaman yok.
Yine klasik, herhalde seçime kadar ve seçimden sonra da konuşacağımız konu: Muharrem İnce meselesi. An îtibâriyle Muharrem İnce borsasında durum nedir Kemal? Ne düşünüyorsun? Çok fazla bir değişiklik yok sanki.
Kemal Can: Yok, çünkü şöyle bir şey olacak: Nisan ayı anketleri artık son anketler olacak. Seçimden bir süre önce anket yayınlama yasağı başlıyor — tam zamânını hatırlamıyorum şimdi. Dolayısıyla Nisan ayındaki anketler tabloyu biraz gösterecek. Anketlerin göstereceği tablonun önemi şu: Seçmenler, bu biraz rastgele sallanan rakamların, hattâ anketlerde rastgele olmasa bile daha çok kanaatler ve tepkilerle oluşmuş ve biraz köpürmüş tepkinin, gerçekte ne olduğuna ilişkin bir fikir oluşturduklarında, sandık tercihlerini anket tercihleriyle değiştirebilirler; bu yaşanabilir. Ama burada da şöyle bir şey cereyan ediyor: Bu tür aktörlerin neredeyse tamamı için geçerli olan… Meselâ bunun en çarpıcılarından biri Doğu Perinçek’tir. Kendi oyununun %30 olduğunu söylüyordu. 100 bin imzâ toplayamadı.
Ruşen Çakır: 100 bin imzâ toplayamadığını söyleme. Kaç imzâ topladığını söyle.
Kemal Can: Bilmiyorum ki.
Ruşen Çakır: 28 bin mi ne, öyle bir şey.
Kemal Can: Neyse, sonuçta birtakım anketlerde, iddia ettiği şeylerin yanına bile yanaşamadığı ve sâdece yaratabildiği sonucun, muhâlefetin birinci turda kazanmasını engellemek olacağı gayet açık görünen bâzı aktörlerin anketleri kabul etmeyerek, kendilerinde başka anketler olduğunu iddia ederek bunu sürdürecekleri anlaşılıyor. Çünkü böyle bir rasyonel zemini yok. Aslında ilk ortaya çıktığı andan îtibâren, zâten temel hedefi seçimi ikinci tura bırakmak olan, yani kendisinin ikinci olacağı iddiasını bile ortaya koyamayan bir aktörden bahsediyoruz.
Ruşen Çakır: Bir de bu seçimin son seçim olmayacağı vurgusuyla, aslında sonraki seçime hazırlanma iddiasında biri.
Kemal Can: “Tamam, onlara kızmak en kolayı, ama anlamak lâzım” yorumlarını çok fazla görüyorum. Ama bu tezi ortaya atanların anlamak üzerine çok fazla bir şey söylediklerini görmüyorum. Yani bütün dünyada olan birtakım temel şeyleri söylüyorlar. “Kendini dışarıda hisseden, kendine bir çözüm önerilmediğini hisseden tepkili seçmen”. Tamam, tepkili seçmen de, buna ne söylenince bu ortadan kalkıyor? Meselâ 2-3 gündür, “İnce’ye teklif yapıldı mı yapılmadı mı?” meselesi tartışılıyor. Açıkçası, ortaya konulan performans ve bu performansın arkasındaki gerekçelere baktığımda, bildiğimiz ya da bilmediğimiz bütün gerekçeleri süzdüğümüzde, ne yapılırsa iknâ olacağı konusunun cevaplanabileceği bir zemin görmüyorum. Ne yapılsaydı iknâ olurdu? Çünkü bir pazarlık zemini olabilmesi için bir tezin ortada olması lâzım. Tez şu: Aslında 2014’te Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan’a söylediği “Seni Başkan yaptırmayacağız” cümlesini söylüyor. Şimdi de Muharrem İnce özet olarak, muhâlefete, “Ben size kazandırmayacağım” diyor. Bunun arkasında da bir köpük toplanıyor.
Ben bunu anlamıyorum. Yani, “Bunu anlamak lâzım, bunu eleştirmek kolay” denmesini anlamıyorum. Eleştirmek niye kolay olsun ki? Ya da anlamanın kolay tarafı nedir? Anlayanlar varsa zor tarafını anlatsalar. Bu mutlaklıkta bir şey söylenmesi bana tuhaf geliyor.
Ruşen Çakır: Şöyle bir şey var Kemal: Genç seçmenin çok yoğun olduğu söyleniyor. Meselâ Kılıçdaroğlu ve kurmayları oturup, bu 1 ay içerisinde, genç seçmeni nasıl biraz daha yanlarına çekebilecekleri üzerine kafa yorsunlar. Bu kadar basit. Ama bunu, “Muharrem İnce’ye niye gidiyorsunuz? Gelin, burada biz size daha iyi sâhip çıkarız” diye değil, doğrudan o seçmenin beklentilerini anlamaya çalışarak yapsınlar. Meselâ dışlanmaktan söz ediyorsun. İnsanların dışlanma duygusunu yenmeleri için bir âidiyet yaratabilmenin yollarını arayacaksın. Sonuçta yapabileceği budur. Anlamaktan kasıt o.
Tabiî bir yandan da, Muharrem İnce’yle bir pazarlık son âna kadar sürecek bana kalırsa. Ben bu konuda daha sonra bir yayın yapacağım için çok fazla konuşmak istemiyorum, ama bu seçimin gelip gelip böyle son anda Muharrem İnce üzerinden konuşuluyor olmasındaki acayiplik de herhalde târihe geçecek. Düne kadar hiçbir şekilde gündemimizde olmayan bir şey birdenbire gündemimizi kapladı. Hep bunu söylüyorum: Bundan önce gündemimiz “Kim kazanacak?” sorusuydu. Şimdi, “Seçim ikinci tura kalacak mı?” sorusu var. Kazanma ihtimâli olanın Kılıçdaroğlu olduğunu herkes biliyor. Ama “İkinci tura kalacak mı? İkinci tura kalırsa Kılıçdaroğlu kaybedebilir mi?” sorusu gündemde. “İkinci tura kalacak mı?” sorusu aslında şu demek: “Kılıçdaroğlu kazanacağa benziyor, ama ikinci tura kalırsa da kazanır mı?”
Kemal Can: Evet, bu kızgın seçmen ya da kendinin temsil edilmediğini düşünen seçmenin, neden muhâlefet adayını desteklemediği konusunun anlaşılmazlığıyla ilgili bir şey söylemiyorum. Bunun anlaşılır pek çok gerekçesi var zâten. Ben şunun cevâbının anlaşılmaz olduğunu düşünüyorum: Bu reaksiyonun neden burada realize olduğunu. Çünkü “Kendi partisini Meclis’e sokamayacak bir cumhurbaşkanı seçme tahayyülü neyi temsil eder ve buna iknâ olmuş bir seçmen, nasıl başka bir şeye iknâ edilebilir?” sorusunun cevâbını alamıyorum. Hakîkaten bunu anlamıyorum. Yani özeti, “Bizi dışarıda bıraktınız. Biz de size gösterelim” ise… Ama şimdi çok açık bir şey, anlatılacak şeylerden biri bu: Eleştirmek kolay değil, eleştirmekten vazgeçmek çok kolay. Çünkü bunun eleştirilecek bir tarafı var. Tıpkı, muhâfazakâr seçmenin ya da AKP seçmeninin de, Türkiye’nin yaşadıklarıyla ilgili meseledeki sorumluluğunu hatırlatmanın eksiklik olmaması gibi.
Seçmen, sâdece yaptıkları ve istediklerine hak verilerek iknâ edilecek biri değildir; sorumluluklarını da hatırlatarak iknâ edilmesi gerekiyor. Muhâlefet blokundaki muhâfazakâr partiler neden bu iktidardan rahatsız muhâfazakâr seçmeni çekemedi? Çünkü onlara sâdece, “Siz iyisiniz, buraya gelin” dediler. Ama siz bu iktidârın yaptığı hatâlarla ilgili, tam da karşıdan ters bir yerden ve onları ötekileştirerek değil, ama “Sizin bunda bir sorumluluğunuz var” diyerek…
Ruşen Çakır: Ama bunu yapması için önce kendi sorumluluğunu kabul etmesi lâzım.
Kemal Can: Ben de bunu anlatmaya çalışıyorum. Bu “Eleştirmek kolay kardeşim. Anlamak lâzım” yorumu her şeyin anahtarı değil; onu anlatmak için söylüyorum.
Ruşen Çakır: Burada bitirelim Kemal. Yayını kapatmadan önce notumu da söyleyeyim: Bugün yine Silivri’deydim. Gezi tutukluları Hakan Altınay’ı, Tayfun Kahraman’ı ve Can Atalay’ı gördüm. Onlar da en çok seçimleri merak ediyorlar haklı olarak. Onlara bir selâm yollayalım buradan. Hallerinden şikâyet etmiyorlar ve kendilerini bayağı sağlam gördüm. Bunu da özellikle söyleyeyim. Hem onlara hem diğer Gezi tutuklularının hepsine selâmlarımızı yollayalım. Noktayı burada koyalım Kemal.
Kemal Can: İnşallah yakın bir gelecekte yüz yüze karşılaşma imkânımız olacak,
Ruşen Çakır: Burada stüdyoda hep berâber bir yayın yaparız.
Kemal Can: Evet.
Ruşen Çakır: “Haftaya Bakış”ı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.